röportaj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
röportaj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2021 Pazar

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "ÖZGÜR DERELİ"

 

Sizi tanıyabilir miyiz?


Özgür Dereli, 1972 de Giresun’un Bulancak ilçesinde dünyaya gelmişim. Yaklaşık 6 yıl Giresun’da yaşadıktan sonra Antalya’ya taşındık. Çocukluğum ve ilk yetişkinlik dönemim Antalya da geçti. 1987’de başladığım Tiyatro yolculuğum; 1991 de İstanbul’a gelip değerli ustam (huzur içinde uyusun) Cengiz Özyurt’un çocuk tiyatrosunda çalışmaya başlamamla ilk alın teriyle para kazanmama sebep oldu. Cengiz abi’nin en önemli özelliği kendisinin Türkiye ve Balkanlarda ödüller almış bir ilizyonist olması ve bu yeteneğini çocuk oyunlarıyla harmanlayıp ürünlerini bu şekilde sergiliyor olmasıydı. Kendisinin yanında yaklaşık iki yıl çalıştıktan sonra Antalya’ya Devlet Tiyatrosu açılacağını öğrendiğimde Antalya’ya gidip çalışmaya başlamak istediğimi Cengiz abiye söylediğimde onun cevabı;

_ Oğlum gitme burada kal Konservatuara burada hazırlan ben de sana el vereyim yeteneğini geliştir, benim yaşım ilerliyor sen de benim oğlum sayılırsın sen kaldığı yerden devam edersin, hem de eninde sonunda geleceğin yer burası…

Olmuştu. Ama ben inat edip 1993 yılında Antalya Devlet  Tiyatrosunda  Mustafa Avkıran, Mehmet Büyükağaoğlu, Zigrith Zeberich,den aldığımız oyunculuk, dans, diksiyon eğitimiyle 1993 ilk sezonunda Engin Cezzar’ın yöenettiği “ Bir Akdeniz Müzikali- Kadı” oyunuyla Devlet Tiyatrosu sahnesine adım atmış oldum. Ardından 1995 yılında Dokuz Eylül Üni. Güzel Sanatlar Fakültesi’nde oyunculuk eğitimime başlamış oldum. 1999 yılında okuldan mezun olduktan sonra Antalya’ya borcumu ödemek için Devlet Tiyatrosuna geri döndüm. Antalya’da 2003 yılına kadar çalıştım. Bu süreçte Akdeniz Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışma fırsatım oldu. 2001 yılında mezun olduğum okulda yüksek lisans eğitimime başlasam da eğitimimi 17 yıl sonra 2018 yılında afla geri dönerek tamamlama fırsatını bulabildim. 2004 yılında Cengiz abinin söylediği gibi İstanbul’a taşındım. 2014 yılında başladığım İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda oyunculuk kariyerime devam etmekteyim.

Rol aldığınız kısa filmlerde oynamayı kabul etmenizdeki en önemli unsur neydi? Kısa filmlerde oyuncu olarak , oyuncu olarak  oyuncu olarak o filmde rol almanızı etkileyecek unsurlar neler? Kısa filmlerin oyuncu açısında uzun metrajdan bir farkı var mı?

Rol aldığım kısa filmlerde oynamayı kabul etmemde ki en önemli sebep (Mehmet Tığlı ile tanışana kadar) öğrenci filmlerine yardımcı olmak ama bir yandan da bu filmlerde oynarken kendi oyunculuk deneyimimi geliştirebilmekti.  Çünkü her ne kadarda kısa film olsa da sonuçta yapılan iş sinema filmiydi. Benim bu konuda en büyük şansım oynadığım kısa filmlerde başrol oynamamdı. İlla ki gelen senaryolarda seçici olmaya çalışıyordum. Bu tarz filmlerin çok fazla maddi bir karşılığı yoktur. Oyuncu ister istemez oynayacağı role odaklanıyor. Bu yüzden de ben şanslı bir oyuncuyum. Ne zaman Mehmet Tığlı ile çalışma fırsatı buldum o zaman anladım ki kısa filmlerin de uzun metrajlardan bir farkı yok. Tek fark çalışma süresi daha kısa. Mehmet Tığlı projeleri tam bir sanatsallık içerdiği için onun kısa film projeleri bana göre Türkiye de adı önemli yönetmenlerinin uzun metraj  projelerinden bir farkı olmadığını gösterdi.

Bana göre kısa film senaryoları basit ya da geçiştirilecek bir senaryo tipi değil. Uzun metraja göre senaryo konusunda işiniz daha zor. Çünkü uzun metrajda işlediğiniz konuyu ya da hikayeyi anlatma zamanlamanız, altını çizmek istediğiniz durum, oyuncunun rol yapma durumunu göz önünde bulundurduğunuzda bol minütajınız var. Fakat kısa filmde hikaye, rol yapma, konuyu anlatma zamanlamanız daha kısa olduğu için (filmin süresi bakımından) işiniz daha zor. Hikayenizi en kısa zamanda en iyi şekilde anlatmalısınız. Oyunculuğunuzu da en iyi şekilde, en iyi performansla göstermek durumunda olduğunuzdan kısa film çalışması daha zor gelmektedir bana.

