24 Ekim 2019 Perşembe

Piraye Şengel ile röportaj


                                                          



Sizi tanıyabilir miyiz? Piraye Şengel’in edebiyatla yolu nasıl kesişti?  Yazmaya nasıl başladınız?

Köy Enstitülü öğretmen anne-babanın çocuğu olarak kütüphanesi olan bir evde büyüdüm. O öğretmenler klasik romanları okuyarak eğitim almışlar. İnanılmaz bir eğitim Köy Enstitüleri. Hala onların yetiştirdiği insanlarla bu ülke ayakta duruyor. Tabii bunun etkisi olmakla birlikte ben yazarlığın sonradan oluştuğunu düşünmüyorum. Bir dürtü ile doğuyor insan, yazma dürtüsü bu… Yazmalıyım, yazmalıyım diye seni sürekli rahat bırakmayan bir duygu. Bu dürtü ya da yetenek varsa daha önemlisi şu, onun üzerine gitmek, çalışmak, okumak. Bütün bunlar o yeteneği yola sokuyor. Evdeki ortam ve bu dürtüyle beraber lisede edebiyat öğretmenimin de yazıya yönlenmem de desteği olmuştur.  Üniversite yıllarına geldiğimde, bizim dönemimizde tercih yapılır, puana göre de bir bölüme girilirdi. İktisadi- Ticari İlimler Akademisi’ni kazandım, isteksiz okula devam ettim, bu arada evlendim, kızım dünyaya geldi ve bu sürede edebiyat biraz geri planda kaldı.

Sonra edebiyata devam kararı aldım. Okulu terk ettim. Daha sonra Babıali’de “Sanat Olayı” Dergisi ve Atilla İlhan’la tanışmam benim için dönüm noktası oldu. Derginin editörü Ülkü Karaosmanoğlu benim çocukluk arkadaşım. Gazetede çalışıyordu. Atilla Bey’de Karacan Yayınlarında bir sanat dergisi çıkartmaya karar verince Ülkü ile tanışıklığı oluyor, kadro oluşturmaya karar veriyorlar. Meraklı yeni çocuklarla çalışalım deyince Ülkü benim bu işlere merakım olduğunu bildiği için bana söylüyor ve Atilla Bey’le böyle tanışıyorum. Sanat Olayı Dergisi yazı kurulunda metinleri yazıp, röportajlar yapıyorduk.  İlk röportajlarımdan birini de Can Yücel’le yapmıştım.

O dönem sayısız yazar Atilla İlhan’ın masasının etrafında toplanıyoruz. Bu yazarların çoğu bugün edebiyat dünyamızın önemli insanlarıdır. On yıl çalıştım Atilla Bey’le. Bizi yönlendirirdi. İçimizdeki ışığı bulmamıza yardım etti. Daha sonra bizleri televizyona da yine Atilla Bey yönlendirmiştir.    

Ve ben o ara bir roman yazdım. Ama yazabildim mi hiç emin değilim, bir toplantı öncesi çok çekinerek Atilla Bey’e uzattım.  “A çocuğum ne zaman yazdın?’ diye sordu. “Okur musunuz fikrinizi merak ediyorum” deyince, “okurum” diyerek aldı. Hatta arkadaşlarımda çok şaşırdılar. Derken bir aydan fazla zaman geçti ama Atilla İlhan’dan kitap ile ilgili ses çıkmadı.  Bir gün dedim ki “Herhalde o kadar kötü yazmışım ki yüzüme söyleyemiyor. Atilla Bey’in yüzünü görmeden telefonda sorayım.” Aradım, telefona Atilla Bey çıktı. Romanı sordum. “Okudum” dedi. “Çok mu kötüydü” dedim. “Olmuş çocuğum hem de iyi bir roman olmuş” dedi. Fransızcada koşan roman, kaslı roman diye bir tür vardır, benim tarzımın öyle olduğunu belirtti.  Daha çok diyalog yazmalısın diye de yol gösterdi.

O an, benim kızımın doğumundan sonraki ikinci büyük mutluluğumdur. O sıralarda da Varlık Dergisi’ne yazılar yazıyorum. Enver Ercan, Filiz Nayır vardı Varlık Dergisi’nde. Enver Ercan’a romandan bahsettim. “Yeni kadın yazarların kitaplarını basıyoruz” dedi. Romanı okudu ve bir hafta sonra arayıp “basıyoruz” dedi.   1994’te ilk kitabım Varlık Yayınlarından “Gölgesiz Bir Kadın” ismiyle yayımlandı. Polisiye/ Casus romanları dokusunun içinde görüldü. Ben aslında polisiye yazarı değilim. Bir kurgu kullanıyorum, bulmaca gibi çözülmesi gerekiyor. İlk kitabım o dönem içinde güzel de ilgi gördü. Kitap üzerine Ömer Türkeş’in çok güzel yazısı çıktı. Marka Yayınlarından 2008 de tekrar basımı yapıldı.  



“Sarışınım Diye Acı Çekmez miyim Sanıyorsunuz” son kitabınız. Düşünce partikülleri, monologlar ve diyaloglardan oluşan bir anlatı kitabı. Okuyucu olarak da zor bir tür. Nasıl başladınız, süreci öğrenebilir miyiz?

Ben yazı türlerinin hepsini seviyorum ve deniyorum. Deneme kitabı yazabilir miyim düşünmeye başladım. Ataol Behramoğlu’nun dediği gibi ‘ yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şeyler vardı.’ Bunlardan nasıl bir metin çıkarırım da okuyanlar için yol gösterici olurum, belki kendilerinden bir parça bulurlar, duygularımı, düşüncelerimi kristalize ederek az kelime ile çok şey nasıl anlatabilirim diye kafamın içinde yöntem arayıp durdum. Yaklaşık 5 yılın sonunda bu 80 sayfalık metinler çıktı. Ama tabi düzenli bir yazma süreci değildi. Farklı zaman ve yerlerde gelen düşünceleri notlar şeklinde tuttum. Bunlar kısa, şiirimsi metinler oldu. İçerikleri yaşamla ilgili meseleler, erdemler, kavramlar gibi… Yaklaşık yirmi tane olunca Feridun Andaç’la paylaştım. Beğendi ve daha çok başlık olabilir dedi. Tabi onun söylediği kadar olamadı. Ben biraz aceleci bir kadınım aslında gerçi ayrıntılarda çok boğulmayı da sevmem buna rağmen son olarak yazdığım aşk romanında da 320 sayfa yazarak sabrımı zorlayarak bu aceleciliğimi yenmeye çalıştım. Dediğim gibi metinleri şiirimsi vermek istedim. Sonra bir kitap haline dönüşmeye başladı. Kitaplarım arasında da en sevdiklerimden biri oldu. Kavram ve erdemler üzerine bir bakış. Atilla İlhan’ın; “Herkes pişman ölür” dizesinde dediği gibi ben bu kavramlar üzerinden yola çıkarak kendimden hareketle başkalarının da altını çizeceği cümleler kurmaya çalıştım. Kitapla ilgili çalışırken facebookta Köksal Erdenoğlu ile tanıştım. Paylaştığı metinler çok hoşuma gitti beni adeta çarptı.  Karşı duran metinleri vardı. Hemen mesaj attım Köksal’a. Okuyucuya, senin metinlerin ile arada soluk aldırmak istiyorum dedim ve o da çok memnun oldu.  Seçtiğim metinleri böylece aralara yerleştirdim. Köksal’ın tanımı ile ‘insana kızgın ama bir o kadar da sevgi ve şefkat dolu’ metinlerle Köksal’ın metinleri arasındaki güzel uyumla son halini aldı.
                                                         

İsmine nasıl karar verdiniz?

“Bir nefes insandı” önce ismi. Etrafımdaki insanlar, dostlarım başka ismi olsun istediler, kızım kitabın içindeki bir cümle olsun dedi. Sonra bir akşam kitap okuyorum. Uykuya yakın bir zamanda. Ben gerçek sarışınım, bizim gençlik dönemimizde gerçek sarışın çok azdı. Sarışınlar sanki zengin olur, rahat bir hayat sürer diye düşünüyorlardı. Ben acılarımı, sıkıntılarımı çok dışarıya yansıtmam. Baktım ki bu durum içime dert olmuş, yaşadığımız kayıplar, hayatta kalma savaşı, yazarlık mücadelesi, var olma mücadelesi, anne babadan öğrendiğimiz erdemleri yaşatma mücadelesi. Sonra arkadaşım öykü yazmış. Orada hiç derdi olmayan karakterin adı Piraye! O ismi sevdiği için kullandığını söyledi ama, Piraye halleder, acı çekmez diye düşündükleri için, O akşam birden “Sarışınım diye acı çekmez miyim sanıyorsunuz” dedim ve öyle çıktı kitabın adı.

2006 yılından itibaren polisiye ağırlık vererek önce “Ay Çöreği”, “Cenin ve Ceset” yazdınız. Ve son olarak 2014 yılında “Miralay Çıkmazı” ile polisiye üçlemenizi tamamladınız. Polisiye yazma kararını nasıl aldınız?

