1909’da Dublin’de
beş kardeşin ikincisi olarak doğan Bacon, ağır astım hastasıdır. Konuşmayı çok
seven bir adam olan Bacon, çocukluğu hakkında çok konuşmamıştır. Francis, on
altı yaşındayken babası, annesinin iç çamaşırlarını giydiğini fark edip evden
kovar ve annesinden aldığı haftalık üç sterlin
harçlık ile Londra’ya daha sonra Stefan Zweig’in deyimiyle “modern
dünyanın Babili” olan Berlin’e gider. Bir süre sonra bir planı olmadan kendini
Paris’e bulur. Paris’te şansı dönen Bacon’u Madam Baocquent yanına alır. Ona kol kanat gerer,Fransızca
öğretir, Paris’teki etkinliklere ve müzelere götürür.
Gördüğü her şey
ona heyecan verir. Ancak ona ressam olmayı düşündüren şey, söylediğine göre,
Picasso’nun çalışmaları olur. Picasso,Bacon’un büyük kahramanıdır. 1928’in
sonuna kadar Paris’te kalır, tekrar Londra’ya gider. Bu dönemde Avustralyalı
sanatçı Roy de Maistre ile epey zaman geçirir. De Maistre iç mimarlık da yapmış
başarılı bir ressamdır.
Sanat okulunda
eğitim alamayan Bacon, insan davranışlarını
gözlemlemeyi sever. Zihni ve atölyesi
farklı kaynaklardan topladığı görsellere doluydu; sinema, tıbbi literatür,
sanat galerileri, günlük yaşam. Bu görsellerin bazıları , bazen bilerek bazen
de farkında olmadan sanatçının tablolarının konusu olmuştur. “Her şeye
baktığımı unutmayın” derdi. “Gördüğüm her şeyi çok iyi özümsüyorum. Nihayetinde
tablolarımdaki imgelerin nerden geldiğini kimse bilmiyor, ben bile.”
“Resim yapmak hem
zahmetli bir iş hem de şans gerektiriyor” derdi. Bazen istediği sonucu
alıyordu, ama genellikle hiçbir şeye benzemiyorlardı. Ona göre başarılı
resimler “duyuları harekete geçiren”, zihni atlayarak doğrudan “sinir
sistemine” hitap edenlerdi.
Bacon’ın ilk
sergileri ve sergilerinin içeriği ile ilgili halen net bir bilgiye ulaşılamıyor.
İlk gerçek çıkışını, Herbet Read’ın kitabı Art Now’da yer alan Çarmıha Geriliş
isimli tablosuyla yapmıştır.
Bir Çarmıha
Gerilişin Kaidesi Üstündeki Üç Figür Çalışması, 1944 yılında
tamamlanıp sonraki yılın ilkbaharında Londra’da karma sergide yer alır. Eser,
görenleri dehşete düşürüp Bacon’ın ressam olarak tanınmasını sağlar.O sırada
orada olan eleştirmen John Russell’in deyimiyle, “imgeler öyle rahatsız edici
korkunçluktaydı ki onları görür görmez aklınız yerinden çıkıyordu”. Russel, “Ne
bu yaratıkları ne de bize hissettirdiklerini anlatmaya kelimeler yetmez” diye
yazmıştı. Bu tabloda tamamıyla hayvan olamayacak kadar insani, hepsi sülük gibi
kör ve uzuvsuz biçimde, yaralı, engelli, dişsiz, tuhaf üç figür bulunur; onlara
yaklaşan ya da tehdit eden her neyse saldırmaya hazır gibi görünürler. İsa’nın
çarmıha gerilişinin geleneksel temsillerinde azizlerin ya da kederli annenin
durduğu yerde, görülmeyen bir çarmıhın altındadırlar.
Bacon’un belki de
bilindik tek tekniği, figürlerini sınırları ince çizgilerle belirlenmiş bir
çeşit saydam “kutu” içine koymasıdır. Bu bazen “uzay çerçevesi” bazen de
“kafes” olarak adlandırılır. Bacon bu kutuları 1940’ların sonlarında kullanmaya
başlayıp kariyeri boyunca devam etmişti. Bu tekniği neden kullandığı ile ile ilgili
– görsele odaklanıp onu daha iyi görebilmek amacıyla tuvalin ölçeğini azaltmak
için kulandığı- açıklamasını yapmıştı.
1950’lerin
sonlarında her yılın bir bölümünü Kuzey Afrika şehri Tanca’da geçirdi. 1961
yılı sonbaharında hayatının sonuna kadar yaşayacağı Reece Mews, numara 7, Güney
Kensington adresine taşındı. Bacon’un yaşam ve çalışma ortamı sefilliğin lüksle
birleşimiydi.
1960 ve 70’lerde
giderek daha fazla portre çalışmaya başlar. Modelleri genellikle yakından
tanıdığı insanlardı. Onları iyi tanıdığı için resimlerini yaparken orada
olmalarına ihtiyaç duymuyordu. Hafızasına ya da fotoğraflarına dayanarak
resmetmeyi tercih ediyordu.
1963 yılında en
bilinen ve en iyi eserlerinden bazılarının modeli haline dönüşecek olan George
Dyer ile tanıştı. Yarık ağzı, düzgün
fiziğiyle zayıf bir karaktere sahip olan Dyer’ı Bacon, tanıştığı en güzel adam
olarak tasvir ediyordu. Dyer’ın portreleriyle dolu sergileri büyük beğeni
topluyordu, öldüğünde ölümünü resmederek
onu “sisteminden çıkarmak” istediğini söylemiştir. Ölümü takip eden yıllarda,
70’lerin başında yaptığı otoportrelerde ise Bacon tek başına sandalyede oturur.
Bu eserlerde odanın sade donanımı- lavabo, muşambalar, elektrik düğmesi,
tavandan sarkan lamba, yerdeki gazete- varoluşsal anlamsızlığa kinaye yollu ir
gönderme yapıyordu. 70’lerin ortelerına doğru Bacon, John Edwards’la tanıştı ve
arkadaşlık sanatçının yaşamına bir sakinlik getirdi. 70’lerin sonu ve 80’lerin
başında manzara resimleri yapmayı denedi. 1984’te Paris’te gerçekleşen bir
sergisi hayranlarının akınına uğramıştı. Evinin duvarlarında “SENDEN DAHA İYİ
OLAN TEK KİŞİ FRANCIS BACON” yazıyordu. 80’lerin sonunda sağlığı bozulmaya
başladı. 1992 yılının Nisan ayında Madrid’de yaptıkları gezi sırasında
hastalandı ve kalp krizi sonucu öldü.
Bacon’ın kendi
resminden söz ederken her zaman kullandığı sözcüklerin (kaza, hamlık, lekeler)
çiftanlamlılığı hatta belki kendi isminin taşıdığı çift anlam, sanki bir
saplantının, büyük olasılıkla kendinin bilincine varmaya ilk başladığı zamana
denk düşen bir deneyime ait sözcük dağarcığının bir parçasıdır. Bacon’un
yapıtlarının, Batılı adamın acılı yalnızlığının ifadesi olduğu söylenir.
Resimlerindeki figürler, cam sandıklarda, saf renkten oluşan geniş alanlarda,
hatta kendi içlerinde yalıtılmıştır.
Kaynak:
-İşte Bacon,
Kıtty Hauser, Hepkitap, 2017
-Portreler, John
Berger, Metis,2018