Oyuncu seçimine gelince; Mehmet Tığlı ile “ Bir Vapur Masalı” filminde oyuncu olarak çalışma fırsatımın yanında diğer kısa filmlerinde hem “cast direkterü” hem de “oyunculuk koçluğu” yapmak şerefine erdim. Oyuncu seçimi gerçekten çok zor. Kısa filmde oyuncuyu popüler olduğu için seçme şansınız yok. Tek şansınız var “role uygunluk, en iyi performans, bu kısa süre içinde hikayenizi en iyi oynayacak oyuncu” bağlamında bu kişiyi bulmak. Yani kısa filmde en büyük belirleyiciniz role uygunluk ve liyakat. Kısa filmde oyuncu seçiminde popülist yaklaşımlar çeken yönetmen bakımından dezavantaj , ben bu oyuncuyu tanıyorum nasılsa yapar, oynar tadında yaklaşan yönetmen emin olun kaybeder. Çünkü bir kısa film çekiyorsanız ve filminizi yurt dışında festivallere yollamak istiyorsanız emin olun bizim ülkemizde ki gibi filmde kim oynamış diye bakmıyorlar. Film nasıl çekilmiş, hikaye nasıl dile getirilmiş, oyuncu performansı –kim olduğuna bakılmadan- konusunda değerlendiriliyor. Bir handikap da filmde popüler oyuncu varsa işinize çok karışıyor yönetmeni hafife alıp onun doğrultusunda hareket etmeyip filmi kendi oyunculuğu içinde evriltme durumuna giriyor, bir nevi yönetmeni olumsuz etkileyebiliyorlar.

Oyuncu olarak kısa film çekimleri sırasında yaşadığınız zorluklar oluyor mu?

Oyuncu olarak böyle bir zorlukla karşılaşmadım. Aslında zorlukla karşılaşmak sizin beklentilerinizle alakalı. İşin özü kısa filmde size “ aşk bahçesi vaat edilmiyor”

Türkiye’de ve dünyada kısa filme bakışı oyuncu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Oyuncu bakımından Türkiye de kısa filmlere bakış açısı çok fazla hafife alınmış durumda. Yani basit karşılanıyor. Oyuncu adına kısa film kültürümüz yok maalesef. Bunun nedeni kısa film dediğimizde öğrenci filmi diye bakılmakta bu nedenle kısa film hafife alınmakta. Dünya da ise kısa film tam anlamıyla bir sanat mantığında görüldüğünden oyuncu gözünde bir uzun metraj neyse kısa film de aynı şekilde görülmekte.

Türkiye’de kısa film bazı yönetmenler açısından uzun metraj için bir basamak olarak değerlendiriliyor. Oyuncular açısından böyle bir değerlendirme söz konusu olabilir mi?

Kısa film bende bir oyuncu olduğum için hiçbir zaman uzun metraja yükselme basamağı olarak görülemez. Çünkü ikisi de bambaşka tarzlar. Evet kısa film oyunculuğu diye bir tarz ya da oyunculuk yaklaşımı olmamasına karşın ikisi de farklı tarzlar oyunculuk adına benim için.

SON OLARAK:

Mehmet hoca benim kısa filme bakış açımı değiştirmekle kalmadı oyunculuk bakış açımı, oyuncu yaklaşımımı da olumlu yönde etkileyerek bunu bir üst seviyeye taşıdı. “Bir vapur masalı” filmi ile ABD den iki tane en iyi erkek ödülü alma fırsatım oldu. Bu aldığım ödüller benim oyunculuk bakış açımda “ oyuncunun ne söylediği değil rolünü ciddiye alıp nasıl performans gösterdiği”  değişmesine katkı sağladı. Bunun nedeni oyuncular genel olarak  tiyatroda ya da filmde metne bakarak ne kadar repliğim var diye bakarlar, replik az ise bu onun performansını olumsuz yönde etkilemektedir. Ama bir oyuncu bilmelidir ki hikayede ne kadar kilit noktası olduğu. Seyirci ne kadar çok replik söylendiğini izlemez düğüm noktalarını, hikayenin açarlarını ve onu etkileyecek duygularına hitap edecek en ufak bir tebessümden etkilenir.                                            

              

7 Temmuz 2021 Çarşamba

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "MEHMET TIĞLI"

 

                                                       


-Sizi tanıyabilir miyiz?

1970, İstanbul doğumluyum. Sinemayı çok seven bir ailenin içinde doğdum ve büyüdüm. 1950’lerde annem Beşiktaş’ta yeni gelen hiçbir filmi kaçırmayan sinemasevermiş.  Ben Kadıköy Acıbadem’de açık hava sinemalarında, tahta sandalyeler üzerinde film seyretme şansını yaşadım.  İlk hatırladığım film, açık havada seyrettiğim “Hababam Sınıfı” idi.  Abim ve ablamda  çok meraklıydı sinemaya, onlarla   “Guguk Kuşu”” gibi sanatsal filmlere giderdik, böylece sinemanın sanatsal boyutunu erken yaşlarda bu şekilde keşfettim. Bir dönem  seyrettiğim filmin eve gelir devam senaryosunu yazardım. Sonra üniversitede sinema okumak istedim ama yaşadığımız zamanlarda ailem ne kadar sinema ile ilgili olsa da başka bir meslek seçmemi istedi ve İşletme Bölümü’nü seçtim. Ama sinemadan hiç kopmadım. Marmara Üniversitesi’nde 1989 yılında ilk defa “Türk Filmleri Festivali” yaptık. O dönemin popüler filmlerini getirdik. Arkasından oyuncular ve yönetmenlerle söyleşiler hazırladık. Macit Koper, Nur Süer, Tunç Başaran’ı ağırladık. Sonrasında İfsak’ta sinema atölyesine yazıldım. Çok iyi kadrodan dokuz  hafta eğitim aldık. Kimler vardı; Bilge Olgaç, Aytekin Çakmakçı, Hilmi Etikan. Hilmi Etikan, kısa film ustasıdır, duayen, kısa filmi Türkiye’de yayan kişidir. Sinema Teorisini, Işıl Özgentürk’ten, yönetmenlik dersini Bilge Olgaç’tan aldım. Pek çok şeyi yerinde gidip gördük. Dijital sinemada yoktu, her şey manuel, zaman maliyetinin , fiziksel maliyetin çok yüksek olduğunu zamanlar.  Sonrasında da 1992 yılında “Orhon Murat Arıburnu Sinema- Edebiyat Yarışması” vardı. O yarışmada birincilik aldım. Orhan Oğuz, Macit Koper, Şerif Gören vardı jüride. Sinema ütopyasıydı aslında yazdığım. İsmi  “Siyah Perde”.  O ödül beni çok motive etti. 93 yılında tekrar katıldım. İkincilik ödülü aldım. O dönemin popüler yapımcısından  teklif geldi. Ben çok sıcak bakmadım projeye ve uzun süre sadece izleyici olarak devam ettim sinemaya.

-Kısa film çekme kararını nasıl aldınız?  Kısa film hazırlık ve çekim sürecinde sizi neler zorladı? Hazırlık süreçlerinizi anlatır mısınız? 

 2004 yılında “Orhon Murat Arıburnu Ödülleri” için jüri olma teklifi geldi. Orada genç kuşak yönetmen arkadaşlarla tanıştım. Elimde çok iyi senaryo vardı ve  Hüseyin Alemdar çok ilgilendi. Cast belirlendi, okuma provası başladı. Dijital sinema da olmadığı için maliyeti  yüksek olacağı için askıya aldık, o projeyi. 2010 yılında “Sayılamayan Yıldızlar” adlı öyküm ile  İş İnsanı  Nurdan Tümbek  ilgilendi. Gökyüzündeki takım yıldızlarından etkilenmiştim yazarken. Fantastik bir kitaptı. Orada” İkiz Yıldızlar”  diye bir öykümü, ilk  filmim olarak onun yapımcılığımda hayata geçirdik. Kitlesel fonlama yaptık. Benim için amatör diyebileceğim ilk filmim. İlk defa kameranın arkasına geçtim. İlk olmasına rağmen çok büyük başarılar elde etti. Bu bana ileride yapacağım işlerim içinde umut verdi.

2016’da da aynı kitaptan başka bir öyküye film çektim. “Yüksek Kalori”, obez bir çocuğun ebeveynleri ile yaşadığı çelişkileri komedi tarzında anlatıyor. Sanal ilişkiler, internette tanışılan arkadaşlıklar vardı.  Ayla Algan, Doğa Konakoğlu ile çalıştım. Doğa  komedi oyuncusu idi  ama filmde çok iyi dram oynadı ve ödül aldı. Bu film sayesinde Ayla Aygan’la çok güzel dostluğumuz oldu halen devam eden.

 “Bir Vapur Masalı” ve sonrası benim için  farklı dönemdir, kırılma noktasıdır.  Kemik, güzel bir ekip oluşturdum o dönem.  Ben film çekerken her şeyle bire bir ilgileniyorum, o hazırlık heyecanını da çok fazla yaşıyorum.  Hatta besteyi alıyorum,  sonra stüdyoya giriyorum, belli yerlerde müdahale ediyorum, neyse ki anlayışlı müzisyen arkadaşlarla çalışıyorum. Böyle olunca filmin müziği de iyi oluyor, içime siniyor. İlk filmlerimde müziği biraz fazla kullandım.  Bazen film müziği  filmdeki duyguyu öldürüyor. Görüntüyle veya oyuncuyla vermek istediğiniz duygunun önüne geçiyor. Son dönem filmlerinde daha minimal, kararında kullanıyorum. Hatta “Çınar”  filmimde sadece finalde müzik var. Tamamen ortam sesi. Türkiye’nin en iyi ses teknisyenlerinden Erdil Semiz’le çalıştım. Ortam sesiyle duyguyu aktarabildik.

“Bir Vapur Masalı”, gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Bu olayı aynen bir vapurda yaşadım, vicdan muhasebesi yaptım ve  bu hikayeyi hayata geçirmek istedim.  2018’in soğuk bir Şubat günü-bunu bilhassa tercih ettim, olayı yaşadığım günde öyle bir gündü- oyuncularda o soğuğu hissetsin istedim gerçek kahramanlar yaşadıysa- iki gün boyunca başarılı çekim süreci geçirdik. Ama öncesi, izin alma süreci zordu.  Sirkeci- Adalar hattında çektik. Normalde Karaköy- Kadıköy hattında yaşamamıştım ama süre açısından zor olacaktı bizim için. Sürekli yolcu değişecekti ve bu harekette filmin dokusunu bozacaktı. 2 gün sürdü çekim  ve sonuçta içime sinen bir iş oldu. Yüksek ses kullandık özellikle. Senaryoyu bir günde yazdım. Benim mentorum  İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın  Baş Dramatürü Hilmi Zafer Şahin. Yazdığım  bütün senaryolarımı önce ona okuturum. Okudu ve çok etkilendi. Daha önceki senaryolarda düzeltmeler  yapmıştı. Bunda düzeltecek bir yer bulamadı. Aslında otizm birçok filmde konu edildi ama bu filmde ters köşelerimiz oldu.

Daha sonra kurmaca bir hikayem vardı. Gazete haberlerinden gördüğüm, etkilendiğim ölüm, yas, aile içi iletişimsizlik, kadına  yönelik psikolojik şiddetinde olduğu bir hikaye. 2019 Ocak ayında  “Spizella” Türk- Alman ortak yapımı olarak çekildi.  61 tane ödülü var. Türkiye’de kısa film tarihinde en çok ödül alan film. Dünyanın farklı ülkelerinde yarıştı.

Spizella’nın bu başarısı ile durmadım. Alzhemier konusunu ele aldım. Sabah işe giderken ATM’lerde bir amca gördüm 70’li yaşlarında. Tuşlara gelişi güzel basıyor ve bu şekilde Üsküdar iskeledeki bütün ATM’leri gezdi. Çocuk gibiydi, benim ailemde de olduğu için alzhemier olduğunu anladım. “Çınar” filmi de böyle ortaya çıktı. Senaryoyu da 1 saatte yazdım ve  2019 Kasım ayında  14 dakikalık film çektik. Çınar ağacının yapraklarının döküldüğü zamanı tercih ettim. Kurumuş olması gerekiyordu, metafor açısından. 119 seçkisi, şu anda da 49 ödülü var.

“Refuge”, Suriye ve Iraklı İki mültecinin hikayesi. Gerçek hikayelerden yola çıkarak yazdım senaryoyu. Bu filmde  amaç şuydu benim için; “Ötekileştirme vardır hepimizde “bu kıyafet yakışmamız” deriz en azından. Burada da yabacılar üzerinden yapılan ötekileştirmeyi işledim. Üniversite mezunu bir Suriyeli, beyaz yakalı, yabancı, lgbt.

-Aslında yukarıda konuştuk ama çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor?

 Görmek istemediklerimiz aslında senaryolarımın çıkış noktası. Birebir yaşadığım olaylar, gazetede okuduğum haberler, tanık olduklarım çıkış noktası oluyor ve bu şekilde senaryo- film ile  hayata geçirmek istiyorum.

Bugüne kadar yaptığım iki film “Çınar” ve” Bir Vapur Masalı” Uluslararası Tıp Konferanslarında da gösterildi. Çok büyük övgüler aldık.  İki filmde de tıbbi açıdan hata yapmamak için çok çalıştım, destek aldım. Emek verilen senaryo ve filmlerinin böyle önemli alanlarda kullanılması da benim içinde ayrıca gurur kaynağı tabi.

                                                               


-Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu?

Aslında yazarken oturuyor. Oyuncu için rol yazmak değil de yazarken şu karakter şu oyuncu tarafından oynansa iyi olur diyorum.  Şehir tiyatrosu kadrosundan bakıyoruz öncelikle. Egosuz oyuncularla oynamak en büyük şansım. Ayla Aygan çalışmaktan en zevk aldığım sanatçılardan biri,  ablam benim. Bir çok oyuncu da gönüllü oynuyor, ücret almak istemiyorlar ama ben emeklerine saygı duyduğum için ödeme yapıyorum.  Ama kısa film bağımsız olduğundan oyuncular oynamayı kendileri tercih ediyorlar. Oyuncular içinde kendi oyunculukları sergileme açısından bir alan oluyor.  Karakterlerimde farklı olduğu için dizilerden ve ana akım sinemadan oyuncular tercih ediyorlar rolleri.

-Yeni projeleriniz, uzun metraj film çekme  planınız  var mı?

Şu ortamda düşünmüyorum, ama pandemiden  dolayı değil, Türkiye şartlarında düşünmüyorum. Bu bir eleştiri. Türkiye’de film çekeceğiniz duyulduğunda herkes başınıza üşüşüyor. Eğer bir yerlerde tanıdığınız yoksa sizden baya baya haksız kazanç elde edilecek meblağlar isteniyor. Her yerden biri gelip sizi çekim esnasında rahatsız ediyor. Bunu bütçesiz kısa film çekerken bile yaşadım. Ne zaman Türkiye’de sanatçıya hak ettiği değer, destek verilir, devlet  desteği hak eden projelere dağıtılır, gerçekten işletmeler ticari kazanç gözetmeksizin sanatsal projelere inanarak sponsor olurlarsa uzun metraj çekerim.

 Yeni kısa film projem var, akıllı telefonla çekeceğim filmi. Filmin hikayesi gereği de öyle olacak. Dünyada da var örnekleri bunun. Şimdi onun çalışmalarını yapıyorum.   

-Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

Kişisel tercih tamamen. Uzun metraj olarak çıkmış biriyim. Kısa filme daha ısındım. Çok önemli yönetmenler kısa filmler çekiyor, bu da beni motive etti. Kısa filmin bir yaşı, ön koşulu yok.

-Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin tanıtımı ve devamı için?

Festivaller yeterli. Organizasyon açısından sıkıntılar var. Bunu çok fazla yurtdışında festivale katılan biri olarak söylüyorum.  En büyük sıkıntı iletişim. Yine önemli kısa film festivali, iki filmimin  seçildiğini bana mail atmıyor. Ve ben tesadüf öğrendim. Böyle bir şey olamaz. Seçilen filmin maili göndermiyor. Seçilmeyince dikkate alınmıyorsun ama bu başka, iletişim konusunda zayıf kalıyor bazı festivaller.

Bu arada gençlere en önemli tavsiyem ilk başta ücretsiz olanları tercih etmeleri. Özellikle öğrenci festivalleri ücretsiz. Bazı film festivallerinin katılım ücreti çok zorluyor

- Meslek hayatınızda kısa filmi nasıl görüyorsunuz?

Yarı profesyonel olarak görüyorum. Öyle görmemim sebebi para kazanamıyor olmak. Kısa film yapısı gereği öyledir, hiçbir zaman tam profesyonel olamaz. Benim için meslek ama para kazandırmayan bir meslek.

-Son olarak sinema alanında sizi etkileyen filmler, yönetmenler hangileri?

Ben ne kadar yenilikten bahsetsemde klasikçiyim. Alfred  Hitchcock, John Ford,  Federico Fellini, Pier Paolo Passolini,  Lütfi Akat, Metin Erksan, Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan,  film üzerinden söylersem, Pelin Esmer “İşe Yarar Bir şey”, Emin Alper “Kızkardeşler”, Tolga Karaçelik “Kelebekler”

17 Şubat 2021 Çarşamba

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "BURAK KUM"

 

                                                             


İlk kısa filminiz “Yolcu”yu 2010 yılında çektiniz.  Kısa film çekme, bu sektöre girme kararını nasıl aldınız?

Kamu Yönetimi Bölümü’nde okurken bir yönetmen ismi çok geldi kulağıma.  Ahmet Uluçay diye. Merak ettim önce çektiği  filmi izledim sonra Uluçay hakkında bir belgesel izledim. O imkansız şartlarda bir şeyler yapmayı başarmış çok iyi bir yönetmendi, örnekti.  Bizim jenerasyonumuzda böyle bana göre. Uluçay çok zor şartlarda sinema aşkı ile başlamış ve zor şartlarda bir film bitirebilmiş biriydi. İlham oldu diyelim Ahmet Uluçay’ın kararlılığı, mücadelesi.  Benim de sinemada anlatmak istediğim hikayeler, senaryolar vardı.  Bu ikisi örtüşünce zaman perdesini çektim aradan. Sonra o yola girdim.

Anlatacak hikayelerim vardı dediniz.  Bunun temeli neydi?

Hikayeleri devamlı düşünüyordum. Okul kantininde arkadaşlarıma anlatıyordum. Belki zorla, belki severek dinliyorlardı ama ben severek heyecanla anlatıyordum. Sonra sonra hikaye nasıl anlatılır, çekilir ustalardan dersler alarak  öğrenme süreci başladı

 Nasıl bir süreçti bu öğrenme  süreci?

O uzun ve zahmetli bir süreçti. Hani bir mabedin kapısında keşişler içeriye girmek için bekler ya öyle bir sabır. İşi öğrenebilmek adına mesleğin çok farklı alanlarında çalıştım, sesçilik yaptım mesela. Kademe kademe ilerliyorsunuz.  İlk filmim 2010’da çektim ama 2003’te karar vermiştim çekmeye.

                                                           


İlk kısa filminizi çekerken yaşadığınız zorluklar nelerdi?

Ben şuna inanıyorum; “şartlarım iyi olduğunda film yapacağım, istediğim oyuncu, istediğim senaryo, istediğim kamera, teknik ekipman olunca çekeceğim” dediğinizde o iş yürümez. Öyle ütopik bir dünya yok... İmkanlarımız ile isteklerimizin bir dengesi olmalı… Elde ne var. Evet bir arkadaşımdan alabileceğim kamera var. Aynı sinemaya tutkun senin gibi oyuncu arkadaşların var. Ses alabileceğin aparat var mı? Benim yoktu. Ses alamadım, ama pes etmedim. Sessiz çektik sonra ses efekti ekledim.  Anlatı yolunu o anda öyle yapmalıydık. Ses alamıyoruz, bu filmi çekemeyeceğiz demedik. Ses alamıyorsak senaryomuzu ona göre uyarladık. Şu anda çok mutluyum o işten mesela.

Daha sonraki dönemler de şartlarda neler değişti?

Daha sonraki senelerde şöyle oldu. Mesleğe girince şartlar biraz değişti, olgunlaştı. Şöyle ki daha kolay ekipman bulur hale geliyorsunuz. Seneler içinde kendinizi geliştiriyorsunuz o büyük avantaj sağlıyor. Ama dönüp baktığımda o zorluklara, bazı zorluklar aynı biçimde devam ediyor. Mesela pandemi sürecinde oyuncu bulamadım ama vazgeçmedim, annem ve babamla çalıştım.

Aslında yapmak istemekle alakalı değil mi, sorunlar bir şekilde halledilebiliyor?

Hallediliyor ama o tapınakta, kapıda bir süre beklemek sıkı sıkıya çalışmak gerekiyor. Onu yaşamadan, mesela ben çok görüyorum., nasıl yapıyorlar şaşırıyorum. Adam, herhangi bir şey çekiyor. Ünvanı hemen yönetmen oluyor sosyal medyada, arkadaş çevresinde. İlginç buluyorum.  Sonrası da olmuyor zaten. 

“Yolcu” kısa filminizden sonraki çalışmalarınız hakkında bilgi alabilir miyiz?

On tane kadar kısa filmim var. Bunlardan iki tanesi Türkiye’de henüz gösterilmedi. Festival gösterimi bekliyor.

 “Nöbetçi” isimli belgesel film yönetmenliğiniz var.  Belgesel yönetmenliği ve kısa filmin yönetmenliğini farkları nelerdir? Aslında yönetmenliği böyle  kategorilere ayırabilir miyiz?

Meslek tanımı olarak ayırım yapmayı doğru bulmuyorum. Yaklaşımları birbirinden faklı, prensipleri değişiklik gösteren iki kategori. Aslında kişinin ilgi alanı,  yöneldiği profesyonel alanı belirliyor. Şöyle ki, kısa film çekerken prodüksiyon aşamasında çok büyük uğraş içindeyken belgeselde bu uğraşınız daha rahat geçebilir. Belgeselde görüntüleri ayıklama süreci uzun sürerken kısa filmde bu aşama genellikle daha kısa olur. Aslında belgesel, belgesel içinde çektiğiniz kişileri yönlendirmeye çok müsait bir alan değil. Amacımız; şimdiye ve geleceğe, daha önce filme alınmamış bir belge, bırakmak olmalı. Belgenin içini boşaltmak ya da değiştirmek olmamalı, hele bir de görsel kaygılarla yapılınca, o işte tam bir felaket. Kısa film için bu tamamen farklı. Yönetmen her şeye müdahil olmalı. İkisi arasında uçurum derecesinde fark var bu anlamda. Yönetmen yönetmendir. Sinemacı diyelim. Sinemacı sinemacıdır. Her alanda kendini var etmeye çalışır. O yüzden de kısaca tanımları spesifikleştirmek yerine daha tümel tanımlar koymayı doğru buluyorum.  Prensipleri tamamen faklı iki alan.

“Evden Uzak”,” Kibritçi Kız” dan uyarladığınız filminiz. Filmlerinizin, senaryolarınızın çıkış noktasını öğrenebilir miyiz?

“Evden Uzak” özel bir proje benim için. Şöyle ki uzun metraj projemin yapılabilirliğini test yaptığım bir proje.  Bir uyarlama senaryosu yazdım. O senaryoyu bu teknikte, bu görsel tarzda yapmak istiyordum. Ama benim önce bir kısa filmle, daha minimal, bütçesini karşılayabileceğim bir durumda denemem gerekiyordu. “Kibritçi Kız” öyle çıktı. Şunu söylemeden geçmeyeyim; kameranız olmaya bilir, teknik şartlarınız olmayabilir ama ekip birinci şart. Ekibinizin olmadığında hiçbir şey olmuyor. “Evden Uzak” tamamen ekip işi. Ekiple voltran oluşturuyorsunuz. Ekip, film yapma gücünüz oluyor. Etrafınızda doğru insan buluyorsanız, onlar size yönetmen diyorsa- yönetmen ünvanı öyle gelmeli bence- ancak o zaman güzel işler çıkıyor ve birlikte güzel şeyler başarabiliyorsunuz.

Ekip demişken, kısa film veya uzun metrajda ekip oluşturma da farklar oluyor mu?

Bence kısa filmle uzun metraj arasındaki farklardan biri şu; kısa filmde daha minimal bir bütçe ile çalışıyorsunuz genel olarak. Yurtdışından bağımsız olarak bunu söylüyorum. Kısa film bütçeleri, Kültür Bakanlığı’nda ön gördüğü referansla söyleyebilirim; kısa filme 20 bin gibi bir bütçe çıkarıyorsa uzun metraja, altı yüz bin, yedi yüz bin gibi veya iki milyon bütçe çıkıyor. Buradan şeyi anlayabiliyoruz aslında, ekibin ne kadar geniş, büyük olacağını belirleyen durum tamamen ekonomik şartlar oluyor. Yoksa gönül ister ki bütün kısa filmlerde tüm ekip çalışabilelim.

