İlk çağdaş
seramik sanatçılarından Füreya Koral’ın aramızdan ayrılışının 20. yılı anısına,
60. yılını kutlayan Kale Grubu,
Füreya’yı “anmak kadar anlamak” gerektiğininde önemini vurgulayarak Füreya’ya özgü bir bakış açısı ile sanatçıyı
Akaretler’deki Sıraevler’de sanatseverlerle buluşturuyor.
Karoly Aliotti,
Nilüfer Şaşmazer ve Farah Aksoy küratörlüğünde gerçekleşen en kapsamlı
retrospektif sergide, sadece Füreya’nın ürettiği seramik nesneler, tabaklar,
porselenler ve duvar panoları değil; aynı zamanda fotoğrafları, kişisel
eşyaları ile aile bireylerine dair bilgi ve belgelerde sunuluyor.
Sanatı müzelere
“hapsetmeye” karşı çıkan sanatçının ölümünden sonra birçok üretimi Türkiye’nin
dört bir yanına dağılsa da bu sergide farklı kaynaklardan toplanarak bir araya
getirilen eserler, Füreya Koral sanatı ve seramik anlayışı hakkında
ziyaretçilere kapsamlı fikir veriyor.
Füreya Koral,
dağılan bir imparatorluğun ve yeni açılan bir çağın çocuğu olarak 2 Haziran
1910 tarihinde Şakir Paşa ailesinin üyesi olarak Büyükada’da doğar. Hem Osmanlı yaşam kültürünü,
hem de Cumhuriyet kültürünü benimser.
Kuşaktan kuşağa
aktarılan sanat, tarih, edebiyat, müzik sevgisi içinde büyür.Teyzeleri
Fahrelnisa ve Aliye ile beraber evde keman dersleri almaya başlar, daha sonra
Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nin
ilkokuluna kaydolur. 1929 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Felsefe Bölümü’ne başlayan Koral babasının hastalığı nedeniyle ailenin maddi durumu kötüleşince
mezun olmadan okuldan ayrılır. 1930’da Bursalı Selahattin Karacabey ile
Büyükada’da evlenir ve Bursa’ya taşınır. Kısa sürede boşanarak İstanbul’a
ailesinin yanına taşınır. 1935’de kendisinden yaşça büyük olan Kılıç Ali ile
evlenen Füreya, Ankara, Yenişehir’de yaşamaya başlar. 1938’e kadar Mustafa
Kemal’in yakın çevresinde bulunur. Mustafa Kemal’in vefatının ardından tekrar
İstanbul’a taşınır. Füreya’ya 1947 yılında verem teşhisi konur. İsviçre’deki
sanatoryumda Polonyalı bir sanatçıdan resim dersleri alır, daha sonra teyzeleri
Fahrelnisa ve Aliye’nin gönderdiği malzemelerle seramik denemelerine başlar. Böylece
sanatoryumda, benliğinin tüm parçalarını
bulup onu iyileştirecek olan seramikle
tanışır. İsviçre’deki tedavisinin ardından gittiği Paris’te, Fransız eleştirmen
Jacques Lassaigne ile tanışan Füreya, daha sonra yakın dostu olan eleştirmenin
kaleme aldığı hikayelerin bulunduğu defterlere çoğu gece temalı desenleriyle katkıda
bulunur. 1951’deki ilk seramik
çalışmalarından biri olan kitap formundaki
eserde, Baudelaire’nin “Şu yıldızlar olmasa, ey Gece! Işıkları/ Bildik
bir dille konuşan, bayılırdım sana!/ Tutkunum ben çünkü boş, kara , çıplak
olana! (çeviri:Sait Maden) mısralarını yazar.
Paris’te
bulunduğu dönemde seramik çalışmaları yapmanın yanı sıra bir litografi
atölyesine de devam eden Füreya, burada
1950-51 tarihli bir dizi eser ürettir ve bu eserlerini 1951’de Galerie M.A.I.’
de açtığı ilk sergide sergiler. Daha sonraları ise teyzesi Ali’ye Berger’in litografileriyle adını
duyurmaya başlamasının üzerine litografi yapmayı bir kenara bırakarak seramiğe
yoğunlaşır.
Paris dönüşü
Kılıç Ali ile Harbiye’ye yerleşir. 1954 yılında sanat üretiminin bir parçası
olan bohem hayatını kabul edemeyen Kılıç Ali ile boşanır.
