resim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
resim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ağustos 2022 Pazar

HAFTANIN RESMİ "WİND FROM THE SEA"


 

1940 yılında New Jersey’de doğan Edward Gordon resimlerindeki inanılmaz ayrıntı nedeniyle fazla eser üretemiyor.  Gordon’un eserlerini fotoğraf gibi formları bunalıklaştırmadan kesinlik ve inanılmaz ayrıntı kullanarak yapıyor.

Pencereden süzülen ışığı ve iç mekandaki objeleri ve gölgeleri, renkleri izleyiciye hissettirecek, fikir verecek kadar iyi veren Gordon’un eserlerinde okyanusun kokusu alıp sesini de duyabilirsiniz.

“Wind  From The Sea” , 32x25

Resmin içinde sağda duvarda Johannes Vermeer’in tablosu “The Astronomer”

11 Şubat 2022 Cuma

PETER VİLHELM IISTED "İÇERİSİ"

                              
                   "İnterior" , 1896, 70.5x 75 cm, Tuval üzerine yağlıboya, d'Orsay Müzesi, Paris

Seyrekçe konumlandırılmış eşyalar pencereden süzülen yoğun güneş ışığıyla hafifçe aydınlatılmıştır.  Bağırmayan  renklerle odanın sadeliği güçlendirmiştir. Az eşya ve sadelik kompozisyona katkıda bulunmuştur. Kız vitrine sakince testi koyup işlerine devam edecektir. Bu huzur dolu dinginliği  iddialı hiçbir unsur bozmaz. 

Hafif ışıklarla aydınlanan iç mekanların resmedilmesine odaklanan Peter Vilhelm ,"Kopenhag İç Mekanlar Ekolü"ndendir ve yapıtlarında kadın figürü genelde önemli rol oynar. 

1861-19933 yıllarında Danimarka'da yaşamış ressamların önemli isimlerindendir.  Yapıtları Kopenhag'daki yaşam ifade eder.  Sessizlik, düzen, huzur resimlerinin temel konularındandır:


4 Ekim 2021 Pazartesi

HAFTANIN RESMİ - "SABAH SAATİ" Moritz Ludwing von Schwind

                                                               

/
                      "Sabah Saati", tuval üzerine yağlıboya, 1858, 34x40cm, Schack Galeri, Almanya

Viyana doğumlu Moritz, daha çok Orta Çağ dönemine ait tarihi konuları, peri masalları betimlemeleri ve freskleriyle tanınır. Edebi yapıtlar ilham kaynağıdır. Yakın dostu besteci Franz Schubert'in  müziğini de tuvale aktarmıştı. "Sabah Saati" konu itibari ile diğer yapıtlarından farklıdır ve kamuya açmadığı kendisi için yaptığı çalışmalara yoğunlaştığı bir dönemde yaptığı eserdir.  Resim 19. yüzyılda yapılan resimlerden en önemli farkı, kadının etek boyunun ayak bileğinin oldukça üstünde olmasıdır. 

26 Aralık 2020 Cumartesi

Deniz Doğruyol "Benimle Başlamadı"

 Deniz Doğruyol  Galeri Bu Pavilion "Benimle Başlamadı" Sergisi üzerine

                                            


-“Benimle Başlamadı” isimli kişisel serginiz kolaj ve asamblaj diliyle meydana gelen eserlerden oluşuyor. Serginizin  çıkış noktasını öğrenebilir miyiz?

Toplumsal cinsiyet, aile, aidiyet, toplumsal norm gibi kavramları odağıma alarak; biriktirdiğim trajedileri ironik bir dille plastikleştiriyorum ve ‘‘Benimle Başlamadı’’ ama seninle de baslamadı diyorum.

-Sergide yer alan işlerinizden bahseder misiniz? Sergide sanatseverleri neler bekliyor?

Sergi, temelde kolaj ve asamblaj diliyle ortaya çıkardığım eserlerden oluşuyor. Sergi boyunca karşılaşacağımız eserlerde dünyanın pek çok yerinden topladığım nesnelerle bir dil ağı ördüğümü göreceksiniz.

Hatıramdaki gel-gitleri, hatırlamayı tetikleyen zihinsel ve fiziksel göçlerle biriktirdiğim nesneleri, anadilde/anakültürde normlarla şekillenen deneyimlerimi, kişisel mutluluk ve özgürlük sınırlarımın zorlandığı ajandami izlemeye açıyorum.

                                                               


-Serginizde de yer alan şiirinizde ifade ettiğiniz kavramları ve bunları kolajlarınıza nasıl yansıttığınızı, yansıtırken  kullandığınız ironik dili anlatır mısınız?

Sergide yer alan isler ; Anadilde düşünme ve anakültürde yaşamsal döngüde ödül ve ceza dilinin, şerginin siirinde de ifade ettiğim gibi insanın özgürlüğünü nasıl kısıtladığı, mutlu olmayı nasıl güçleştirdiği ile yüzleştiren bir tavır içinde\ ironik bir dil çünkü bu derdi çözmenin en iyi yolunun , beraber eğlenerek,  vedalaşmak olduğunu düşündüm, işlere de o şekilde yansıdı.

- Serginizde dünyanın pek çok yerinden toplanan nesnelerle bir dil ağı oluşturuyorsunuz. Eserlerinizde kendi dilinizi oluştururken nelere dikkat ediyorsunuz?

Anlatmak istediği derdini, en samimi hali ile ortaya koymalı işlerim. Samimiyeti dert ediniyorum ben.

Dolayısı ile ben bir fikrin üzerine çalışırken, önce yazarım, içimi dökerim , fikre dair tüm malzemelerim ortaya çıkar, sonra oturup içinde oynamaya başlarım ve bir bakmışım ortaya iş çıkmış. Benim dilim samimiyet, sonrasında iş kendini yaratıyor zaten.

                                                             


-“Benimle Başlamadı” serginizin hazırlık sürecinizi, bu süreçte yaşadıklarınız anlatır mısınız?

Uzun bir süreç aslında, karantina dönemi girdi araya ve 7 ay rotarli olarak açtık. Sergi, pandemi döneminde, atölyemde hazir bir sekilde açılmayı bekledi. Ben de o dönem üzerinde oynadım tabi ki, böylece işler de karantinadan nasibini alarak dönüştü ve gelişti. Eğlenceli ve keyifli bir süreçti. Ortaya çıkan sonuç beni çok mutlu etti.

-Çalışmalarınıza başlamadan önce konsepte mi karar veriyorsunuz?

Öncelikle fikir, sonra onu nasıl bir konsept ile sunmak istediğim ve tabi ki uygulama detayları...

Ben malzeme ağırlıklı çalıştığım için, uygulama detayları;  fikir ve konsepti doyurmak, onlardan onay almak, birebir dilini ortaya koymak zorunda, dolayısıyla üçü kol kola çalışıyor işlerimde.

-Sizi tanıyabilir miyiz? Sanatla yolunuz nasıl kesişti?

Ben Deniz Doğruyol, İzmir doğumluyum Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Tv Fotoğrafçılık bölümünde okudum. Benim malzemem yaşamın kendisi fikri ile çıktığım bir yol bu, dolayısı ile ben ilhamımı da, derdimi de , malzememi de yaşamdan alıyorum.  Los Angeles’da 6 sene kadar yaşadım, yaşadığım sürede Saddle Back Fine Arts’ dan resim üzerine eğitim aldim. Bu sürede Avrupa ve Amerika’ da bir çok solo ve karma sergide işlerim yer aldı. 2018 ‘de tutku ile bağlı olduğu İstanbul’a döndüm; Los Angeles’da Dadaistudio olarak Found object Art&Desing işler üzerine kurduğum atölye çalısmalarıma İstanbul’da devam ediyorum.

                                                                     


-Kendinizi istifçi, arşivci olarak tanımlıyorsunuz. “Aslında onun ruhunu satın alıyorum” diyorsunuz. Bu anlamda Deniz Doğruyol’u tanıyabilir miyiz?

Ben hem istifçiyim, hem arşivciyim, her ikisinin de hayatıma ve işlerime kattiği farklı roller ve değerler var.

Benim nesneler ile ilişkim biraz farklı, toplayıcılığım ve işlerimde malzeme ağırlıklı çalışmam da bundan

sebep, ben eşyaların ruhları olduklarına inanırım. 2-3 saniyede geldikleri yerlerin hikayesini fısıldarlar bana,

benim dünyama girerken yeni bir hikayenin parçası olmaya gelirler, bu benim onlarla oyunum.

Gelen, kimi zaman bende kullanabilir bir eşyaya , kimi zaman bir sanat serine dönüşürken , kimi zaman

enstelasyonumun bir parçası olur. Ve sürdürülebilir olur, zamansız olur.

-Güncel sanatı takip ediyor musunuz? Sizi etkileyen sanatçılar, sanat akımları hangileri?

Ben koyu bir Dadaist’ im diyebilirim,  dadaizimin o kural tanımayan duruşu, çağrışımlara dayanan anlatım yöntemleri, kuşkucu ve şaşırtmak isteyen tavrı , benim işlerim üzerine çalışırken en büyük motivasyonumdur. Deneysel bir dil ile isleri ortaya çıkarma halim ve isteğim ancak kuralsızlıkla kendini var edebilir çünkü.

Marcel Duchamp, Arman, Salvador Dali, Hans Bellmer,Man Ray, George Segal, Daniel Spoerri, Jean Tinguely, Otto Dix, Noah Purifoy beni etkileyen sanatçılar diyebilirim.

Ziya Gürel ile "Kaypak Yüzeyde " ve Sanat




 

Hukuk Fakültesi mezunusunuz. Resim ve seramik çalışmalarına nasıl başladınız?

Hukuk öğrenimi görmüş olmaktan çok mutluyum. Bu benim seçimim. Hukuk öğrenimi bana paylaşımı, birlikte yaşama duygusunu, toplum yapısını öğretti.  Çünkü biz "68'lilerin yetiştiği dönem, kargaşa ve kavga dönemiydi. Kavramlar yerine oturmamıştı. Sonra da darbeler sürdü. Ne var ki geçen zaman içinde özgürlüğü, haklara sahip çıkmanın ne olduğunu; sınıf çıkarları uğruna yayılmacılarla birlikte toplu öldürmelere nasıl giriştiğini, okuyarak, tartışarak öğrendik. Hukuk fakültesinde o yıllarda Üniversite özerkliğini yaşatmaya çalışan; kitaplıklarımızda kaynak sıkıntısı çekmememiz için biz öğrencileriyle iletişimi her an sürdüren hocalarımız vardı. 

Sanat çevresiyle ailemin kurduğu bağları, orta öğrenimim sırasında İzmir'de, sonrasında da  İstanbul'a  gittiğimde de sürdürdüm. Yazarlar, şairler yontucular, ressamlar hep dostlarım, yol göstericilerim oldu.  

Resim çalışmalarım ortaöğretimden bu yana sürüyordu. Seramik çalışmaya bir üçüncü boyut biçimlendirmeler yapmak gereksinimi duyduğum için başladım. Ne var ki, ben "sır" bilgisinin kimyasına erişemediğim için bir " toprak pişiricisiyim (terracottacıyım.). Yalnızca çamuru ve oksitleri kullanabiliyorum. Önceleri üçüncü boyutu, kağıt hamuru ve ahşapta denedim; ardından çamurda karar kıldım.

                          .

Öykü ile başlayan edebiyat yolculuğunuzun başlangıcını ve denemelere giden süreci öğrenebilir miyiz?

 Öykü, bu denli toplum sorunları için bir anlatım yolu olmaya yetmedi. Deneme ve günlük gazetelerde makaleler yazmaya başladım. Bir on yıl aradan sonra öykü ve düş anlatımlarına (tahkiye) döndüm. 

Deneme yazmak, sanat dillerinden birini kullanmaktan çok başka bir çalışma değildir. Çünkü her ikisi de birlikte düşünmeye içtenlikli birer çağrıdır. Aynı nedenle biçimlendirme isteği bir düşleme  ile başlar; kurgulanır ve sanat biçimine dönüşür.

 

 Çeşitli sanat dergilerinde yayımlanmış yazılarınızı bir kitapta bir araya getirme kararını size aldıran neydi?

Dergilerde yayımlanan denemelerimden seçkiler yaparak kitaplaştırmak isteği dayanılmaz olmuştu. Aldığım yaşlarla birlikte yaşanılanı bir zaman dizgisi bile gütmeden, bir ömrün belleğine sığdırmak, insanlığın yaşanılanlardan bir kıssa olarak kendine pay çıkarmak yerine, süregiden düzen içinde egemen olan kültüre yakasını kaptırarak yeni bir teslimiyet kültürü yaratmasıdır. Bu yeni kültür, zamanı bile kavun gibi dilimleyip, yeniden adlandırmış, her şeyi küresel birer buyruk haline sokmuştur.  Bu nedenle insanlığın, bilginin yerine konulanlarla; zamanın ve gerçeklik duygusunun yerine konulanlarla yapay bir matrix içinde kendisinin yeniden doğumunu beklemeye yargılı kılınması kaçınılmaz sayılmak istenmektedir. Bense, bu yazgı yerine tüm yeryüzü canlılığına yerküreye daha güvenle ayak basabilecekleri yepyeni bir toprak dilemek istedim.

“Kaypak Yüzeyde” kitabınız ana başlığı. Bu başlığın bir hikayesi var mı?

Kaypak Yüzey yeni kuşağın tutsak alındığı bir yoksunluk alanıdır. Yeni kuşak için her şey bir yeryüzü egemeni güç tarafından tüketmesi için sunuluyor. “esimulatio” yöntemi öylesine ileriye götürüldü ki “Postmodernizmden” sonra ”Post truth” dönemi başlatıldı. Artık gerçeğin yerine konulmuş olanla yaşamı sürdüreceğiz.

 

Kitabınızı hazırlarken daha önceki yazılarınız üzerinde bir güncelleme yaptınız mı?  Hazırlık sürecinizde neler yaşadınız?

Çoğu yayımlanmış yazılarımı düzenlerken arada bir anlatıma şimdiki zamandan katılma ihtiyacı duydum. Bu nedenle de denemelerimin yayımlanma tarihlerini belirtmenin gereksiz olacağını anladım. Bir ömrün çerçevesine sığan yaşamış olduklarımın izleri bu kitapta yer alan tarihsiz denemelerim, aynı ömrün geçmişle şimdiki zaman arasında gezinen bilincimin gölgesidirler.

 

Sanat üzerine denemeler yazan bir ressam olarak Ziya Gürel Türkiye’de deneme yazmak üzerine neler söyler?

Geçmişten bugüne bakınca yazdığım hiçbir denemede yaptığım ya da yapamadığım resimden söz etmediğim gibi resimlerimde de, seramik biçimlendirmelerimde de betimlemelerin ya da anlatım tuzağına düşmediğimi görmek bana güven veriyor. Olguları, olayları anımsatmaya, kaynakları yeni kuşaklara aktarmaya özen gösterdim.

 

Yeni eserlerinizi görebileceğimiz sergi ve yeni yazılarınız okuyabileceğiz kitap çalışmanız var mı?

Yılda birkaç kez sergi düzenlemelerim covit-19 salgınına karşın sürüyor. Yayın olarak sırada Öyküler Kitabım " Sessizliği Dinlerken ile Düşler Kitabım " ve Gezi Notlarım var.

24 Temmuz 2020 Cuma

Jean- Honoré Fragonard, Kilit

                                                                       Kilit, 1777
Yataktan fırlayarak kapıya doğru uzanan iki figürden kadının kilide ulaşmaya çalıştığını, erkek figürün ise onu engellemeye çalıştığını görüyoruz. Koyu kırmızı cibinlikli büyük yatak, odada  ön planda. Sevgilisinin ya da eşinin kolları arasında çaresizce duran kadın odadan çıkabilmek için kilidi açma çabasındadır. Adam, güçlü kollarıyla kadının kilide ulaşmasını engellemeye çalışmaktadır. Kadın bir birliktelik sırasında  odadan kaçmayı istemektedir. Bunu dağınık yatak, kadının buruşuk elbisesi ve adamın yarı çıplak, iç çamaşırları ile olmasından anlıyoruz. Bazı yorumlarda, Fragonard'ın  kutsal aşk, günah ve kurtarılmanın aksine dünyevi olanı resmettiğini öne sürülür.

14 Temmuz 2020 Salı

William John Hennessy, Samimi Konuşma

                                                             Samimi Konuşma, 1879


Hennessy, resme önce ünlü şairlerin şiirleri resmetmekle başladı. Teras ve oturan çifte baktığımızda önce şiirsellikle karşılaşıyoruz.
 Güneş yavaşça batıp, hava serinlerken, bej rengi elbisesinin üzerine şal atmış, elinde yelpaze tutan   kadın terasta otururken, yanında şık giyimli adamla çay içmekte. Duruşları sevgi dolu bir ilişkileri olduğunu gösteriyor. Hennessy, ışığı resmetme şekliyle çiftin arasındaki duygusallığı betimlemeyi başarmış.

9 Temmuz 2020 Perşembe

Jean- Auguste- Dominique Ingres

                                               Jean-Auguste-Domique Ingres (1780- 1867)
                                              Francesca da Polenta ile Paolo Malatesta, 1819 

Francesca, Ravenna Lordu ve onu sakat Gianciotto  Malatesta'ya veren Guido da Polenta'nın kızıdır. Bu birlikteliğin bu iki aile arasındaki gerilime son vermesi bekleniyordu. Francesca, düğünün ardından Rimini'ye taşınır ve kocasının küçük kardeşi Paolo'ya aşık olur. Paolo'da evli olmasına rağmen yıllarca romantik bir ilişki yaşarlar. Ama bir gün eşi Gianciotto onları yakalar ve o öfkeyle ikisini de öldürür. 
Dante  Alighieri bu hikayeyi İlahi Komedya'nın ilk kantosunda anlatır. 

Resimde, Paolo öpünce elinde okuduğu kitabı elinden düşüren, tutkulu biçimde birbirine sarılan bir çift görsek de bu aşk mutlu sonla bitmez. 

3 Temmuz 2020 Cuma

Eugéne Delacroix "Romeo ve Juliet'in Vedası"


                                                        Romeo ve Juliet'in Vedası, 1845

William Shakespeare tarafından yüzyıllar önce  anlatılan trajik hikâye sayısız sanatçıya ilham kaynağı olmuştur. Ferdinand Victor Eugéne Delacroix'de  aşıkların şafak vakti ayrılışlarını resmetmiştir. Üçüncü perde, beşinci sahnede geçen bölümde iki sevgili Mantova'ya girmeden önce son gecelerini birlikte geçirirler. Günün ilk ışıklarını gören çift, bu buluşmanın bitmesinden dolayı üzgündürler ama Jüliet yakalanmaktan korktuğu için Romeo'yu gitmeye zorlar. Romeo ise o anı son dakikaları olduğunu hissetmiş gibi uzatmaya çalışmaktadır. Jüliet'in annesin odaya geldiğini haber veren hizmetçi ile o romantik anları bozulur. Romeo, balkonun dışında, Jüliet'i tutkuyla kavrar ve gitmeden önce son bir kez öpüp şöyle der:
"Hoşça kal sevdiğim, elveda! Bir öpücük daha ver, ineyim aşağıya."
Jüliet, o an, sevgilisinin mezarda olduğu korkunç bir hayal görür. 
Zaman, bu imgenin, hayalin ne kadar isabetli bir kehanet olduğunu gösterecek, çünkü aşıklar bir daha kavuşamayacaktır. 



28 Nisan 2020 Salı

Çalıntı Eserler- Mona Lisa

21 Ağustos 1911'de Mona Lisa Louvre Müzesi'nden çalındı. O sabah, müze memuru resmin her zamanki yerinde olmadığını fark etti. Önce resmin müze fotoğrafçısı  tarafından alındığını ve stüdyoda resimlerinin çekildiğini düşündüler. Sonra resmin fotoğrafçıda olmadığı anlaşıldı.
27 ay sonra Vincenzo Perugia, resmi Uffizi Galerisi'ne 100.000 dolara satmaya çalışırken yakalandı. Vincenzo "resmi yurtsever bir İtalyan olduğundan çaldığını" iddia etti.
Pazar gecesini Louvre'da, gözden uzak bir odada saklanarak geçiren hırsız, resmin bulunduğu odaya girmiş, resmi duvardan indirmiş, merdivenlerde resmi keserek çerçevesinden çıkarmış. Kilitli kapıya geldiğinde dekapı tokmağının vidalarını çıkarmış ve dışarıya çıkmış.

Vincenzo, resim çalınmadan 10 ay önce müze idaresi usta sanatçıların resimlerinin cam içine konulmasına karar verildiğinde bu iş için seçilen 4 adamdan biriydi.

25 Nisan 2020 Cumartesi

Çalıntı Eserler- Whitwort Sanat Galerisi


Nisan 2003'te bilinmeyen bir kişi İngiltere'de Manchester kentindeki Whitwort Sanat Galerisi'nden toplam değeri 7 milyon doları aşan üç resim çaldı. Picasoo'nun  Mavi Döneminden Yoksulluk, Van Gogh'un Paris'in Evlerle Güçlendirilmesi, Gauguin'in Tahiti Manzarası. Kimliği bilinmeyen birinin verdiği ipucunu takip eden polisler ertesi gün resimleri, kullanılmayan bir tuvalette rulo yapılarak  karton bir  silindirin içine konmuş vaziyette buldular. Bıraktıkları notta müzede güvenliğin yetersiz olduğuna dikkat çekmek istediklerinin belirten hırsızlar ne yazık ki o geceki sağnak yağışı hesaba katmamışlardı. Van Gogh'un bir köşesi yırtılmış, diğer iki resimde hava koşullarından zarar görmüştü. 

23 Nisan 2020 Perşembe

Çalıntı Eserler- Edvard Munch



Edvard Munch'un 5 farklı varyasyonunu yaptığı Çığlık tablosu farklı şekillerde ikişer defa çalınmış. 22 Ağustos 2004'te Oslo'daki Munch Müzesi'ne silahlı ve kar maskeli iki soyguncu müze sabah açıldıktan hemen sonra girerler ve içerde bulunan yetmiş ziyaretçiyi yere yatırdıktan sonra bir soyguncu  görevlileri silahla etkisiz hale getirirken diğeri Munch'un duvarda asılı Çığlık ve Madonna tablosunu tutan ince telleri keser. Kaçarken iki defa yere düşen soyguncular onları bekleyen arabalarına binip giderler. Resimlerin kırık çerçeveleri de iki saat sonra bulundu.
1984 yılında Lillehammer'daki  Kış Olimpiyatları'nın başladığı gün, Oslo'daki Nation Museum'dan tabloyu çalan hırsızlar, "zayıf güvenlik önemleriniz için teşekkürler" yazan bir not bırakırlar.

16 Nisan 2020 Perşembe

Çalıntı Eserler-Jean- Baptiste Oudry

                                    Beyaz Ördek, 1753, tuval üzerine yağlıboya, 98x64cm
İngiltere'de 30 Eylül 1992 tarihinde Norfolk'taki Houghton Hall'dan çalındı. Fransız ressam, goblen tasarımcısı ve illüstratör Oudry tarafından yapılan bu eserin günümüzde tahmini değeri 9 milyon dolar.

14 Nisan 2020 Salı

Çalıntı Eserler- Jean Léon Gérome

                                Haremdeki Havuz, 1876, tuval üzerine yağlıboya, 73,5x62cm
Hermitaj Müzesi'nde Monet, Picasso gibi sanatçıların paha biçilmez eserleri ile aynı yerde sergilenen resim, soyguncunun o alanda bu resmi seçmesi açısından soruşturmayı yönetenleri şaşırtmıştı. Soygun gündüz vakti geçekleştiğinde katta sadece bir güvenlik görevlisi varmış. Eserin Rus mafyasının eline geçmiş olabileceği düşünülüyor.

12 Nisan 2020 Pazar

Çalıntı Eserler- Thomas Gainsborough


                 

 Genç William Pitt'in Portresi, 1787, tuval üzerine yağlıboya, 76x63.5 cm
Londra'da Lincoln's İnn'den pazar günü çalındı. Soyguncular güvenlik görevlilerini bağladılar ve üç resmi (bu  tablo ve yine Gainsborough'un Sir John Skynner'ını ve Joshua Reynolds'un  Francis Hargrave'ni) çerçevelerinden kesip çıkardılar. Resimlerden ikisi bulundu ama Genç William Pitt'in Portresi bulunamadı.

10 Nisan 2020 Cuma

Çalıntı Eserler- Michelangelo Merisi da Caravaggio

            Aziz Francesco ve Aziz Lorenzo ile İsa'nın doğuşu,1608, tuval üzerine yağlıboya,
                                                                268x197cm

İtalya'da Palermo'daki San Lorenzo Kilisesi'nden Ekim 1969 tarihinde çalındı.
Caravaggio'nun eseri, iki soyguncu tarafından çerçevesinden ustura kullanılarak çıkartılarak çalındı. 1966'da bir uyuşturucu satıcısı çıkarıldığı mahkemede soyguna yardım ettiğini ama büyük tablonun soygun sırasında zarar gördüğünü ve bunu gören koleksiyoncunun önce gözyaşlarına boğulduğunu sonra resmi resmi almayı reddettiğini anlattı. Polis Sicilya mafyasının resmi aldığını düşünüyor. 

7 Nisan 2020 Salı

Çalıntı Eserler- Jean- Baptiste- Camille Corot



                                    
Sevr Yolu, 1855, tuval üzerine yağlıboya, 34x49cm

3 Mayıs 1998 Paris'te Louvre Müzesi'nde çok kalabalık bir pazar günü. Binlerce ziyaretçi var ünlü müzede. Resim koruyucu cam vitrini olmasına rağmen çerçevesinden çıkartıldı. Hiçbir kesik atmadan ve resmi kıvırmadan tuvali giysinin içine saklayarak sırra kadem bastı. Polis çıkış kapılarını kapatsa ve binlerce turisti araştırsa da hırsız resimle kaçmayı başardı. Bu soygunun ardından müzenin güvenlik sistemi baştan aşağıya gözden geçirildi.

6 Nisan 2020 Pazartesi

Çalıntı Eserler-Paul Cézanne

                          Auvers-sur-Oise Yakınında 1879-1882 tuval üzerine yağlıboya, 46x55 cm

1 Ocak 2000 tarihinde İngiltere'de Oxford'daki Ashmolean Muzesi'nden çalındı.

Hırsızlar İngiltere'nin halka açık en eski müzesine milenyum öncesinde cam çatıdan girdiler; aşağıdaki galeriye halat merdivenler sarkıttılar. Bu resim 19. yüzyıl sanatının önemli bir örneğidir. Cézanne'nın bir zamanlar çalıştığı ve yaşadığı küçük bir kasabayı tasvir ettiği söylenir. 



22 Ekim 2018 Pazartesi

Zeynep Akgün "Neredeyse" Sergisi


                                                         



Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim Bölümü Mezunu olan ve 3. kişisel sergisi “Neredeyse” ile sanatseverlerle buluşan Zeynep Akgün’ün sergisi Karaköy’de Galeri 77’nin yeni açılan mekânında 4 Kasım 2018 tarihine kadar izlenilebilir.
-“Neredeyse” sergisi için, “kadın kimliği ve varoluşuna bakış” diyebilir miyiz? Neler bekliyor izleyiciyi ‘Neredeyse’ de?
‘Neredeyse’de göz alıcı parlaklıklarıyla ilk bakışta bizi de etkileyen devleşmiş parti süsleri ve bu ucuz nesnelerin kıskacındaki kadınlar var. Kadının arada kalmışlığı ve kendine tanımlanan alandan ‘neredeyse’ kurtulma durumu var. Yani aslında o kritik karara ve ‘o an’ a odaklanan resimler bunlar. Bir anlamda farketmenin ve durumu değiştirmenin ilk sinyalleri.... Sergide toplam oniki iş yer alıyor, dokuzu bahsettiğim ‘neredeyse’ anlarına cevap arıyor. Üç tanesi ise daha önce pek denemediğim ama boyarken keyif aldığım büyük boyutlu kadın portreleri... Kompozisyonların bilindik tekniksel ve biçimsel  dertlerinin yerine ifadeye takılmak, bize dik dik bakan gözlerle yüzleşmek gibi insani durumları dert edinen işler diyebilirim bu portreler için. 
                                                        

-Doğa ve mimari planlar içinde çeşitli hareketlerde gördüğümüz kadın figürleri hakim sergilenen resimlerde. Kadın figürünü merkeze koyma sebebiniz nedir?
Son resimlerimde soyut atmosferlerin yerini daha belirgin mekanlar aldı. Bu mekanların çoğu birbirinin içine karışmış katmanlardan,  düşsel ve gerçekçi görüntülerin geçirgen birlikteliğinden doğuyor. Sisler içinde eriyen doğa var,  keskin hatlarıyla tanımlanmış  mekanlar var. Flu alanlar ve sert planlı formların biraradalığından doğan gerilimli espaslar var. Bu gelgitli, müdahaleci ve saldırgan espasta kadını merkeze alıyorum, hayatta olduğu gibi.....
-Eselerinizde örtülü anlatım yolunu kullanıyorsunuz. Örtülü anlatımı ve bunu seçme nedenlerinizi öğrenebilir miyiz?
Örtülü anlatım sembolizmin ifade yollarından biri ve daha çok sezgilerle kavranan bir anlatım biçimi. Vermek istediğiz etkinin dolaylı yoldan anlatımı sözkonusu...Bu yönüyle izleyiciyi zorlayan ve resmin etkisini arttıran bir ifade biçimi. Bu sebeple, bana göre daha değerli ve kalıcı olduğundan tercih ediyorum. Resimdeki kurguyu sezdirmek, duyumsatmak istiyorum.
                                                                   

-Arada kalma, sıkışma, kapana kısılma gibi durumları ele alma nedeniniz ve bunları işleyiş tarzını anlatır mısın?
Günümüzün kaotik ve zorluklarla dolu atmosferinde çoğu kez  içinde bulduğumuz, hemen hemen herkesin hissettiği durumlar bunlar, pespembe bir hayat yaşamıyoruz. Her yönüyle bizi zorlayan, kimi kez yaşama sevincimizi kaybetmemize kadar varan, kontrolümüz dışında pek çok olay yaşıyoruz. Yaşadıklarımız da türlü şekillerde üretimimize yansıyor. Ben de ‘Neredeyse’ resimlerinde bu durumlara odaklandım ve kendi resimsel dilim çerçevesinde kadın ekseni üzerinden yorumladım.
-Çalışmalarınızda konuları nasıl belirliyorsunuz?
Ben devamlı resim yapan biriyim, proje odaklı çalışmıyorum, dolayısıyla resim yapma sürecimde süreklilik hakim. Konularım da bu süreklilik içinde doğal olarak beliriyor, gerek toplumsal gerek kişisel olarak yaşadıklarımız farklı dozlarda da olsa resimlerin konularında etkili oluyor. Değişmeyen şey ise figür, insanı anlamak, anlatmak...
-Son olarak eserlerinizde kendi dilinizi oluştururken nelere dikkat ediyorsunuz?
Bir ressamın kendi dilini oluşturması elbette ki çok önemli, ama bazen tehlike de yaratabiliyor, resimlerde  tekrara düşmek gibi....  dolayısıyla değişime açık olmak gerek. Yaptığınız işte samimi olursanız, genel geçer modalara kendinizi kaptırmadan süreklilik sağlarsanız diliniz zaten oluşur. Etrafımızda o kadar çok imge borbardımanı var ki,  bu görsel fırtınaya kapılmamak için kendini tanımak ve sana özel olanı korumak önemli.


18 Ağustos 2018 Cumartesi

Bacon

                         "HER ŞEY ÇOK ANLAMSIZ. BARİ SIRA DIŞI OLALIM." Francis Bacon
                                       


1909’da Dublin’de beş kardeşin ikincisi olarak doğan Bacon, ağır astım hastasıdır. Konuşmayı çok seven bir adam olan Bacon, çocukluğu hakkında çok konuşmamıştır. Francis, on altı yaşındayken babası, annesinin iç çamaşırlarını giydiğini fark edip evden kovar ve annesinden aldığı haftalık üç sterlin  harçlık ile Londra’ya daha sonra Stefan Zweig’in deyimiyle “modern dünyanın Babili” olan Berlin’e gider. Bir süre sonra bir planı olmadan kendini Paris’e bulur. Paris’te şansı dönen Bacon’u Madam Baocquent  yanına alır. Ona kol kanat gerer,Fransızca öğretir, Paris’teki etkinliklere ve müzelere götürür.
Gördüğü her şey ona heyecan verir. Ancak ona ressam olmayı düşündüren şey, söylediğine göre, Picasso’nun çalışmaları olur. Picasso,Bacon’un büyük kahramanıdır. 1928’in sonuna kadar Paris’te kalır, tekrar Londra’ya gider. Bu dönemde Avustralyalı sanatçı Roy de Maistre ile epey zaman geçirir. De Maistre iç mimarlık da yapmış başarılı bir ressamdır.
Sanat okulunda eğitim alamayan Bacon,  insan davranışlarını gözlemlemeyi sever.  Zihni ve atölyesi farklı kaynaklardan topladığı görsellere doluydu; sinema, tıbbi literatür, sanat galerileri, günlük yaşam. Bu görsellerin bazıları , bazen bilerek bazen de farkında olmadan sanatçının tablolarının konusu olmuştur. “Her şeye baktığımı unutmayın” derdi. “Gördüğüm her şeyi çok iyi özümsüyorum. Nihayetinde tablolarımdaki imgelerin nerden geldiğini kimse bilmiyor, ben bile.”
“Resim yapmak hem zahmetli bir iş hem de şans gerektiriyor” derdi. Bazen istediği sonucu alıyordu, ama genellikle hiçbir şeye benzemiyorlardı. Ona göre başarılı resimler “duyuları harekete geçiren”, zihni atlayarak doğrudan “sinir sistemine” hitap edenlerdi.
Bacon’ın ilk sergileri ve sergilerinin içeriği ile ilgili halen net bir bilgiye ulaşılamıyor. İlk gerçek çıkışını, Herbet Read’ın kitabı Art Now’da yer alan Çarmıha Geriliş isimli tablosuyla yapmıştır.
Bir Çarmıha Gerilişin Kaidesi Üstündeki Üç Figür Çalışması,  1944 yılında tamamlanıp sonraki yılın ilkbaharında Londra’da karma sergide yer alır. Eser, görenleri dehşete düşürüp Bacon’ın ressam olarak tanınmasını sağlar.O sırada orada olan eleştirmen John Russell’in deyimiyle, “imgeler öyle rahatsız edici korkunçluktaydı ki onları görür görmez aklınız yerinden çıkıyordu”. Russel, “Ne bu yaratıkları ne de bize hissettirdiklerini anlatmaya kelimeler yetmez” diye yazmıştı. Bu tabloda tamamıyla hayvan olamayacak kadar insani, hepsi sülük gibi kör ve uzuvsuz biçimde, yaralı, engelli, dişsiz, tuhaf üç figür bulunur; onlara yaklaşan ya da tehdit eden her neyse saldırmaya hazır gibi görünürler. İsa’nın çarmıha gerilişinin geleneksel temsillerinde azizlerin ya da kederli annenin durduğu yerde, görülmeyen bir çarmıhın altındadırlar.
                                                     

Bacon’un belki de bilindik tek tekniği, figürlerini sınırları ince çizgilerle belirlenmiş bir çeşit saydam “kutu” içine koymasıdır. Bu bazen “uzay çerçevesi” bazen de “kafes” olarak adlandırılır. Bacon bu kutuları 1940’ların sonlarında kullanmaya başlayıp kariyeri boyunca devam etmişti. Bu tekniği neden kullandığı ile ile ilgili – görsele odaklanıp onu daha iyi görebilmek amacıyla tuvalin ölçeğini azaltmak için kulandığı- açıklamasını yapmıştı.
1950’lerin sonlarında her yılın bir bölümünü Kuzey Afrika şehri Tanca’da geçirdi. 1961 yılı sonbaharında hayatının sonuna kadar yaşayacağı Reece Mews, numara 7, Güney Kensington adresine taşındı. Bacon’un yaşam ve çalışma ortamı sefilliğin lüksle birleşimiydi.
1960 ve 70’lerde giderek daha fazla portre çalışmaya başlar. Modelleri genellikle yakından tanıdığı insanlardı. Onları iyi tanıdığı için resimlerini yaparken orada olmalarına ihtiyaç duymuyordu. Hafızasına ya da fotoğraflarına dayanarak resmetmeyi tercih ediyordu.
                                               

1963 yılında en bilinen ve en iyi eserlerinden bazılarının modeli haline dönüşecek olan George Dyer ile tanıştı.  Yarık ağzı, düzgün fiziğiyle zayıf bir karaktere sahip olan Dyer’ı Bacon, tanıştığı en güzel adam olarak tasvir ediyordu. Dyer’ın portreleriyle dolu sergileri büyük beğeni topluyordu, öldüğünde  ölümünü resmederek onu “sisteminden çıkarmak” istediğini söylemiştir. Ölümü takip eden yıllarda, 70’lerin başında yaptığı otoportrelerde ise Bacon tek başına sandalyede oturur. Bu eserlerde odanın sade donanımı- lavabo, muşambalar, elektrik düğmesi, tavandan sarkan lamba, yerdeki gazete- varoluşsal anlamsızlığa kinaye yollu ir gönderme yapıyordu. 70’lerin ortelerına doğru Bacon, John Edwards’la tanıştı ve arkadaşlık sanatçının yaşamına bir sakinlik getirdi. 70’lerin sonu ve 80’lerin başında manzara resimleri yapmayı denedi. 1984’te Paris’te gerçekleşen bir sergisi hayranlarının akınına uğramıştı. Evinin duvarlarında “SENDEN DAHA İYİ OLAN TEK KİŞİ FRANCIS BACON” yazıyordu. 80’lerin sonunda sağlığı bozulmaya başladı. 1992 yılının Nisan ayında Madrid’de yaptıkları gezi sırasında hastalandı ve kalp krizi sonucu öldü.
Bacon’ın kendi resminden söz ederken her zaman kullandığı sözcüklerin (kaza, hamlık, lekeler) çiftanlamlılığı hatta belki kendi isminin taşıdığı çift anlam, sanki bir saplantının, büyük olasılıkla kendinin bilincine varmaya ilk başladığı zamana denk düşen bir deneyime ait sözcük dağarcığının bir parçasıdır. Bacon’un yapıtlarının, Batılı adamın acılı yalnızlığının ifadesi olduğu söylenir. Resimlerindeki figürler, cam sandıklarda, saf renkten oluşan geniş alanlarda, hatta kendi içlerinde yalıtılmıştır.
Kaynak:
-İşte Bacon, Kıtty Hauser,  Hepkitap, 2017
-Portreler, John Berger, Metis,2018