23 Mart 2018 Cuma

Sayat Uşaklığil ile röportaj



                                   


Galeri Kambur Arnavutköy’de “ Zamanlar Arası” sergisi ile sanatseverlerle buluşan Sayat Uşaklıgil’le 5 Nisan’ a kadar devam eden sergisi ve resimleri üzerine konuştuk. 

- Serginiz “Zamanlar Arası” hakkında bilgi veriri misiniz, anlatır mısınız?
5 Mart-5 Nisan 2018 tarihleri arası Galeri Kambur Arnavutköy’deki ‘’Zamanlar Arası’’ sergimi 2015-2018 yılları arası yaptığım çalışmalar oluşturuyor.  Resimlerde mekânsal ve zamansal zıtlıklar, geçmişin belleğinde kalan formlarla buluşuyor. Günümüz görsel algısının çok uzağından, en masum halleriyle ele aldığım nostaljik kadın figürleri bizi ‘şimdi’den koparıp tuvalin içinde yabancısı olduğumuz bir boyuta ışınlıyor. Geçmişe duyulan özlemi ve zamanın geçiciliğini absürd kolajlar halinde sunmaya çalıştım. Geçmişe ait figürlerin siyah beyaz olması yitip giden zamanı simgelerken, fonda kullanılan canlı renkler, hareketli nesneler kompozisyonun gerilimi arttırıyor.
-  “Memento mori – fani olduğunu hatırla” deyişi neler ifade ediyor sizin için, eserlerinize, serginize etkisi nasıl oldu?
Resimlerimde 40’lı 50’li yılların ikonlarını kullanıyorum. Zamanının en ünlü veya en popüler ikonlarıydı bu figürler. Şimdi ise sadece bir suret ve anı olarak fotoğraflarda yer alıyorlar. Bu figürleri resimlerimde baş rol olarak kullanmam memento mori deyişine işaret ediyor.
                                                                   

-“Geçmiş ve gelecek, geçmiş zamana ait güzellik figürleri, eski kitap illüstürasyonları, jelstler ve yüzler” bir anlamda resimlerinizde öne çıkanlar. Biraz açar mısınız bunları, Sayat Uşaklığil’ın eserlerini ve kullandığı imgeleri?
 Çizgi roman ve sinema benim ilgi alanlarım. Sinema afişleri, plak kapakları, eski dergiler hep cezbetmiştir beni. Zaten geniş bir film ve plak arşivim var . Eski olanı severim. Yaşanmışlığı vardır. Zamanın nasıl akıp geçtiğini de bizlere işaret eder. Ben sevdiğim ve ilgi duyduğum formları kullanmayı seviyorum resimlerimde. Eserlerimde kullandığım imgelerin çoğu geçmişte kalan ikonlar veya anılar. Eski bir mecmua kapağından fırlamış siyah beyaz figürler, belli olmayan zaman diliminde yerini almaya çalışırken, siyah beyaz ve renkli alanların çatışmasıyla sessiz bir kaos oluştururlar. Sanki resimde kullanılan nostaljik kadın figürleri bu dünyadan göçüp gitmiş ama başka bir zaman aralığında  varlıklarını sürdürürler.
-Sanat eğitimi almaya nasıl karar verdiniz?
Küçüklükten beri resim yapmaya düşkündüm. Hatta arkadaşlarımın bile resim ödevlerini ben yaparmışım. Lisede resim dersi yerine sanat tarihi dersi konmuştu. Sanat tarihi öğretmenim çizimlerimi görünce beni üniversitede güzel sanatlar okumaya teşvik etti.
- Resme bir konsept belirleyerek mi başlıyorsunuz ve nelerden etkileniyorsunuz?
Genelde sevdiğim ve ilgi duyduğum formları kullanırım eserlerimde. Resimlerim zamanla kendi içinde evrilir ve değişir. Her zaman bir önceki seriden mutlaka bir bağlantı görürsünüz resimlerimde. Yani bir önceki seri zamanla değişerek bir sonrakini oluşturur. Ama bunu hiçbir şekilde planlamam. Doğal çalışma akışı içinde olur tüm bunlar. Konseptimi resimdeki serüvenim oluşturur.
                                                         
- Sanat tarihinde sizi etkileyen sanatçılar kimler ve güncel sanattan takip ettiğiniz sanatçılar var mı?
Hepsini ayrı ayrı severim. Velazquez ve Arnold Bocklin’in yeri ayrıdır benim için. Çağdaş sanattan takip ettiğim sanatçılar arasında Neo Rauch ve Gottfried Helnwein bence muhteşem.
-Sanat geleneğiniz ve sanata bakışınız hakkında neler söylersiniz?
Ben daha fazla eskiye ve klasiğe dayalı bir anlayış kullanıyorum resimlerimde. Bu da klasik resmi çok sevdiğimden olsa gerek. Klasik resim dilini çağdaş bir dille harmanlıyorum. Kompozisyon anlayışımda da  kolaj mantığını çok görürüsünüz. Kolajın tuvale aktarılmış halidir resimlerim. Genelde tuval üzerinde çalışırken oluştururum kompozisyonumu. Başta çok net bir şey yoktur. Tesadüflere de yer vermek   resmi kuru olmaktan kurtarıyor . Resim sanatında eserlerin kendi gerçekliklerini ve duygusunu da oluşturması bence çok önemli. O zaman tuval beden halini alıyor bence.


Toprağın Mirası Sergisi


                                                            


Rezan Has Müzesi’nin  geniş arkeoloji koleksiyonundan özenle seçilerek  tasarlanan ve  toplumsal yaşamdaki gelişmelere paralel olarak değişip, şekillenen, antik dönemin günlük hayatına kapı aralayan “Toprağın Mirası” Rezan Has Müzesi’nin özel mekânında  sergileniyor. 
Anadolu’nun Neolitik Döneminden, yani yaklaşık 9 bin yıl öncesinden başlayarak sırasıyla Kalkolitik, Tunç, Demir, Yunan, Roma, Bizans ve Selçuklu dönemlerine uzanan kesintisiz bir kronolojik izlemle sunulan sergi,  geçmişin gündelik hayatından kesit; mutfak eşyaları, süs eşyaları, dini objeler, silahlar gibi objeler üzerinden geçmiş hayatlardaki sevinç, telaş, kaygı ve üzüntülerin aslında günümüzden pek defarklı olmadığını anımsatıyor.
Anadolu, insanlığın uygarlaşma serüveninde, bir başka deyişle, ilk köylerden karmaşık kentli yaşam biçimine ulaşmada önemli adımların atıldığı bölgedir. Günümüzden yaklaşık 9 bin yıl öncesinde başlayan bu süreci anlamaya çalışırken onlardan kalan izleri göz önüne tutarız ve bu sürecin en önemli tanıkları ise, şüphesiz insanın üretimi olan günlük araç-gereçtir.
Sergide, antik dönemlerde insanların gündelik hayatında kullandığı, yemeğini pişirdiği, suyunu, şarabını, zeytinyağını koyduğu, içinden yemek yeyip, içeceğini yudumladığı gündelik kaplardan, mezarlara armağan olarak bıraktığı kaplara ya da tanrılara sunulan adaklara değin pek çok obje geniş bir yelpazede sunuluyor.
NEOLİTİK DÖNEM (Yeni Taş Çağı) M.Ö 7500-5500: İnsanlık tarihinde önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir. Bu dönemde insanoğlu yerleşik yaşama geçmeye başlamıştır. Genellikle bitişik formda yapılan evlerden oluşan küçük köy tipi yerleşmeler görülür. Kuru tarım yapılmaya başlanmış, bu da ardından çanak çömlek yapımını getirmiştir. İnsanoğlunun kullandığı ilk kap kaçak, basitçe elde biçimlendirilmiş ve basitçe pişirilmiş kaplardır.  İçeriğinde yer  yer saman, dal parçaları gibi katkıların bulunduğu bu kaplar, eski insanların temel ihtiyaçlarını karşılıyordu. İnsanlar artık mağaralarda yaşamıyor, belirli bir plan sergileyen evlerde oturuyor, hayvancılık yapıyor, tarımla uğraşıyordu ve bunları yapabilmek için gerekli ihtiyacı olan aletlerde taştandı.
 Koleksiyondaki el baltaları, obdisyenden çıkarılmış çeşitli tiplerde ve büyüklüklerdeki ok uçları, bu dönemlerin temsilcileridir.
KALKOLİTİK DÖNEM M.Ö 5500-3500: Bu dönemde taş alet üretiminden maden alet üretimine geçilmiştir ve her ikisi bir arada kullanılmaktadır. Dönem de adını maden alet yapımında kullanılan bakırdan almaktadır ve dönem sonuna doğru çeşitli biçimlerde baltalar görülmeye başlanır. Bu dönemde Mezopatamya’da gelişkin köyler ve yavaş yavaş ilk şehirler oluşmaya başlamıştır. Tarım faaliyetlerinin yanı sıra başka iş kolları da doğmuş, böylece toplum içinde iş bölümü artmıştır. Ürünün toplanması, depolanması ve korunması gibi faaliyetler de, rahip sınıfı ve yönetici kavramının oluşmasını sağlamıştır. Kalkolitik dönem insanları da Neolitik dönemlerdekiler gibi, elde keramik üretmeye ve bunları olasılıkla açık havada pişirmeye devam etmişlerdir.  Basitçe elde biçimlendirilmiş kap kaçağın yanı sıra, basitçe çentiklenerek bezenmiş kaplar da yapılmaya başlanmıştır.
Koleksiyonda, bu türden kaplara ait çeşitli örnekler  sergilenmektedir.
TUNÇ ÇAĞI M.Ö 3500-1200: Tunç (Bronz) %70 bakır ve %30 kalayın karışmından yapılan bir madendir ve kullanımın yoğunlaşması, insanlık tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilir. Maden alet yapımı ve kullanımının yaygınlaşması, peşinden yeni ve çok önemli değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Mühürlerden ve çeşitli kazılarda bulunmuş tabletlerden çıkarılan sonuçlara göre Assurlular ile yaşanan ticaretin Anadolu tarihi için en önemli sonuçlarından biri, Anadolu’nun yazıyla tanışmasıdır. Tunç çağlarında, Anadolu çömlekçi çarkı ile tanışmıştır. Çark kullanarak çok çeşitli formalara sahip keramikler  üretilmiştir. Bu durum, hem yiyecek türlerinde hem de pişirmede değişikliğin yaşandığını gösterir.
Müze koleksiyonunda, Tunç Çağı’nın zengin keramik örnekleriden çeşitli eserler sergilenmektedir.  Sergide ayrıca, Hitit dünyasından yakından bildiğimiz ayaklı ve ayaksız ancak gaga ağızlı kaplar ile boyunlu çömlekler Tunç Çağı’nda kullanılan kapların seçkin örnekleri arasındadır.
                                                             
DEMİR ÇAĞI M.Ö 1200-330: Bu dönemde, brozun yanı sıra alet yapımı ve kullanımı yaygındır. Metal kapları taklit eden pişmiş toprak sürahilerde, kulp eklentilerinde kabartma  süsler de yapılmaya başlanmıştır. Demir Çağı aynı zamanda, Anadolu’da çok önemli olayların yaşandığı bir dönemdir. Astronomi ve matematikteki keşifler, örneğin Pisagor teoremi, ilk güneş tutulmasının hesaplanması, felsefe ve güzel sanatlardaki başarılar, sikkenin bulunması gibi gelişmelerin yanı sıra, İskit, Kimmer  ve sonrasında Pers akınları gibi askeri seferler de yaşanmış ve bunlar da Anadolu kültürüne etki etmiştir.
Sergide, genellikle dinsel amaçlı, ancak bazen içki içmek için de kullanılan kâseler de bulunmaktadır.
ANADOLU’DA YUNAN ETKİLİ DÖNEM M.Ö 1350-30: Anadolu’da Demir Çağı içinde Kızılırmak kavisinin batısında yaşayan uygarlıklar için M.Ö. 1300-30 arası, Yunan etkili dönem olarak tanımlanır. Anadolu’ya batıdan Yunanistan ve adalar üzerinden gelen göç dalgaları, bu dönemin başlangıcı olarak kabul edilir. Özellikle M.Ö. 8. yy.dan itibaren diğer Akdeniz uygarlıklarıyla yapılan ticaretin de bir sonucu olarak, doğu kültürüyle batının kaynaşması mümkün olmuştur. Bunu en iyi sanatta izleyebiliyoruz. Anadolu’da Yunan etkili dönem, M.Ö.8-6.yy. arasında Arkaik dönem olarak tanımlanır. Antik çağ insanları, tıpkı bugün olduğu gibi, birbirinin kullandığı günlük eşyalardan haberdardı.
M.Ö. 5. yy’da başlatılan Klasik dönem ile birlikte, Akdeniz coğrafyasında yeniden değişimler yaşanmaya başlanır. Yunan-Pers savaşları başlar. Savaşın çeşitli aşamaları Anadolu topraklarında geçer. Anadolu’da Pers egemenliğinin görüldüğü bu dönem ‘Akhaimenid dönem’ olarak da tanımlanır.
Sergide Korinth’den aryballoslar, alabastronlar, Atina’dan bir yağ kabı olarak işlev gören lekythoslar, Batı Anadolu kökenli kuşlu kâseler, askoslar, sürahi işlevli oinokhoeler gibi, bir sofranın  tüm ögelerini içeren eserler bulunmaktadır.  Eserler arasında, kartal tepelikli, kapağının kenarında oturan hayvanların betimlenmiş olduğu tütsülük, Akhaimenid dönem sanatını yansıtan dikkat çekici bir örnektir.
M.Ö. 300 civarına gelindiğinde Makedonia’da yeni bir güç tarih sahnesine çıkar. Büyük İskender, tüm Yunanları bir araya getirmek maksadıyla güçlü bir imparatorluk kurmayı hedeflemiştir ve bundan Anadolu nkentleri de nasibini alır. Batı ile doğunun hemen her alanda kaynaştığı, bir potada eritilmeye çalışıldığı bu dönem, sanatsal açıdan önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir. Nüfus artışıyla birlikte,keramik yapımında kalıp kullanımı artmış, bu sayede zenginlerin masalarını süsleyen gümüş kabartmalı kaplar, orta sınıf halkının masasında keramikten yapılmış taklitleriyle yer bulmaya başlamıştır. Bunun en güzel örneklerini “Megara kâseleri” adıyla da bilinen kabartmalı içki kapları oluşturur.  Sergide, bu türden kapların çok çeşitli versiyonlarına yer  verilmiştir.
                                                                

ROMA DÖNEMİ M.Ö.I.yy – M.S 4.yy:  M.Ö.30 yılı, dengelerin tekrar değiştiği, Akdeniz havzasında gücün merkezinde bu kez Romalıların yerleştiği bir sürecin başlangıcıdır. Roma İmparatorluğu döneminde, mimari açıdan yeni teknik gelişmeler mimari yapıların biçimlenmesinde faktör olmuştur. Heykeltıraşlık, keramik, resim sanatı gibi sanat dalları, önceki dönemlerden farklı, kendine has bir tarzda gerçekleşmiştir. Önceki dönemlerde tercih edilen siyah astar veya kabartmalı kaplar yerini kırmızı, kaliteli astarlı kaplara bırakmştır. Sergide kaliteli kırmızı Roma keramiklerinden çeşitli formlarda örnekler sunulmuştur. Önceki dönemlerin aksine, Roma döneminde cam üfleme tekniği keşfedilmiş ve bunun ardından hızla cam kap yapımı başlamıştır. Böylece sofralarda cam bardaklar, sürahi ve kadehler kullanılır olmuştur. Koleksiyonda Roma Dönemi cam eserlerinden bir seçki de yer almaktadır.
                                                               

BİZANS DÖNEMİ M.S  4.-15.yy:  M.S. 4.yy.dan 15.yy. ortalarına kadar hüküm süren Bizans İmparatorluğu, sınrlarının en geniş olduğu 6.yy.’da Akdeniz ve çevresindeki tüm topraklarla birlikte, Trakya, Balkanlar, Kırım ve Rusya’ya değin uzanan bir coğrafyaya yayılmıştı.
Bizans uygarlığının çeşiti eserleri sergide sunulmaktadır. Birden çok kandili bir tepsi gibi taşıyan polykandelalar, çeşitli tiplerde kap kaçaklar, kandiller, patera ve tabaklar, uygarlığın sadece dinsel değil, günlük hayatını da ansıtan nesneler arasındadır. Dinsel hayatın ayrılmaz bir parçası olan ve hacı yağı şişesi olarak da adlandırılabilecek ampullalar, üzerlerinde Hıristiyanlık inancından kutsal kişilere ait betimlerin bulunduğu tılsımlar ve çeşitli haçlar da serginin seçkin eserleri arasındadır.
                                                                 
İSLAMİ-SELÇUKLU DÖNEMİ M.S 9.-13.yy: Selçuklu dönemi maden sanatında, çeşitli tekniklerin uygulandığı ve üretilen eserlerde farklı kültürlere ait izler taşıyan motifler görülmektedir. Özellikle Konya ve Artuklular bölgesindeki atölyeler maden sanatının önemli merkezleri konumundadır.
Çinicilikte önemli eserler veren Selçuklu döneminde, pişmiş toprak keramik sanatı ile ilgili çok büyük bir gelişme görülmemektedir. Maden ve keramik sanatının yanı sıra Selçuklular çini, alçı, cam ve minyatür sanatlarında da etkindirler. Bunların haricinde ahşap işçiliği ve halıcılık da Selçuklu dönemini yansıtan iki önemli sanat koludur. Koleksiyonda, Selçuklu ve İslami dönemden çeşitli kandiller, tabaklar, tabak ve mataranın yanı sıra, duvar çinisi, çeşitli cam kaplar ile buhurdanlık, tılsım gibi dini nesneler de sergilenmektedir.
Proje Koordinatörlüğünü Zeynep  Çulha’nın yaptığı ve 300’e yakın eserin bulunduğu  sergi 31 Ekim 2018 tarihine kadar sanatseverler tarafından ziyaret edilebilir.
*Sergi kitapçığı kaynak olarak kullanılmıştır.

Gazi Sansoy'la "Dönemler" sergisi üzerine röportaj







Gazi Sansoy’un,  2008-2018 yılları arasındaki çalışmalarını kapsayan “Dönemler” isimli kişisel sergisi Anna Laudel Contemporary’de açıldı.  Resimleriyle izleyiciyi hem düşünmeye hem de sanat tarihini yeniden değerlendirmeye teşvik eden Sansoy ile 16 Şubat’a kadar sürecek son sergisi ve resimleri üzerine konuştuk.
10 yıllık çalışmalarınızı 5 farklı başlık (“Çıplak ve Örtülü Öyküler”/ “Arabex”, “Yüzsüzler- Minyatürler”, “Kutsal Süt” ve “Dün, bugün, yarın, İstanbul, Dervişler”)  altında sergiliyorsunuz.  Bir anlamda retrospektif  sergide diyebiliriz. Dönemler, başlıklar, sergi hakkında bilgi verir misiniz?
Son on seneyi baz alarak hazırladık sergiyi. Ondan öncesi de var aslında ama  2008 başlangıç olsun dedik.  “Çıplak ve Örtülü Öyküler”serisini zor bir teknikle yapmıştım. Aydıngerleri boyayıp, ahşap plakaların üzerine presliyordum. İlginç bir zamanın işleri. Daha sonra “Arabesk”  serisi geldi. Aynı tekniği bu sefer tuvalin üzerinde çalıştım. Spontan yapılması gereken işlerdi. Tamamen anlık, hassas. Ardından 2010’da “Minyatürler” serisi geldi, eş zamanlı “Yüzsüzler” başladı. Figürleri kestiğimde o boşluk, leke dikkatimi çekti. Klasik resimlere uyguladım. İlk başlarda figürlerin yüzleri yok, daha sonraları yüz hatlarını ekledim. “Kutsal süt” serisi geldi ardından. “Meryem ve Çocuk İsa”-emzirme sahnesi. Bütün eski dönem sanatçıların baş konularından biri. Bazıları resimlerde  Çocuk İsa ve Meryem’in ifadelerindeki fark, ironi  dikkatimi çekti. Son olarak “Dün, bugün, yarın, İstanbul, Dervişler” serisi var.  Bu seri, aile geçmişime göndermelerinde olduğu çalışmalardan oluşuyor.
2-Osmanlı döneminde hiciv alanında ün salmış isimlerin olduğu köklü bir aileden geliyorsunuz. Anlatır mısınız, tanıyalım ailenizi?
Babam anlatırdı, büyük dedem “Müderris Ziya Bey” o dönemler için önemli işler yapmış. Fransızcası çok iyi olduğu için “Frenk Ziya” da denirmiş. Fransa elçiliğinde çalışmış.  Milli Eğitim Bakanlığından madalyaları var. Akaretler’deki özel ilk kız mekteplerinden birinin kurucusu. “Mürüvvvet” isimli bir gazete çıkarıp, dönemin hükümdarı Abdülhamit’i eleştiren yazılar yayınlamış. Fizan’a sürülmekten akrabası sayesinde kurtulmuş. Daha sonraları  Kızıltoprak’ta evlerinde fotoğrafçılıkla ilgileniyor, kolonya ve yeni parfürler üretiyor. Resme ve müziğe ilgisi var. Besteleri de varmış. Ziya Bey bir dönem Galata’da Mevlevihane’ye gidiyormuş. Vefat etmeden öleceği günü bilmiş, 64 yaşında vefat ettiğinde Mevleviler, Kızıltoprak’a gelip cenazeyi kaldırmışlar. Bu bilgiler yayılınca da  1970’li yıllara yani çevre yolu yapılıp mezar taşınana kadar başında  dualar  okunup, mumlar  yakılmış.
3-Ailenizin resim dilinizin oluşmasında etkileri oldu mu?
 Mevlevileri çok kullanıyorum resimlerimde büyük ihtimalle genetik kodlardan gelen şeyler var tabi
4-Sanat eğitimi almaya nasıl karar verdiniz?
Hayalperest bir çocuktum. Sanatın bir dalı ile uğraşacağım kesindi. 11-12 yaşlarında keman dersi almaya başladığımda normalde çaldığım parçaları etrafımda  yabancı biri olduğunda heyecandan çalamadığımı fark ettik. Bu durumda spontan yapılan sanat dallarını yapamayacağımı anladım. Lisedeyken okula giderken ayaklarım geri geri giderdi, ne zaman akademiye girdim rahatladım. Zevkle okula gitmeye başladım. Bilinçli bir seçimdi benim ki. Benim dönemimde güzel sanatlar lisesi olsaydı kesin orada okurdum.