Şebnem Atılgan’ın “sizin romanlarınızda çok güzel bir kurgu var, çözülmesi gereken, neden polisiye yazmıyorsunuz” diye sordu bir gün. Aklımın bir köşesine takıldı, çok güzel bir tespitti. O dönem televizyonlardaki dedektif tiplemeleri de beni etkiliyordu. Biraz düşünmeye başladım, saf polisiye olmasın, toplumsal ayağı da olsun diye.  Aklıma mahallelerdeki meraklı kadın tipleri geldi. Azade böyle ortaya çıktı. Kim gelmiş, kim gitmiş, kim kaybolmuş hepsini bilirler. Zekidirler de… Camda dururlar devamlı. Erkek dedektifim de Türk bir dedektif olsun diye düşündüm. Sonra gazetede polis akademili bir çocuğun okuldan atılma haberini okudum. Ondan sonrası da geldi zaten. Bunların ikisini aynı mahalleye koydum. Çocuğun polis akademisinden atıldığından ailesinin haberi yok, her sabah evden çıkıyor. İkisi dedektiflik bürosu kuruyorlar. Aslında birazda komedi gibi başladı. Azade hamur işlerini de çok iyi yaptığı için ismi de ortaya çıktı. “Ay Çöreği”. Ben aslında birazda eğlenmek istedim, okuyucuda eğlensin istedim.  Ömer Türkeş, çok iyi bir eleştirmendir ve yazarları her zaman destekler. Yine bir yazısında birinci kitabında dedektiflik bürosunu kuran Şengel, ikinci kitabında polisiyeye yeni geçmiş ama üçüncü kitapta tam olmuş diye yazınca o noktadan sonra o defteri kapattım. Çünkü günümüz dünyasında O kadar çok parmak ısırtan, dehşete düşüren polisiye olay yaşanıyor ki benim yazacağım bunların üzerinde olmalı diye düşündüm.

 Kimleri okuyorsunuz?

Lise yıllarında bizden yazarları, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, lise yıllarında Ahmet Hamdi, Yakup Kadri Karaosmanoğlu , Nazım Hikmet, Attila İlhan daha öncesinde zaten yerli ve yabancı klasiklerin çoğunu okumuştum. Daha sonraki dönemlerde Atilla Bey’in masasının etrafında toplandığımız bütün yazar arkadaşlarımın kitapları da dahil, Attila İlhan’ın önerdiği yazarların eserlerini okudum. Romain Gary bunlardan biridir. Ayrıca modern dünya edebiyatından romanları da takip ettim. Marguez bunlardan biri. Klasiklerden Dostoyevski’yi çok severim. Şimdilerde ise Amerikan edebiyatı ve bizden yeni arkadaşları okumaya onları tanımaya çalışıyorum.

Son okuduğunuz kitap nedir?

Türkiye Polisiye Yazarları Birliği Kristal Kelepçe 2019 jürisindeyim. On altı polisiye kitap okudum ve oyumu kullandım.

Düzenli yazıyor musunuz?

Her zaman düzenli yazdım. Her gün bilgisayarın başında çalıştım. Son olarak bu kitabım ve teslim ettiğim bir aşk romanı var. Artık biraz kenara çekilip dışardan bakmak istiyorum.

Yazmaya nasıl başlıyorsunuz?

Önce kafamda yazıyorum. Bir süre kafamda onunla dolaşıyorum. Bir olay örgüsü ile başlıyorum. Gözlem, gazetelerin üçüncü sayfa olayları, yakın çevremde olanlar hepsinden etkilenebiliyorum. Bir olayla başlıyorum, sonra kendimden kattıklarımla kahramanlar ete kemiğe bürünüyor. Kahramanlar önemli ama asıl romanda kurgu çok önemli.  

Aşk romanı yazdım dediniz. Neler bekliyor okuyucuyu bu aşk romanında, nasıl başladı bu süreç?

Annem beni, kitaplarımı çok desteklemiştir. Mutludur yazar olmamdan. “Bir aşk romanı yaz” diyordu. Bende “Anne ben aşk romanı yazarı değilim.” diye takılıyordum. Hayatın farklı yönlerini çok işledim kitaplarımda. Bu arada annemin hayatı da hem bir anı roman oldu. Hem de ‘Yarım Kalan Mucize’ diye Biket İlhan tarafından filme alındı. Şebnem Atılgan’ın kaleme aldığı romanın ismi ise “Yarım Kalan Mucize/ Nahide’dir.  Annemin bana “bir aşk romanı yaz, içinde ben de olayım” telkinleri üzerine sonunda kitabı kaleme aldım. 1915’te başlıyor, 2106’ta bitiyor. Bir çeşit Cumhuriyet panoraması ve üç kuşak kadının aşk hikayleri… Şimdi romanı Anneme okumaya başladım, çok büyük bir mutlulukla dinliyor ve beğeniyor. O beğendiyse tamamdır.

Şimdi biraz dışardan bakmak istiyorum dediniz ama var mı Piraye Şengel’in okuyucuya sürprizleri?

Aslında bir projem daha var. Beni çok heyecanlandıran, mutlu eden bir proje. Çocuk kitabı. Torunum Fırat’ın maceralarından hareketle yazdım. Adı “Neşeli Günler” olacak. Ben yazdım, resimleri de torunum Fırat çizdi. Yeni yılda yayınlanacak.






Hiç yorum yok: