“Mihri: Modern
Zamanların Göçebe Ressamı” Sergisi, Mihri Müşfik’in yerleştiği ülkelerde
zamanın ruhuna göre yeniden kurguladığı kimliği ve hayatına odaklanıyor.
Araştırmacılar Özlem Gülin Daloğlu, Gizem Tongo ve Lorans Tanatar Baruh, Farah
Aksoy, Ahmet Ersoy’un katkıları ile hazırlanan sergi, Salt Galata’da 9 Haziran’a kadar görülebilir.
Mihri Müşfik sergisi üzerine araştırmacılar
Özlem Gülin Daloğlu, Gizem Tongo ve Salt Galata’dan Farah Aksoy ile
konuştuk.
-“Mihri: Modern Zamanların Göçebe Ressamı” sergisi, kolektif
bir sergi çalışması. SALT Galata’da çok yönlü anlatımla gerçekleşen sergi ile
ile ilgili öncelikle bu çalışmaya nasıl karar verdiniz, ekip nasıl bir araya
geldi?
Özlem Gülin Dağoğlu: “Kim Mihri?” filminin SALT Galata’daki çekimleri sırasında,
yönetmen Berna Gençalp ile konuşurken, burada bir Mihri sergisinin çok güzel
olacağından bahsettik. Berna, beni SALT
ile iletişime geçirdi. SALT’a bir Mihri sergisi projesi sundum ve kabul edildi.
SALT’tan Lorans Tanatar Baruh, Boğaziçi Ünivesitesi’nden Ahmet Ersoy ile
bağlantıya geçti. Tabii, bu duruma çok sevindim. Ahmet Ersoy’u tezime
çalışırken severek ve beğenerek okumuştum, çok değerli bir hoca. Sergi vesilesi
ile tanışmak, beni çok mutlu etti. Ahmet Ersoy ise Gizem Tongo’yu önerdi ve
ekibimiz böylelikle kuruldu. Daha sonra, SALT’tan Farah Aksoy bize katıldı.
Gizem Tongo: Mihri hakkında bu zamana kadar yapılmış en kapsamlı
araştırmayı doktora tezi olarak yapan Özlem. Kendisi, Mihri gibi İstanbul
doğumlu; ressamı anlamak için, Mihri’nin ayak bastığı neredeyse tüm şehirleri,
müzeleri ve okulları ziyaret etmiş. Benim kendi araştırma alanım geç Osmanlı
dönemi kültür tarihi. Sergi ekibine beni öneren Ahmet Ersoy oldu. Ahmet Ersoy,
Boğaziçi Üniversitesi’nde 2012 yılında tamamladığım Master tezimin
danışmanıdır. Kendisinden çok şey öğrendiğim ve birlikte çalışmaktan hep çok
zevk aldığım hocamın sergi için beni önermesi çok hoşuma gitti. Kısa sürede de
Özlem, Lorans ve Farah ile tanıştım. Sergi yapmak, herkesin bireysel
emeklerinin harmanlandığı kolektif bir dayanışma ve emeğin ürünü. Sergiye dair
araştırma yaparken ve sergiyi hazırlarken birbirimizden öğrendiğimiz çok şey
olduğunu düşünüyorum. Özgürce fikirlerimizi paylaştığımız, birbirimizi
içtenlikle dinlediğimiz, anladığımız ve birlikte samimiyet ve heyecanla
çalıştığımız çok güzel bir süreç oldu.
Farah Aksoy (SALT): 2017 SALT Araştırma Fonları’na yapılan “Kim Mihri?” film
projesinin yönetmeni Berna Gençalp’in yaptığı başvuru vesilesiyle tanıştık
Özlem ile. Bu konu nasıl sergiye evrilir diye konuşmaya başladık ve ekibe Ahmet
Ersoy ve Gizem Tongo’nun da katılmasıyla çalışmalara başladık. SALT,
odaklandığı mimarlık, sanat, tasarım, sosyal yaşam ve ekonomi gibi konularda
göz ardı edilen tarihleri araştırmayı ve kullanıcıları ile birlikte farklı
programlar oluşturmayı önemsiyor. Nitekim Ressam
Sabiha Rüştü Bozcalı sergisi, arşivlerden yola çıkarak, sanatçının az
bilinen illüstrasyon üretimini merkeze alan bir araştırmanın sonucunda ortaya
çıktı. Mihri’nin bilinmezliklerle dolu hayat hikâyesi ve üretimine dair
Özlem’in yaptığı arşivsel çalışmalar SALT’ın bu araştırmasının ilk adımını
oluşturdu. Bunlara ek olarak İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin ilk öğrencileri
üzerinden Mihri’nin modernleşme sürecindeki rolüne de odaklanmak istedik ve
farklı arşiv, kurum, kişilere başvurduk, araştırmamızı genişlettik.
-Serginin oluşum ve hazırlık
aşamasında neler yaşadınız, nasıl bir süreç izlediniz?
Özlem Gülin Dağoğlu: Benim araştırmalarım, Mihri’nin Avrupa ve Amerika Birleşik
Devletleri dönemlerine odaklanmaktadır. Sergi için de başlıca Mihri’nin
yurtdışı dönemleri ile ilgilendim. Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı dönemi
kültür tarihi üzerine doktorasını tamamlamış olan Gizem ise, Mihri’nin
İstanbul'daki kültür ve sanat camiaları ile ilişkilerine yoğunlaştı. Mihri’nin
50 yılı aşan bir kariyeri oldu ve 3 kıtada yaşayıp çalıştı. İstanbul’dan
Paris’e Roma’ya New York’a Washington’a ve Orlando’ya kadar çeşitli arşivlerde,
Mihri ile ilgili İtalyanca, Fransızca, İngilizce, Osmanlıca belgeler ve gazete
haberleri bulunmakta. Bu zengin arşiv belgelerini Türkçe’ye tercüme edip,
sergide yer verdik. Böylelikle
sergide kullanılan malzemeler geniş bir coğrafyadan toplanmış birçok farklı
türde belgelerden oluştu. Örneğin, tezime çalışırken keşfettiğim Rollins
College arşivlerinden yaralandık. Gizem ise Osmanlı basınında Mihri’nin 1918’de
evinde açtığı sergisi ile ilgili haberleri buldu. Mihri’nin ilk defa sanatını
anlattığı bir röportajın sergiye çok değerli bir katkısı oldu. Bu bakımdan,
Gizem ile birbirimizi çok iyi tamamladığımızı söylemek yanlış olmayacaktır.
Heyecanlı, son dakika sürprizleri ile dolu bir süreç oldu. Ama herşeyden en
önemlisi, çok zevkli bir çalışma oldu.
Gizem Tongo: Sergi için yaklaşık bir buçuk yıldır çalışıyoruz. Bu süre
zarfında genellikle, Lorans, Farah ve Ahmet Ersoy İstanbul’da, Özlem
Montreal’de, ben de önce Oxford sonra Ankara’daydım. Farklı coğrafyalarda ve
farklı zaman dilimlerinde, skype vasıtasıyla düzenli aralıklarla “sanal” olarak
buluştuk. İstanbul’daki ilk “gerçek” buluşmamız 2018 yılının sonlarına doğruydu
ve ekip olarak oldukça keyifli bir gün geçirdik. Özlem, Mihri hakkında doktora
tezini yazarken, ressama dair çeşitli arşivlerden belgeler toplamış ve daha
önce Türkiye’de neredeyse hiç bilinmeyen Edison portresi gibi tablolarını
bizzat incelemişti. Mihri, İkinci Meşrutiyet İstanbul’unda bir kadın ressam ve
eğitimci olarak aldığı aktif rolle, benim kendi akademik araştırmalarım için de
önemli bir karakterdi. Mihri’ye ve dönemine dair daha önce yaptığım çalışmaları
daha da derinleştirme imkanım oldu: Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri, Milli
Kütüphane, Atatürk Kitaplığı ve İstanbul Arkeoloji Müzesi Arşivi gibi çeşitli
arşiv ve kütüphanelerde Mihri’nin ve faaliyetlerinin izlerini sürmeye çalıştım.
- “Mihri: Modern Zamanların Göçebe Ressamı”
olarak serginin ismini nasıl belirlediniz, neler etkili oldu bu kararda?
Gizem Tongo: Serginin başlığı en baştan beri düşündüğümüz, üzerine kafa
yorduğumuz bir meseleydi. Birkaç kelime ile hem Mihri’yi hem de bu sergi ile
bizim yapmak istediklerimizi anlatması gerekiyordu. Öncelikle Mihri’yi
babasının isminden (“Mihri Rasim”) veya boşandığı kocasının (“Mihri Müşfik”)
isminden bağımsız, tek başına, kendi kadın kimliği ile var etmek amacındaydık.
Bunun için sadece “Mihri” olarak yer alacaktı. Başlığın ikinci kısmına karar
vermek ise, biraz daha zordu. Mihri’yi bir kaç kelimeyle sınırlamak pek mümkün
değildi: kadındı, portre ressamıydı, eğitimciydi, öncüydü, çok kültürlüydü,
idealistti ve göçebeydi... 20. Yüzyılın ilk yarısında yaşamıştı ve bu dönem pek
çok derin değişimin yaşandığı bir dönemdi: Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı
İmparatorluğu’nun yıkılması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, Avrupa’da
faşizmin yükselmesi, İkinci Dünya Savaşı ve Amerika’daki Ekonomik Buhran.
Mihri, dünyanın her açıdan büyük dönüşümler geçirdiği bu dönemin önemli bir
tanığıydı ve bunu da başlıkta bir şekilde yansıtmak gerekiyordu. Sergi ekibi
olarak “Modern zamanların göçebe ressamı” olarak başlığın ikinci kısmına karar
verdik. Sergiyle vermek istediğimiz mesaj: Mihri’nin, Türkiye, Avrupa ve
Amerika tarihinin önemli dönemeçlerinde kadın, sanatçı, eğitimci, idealist ve
göçebe olarak var olmaya çalışması, bunu yaparken de döneminin pasif bir tanığı
değil, aktif bir öznesi olarak yer almasıydı.
Özlem Gülin Dağoğlu: Mihri, her ne kadar Türk sanat tarihi yazımına Müşfik soyadı
ile girmiş olsa bile, ilk eşinden 1920’li yılların başında boşandıktan sonra
sanatçı daima babasının ismi olan Rasim’i kullanır... Ancak Gizem’in de
değindiği gibi, sergi için Mihri’yi ilk eşinin soyadından ve babasının isminden
bağımsız, bir özne olarak ele aldık. Serginin isminin ilk kısmı böylelikle
“Mihri” oldu. İkinci kısmında ise, her kelimenin Mihri’nin çeşitli yönlerini
anlatması gerekiyordu. İstanbul’dan Roma’ya Paris’e ve New York’a, Mihri, milli
sınırların dışına taşan göçebe bir ressam olur. Aynı anda
elli yılı aşan kariyeri boyunca, Birinci Dünya Savaşı, Büyük Buhran ve İkinci
Dünya Savaşı gibi önemli dönüşümlere de tanık olur. Başka bir deyişle: Mihri, Modern Zamanların Göçebe Ressamı’dır...
-Mihri, İnas Sanayi-i Nefise
Mektebi’nin kuruluşunda önemli bir yerde. Bu aşamadaki çalışmalarını
öğrenebilir miyiz?
Gizem Tongo: Kadınların güzel
sanatlarda gelişmesi ve kadın mekteplerine resim muallimesi yetiştirmek
maksadıyla 13 Ekim 1914 tarihinde İstanbul’da bir İnas Sanayi-i Nefise Mektebi
açılıyor. İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin açılması, Osmanlı kadınlarının sanat
üretimindeki rolü ve güzel sanatlar eğitiminin kurumsallaşması açısından bir
dönüm noktası. Mektebin açılması hem eğitim alanındaki modernleşme sürecinin
bir parçası, hem de Osmanlı kadınlarının yürüttüğü bir mücadelenin sonucu. 1977
yılında Malik Aksel’in kaleme aldığı,
İstanbul’un Ortası kitabında, Mihri’nin bizzat bu mücadelenin lideri
olduğunu okuyoruz. Aksel, Mihri’nin bir gün Maarif Nazırı Şükrü Bey’in huzuruna
çıkarak: “Muhterem Nazır Beyefendi. Memlekete Meşrutiyetle birlikte hürriyet,
müsavat, adalet, uhuvvet geldi, ama bütün bu nimetlerden sadece erkekler
istifade ediyor... Fakat İnas Sanayi-i Nefise mektebi nerede? Hep yapılanlar
erkekler için!” dediğini aktarıyor. Tabii, bu tarihi konuşmaya dair
bildiklerimiz Aksel’in anlattıklarıyla sınırlı; fakat Mihri’nin uzun bir dönem
mektepte resim dersleri verdiğini, hatta kısa bir süre mektebin idaresini tek
başına devraldığını ve belli bir süre de idareyi Ömer Adil ile birlikte
yürüttüğünü biliyoruz. Mihri’nin atölyesinde yetişen öğrenciler dönemin
İstanbul sergilerine katılıyor, Belkıs Mustafa, Güzin Duran, Nazlı Ecevit ve
Fahrelnissa Zeid gibi birçok kadın ressam daha sonra Türkiye’deki resim
sanatına da yön veriyor. Bugün, Mihri’nin yetiştirmiş olduğu bir sanatçı kadın
kuşağından bahsetmek mümkün.
Özlem Gülin Dağoğlu: Yirminci yüzyılın başında İstanbul’da kadınların sanat eğitimi olanakları son derece
kısıtlıydı. Mihri, 1914 yılında çeşitli camialardaki ilişkilerini kullanarak
İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurulmasında büyük rol oynar. Akademide
öğretmen iken, öğrencilerine kadın nü model kullandırır. Öğrencileri için bir
burs hazırlar ve kadın ressamlar için yardımlaşma birliği oluşturmaya çalışır.
-Mihri, imparatorluğun son
dönemlerinde yetişen önemli bir portre ressamı. Mihri üzerine çalışma yapmaya
nasıl karar verdiniz?
Özlem Gülin Dağoğlu: Mihri, Osmanlı imparatorluğunun son
dönemlerinde yetişen en önemli ressamlardan bir tanesi olmasına rağmen,
hakkında bilinenler yetersizdi, üstelik çoğu zaman da birbirini tekrar eden ve
bazen de yanlış olan bilgilerden oluşuyordu. Hayatının son yıllarını sanatı
uğruna fakirlik içinde yaşamış, sefalet ve pişmanlık içinde ölmüş bir “Mihri”
hikayesi yaratılmıştı. Oysa, bugüne kadar gerçek yaşantışı ve eserleri
hakkındaki bilgi ve belgeler çok kısıtlıydı. Bu kalıplaşmış yanlışları
düzeltip, bugüne dek karanlıkta kalmış dönemlerine ışık tutma amacı ile yola
çıktık. Mihri’nin hiç bilinmeyen yönlerini, ilişkilerini ortaya koymaya
çalıştık. Bu yeni Mihri
portresini sunmak için de belgeler, arşiv malzemeleri ve somut kanıtlar kullandık. Mihri’nin İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’ndeki
öğrencilerinin çizimlerinden, yaptığı portrelere, hakkında çıkan gazete
haberlerinden, Amerika’daki göçmenlik belgelerine kadar zengin ve çok çeşitli
malzemeleri izleyiciyle buluşturduk. Ayrıca ilk defa, Mihri’nin günümüze kadar gelen yegâne ABD
dönemi eserlerinden iki tanesini, Edison portresi ve Rezzan Yalman portresini,
sergiliyoruz.
Gizem Tongo: Mihri, Özlem’in doktora tezinin ana karakteri, benim
araştırma konumun ise (Cihan Harbi ve Mütareke Dönemi), tarihi karakterlerinden
sadece biri. Bu anlamda Özlem ile akademik anlamda birbirimizi tamamladığımızı
düşünüyorum.
- Mihri’nin
sanat tarihindeki yeri için neler söylersiniz ve sanat tarihi yazımında
arka planda kalmasının nedenleri nelerdir?
Gizem Tongo: Mihri, yarım asırlık kariyeri boyunca, ürettiği eserlerle,
ve eğitimci rolüyle yaşadığı döneme derin bir iz bıraktı. Hayatının birçok
döneminde yurt dışında yaşadı ve yaşadığı şehirlerde ressam ve eğitimci olarak
sanat dünyasında aktif bir rol aldı, kadınların eğitim ve siyaset alanlarında
özgürleşme mücadelesine çoğu zaman bizzat katıldı. Bu göçebelik kendisine
uluslararası bir şöhret kazandırdı, fakat aynı zamanda, Türkiye’deki modern
sanat tarihi yazımında hak ettiği yeri bulamamasına da neden oldu. Bugün Mihri
hakkında bilinenler hala muamma, üstelik çoğu zaman da birbirini tekrar eden
bilgilerden oluşuyor. Sanatı ve tarih sahnesindeki aktif rolü göz ardı edilip,
Özlem’in de bahsetmiş olduğu bir “ressam Mihri” efsanesi yaratılmış. Tabii, bu
durum sadece Mihri’nin göçebe olmasından kaynaklanmıyor. Türkiye’deki sanat külliyatı
içinde, her yerde olduğu gibi, resmi tarihin yazarları ve kahramanları hep
erkekler. Geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemi kadın sanatçıları üzerine hâlâ
yeterince çalışma
olmadığını söylemek gerekiyor. Yüzyıllar boyunca erkek egemen bir anlayışın
şekillendirdiği sanat dünyası -müze koleksiyonları olsun, sanat tarihi
kitapları olsun- kadınların sanatsal üretimini hep geri plana attı. Bunu bazen
sanat tarihimizde kadın sanatçılardan hiç bahsetmeyerek, bazen de bahsetse
bile, kadın sanatçılar için “trajik” ve “dramatik” bir hayat hikayesi yaratarak
başardı. Bu “dramatik” hikayede de, ne üretilen sanat yapıtlarına, ne de
sanatçının yaşadığı döneme katkılarına yeteri kadar önem verilmedi. Bugün geç
Osmanlı ve erken Cumhuriyet döneminden, kültürel hafızamıza kazınmış pek çok
eser hala erkek sanatçılar tarafından üretilen işlerden oluşuyor. Bunun
nedenlerini sorgularken, eril sanat tarihi anlayışını eleştirmek ve değiştirmek
gerekiyor.
Özlem Gülin Dağoğlu: Aslında dünya genelinde, bu durum
1850-1950 yılları arasında yaşamış çoğu kadın sanatçı için geçerli... Sanatın ve tarihin yazarları, konuları daima erkekler olmuştu. Son 40 yıldır, Mihri ve daha nice kadın
sanatçı, sanat tarihinde ve yazımındaki hak ettikleri yerleri yavaş yavaş elde
etmekteler. Burada dikate çekilmesi gereken, Mihri’nin bu dramatik hayat
hikayesinin ortaya çıkışının, Türkiye’de 1980 sonrası birçok kadın
sanatçıyı görünür kılan feminist çalışmaların güç kazandığı döneme denk gelmesidir.
- Ömrünün büyük bir bölümü yurt
dışında geçirme sebepleri nelerdi ve o dönem yaşadığı yerler ile Türkiye’deki sanatlar ortamı nasıl farklar vardı? Mihri,
Türkiye’de ve dünyadaki çağdaşları arasında nasıl bir yerde idi?
Özlem Gülin Dağoğlu: Hayatının büyük bir bölümünü yurt
dışında geçirme sebeplerinin ne olduğunu ancak Mihri kesin bir şekilde
cevaplayabilir... Bizim cevap niteliğinde ileri sürebileceğimiz baslıca sebep
ise, kariyerinin başından beri, Mihri’nin belirlediği bir idealin peşinde ilerlemesi
olabilir. Bu ideali, döneme damgasını vuran şahsiyetlerin portrelerini yapmak
ve bu sayede kendisinin de bu önemli insanlar arasında yer edinmesi diye de
düşünebiliriz. Mihri’nin yaşadığı dönemde, Avrupa ve ABD’deki sanat camiaları
ile Türkiye’deki sanat camiaları arasındaki farklardan ziyade, benzerlikleri
vurgulamak Mihri’nin öncü kişiliğini öne çıkartacaktır. Her ne kadar Mihri’nin
yüksek sosyal sınıfı, onun ressam olmasına kapı aralayan koşul olsa bile, yirminci
yüzyılın ilk yarısında, bir kadın için sanatı ile geçinmek, erkek egemen sanat
dünyasında yer edinmek, yine bugün olduğu gibi, büyük zorluklar getiren bir
hayat seçimidir. Bunun verdiği farkındalık ile, Mihri, İstanbul’da İnas Sanayi-i Nefise Mektebi ile başlayarak
New York’da Kadın Seçmenler Cemiyeti’ne kadar, kadınların eğitim ve siyaset
alanlarında özgürleşme mücadelesine çoğu zaman bizzat katılır. Kadınların yaşam
standartlarını iyileştirmek için çaba sarf eder. Mihri’nin bu çabaları ve
sanatı, döneminde basının yoğun ilgisi çeker.
Gizem Tongo: Mihri, ilk kez İstanbul’dan Roma’ya gitmek için ayrıldığında
henüz 20’li yaşlarının başında. Resme oldukça yeteneği var ve bu yeteneğini
geliştirmek istiyor. O vakitlerde Mihri’nin İstanbul’da üniversite düzeyinde
güzel sanatlar eğitimi alması mümkün değil; 1883 yılında açılan Sanayi-i Nefise
Mektebi’nden sadece erkekler yararlanıyor. Mihri, Roma’dan sonra Paris’e
geçiyor ve 2. Meşrutiyet’in ilanından birkaç yıl sonra da İstanbul’a dönüyor.
Paris, o zaman için bir kültür ve sanat başkenti; dünyanın çeşitli
coğrafyalarından farklı estetik ideolojilere, kaygılara sahip sanatçıların
kendilerini rahatlıkla ifade edebilecekleri birçok galeri ve sergi mekanı
bulunuyor. Bunun dışında, 20. Yüzyılın ilk yıllarında Avrupa’nın büyük bir
bölümü kültür alanında radikal dönüşümler yaşıyor: İtalyan şair Tommaso
Marinetti’nin 1909 yılında Paris’te yayınladığı Fütürist Manifesto’dan, 1912
yılında yayınlanan Rus Fütürist Manifesto’ya, sanatçılar geleneği ve geçmişi
sorguluyor. İstanbul’un sanat dünyasında, özellikle resim sanatında, estetik
anlamda radikal değişimlerden bahsetmek pek mümkün değil. Mihri gibi pek çok
Osmanlı ressamı Batı resim sanatının akademik kurallarına, Avrupa’daki
avant-garde sanatçılarının aksine, çok da meydan okumuyor. Tabii ki bunun nedenleri
üzerine tartışmak bu söyleşinin sınırları içinde pek mümkün değil. Yalnız
burada önemli bir konuya değinmek istiyorum: geç 19 yüzyıl ve erken 20. Yüzyıl
resim sanatına dair yapılan çalışmalarda “avant-garde takıntısı” olarak
adlandırabileceğimiz bir durumdan bahsetmek mümkün. Özellikle New York’taki
Modern Sanat Müzesi’nin (MOMA) ilk yöneticisi olan Alfred Barr’ın 1936 yılında
düzenlediği Cubism and Abstract Art (Kübizm
ve Soyut Sanat) Sergisi ve hazırladığı şema, hem sanat tarihi yazımı için, hem
de müze koleksiyonları için oldukça sınırlı ve problemli bir “avant-garde”
kanonu ortaya çıkarıyor. Erkekler tarafından yazılan ve erkek sanatçıların
“avant-garde” başkahramanlar olduğu bu modern sanat tarihi yazımı, sanat
iktidarının eril yapısını da meşrulaştırıyor. Oysaki, geç 19. Yüzyıl ve erken
20. Yüzyılda aktif olan pek çok ressam, Mihri gibi, Batı resim sanatının
akademik kuralları çerçevesinde oldukça başarılı işler üretiyor. Mihri’nin
Osmanlı İmparatorluğu’nda en aktif olduğu dönem, İnas Sanayi-i Nefise
Mektebi’nde olduğu dönem. Bu süre zarfında İstanbul’un kültürel elitinin
zirvesinde yer alan kişilerden biri haline geliyor ve Tevfik Fikret gibi
dönemin sanatçı ve entelektüel çevreleriyle yakın ilişki kuruyor, portrelerini
yapıyor. İstanbul’un en başarılı portre ressamlarından biri oluyor Mihri. 1918
yılında kendi evinde açtığı sergisine dair yazılan bir makalede “Mihri Hanım
renkleri anlamakta ve eserlerine ruh koymakta bütün ressamlarımızı geçmiştir”
diye yazılıyor.
- Mihri’nin eserlerini üç kelime anlatırsanız
hangi kelimeleri kullanırsınız?
Gizem Tongo: Her ne kadar üç kelimeyi seçmek çok zor olsa da, Mihri’nin
eserlerini anlatmak için seçeceğim kelimeler: gerçekçi, renkli ve samimi
portreler olurdu. Mihri’nin kendisi için seçeceğim sıfatlar ise: yetenekli, çok
kültürlü ve idealist olurdu. Bir parantez açmak isterim: benim için Mihri’nin
eserlerinin iki anlamı var: ilki, ressam olarak ürettiği eserler; ikincisi de,
eğitimci olarak yetiştirdiği öğrenciler.
Özlem Gülin Dağoğlu: Yetenek, güç ve renk, Mihri’nin
eserlerini anlatmak için seçeceğim üç kelime olurdu.