                                                               

5- Lale Devri’nin ünlü ressamı Levni’nin minyatürlerinin merkezde olduğu, arka planda magazin figürlerinin ve Batı resminin önemli isimlerinin olduğu bir seri resminiz var. Levni’ye olan ilginiz nasıl başladı?
 Surname-i Vehbi  kitabını gördüm. Osmanlı sanatının büyük ustası, nakkaş-ressam Levni’nin başyapıtı. Levni,  III. Ahmet’in şehzadeleri için 1720’de  yaptırdığı ünlü sünnet düğününü, Osmanlı geleneği içinde, klasik dönem minyatürlerini gölgede bırakan bir üslupla kağıda dökmüş. Kompozisyonlar, figürlerin ifadeleri beni çok etkiledi. Fügürlerin hepsinde ayrı ifadeler, giysilerin detayları.  “Bunlarla bir şey yapmam lâzım” dedim. Klasik presleme ile başladım önce, istediğim etkiyi vermedi. Sonra kolajlar yaptım. İstediğim etkiyi almak için farklı teknikler denedim. Bilgisayar ortamında birleştirince, farklı mekan ve zamanlar bir araya geldi. Zıtlıktan doğan bir çekişilik oluştu. Yani herşey kitabı görmemle başladı ve sonrasında güzel işler çıktı.
6-Farklı resim teknikleri kullanıyorsunuz. Aslında biraz bahsettik ama tekniğiniz konusunda da bilgi verir misiniz?
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik bölümü mezunuyum . Baslı resim çıkışlı olmamın kullandığım teknikler üzerinde etkisi olduğunu düşünüyorum.  Her türlü tekniği- teknolojiyi kullanmaya çalışıyorum. Aslına bakarsanız  boya da tenoloji, fırçada teknoloji, bilgisayarda teknoloji. Onlar orada duruyor, onları birleştiren bir el ve akıl. Her türlü malzeme kullanılabilir. Fikirdir önemli olan, neyle yaptığın değil, ne yaptığındır aslında eleştirilecek olan.
7-Rönesans ressamlarının resimlerinden detaylar,sanat tarihinin önemli eserlerine yaptığınız dokunuşlar, sanat tarihine tekrar ve farklı bir bakış eserlerinizde daha çok gördüğümüz dönemler. Sanat tarihinde sizi etkileyen sanatçılar kimler? Güncel sanattan takip ettiğiniz, sanatçılar var mı?
Caravaggio, Tiziano, Rafael’i, Kuzey Flaman ressamlarını, yağlıboyayı ilk kullanan ressam Jan van Eyck’ı çok severim sonra Bruegel, Pollock, Warhol’u ayrıca  Edward Hopper’in sakin, tuhaf mekan duygusu çok hoşuma gitmiştir ve bu liste böyle uzar.  Ülkemizde de çok iyi sanatçılarımız var. Ergin İnan, Adnan Çoker, Mehmet Güleryüz, Ömer Uluç ve pek çok önemli isim var sevdiğim, takip ettiğim.
8-Genelde seriler yapıyorsunuz. Nasıl başlıyorsunuz serilere?
Araştırma yapıyorum. Biri diğerini tetikliyor. Devamlı kitaplar inceliyorum, güncel sanatı takip ediyorum, sanat tarihini inceliyorum. Bazen rüyamda gördüklerimi uyguluyorum. Bazen bir kitap (Sürname’de olduğu gibi), bazen bir kütük (Bereket Tanrıçası heykelinde olduğu gibi) tetikleyici oluyor.
9-Doğu- Batı sentezi, Batının geçmişi-bugünü, çıplaklık-örtünme gibi karşıtlıklar var eserlerinizde. Mizah ve erotizm, güncel - siyasi temalar ön planda.  Geçmiş ve günümüzle ilgili çok araştırma yapıp yakından takip ediyorsunuz.  Yeni çalışmalarınız, serileriniz, sizi etkileyen bu konuyu da işlemek istiyorum dediğiniz olaylar var mı?
Bu coğrafyanın özelliklerini, batı ve doğu arasında köprü olmamızın izlerini yansıtıyorum. İyi ki burada yaşıyorum. Yaşadıklarımızı görsel hafızaya alıyorum. Önemli olan bunları, yaşadıklarımızı avantaja döndürmek. Yaşadıklarımı resim diline döküp kayıt altına alıyorum bir anlamda.
Bir tarafım eskide yaşıyor. Tezhip ağırlıklı geleneksel süsleme sanatları ile birşeyler yapmayı düşünüyorum. Tezhip ve Pop Art’ı bir araya getiren seri çalışmasına başladım.
                                                             

10-Günümüz resim ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz, güzel sanatları seçmek isteyen, ressam olmak isteyenlere neler söylersiniz?
Plastik sanatlar bir  maraton işi, uzun soluklu. Yürek işi eğer, yüreğinde bu ateş varsa olur. Sonuna kadar sabırlı,  araştırarak, dar bir pencereden bakmadan, istekle çalışma istiyor bu iş. Psikolojik olarak da çok güçlü olman lazım. İki iş yapıp tamam oldu dememek ya da tam tersi -bir şey olmaz bundan- dendiğinde pes etmeden çalışmak gerekiyor.
11-Sergide üç boyutlu çalışmalarınızda var. Çıkış noktalarını, hikâyelerini öğrenebilir miyiz?
“Kutsal Süt“ serisi yaparken marangoz ustası getirdi ıhlamur kütüğünü. “Aynı kadın vücuduna benziyor, sana ayırdık” dedi. Üç sene çalıştım üzerinde. Yine pek çok araştırma yaptım, miğferleri inceledim. Yani atılmış bir kütüktü aslında  “Bereket Tanrıçası Anadolu Artemisi”. “Boyacı Sandığı”nı okulda gravür yaparken çok basit şekilde çıkarmıştım Sonra fuar için tekrar çalışmaya başladım. Laleye dönüştürdüm. Üç parçadır. Üstüne desenini çizdim. Kapalı çarşıda usta ile çalıştık, sonra  atölyede ayrı olarak tekrar çalıştım parçaları. Oryantal libido- boyacı sandığının metamorfozu. Son iş de “Deliler ülkesi” isimli çalışmam. Son günlerde yaşadığımız kentsel dönüşüme gönderme . Bir anlamda  betonunuza nazar değmesin, betona tapanlar ülkesi.
12- Son olarak serginize fotoğrafçı, video sanatçısı ve besteci Balamir Nazlıcan’ın “Unconcealment” adını verdiği ve  kısa film serisi kapsamında çektiği sanatınızı icra edişinizi konu alan kısa filmde eşlik ediyor. Bu kısa film hakkında da sizden bilgi alabilir miyiz?
Sergiden 1,5 ay önce tanıştık, anlaştık, 20 gün devamlı  çalıştık, yaşadıklarımı, hikayelerimi anlattım ve en son bu noktaya geldik. Sergiye de çok büyük katkısı oldu. Belgesel nitelikli, görsel belge. Benim ruhumu, anlattıklarımı yorumladı ve ona göre kurguladı.


-