1950’li yılların
ortalarından 1970’lerin sonuna uzanan süreçte, Füreya aile ve arkadaş çevresine
özel olarak tabaklar, kaseler, vazolar ve kahve fincanları başta olmak üzere
günlük hayatta kullanılan çeşitli objeler tasarlar. 1950’lerin sınırlı
imkanlarıyla üretim yaptığı dönemde Göksu’da konumlanan Hasan Togay Çömlek
Atölyesi’nden temin ettiği malzeme ve teknik yardımla sayısız ev içi objesi
üretir. Farklı teknik ve sır denemelerinin de görüldüğü objeler, aynı zamanda
sanatçının maddi geçim kaynaklarından birini oluşturur. Füreya için tabaklar,
resim-seramik ilişkisi bağlamında sınırların araştırıldığı başlıca formlardan
biridir. Sanatçı, 1200-1300 derece ısıda fırınlanan çamurun kırınganlığını
kaybederek dirençli ve az gözenekli hale geldiği tekniğe verilen ad olan
gre(stoneware) ile 1970’lerin sonunda balık, kuş, çiçek, ağaç gibi doğa
figürlerine sahip tabaklar tasarlamanın yanı sıra, soyut kompozisyonlu tabaklar
da ürettir. “.. Bu tabakları, yemek tabağı olarak düşledim. Duvar tabağı
olarak düşledim. Gre tekniğiyle gerçekleştirdiğim içinde bu tekniğin gereği
yüksek ateş dolayısıyla çok az renk kullandım. Üçü beşi bir duvarda bir araya
geldiğinde değişik pano görüntüsü verdiler. Böylece seramiği evlerin içine,
duvarlarına sokmuş oldum.” diyerek düşüncelerini dile getirir.
Seramiğin evlere
dahil olması ve günlük yaşamda kullanılabilmesi gayesini savunan Füreya, sehpa
üzerine ve şömine etrafına özel pano tasarımları da gerçekleştirir. İstanbul ve
Ankara’da çarşı, han ve diğer kamusal mekanların içinde bulunduğu çok sayıda
mimari yapı için büyük panolar üretir. 1954-1975 yılları arasında ürettiği
büyük ebatlı seramik duvar panolarının bazılarının izi bugün sürülemiyor.
1973 yılında Arif
Paşa apartmanının girişine taşınır. Bu süreçte gerekli masrafları karşılamak
için elinde kalan birçok mobilya ve eşyayı satışa çıkarır. Burada dairesinin
penceresinden gördüğü sıra evlerden aldığı ilhamla yeni bir seriye başlar.
Seramik sanatının doğası gereği üretmiş olduğu evlerin formunda var olan iç-dış
ayrımı, yaşamının son evresinde artık
bir parçası olmadığını fark ettiği yeni toplumun hız ve yapısına dair gözlemleriyle, ‘içi boş’
insan figürlerinden oluşacak bir heykel serisinin de temelini oluşturur. 1980-85 yıllarında en çok bilinen
çalışmalarından olan “Evler” serisini üretir. 1990 yılında “Yürüyen İnsanlar”
adlı pişmiş toprak heykelcikleri üretir.
Füreya, 1964 yılında teyzesi Fahrelnissa’ya
yazdığı mektubunda,”Tüm bunları yapmış olduğuma hâlâ şaşırıyorum. Bu cesaretten
de ötesi...” diye yazar ve ekler: “Bir iki ay önce Osmanbey’deki yeni bir
bankanın küçük duvarını seramikle süslememi istediler, duvara çizmek
gerekiyordu; ben de iskelelerin üstüne çıktım ve yanımda işçilerle orada işimi
yaptım. Uzun zaman önce Londra’da ya da Paris’te iken bana ‘Seni yanında
mimarlar ve işçilerle birlikte büyük binaların üstündeki iskelelerde görüyorum’
dediğin günü hatırladım. O zamanlar söylediklerin o kadar imkansız, uzak görünmüştü
ki... Bunu yapabilecek miyim, demiştim kendi kendime. İyi tahmin etmişsin,
bugün neredeyse sadece hep çok arzuladığım ve uğruna büyük fedakarlıklar
yaptığım bu tür çalışmaları yapıyorum. 1951’de, İstanbul’daki ilk sergimde
ressamlar bana seramiği mimariye tekrar dahil etme fikrinizi asla kabul
ettiremezsiniz demişlerdi; işte oldu; artık büyük bir bina olduğu anda
duvarlara seramik yaptırmaya başladılar.”
1992 yılında
Yavuz Turgul’un “Gölge Oyunu” adlı filminde Şener Şen ve Şevket Altuğ ile birlikte
kısa bir sahnede rol alır. İlk evliliği sırasında iki kere hamile kalır, iki
çocuğunu da kaybeder. İçinde kalan çocuk özlemini kardeşinin kızı Sara ile giderir. Onu nüfusuna
geçirir ve seramik dışında kalan hayatını ona ayırır.
1997, 25 Ağustos’ta
vefat eder. Arif Paşa Apartmanı’ndaki evinde, büyük amcası Sadrazam Cevat Şakir
Paşa’dan kalan koltukta, elinden hiç düşürmediği sigarası ile. Şimdi yaşama
başladığı yerde, Büyükada’nın çamları altında, büyük babası Şakir Paşa’nın
yaptırdığı Müslüman Mezarlığı’ndaki aile kabristanında yatıyor.
Doğu ile batı
kültürünü eşsiz bir şekilde sentezleyen, Akdeniz turkuazına tutkun bir
seramikçi olan Füreya’nın 200’e yakın eserinin bir araya getirildiği sergi 18
Kasım 2017- 18 Ocak 2018 tarihleri arasında ziyaret edilebilir.
*Sergi metinleri
kaynak olarak kullanılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder