Sizi tanıyabilir miyiz? Piraye Şengel’in edebiyatla yolu
nasıl kesişti? Yazmaya nasıl başladınız?
Köy Enstitülü öğretmen anne-babanın çocuğu olarak kütüphanesi
olan bir evde büyüdüm. O öğretmenler klasik romanları okuyarak eğitim almışlar.
İnanılmaz bir eğitim Köy Enstitüleri. Hala onların yetiştirdiği insanlarla bu
ülke ayakta duruyor. Tabii bunun etkisi olmakla birlikte ben yazarlığın
sonradan oluştuğunu düşünmüyorum. Bir dürtü ile doğuyor insan, yazma dürtüsü
bu… Yazmalıyım, yazmalıyım diye seni sürekli rahat bırakmayan bir duygu. Bu
dürtü ya da yetenek varsa daha önemlisi şu, onun üzerine gitmek, çalışmak,
okumak. Bütün bunlar o yeteneği yola sokuyor. Evdeki ortam ve bu dürtüyle
beraber lisede edebiyat öğretmenimin de yazıya yönlenmem de desteği olmuştur.
Üniversite yıllarına geldiğimde, bizim
dönemimizde tercih yapılır, puana göre de bir bölüme girilirdi. İktisadi-
Ticari İlimler Akademisi’ni kazandım, isteksiz okula devam ettim, bu arada
evlendim, kızım dünyaya geldi ve bu sürede edebiyat biraz geri planda kaldı.
Sonra edebiyata devam kararı aldım. Okulu terk ettim. Daha
sonra Babıali’de “Sanat Olayı” Dergisi ve Atilla İlhan’la tanışmam benim için
dönüm noktası oldu. Derginin editörü Ülkü Karaosmanoğlu benim çocukluk arkadaşım.
Gazetede çalışıyordu. Atilla Bey’de Karacan Yayınlarında bir sanat dergisi
çıkartmaya karar verince Ülkü ile tanışıklığı oluyor, kadro oluşturmaya karar
veriyorlar. Meraklı yeni çocuklarla çalışalım deyince Ülkü benim bu işlere
merakım olduğunu bildiği için bana söylüyor ve Atilla Bey’le böyle tanışıyorum.
Sanat Olayı Dergisi yazı kurulunda metinleri yazıp, röportajlar yapıyorduk.
İlk röportajlarımdan birini de Can Yücel’le
yapmıştım.
O dönem sayısız yazar Atilla İlhan’ın masasının etrafında
toplanıyoruz. Bu yazarların çoğu bugün edebiyat dünyamızın önemli insanlarıdır.
On yıl çalıştım Atilla Bey’le. Bizi yönlendirirdi. İçimizdeki ışığı bulmamıza
yardım etti. Daha sonra bizleri televizyona da yine Atilla Bey yönlendirmiştir.
Ve ben o ara bir roman yazdım. Ama yazabildim mi hiç emin
değilim, bir toplantı öncesi çok çekinerek Atilla Bey’e uzattım.
“A çocuğum ne zaman yazdın?’ diye sordu.
“Okur musunuz fikrinizi merak ediyorum” deyince, “okurum” diyerek aldı. Hatta
arkadaşlarımda çok şaşırdılar. Derken bir aydan fazla zaman geçti ama Atilla
İlhan’dan kitap ile ilgili ses çıkmadı.
Bir gün dedim ki “Herhalde o kadar kötü
yazmışım ki yüzüme söyleyemiyor. Atilla Bey’in yüzünü görmeden telefonda
sorayım.” Aradım, telefona Atilla Bey çıktı. Romanı sordum. “Okudum” dedi. “Çok
mu kötüydü” dedim. “Olmuş çocuğum hem de iyi bir roman olmuş” dedi. Fransızcada
koşan roman, kaslı roman diye bir tür vardır, benim tarzımın öyle olduğunu
belirtti.
Daha çok diyalog yazmalısın
diye de yol gösterdi.
O an, benim kızımın doğumundan sonraki ikinci büyük
mutluluğumdur. O sıralarda da Varlık Dergisi’ne yazılar yazıyorum. Enver Ercan,
Filiz Nayır vardı Varlık Dergisi’nde. Enver Ercan’a romandan bahsettim. “Yeni
kadın yazarların kitaplarını basıyoruz” dedi. Romanı okudu ve bir hafta sonra
arayıp “basıyoruz” dedi.
1994’te ilk
kitabım Varlık Yayınlarından “Gölgesiz Bir Kadın” ismiyle yayımlandı. Polisiye/
Casus romanları dokusunun içinde görüldü. Ben aslında polisiye yazarı değilim.
Bir kurgu kullanıyorum, bulmaca gibi çözülmesi gerekiyor. İlk kitabım o dönem
içinde güzel de ilgi gördü. Kitap üzerine Ömer Türkeş’in çok güzel yazısı çıktı.
Marka Yayınlarından 2008 de tekrar basımı yapıldı.
“Sarışınım Diye Acı Çekmez miyim Sanıyorsunuz” son
kitabınız. Düşünce partikülleri, monologlar ve diyaloglardan oluşan bir anlatı
kitabı. Okuyucu olarak da zor bir tür. Nasıl başladınız, süreci öğrenebilir
miyiz?
Ben yazı türlerinin hepsini seviyorum ve deniyorum. Deneme
kitabı yazabilir miyim düşünmeye başladım. Ataol Behramoğlu’nun dediği gibi ‘ yaşadıklarımdan
öğrendiğim bir şeyler vardı.’ Bunlardan nasıl bir metin çıkarırım da okuyanlar
için yol gösterici olurum, belki kendilerinden bir parça bulurlar, duygularımı,
düşüncelerimi kristalize ederek az kelime ile çok şey nasıl anlatabilirim diye kafamın
içinde yöntem arayıp durdum. Yaklaşık 5 yılın sonunda bu 80 sayfalık metinler
çıktı. Ama tabi düzenli bir yazma süreci değildi. Farklı zaman ve yerlerde
gelen düşünceleri notlar şeklinde tuttum. Bunlar kısa, şiirimsi metinler oldu. İçerikleri
yaşamla ilgili meseleler, erdemler, kavramlar gibi… Yaklaşık yirmi tane olunca
Feridun Andaç’la paylaştım. Beğendi ve daha çok başlık olabilir dedi. Tabi onun
söylediği kadar olamadı. Ben biraz aceleci bir kadınım aslında gerçi
ayrıntılarda çok boğulmayı da sevmem buna rağmen son olarak yazdığım aşk romanında
da 320 sayfa yazarak sabrımı zorlayarak bu aceleciliğimi yenmeye çalıştım. Dediğim
gibi metinleri şiirimsi vermek istedim. Sonra bir kitap haline dönüşmeye
başladı. Kitaplarım arasında da en sevdiklerimden biri oldu. Kavram ve erdemler
üzerine bir bakış. Atilla İlhan’ın; “Herkes pişman ölür” dizesinde dediği gibi ben
bu kavramlar üzerinden yola çıkarak kendimden hareketle başkalarının da altını
çizeceği cümleler kurmaya çalıştım. Kitapla ilgili çalışırken facebookta Köksal
Erdenoğlu ile tanıştım. Paylaştığı metinler çok hoşuma gitti beni adeta çarptı.
Karşı duran metinleri vardı. Hemen mesaj
attım Köksal’a. Okuyucuya, senin metinlerin ile arada soluk aldırmak istiyorum dedim
ve o da çok memnun oldu.
Seçtiğim
metinleri böylece aralara yerleştirdim. Köksal’ın tanımı ile ‘insana kızgın ama
bir o kadar da sevgi ve şefkat dolu’ metinlerle Köksal’ın metinleri arasındaki
güzel uyumla son halini aldı.
İsmine nasıl karar verdiniz?
“Bir nefes insandı” önce ismi. Etrafımdaki insanlar, dostlarım
başka ismi olsun istediler, kızım kitabın içindeki bir cümle olsun dedi. Sonra
bir akşam kitap okuyorum. Uykuya yakın bir zamanda. Ben gerçek sarışınım, bizim
gençlik dönemimizde gerçek sarışın çok azdı. Sarışınlar sanki zengin olur,
rahat bir hayat sürer diye düşünüyorlardı. Ben acılarımı, sıkıntılarımı çok
dışarıya yansıtmam. Baktım ki bu durum içime dert olmuş, yaşadığımız kayıplar,
hayatta kalma savaşı, yazarlık mücadelesi, var olma mücadelesi, anne babadan öğrendiğimiz
erdemleri yaşatma mücadelesi. Sonra arkadaşım öykü yazmış. Orada hiç derdi
olmayan karakterin adı Piraye! O ismi sevdiği için kullandığını söyledi ama, Piraye
halleder, acı çekmez diye düşündükleri için, O akşam birden “Sarışınım diye acı
çekmez miyim sanıyorsunuz” dedim ve öyle çıktı kitabın adı.
2006 yılından itibaren polisiye ağırlık vererek önce “Ay
Çöreği”, “Cenin ve Ceset” yazdınız. Ve son olarak 2014 yılında “Miralay
Çıkmazı” ile polisiye üçlemenizi tamamladınız. Polisiye yazma kararını nasıl
aldınız?
Şebnem Atılgan’ın “sizin romanlarınızda çok güzel bir kurgu
var, çözülmesi gereken, neden polisiye yazmıyorsunuz” diye sordu bir gün.
Aklımın bir köşesine takıldı, çok güzel bir tespitti. O dönem televizyonlardaki
dedektif tiplemeleri de beni etkiliyordu. Biraz düşünmeye başladım, saf
polisiye olmasın, toplumsal ayağı da olsun diye.
Aklıma mahallelerdeki meraklı kadın tipleri
geldi. Azade böyle ortaya çıktı. Kim gelmiş, kim gitmiş, kim kaybolmuş hepsini
bilirler. Zekidirler de… Camda dururlar devamlı. Erkek dedektifim de Türk bir
dedektif olsun diye düşündüm. Sonra gazetede polis akademili bir çocuğun
okuldan atılma haberini okudum. Ondan sonrası da geldi zaten. Bunların ikisini
aynı mahalleye koydum. Çocuğun polis akademisinden atıldığından ailesinin
haberi yok, her sabah evden çıkıyor. İkisi dedektiflik bürosu kuruyorlar.
Aslında birazda komedi gibi başladı. Azade hamur işlerini de çok iyi yaptığı
için ismi de ortaya çıktı. “Ay Çöreği”. Ben aslında birazda eğlenmek istedim,
okuyucuda eğlensin istedim.
Ömer Türkeş,
çok iyi bir eleştirmendir ve yazarları her zaman destekler. Yine bir yazısında
birinci kitabında dedektiflik bürosunu kuran Şengel, ikinci kitabında
polisiyeye yeni geçmiş ama üçüncü kitapta tam olmuş diye yazınca o noktadan
sonra o defteri kapattım. Çünkü günümüz dünyasında O kadar çok parmak ısırtan,
dehşete düşüren polisiye olay yaşanıyor ki benim yazacağım bunların üzerinde
olmalı diye düşündüm.
Kimleri
okuyorsunuz?
Lise yıllarında bizden yazarları, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, lise
yıllarında Ahmet Hamdi, Yakup Kadri Karaosmanoğlu , Nazım Hikmet, Attila İlhan
daha öncesinde zaten yerli ve yabancı klasiklerin çoğunu okumuştum. Daha
sonraki dönemlerde Atilla Bey’in masasının etrafında toplandığımız bütün yazar
arkadaşlarımın kitapları da dahil, Attila İlhan’ın önerdiği yazarların
eserlerini okudum. Romain Gary bunlardan biridir. Ayrıca modern dünya
edebiyatından romanları da takip ettim. Marguez bunlardan biri. Klasiklerden Dostoyevski’yi
çok severim. Şimdilerde ise Amerikan edebiyatı ve bizden yeni arkadaşları
okumaya onları tanımaya çalışıyorum.
Son okuduğunuz kitap nedir?
Türkiye Polisiye Yazarları Birliği Kristal Kelepçe 2019
jürisindeyim. On altı polisiye kitap okudum ve oyumu kullandım.
Düzenli yazıyor musunuz?
Her zaman düzenli yazdım. Her gün bilgisayarın başında
çalıştım. Son olarak bu kitabım ve teslim ettiğim bir aşk romanı var. Artık
biraz kenara çekilip dışardan bakmak istiyorum.
Yazmaya nasıl başlıyorsunuz?
Önce kafamda yazıyorum. Bir süre kafamda onunla dolaşıyorum.
Bir olay örgüsü ile başlıyorum. Gözlem, gazetelerin üçüncü sayfa olayları,
yakın çevremde olanlar hepsinden etkilenebiliyorum. Bir olayla başlıyorum,
sonra kendimden kattıklarımla kahramanlar ete kemiğe bürünüyor. Kahramanlar
önemli ama asıl romanda kurgu çok önemli.
Aşk romanı yazdım dediniz. Neler bekliyor okuyucuyu bu
aşk romanında, nasıl başladı bu süreç?
Annem beni, kitaplarımı çok desteklemiştir. Mutludur yazar
olmamdan. “Bir aşk romanı yaz” diyordu. Bende “Anne ben aşk romanı yazarı
değilim.” diye takılıyordum. Hayatın farklı yönlerini çok işledim kitaplarımda.
Bu arada annemin hayatı da hem bir anı roman oldu. Hem de ‘Yarım Kalan Mucize’
diye Biket İlhan tarafından filme alındı. Şebnem Atılgan’ın kaleme aldığı romanın
ismi ise “Yarım Kalan Mucize/ Nahide’dir.
Annemin bana “bir aşk romanı yaz, içinde ben
de olayım” telkinleri üzerine sonunda kitabı kaleme aldım. 1915’te başlıyor,
2106’ta bitiyor. Bir çeşit Cumhuriyet panoraması ve üç kuşak kadının aşk hikayleri…
Şimdi romanı Anneme okumaya başladım, çok büyük bir mutlulukla dinliyor ve
beğeniyor. O beğendiyse tamamdır.
Şimdi biraz dışardan bakmak istiyorum dediniz ama var mı
Piraye Şengel’in okuyucuya sürprizleri?
Aslında bir projem daha var. Beni çok heyecanlandıran, mutlu
eden bir proje. Çocuk kitabı. Torunum Fırat’ın maceralarından hareketle yazdım.
Adı “Neşeli Günler” olacak. Ben yazdım, resimleri de torunum Fırat çizdi. Yeni
yılda yayınlanacak.