Son kitabı “Kırmızı Bir Ölüm” Hep Kitap etiketiyle
yayınlanan Meriç Demiray’la edebiyat yolculuğu üzerine konuştuk.
-Rocky, Cohen ve Muhsin Bey’den Örneklerle Hayatım isimli
hikâye kitabınızın ardından roman yazmaya nasıl karar verdiniz?
Öykü kitabını “Acaba başarabilir miyim?” diye yazmıştım.
Uzun süredir biriken, 100 sene yaşasam hayata geçiremeyeceğim fikirleri bir
anda hayata geçirme şansı buldum. Sonra “Acaba roman yazabilir miyim?” dedim.
Bunun için en az bir sene uğraşabilecek kadar size heyecan verecek bir öykü
gerekiyor tabii. O öyküyü bulduğumda harekete geçtim.
-Kırmızı Bir Ölüm’ün
hazırlık aşamalarını ve sonrasındaki süreci öğrenebilir miyiz?
Senaryoda da edebiyatta da, hazırlık için ilk yapmak
gerekenin okuma alışkanlığınızı ilgili yöne kaydırmak olduğunu düşünüyorum.
Zaten öyküyü hayata geçirme heyecanı sizi bu yöne sürüklüyor. Yol edebiyatını,
yol filmlerini, bisikletçi / seyyah bloglarını daha dikkatli takip etmeye
başladım. Oyuncu arkadaşlarımın hayatlarına, kendi hayatıma daha bir eğildim.
Yapı şekillenmeye başlayınca serin bir denize girer gibi yavaş yavaş, acele
etmeden yazmaya başladım.
-Romanınızda, çocukluğundan beri bisiklete binmeyen
Kahraman bir gece ansızın, bisikletle İstanbul’dan Ege kıyıları boyunca devam
edecek bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk aslında bir anlamda baba-kardeş
ilişkisine doğru yapılan yolculuktur. Kırmızı
Bir Ölüm’den, Kahraman’dan ve kurgudan bahseder misiniz?
Kahraman inişli çıkışlı kariyeri olan bir oyuncudur. Bir
gün bisiklete biner ve hem geçmişi hem geleceği şekillendiren karanlık bir
yolculuğa çıkar. Çatıyı kurarken Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın’da anlattığı, Doğu ve Batı, baba ve oğul
ilişkisi benim için çok belirleyici oldu, haklısınız. Kardeşle de persona,
“olmak istediğimiz kişiyle olduğumuz kişi arasındaki fark” konusuna girdim.
-Sizin de hayatınızda önemli bir yeri olan bisikleti
romanınızda metafor olarak kullanmaya nasıl karar verdiniz?
Bisikletin hayatta ama özellikle de dramada, arabada ya
da motosiklette olmayan anlamı ve imkânları var. Özgürlükle ilgili, kendi
kendine yetmeyle ilgili, azla yaşamak, azla mutlu olmakla ilgili, bir yerden
geçmek değil, durmak, bakmak, ilişki kurmak ve dolayısıyla değişmekle ilgili
çok şey söylüyor. Bisiklet diye bir taşıt olmasa bu hikâye yazılamazdı.
-Şarkılar, şiirler, şairler, şarkıcılar, mekânlarla
yaşayan bir roman Kırmızı Bir Ölüm.
Bunu başarmanın püf noktaları neler?
Başarmaktan çok, tercih etmek bence doğru kelime. Benim
hayatımda tüm bunlar yoğunlukla var ve öykülere doğallığıyla yansıyor. Bir
gündoğumunda güneye doğru arabanızı sürüyorsanız, yağmur yağıyorsa, teypte “Blue
Hotel” çalmalı. Yoksa o sahne eksiktir benim için. Hayatımda da öyle.
- Roman, öykü, senaryo yazmanın sizin açınızdan farklı,
birbirinden daha zor veya kolay olduğu noktalar var mı, hangileri?
Roman tabii ki diğerlerine göre daha uzun zaman ve dikkat
talep eden bir tür ama iyi ve doğru bir öykünüz varsa ve gerekli özeni
gösterirseniz üçü de çok zevkli hatta büyülü. Senaryonun hayata geçirme
kısımları sancılı olabiliyor, çünkü orada sizden farklı bakış açıları devreye
giriyor ve uzlaşı duygusu yaratıcılığın önüne geçebiliyor ama orada da çok
geniş kitlelere ulaşma imkânı, oyunculuk, müzik, kurgu gibi harika şeyler var.
-Yeni projeleriniz, çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Bugünlerde “Hayal Gücü” isimli
projemi hayata geçirmeye çalışıyorum. Etkinliklerin, kursların, deneyim
paylaşımlarının yapıldığı, aynı zamanda doğru, yapısı düzgün drama üretilen bir
alan. Dizi, sinema filmi ve edebiyat üretimimle bu alanın birbirini
besleyeceğini düşünüyorum.
-Size ilham veren yazarlar, kitaplar hangileri? Çok
sevdiğiniz bunu ben yazsaydım dediğiniz eserler, karakterler var mı?
Antoni Casas Ros’un Enigma’sını,
Allende’nin Ruhlar Evi’ni ya da Masumiyet Müzesi’ni yazsam fena olmazdı
tabii. Karakter olarak da Tiffany’de Kahvaltı’daki
kadın karakter, Günden Kalanlar’daki uşak,
Zebercet ilk aklıma gelenler.
-Son olarak nelerden esinlenirsiniz?
Bunu bilmiyorum sanırım. Bir gün Moda’da taksiye binen
yaşlı, aristokrat bir kadın gördüm ve onun şoförle ilişkisini düşünerek ilk
kitabımdaki “Sami Bey” isimli öyküyü yazdım. Bir an, bir görüntü, bir duygu,
aklın bir köşesinde demlenen, bekleyen fikirleri, hikâye parçacıklarını gizemli
bir şekilde birleştirip su yüzüne çıkarabiliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder