İsmini söylemeyi beceremediğim şehir
Ljubljana
İsminin içinde sevgi anlamı barındıran başka şehir var mıdır acaba?
Turistik geziler için yazılmış broşürde ‘küçük ama inci gibi değerli’ diyordu burası için. Ana meydanı, süslü yapıları, 400-500 yıllık ıhlamur ağaçları , parke taşlı küçük meydanları, ağaçlı yolları, heykelleri, nehir boyunca uzanan köprüleri, aşıklar için, sevgi için tasarlanmış sanki.
Düş ile gerçek arasındaki Adriyatik ve Balkanların bu minik şehrinin dünyanın en romantik kenti olduğunu uçaktan iner inmez hissetmiştim, hissetmiştik.
Otelimize yerleşip hemen bir tur yapmak için can atıyordum.
"Ne bu acele? diyen sevgilimi dışarıda çok güzel yemek sözüyle kandırıp kendimizi dışarıya attık. Güzel bir havada sevgilimle elele bu şehirde.
Gezi rehberi elimde ama nerelere gideceğimi zaten biliyor gibiydim. Önce büyük meydana gitmeye karar verdik.Ve sevgilim rehberdeki yazıyı okumaya başladı. "Slovenya’nın büyük şairi Presen, imkansız aşkı Julia Primic için şiirler yazarken bu halkın bu destansı aşkı bir gün ölümsüzleştireceğini bilemezdi. Bugün eski kentin tam merkezinde yer alan Presernov Meydanı, kavuşamayan iki aşığın anısını yaşatırcasına sevgililerin, turistlerin buluşma noktası gibiydi." O anda sevgilim elimi daha sıkı tutmaya başladı.
Meydanda yürümeye başlayınca nehir boyunca uzanan birbirine bitişik üçer dörder katlı altları cafe, çiçekçi veya antikacılarla süslü evleri ve birbirinden güzel köprüleri ve heykellerle donatılmış meydanları ile bu şehir "İyi ki buradayız" dedirtmeyi başarmıştı.
Şehrin dokusunda dolaşırken insan kendini hemen havaya kaptırıyor. Birbirimize sımsıkı bir şekilde sarılmış ve hiç konuşmadan ayaklarımızın bizi götürdüğü tarafa doğru giderken kendimizi üçüz köprü üzerinde bulmuştuk.Ünlü mimar Plecnik’in yapıtı üçüz köprü ki ikisi yayalar , biri araçların geçmesi için yapılmış. Bu taş köprü şehrin romantizmine bir de Venedik havası eklemişti.
Köprünün üzerinde sevgilim birden,
Kar kesti yolu
Sen yoktun
Oturdum karşına dizüstü
Seyrettim yüzünü
Gözlerim kapalı
Gemiler geçmiyor
Uçaklar uçmuyor
Sen yoktun
Karşında duvara dayanmıştım
Konuştum, konuştum, konuştum
Ağzımı açmadan
Sen yoktun
Ellerimle dokundum sana
Ellerim yüzündeydi.
Derken ellerini yüzümde gezdiriyordu. Evet burası ismini hakeden şehir diye geçirdim içimden.
Sanki bir sahne dekorunun içinde geziyorum derken gelen bu güzel Nazım şiirinin ardından sevgilimin söz verdiğim yemeği hakettiğini düşünerek elimizdeki broşürden restoranlar bakmaya başladık. Birini gözümüze kestirip o tarafa doğru yürümeye başladık. Yol boyunca gördüğümüz kentin koruyucusu olarak kabul edilen mitolojik ejderha heykelleri ve bu heykellerle süslü Dragon Köprüsü.
"Canım bu köprünün yanında biraz duralım mı?"
"Olabilir de neden?"
"Kitapçıkta ne yazıyordu. Rivayate göre bu köprüden bakire Sloven kızı geçtiğinde ejderha kuyruk sallıyormuş"
"Sen bu rivayetlere inandığını söylemeyeceksin herhalde. Hadi ben çok açıktım.Verdiğin yemek sözü bakire Sloven kızından daha cazip şu anda."
Restorana doğru ilerlerken köprüler üzerindeki antika pazarlarına yemek sonrası bakmaya karar verdik. Yola devam ederken yükselen şehrin klasik müziğinin yanısıra eski kentin her köşesinden farklı bir müzik yükseldiğini farkettiğim anda sevgilimde kulağıma aşkımızın şarkısını fısıldıyordu.
Parke taşlı dar sokakta minik bir restoranda yediğimiz balık ve içtiğimiz şarabında etkisiyle elele gezimize devam ettik.
Nehir boyunca kurulmuş olan antika pazarında orijinal tablolardan gravürlere, küçük biblolardan saatlere kadar herşey vardı. Minik kalp şeklindeki saatli kolyeye uzanmışken sevgilim
-Hadi canım alışverişi yarın yaparız diyerek çekiştirmeye başladı.
Şehri dolaşmaya devam ederken bizi içine çeken Ulusal Kütüphaneye girdiğimizde siyah görkemli sutünların yanından yukarıya, okuma salonlarına doğru çıkarken her adımda günışığı ile meydanın daha da aydınlandığına tanık oluyoruz. Usta mimarın bilgi ile aydınlanma fikrine tasarımla gönderme yaptığı bu kütüphanede sevgilimle saatlerce oturup aşk kitaplarını birbirimize okumak isteğimiz ikimizinden gözlerinden okunuyordu herhalde.
Bu minik şehirde yaşasak,İstanbul’a hiç dönmesek , buraya indiğimiz andan itibaren yakaladığımız bu duygu bir ömür boyu devam eder mi acaba? diye düşündüm bir an. Bu şehir bana ve özellikle de sevgilime yaramıştı. Şiir okuyup şarkı söylemişti. Peki ya bu şehirde doğanlar. Onlar doğuştan romantik olurlar herhalde. Bunun cevabını bilmek istemezdim dersem yalan olur. Kökleri bu şehirde olan bir sevgilim olsa.
Neyse ben bunları düşüneceğime yanımdaki, bu şehre indiğimiz andan itibaren değişen sevgilimin tadını çıkartayım.
"Açıkhava Müzesini andıran bu şehirde insan kendini aşk filminin kahramanı gibi hisstediyor değil mi aşkım?"
"Evet eski dönem bir aşk filmi.Ve senin aşk filmi deyince daha doğrusu film deyince aklına gelen, aklımıza gelen, Rüzgar Gibi Geçti ve kahramanımız Scarlet Ohara."
"Ne güzel bak unutmamışsın."
"Nasıl unuturum."
"İstersen burada kavgaya başlayalım"
"Bak görüyormusun, insan burada kavga bile etmiyor, edemiyor" diyerek kendine doğru çekerek sarılmaya başladı.
İlerlemeye devam ettik, burası geçekten büyüleyici bir şehirdi.Vodnikov Meydanına bakan çarşıda yaşlı Slove Hanımların kendi elleriyle aranje ettikleri sanat eseri güzelleğindeki çiçek buketleri tam zamanında sevgilimin imdadına yetişti. Bu buket yapılışı ve verilişindeki önemle özenle kurutularak saklanmayı hak ediyordu. Evde kuru çiçek saklamak iyi değil derler ama bu söz bu çiçek için geçerli olamazdı.
Gezimize devam ederken buranın aynı zamanda yemyeşil bir kent olduğunu fark ettik.Tasarlanırken doğa adeta şehrin içine katılmış ve böylece alabildiğince yeşile bürünmüş bir ekokent ortaya çıkmış.
Çok büyük bir özenle buğünkü dokusuna kavuşmuş bu şehirde sevgilim de bana karşı çok özenliydi.
Kanoyla yaptığımız nehir turunun ardıdan tatlı bir yorgunlukla otelimize döndük. Saatlerdir sokakta olduğumuzu o an farkettik. Kendimi yatağın üzerine atıp:
"Biliyormusun, şimdi duşa girince bunların hepsinin birdüş olacağını anlamaktan korktuğumu "söylediğimde
"Merak etme ben bunların bir düş olmadığını ispat ederim sana, önce sen duşa gir ben de aşağıya inip geliyorum" dediğinde, ne işin var diye soramamıştım bile.
Duştan çıktığımda sevgilim odada yoktu. 10 dakika sonra geldiğinde çok güzel bir restoranda rezervasyon yaptırdığını ve hazırlanmamı söyledi.
Çok güzel bir yemeğin aradında bu romantik şehirde sevgilimle elele karanlıkta yürüyerek otelimize döndük.
Odaya girdiğimizde ikimizde tatlı bir tebessümle yatağa geldigimizde sevgilimin boynuma taktığı sabah antikacıda gördüğüm minik kalp şeklindeki saatli kolye bu şehrin ismini gerçekten hakettiğini bir kere daha ispat etti.
Boynumda kolyem, sevgilimin koynunda adını söylemeyi beceremediğim bu şehirde yaşadığım gün ve gece için Tanrıya şükrettim.
Skylife Dergisinin şehir tanıtım sayfalarını masanın üzerinde açık bıraktığımda sevgilimde benim kadar etkilenir ve iki günlük iznimizi bu şehirde geçiririz diye dua etmeye başladım.
Ömür Bayramoğlu
Suadiye, 17,11,2007
Ljubljana
İsminin içinde sevgi anlamı barındıran başka şehir var mıdır acaba?
Turistik geziler için yazılmış broşürde ‘küçük ama inci gibi değerli’ diyordu burası için. Ana meydanı, süslü yapıları, 400-500 yıllık ıhlamur ağaçları , parke taşlı küçük meydanları, ağaçlı yolları, heykelleri, nehir boyunca uzanan köprüleri, aşıklar için, sevgi için tasarlanmış sanki.
Düş ile gerçek arasındaki Adriyatik ve Balkanların bu minik şehrinin dünyanın en romantik kenti olduğunu uçaktan iner inmez hissetmiştim, hissetmiştik.
Otelimize yerleşip hemen bir tur yapmak için can atıyordum.
"Ne bu acele? diyen sevgilimi dışarıda çok güzel yemek sözüyle kandırıp kendimizi dışarıya attık. Güzel bir havada sevgilimle elele bu şehirde.
Gezi rehberi elimde ama nerelere gideceğimi zaten biliyor gibiydim. Önce büyük meydana gitmeye karar verdik.Ve sevgilim rehberdeki yazıyı okumaya başladı. "Slovenya’nın büyük şairi Presen, imkansız aşkı Julia Primic için şiirler yazarken bu halkın bu destansı aşkı bir gün ölümsüzleştireceğini bilemezdi. Bugün eski kentin tam merkezinde yer alan Presernov Meydanı, kavuşamayan iki aşığın anısını yaşatırcasına sevgililerin, turistlerin buluşma noktası gibiydi." O anda sevgilim elimi daha sıkı tutmaya başladı.
Meydanda yürümeye başlayınca nehir boyunca uzanan birbirine bitişik üçer dörder katlı altları cafe, çiçekçi veya antikacılarla süslü evleri ve birbirinden güzel köprüleri ve heykellerle donatılmış meydanları ile bu şehir "İyi ki buradayız" dedirtmeyi başarmıştı.
Şehrin dokusunda dolaşırken insan kendini hemen havaya kaptırıyor. Birbirimize sımsıkı bir şekilde sarılmış ve hiç konuşmadan ayaklarımızın bizi götürdüğü tarafa doğru giderken kendimizi üçüz köprü üzerinde bulmuştuk.Ünlü mimar Plecnik’in yapıtı üçüz köprü ki ikisi yayalar , biri araçların geçmesi için yapılmış. Bu taş köprü şehrin romantizmine bir de Venedik havası eklemişti.
Köprünün üzerinde sevgilim birden,
Kar kesti yolu
Sen yoktun
Oturdum karşına dizüstü
Seyrettim yüzünü
Gözlerim kapalı
Gemiler geçmiyor
Uçaklar uçmuyor
Sen yoktun
Karşında duvara dayanmıştım
Konuştum, konuştum, konuştum
Ağzımı açmadan
Sen yoktun
Ellerimle dokundum sana
Ellerim yüzündeydi.
Derken ellerini yüzümde gezdiriyordu. Evet burası ismini hakeden şehir diye geçirdim içimden.
Sanki bir sahne dekorunun içinde geziyorum derken gelen bu güzel Nazım şiirinin ardından sevgilimin söz verdiğim yemeği hakettiğini düşünerek elimizdeki broşürden restoranlar bakmaya başladık. Birini gözümüze kestirip o tarafa doğru yürümeye başladık. Yol boyunca gördüğümüz kentin koruyucusu olarak kabul edilen mitolojik ejderha heykelleri ve bu heykellerle süslü Dragon Köprüsü.
"Canım bu köprünün yanında biraz duralım mı?"
"Olabilir de neden?"
"Kitapçıkta ne yazıyordu. Rivayate göre bu köprüden bakire Sloven kızı geçtiğinde ejderha kuyruk sallıyormuş"
"Sen bu rivayetlere inandığını söylemeyeceksin herhalde. Hadi ben çok açıktım.Verdiğin yemek sözü bakire Sloven kızından daha cazip şu anda."
Restorana doğru ilerlerken köprüler üzerindeki antika pazarlarına yemek sonrası bakmaya karar verdik. Yola devam ederken yükselen şehrin klasik müziğinin yanısıra eski kentin her köşesinden farklı bir müzik yükseldiğini farkettiğim anda sevgilimde kulağıma aşkımızın şarkısını fısıldıyordu.
Parke taşlı dar sokakta minik bir restoranda yediğimiz balık ve içtiğimiz şarabında etkisiyle elele gezimize devam ettik.
Nehir boyunca kurulmuş olan antika pazarında orijinal tablolardan gravürlere, küçük biblolardan saatlere kadar herşey vardı. Minik kalp şeklindeki saatli kolyeye uzanmışken sevgilim
-Hadi canım alışverişi yarın yaparız diyerek çekiştirmeye başladı.
Şehri dolaşmaya devam ederken bizi içine çeken Ulusal Kütüphaneye girdiğimizde siyah görkemli sutünların yanından yukarıya, okuma salonlarına doğru çıkarken her adımda günışığı ile meydanın daha da aydınlandığına tanık oluyoruz. Usta mimarın bilgi ile aydınlanma fikrine tasarımla gönderme yaptığı bu kütüphanede sevgilimle saatlerce oturup aşk kitaplarını birbirimize okumak isteğimiz ikimizinden gözlerinden okunuyordu herhalde.
Bu minik şehirde yaşasak,İstanbul’a hiç dönmesek , buraya indiğimiz andan itibaren yakaladığımız bu duygu bir ömür boyu devam eder mi acaba? diye düşündüm bir an. Bu şehir bana ve özellikle de sevgilime yaramıştı. Şiir okuyup şarkı söylemişti. Peki ya bu şehirde doğanlar. Onlar doğuştan romantik olurlar herhalde. Bunun cevabını bilmek istemezdim dersem yalan olur. Kökleri bu şehirde olan bir sevgilim olsa.
Neyse ben bunları düşüneceğime yanımdaki, bu şehre indiğimiz andan itibaren değişen sevgilimin tadını çıkartayım.
"Açıkhava Müzesini andıran bu şehirde insan kendini aşk filminin kahramanı gibi hisstediyor değil mi aşkım?"
"Evet eski dönem bir aşk filmi.Ve senin aşk filmi deyince daha doğrusu film deyince aklına gelen, aklımıza gelen, Rüzgar Gibi Geçti ve kahramanımız Scarlet Ohara."
"Ne güzel bak unutmamışsın."
"Nasıl unuturum."
"İstersen burada kavgaya başlayalım"
"Bak görüyormusun, insan burada kavga bile etmiyor, edemiyor" diyerek kendine doğru çekerek sarılmaya başladı.
İlerlemeye devam ettik, burası geçekten büyüleyici bir şehirdi.Vodnikov Meydanına bakan çarşıda yaşlı Slove Hanımların kendi elleriyle aranje ettikleri sanat eseri güzelleğindeki çiçek buketleri tam zamanında sevgilimin imdadına yetişti. Bu buket yapılışı ve verilişindeki önemle özenle kurutularak saklanmayı hak ediyordu. Evde kuru çiçek saklamak iyi değil derler ama bu söz bu çiçek için geçerli olamazdı.
Gezimize devam ederken buranın aynı zamanda yemyeşil bir kent olduğunu fark ettik.Tasarlanırken doğa adeta şehrin içine katılmış ve böylece alabildiğince yeşile bürünmüş bir ekokent ortaya çıkmış.
Çok büyük bir özenle buğünkü dokusuna kavuşmuş bu şehirde sevgilim de bana karşı çok özenliydi.
Kanoyla yaptığımız nehir turunun ardıdan tatlı bir yorgunlukla otelimize döndük. Saatlerdir sokakta olduğumuzu o an farkettik. Kendimi yatağın üzerine atıp:
"Biliyormusun, şimdi duşa girince bunların hepsinin birdüş olacağını anlamaktan korktuğumu "söylediğimde
"Merak etme ben bunların bir düş olmadığını ispat ederim sana, önce sen duşa gir ben de aşağıya inip geliyorum" dediğinde, ne işin var diye soramamıştım bile.
Duştan çıktığımda sevgilim odada yoktu. 10 dakika sonra geldiğinde çok güzel bir restoranda rezervasyon yaptırdığını ve hazırlanmamı söyledi.
Çok güzel bir yemeğin aradında bu romantik şehirde sevgilimle elele karanlıkta yürüyerek otelimize döndük.
Odaya girdiğimizde ikimizde tatlı bir tebessümle yatağa geldigimizde sevgilimin boynuma taktığı sabah antikacıda gördüğüm minik kalp şeklindeki saatli kolye bu şehrin ismini gerçekten hakettiğini bir kere daha ispat etti.
Boynumda kolyem, sevgilimin koynunda adını söylemeyi beceremediğim bu şehirde yaşadığım gün ve gece için Tanrıya şükrettim.
Skylife Dergisinin şehir tanıtım sayfalarını masanın üzerinde açık bıraktığımda sevgilimde benim kadar etkilenir ve iki günlük iznimizi bu şehirde geçiririz diye dua etmeye başladım.
Ömür Bayramoğlu
Suadiye, 17,11,2007
2 yorum:
Heyecanla sonuna geldim ki hos,beklenmedik (en azindan benim beklemedigim),gulumseten bir suprizle bitti:)
Ömürcügüm , ne güzel yazmışsın ,eline sağlık. Benim de bu Şehre gidesim geldi. Ayrıca Nazımın bu şiirini bilmiyordum , teşekkürler.
Yorum Gönder