Kısa film, uzun metraj için bir basamak olabilir mi, ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Kısa film şöyle bir alan aslında, kendini deneme, anlatmak istediğini anlatma özgürlüğünü bulabildiği bir alan. Çünkü, çoğunlukla söyleyebilirim, Türkiye’de, kısa film festivalleri yapılıyor ama bilet satışlı bir gösterim çok az. O yüzden ana akım sinemasından bağımsız olarak yönetmenler kendilerini, hikayeciliğini denemek ister. Onu ana akımda bulamadıkları için kısa film onlar için çok daha özgür bir alan. Film yapımcılarının da onları keşfetmeleri için bir fırsat bence . Mesela “Testere” filmi kısa filmdi, daha sonra uzun metraj olarak çekildi. 

Ben de keza uzun metraj yolculuğunda olan bir filmimi denemek adına böyle bir karar aldım. Ancak bundan bağımsız olarak bir çok film çekmişimdir hiç uzun metrajı düşünmeden. Tamamen katı cümle kurmak da yanlış. Yöntemlerden biri. Şunu diyebiliriz, bir yönetmen anlatmak istediği hikayesini orada çok özgürce anlatma imkanına sahip. Kısa film, prensiplerinden bahsedeceksek, konu itibari ile alanı, bütçesi itibari ile yaygınlığı itibari ile daha spesifik bir alana hitap ediyor.

Oyuncu seçiminde iş kısa film olunca zorluk çıkıyor mu?

Bazı oyuncular var ki çok sıcak bakıyor, bazı oyuncularsa yanaşmıyor.  Bazıları canı gönülden, bazılarının aklının ucundan geçmiyor. Bu birazda oyuncunun karakteri ile ilgili. Acı bir şey söyleyeyim. Festivaller filmin seçilmesi kararında ünlü oyuncuya pozitif bir ön yargı ile yaklaşıyor.  Ünlü oyuncu, filme ilgiyi artırıyor. Bunun da festivalin büyümesi açısından önemli bir rol oynadığı düşünülüyor.  Kültür Bakanlığı’ndan destek alan bir filme oyuncu da daha sıcak bakabiliyor. Sponsor bulunca da oyuncuyu ikna kolay oluyor. Bir diğeri ise, elinizdeki iyi senaryonuzu, oyuncuya iyi aktarabilirseniz vakit buldukları ölçüde sorun çözülüyor. 

Kısa film çekerken oyuncu ile bazı problemler yaşanabiliyor, şöyle ki, senaryo çok kısa bir metin olduğu için karakterin öncesini ve sonrasını anlatmak bir zaman işi oluyor benim için

Kısa filmi, meslek hayatınızda nasıl bir yeri var?

Kısa film benim nefes alma biçimim.  Kendi hayatımı idame ettirmek için reklam ve animasyon işleri yapıyorum, onlardan da zevk alıyorum.  Ancak kendimde kısa film yapma mecburiyeti hissediyorum.  Bunu buna şöyle örnek verebilirim. Dalıyorsunuz denize sonra çıkıp nefes almak istiyorsunuz. Dalma anı gibi yaptığınız işler. Kısa filmler olmasa boğulur giderdim.

Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin tanıtımı ve devamı için? 

Aslında festivaller yeterli. Bence sayıları fazla bile. Aslında festival değil festivalde yönetim sorunu var. Bazı jüriler film dünyasından çok uzak. Sette nefes solumamış, hikayeciliğin ne demek olduğunu bilmeyen insanlar. Bu da  ülke sinema sanatının gelişmesinin önündeki en büyük engel. Festivallerin, jürilerin küçük bir kısmını ayırarak söylüyorum bunu.

Senaryolarınızın çıkış noktaları neler oluyor?

Ben neden besleniyorum.  “Evden Uzakta” filmimde uyarlama yaptım, yeni kısa filmim “AbsürdAdam”ı, Camus’un Sisifos Söyleni’nden esinlendim. Ben de, bir fikrin çekilebilmesine karar verme süreci, kalbimin sesi ile başlar. Kalbimin sesi müziğe dönüşür. İşte bu düşünce ve bu his, onun oluşturduğu armoni etrafında şekillenir. Sonra sinopsis ve senaryo gelir. Ona uygun yapım koşulları ile de şekillenir.

Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler, meslek hayatınızda size etki eden  yapıtlar var mı?

Aslında çok var ama şöyle bir durumda var. Kafamda bir liste yapıyorum. Bir gün çok sevdiğim bir yönetmeni ertesi gün tamamen unutabiliyorum. Yani kafamızda kurduğumuz listelere inanmıyorum.

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "SARA MOUSAVİ"

                                                           



-Sizi tanıyabilir miyiz?

Ben Sara Mousavi, 29 yaşındayım, İran’da doğdum ve büyüdüm, iki yıldır Türkiye’de yaşıyorum, ilk olarak Grafik Tasarım ile Sanat okumaya başladım, sonrasında Görsel İletişim lisansımı aldım. İlgim olduğu için stajer olarak bir ajansta kurgu öğrenmeye başladım ve bir yıl sonrasında, yüksek lisans yapmak yerine, (Iranian Youth Cinema Sociey) sınavına girdim ve orada (Filmmaking) olarak eğitim almaya başladım. Mezun olduk ama ekip olarak hocamıza ısrar ederek eğitime farklı mekanlarda çalışarak devam ettik. Senaryo kursları, profesyonel yönetmenlik eğitimi, film eleştirisi kursları devam etti. Başarılı yönetmenlerin tüm filmlerini analize ederek, çok şeyler öğrendik.

-Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz,  bu yola giriş sebebiniz neydi?

Ben sanat yapmayı seviyorum, nedense hiçbir zaman sanattan hariç hiç başka bir şeyi cazip bulamadım, grafik ve görsel iletişim okurken, fotoğrafçılık dersimizde hocamız foto roman istemişti bizden, o gün foto roman için senaryo yazdığımda ve story board çizdiğimde, ilk kez kurgu yaptığımda iki gün uyuyamadım.  Ama bol enerji ile ödevimi teslim ettim. O gün yolumu keşfedip devam o yolda ettim.  5 sene geçmesine rağmen, hiç hissim değişmedi ve çok memnunum.

İran’da sinema okumak için üniversite ve dernek olmak üzere iki seçenek var. Dernek genelde 70% tecrübe ve 30% teori üzerine ilerliyor ve en iyi yönetmenlerimiz (Asghar Farhadi gibi) oradan mezun olmuştur. Orada eğitim alırken bir hocamız (Senaryo hocamız) çok iyi bir ekip oluşturdu. İlk filmlerimizi çekmeye başladık. Hocamız senaryoyu, kağıtta kabul etmiyordu, en kısıtlı imkanlarla, telefon vs film olarak göstermek zorundaydık, o nedenle ilk filmlerimizi daha yönetmenlik dersimiz başlamadan çekmiş olduk ve o işler sayesinde hep birlikte büyüyerek, team work öğrendik. Tüm hikayeler ya  kendimiz hakkında olmalıydı ya  hayatımızdan bir bakış ya da ilginç gördüğümüzolaylar. Bu heyecanları da yaşadıktan sonra kariyerime bu yolda devam etme kararı aldım.

-Sinema  kariyerinizi öğrenebilir miyiz?

 İran’da kısa film yönetmeni olarak çalışıyordum, kısa belgeseller ve tanıtım videolar yaptım. Türkiye’ye kariyer ve bilgilerimi geliştirmek için geldim ama maalesef burada sanat filmleri ve benim sevdiğim tarz sinemaya  çok değer verilmediğini  fark ettim. Aslında hayal kırıklığı yaşadım ama geldiğimden beri videoğrafer olarak çalışıyorum.

- Kısa film hazırlık ve çekim süreçlerinde sizi neler zorluyor? Hazırlık süreçlerinizi anlatır mısınız?

Closer & Feel you (İran 2015 ) filmi kendim telefonla çekip, kendim kurguladım ve en yakın arkadaşımı oynattım. "Feel you" için o dönemde "creative filmmaker" olarak başlık aldım ve dört uluslararası ve ulusal festivale katılabildim, iki festivalde semi finalist oldum.

 Eğitim sonunda proje olarak “ Before Sunrise” (İran 2016) filmimi çektim. Bu sırada artık en ilgi duyduğumuz hikayelerden senaryo yazıyorduk. İlk defa 10 kişilik bir ekip ile çalıştım ve hikâye köyde geçtiği için çok büyük bir challenge oldu. Köy dilini bilmediğim için destek istedim ve zor günler geçirdik ama çok büyük bir tecrübe kazandık. O günler yönetmenliğin gerçek zorluklarını ilk defa yaşadım. Oyuncularda  her zamanki gibi deneyimli değildi, ekiple iletişim kurmak, hem çok yakın arkadaşlar hem proje süreci olduğu için  herkesi doğru şekilde yönlendirmek çok büyük bir deneyimdi.

Return from Halfway (İran 2018)  Bu filmi çekmek için ilk defa çok uzun süre zaman ayırıp  sanatta en sevdiğim tür olan  surrealizm  tarzına göre  senaryo yazdım ve en yakın arkadaşımla birlikte çalışıp, bütçeyi ayırabildik. En büyük yaptığım hatayı profesyonel oyuncu seçmeyerek yaptım. Bu film beni başka bir insan yaptı diyebilirim. Bizim ekibimizin gücünün  bütçesinin  ve imkanlarının  çok çok fazlasıydı ama  herkes tüm gücünü kullanarak emek verdi. Son planı çektiğimizde, tüm ekip sokakta bayılmıştı ama güzel sonuçlarla beraber gurur verici  bir çalışma oldu. Return from Halfway sayesinde İran’daki en iyi festivallere gidebildim hayatımdaki çok değerli varlıklarımdan biridir.

“Couchsurfer” (Turkey 2020) Son filmimi İstanbul’da çektim ve inanılmaz zorluk yaşadım, işimden izin alamadığım için istifa etmek zorunda kaldım, bazı sebeplerden dolayı film bir kez 20 gün ertelendi. Yabancı olduğum için dezavantajlarım ve avantajlarım oldu. Ama mutsuz değilim. Çok memnunum ve yine de ne zaman gücüm varsa, kendime geliştirmek için ve güzel bir sanat çıkartmak için elimden geleni yapacağım.  Kendi ekibimizden en yakın arkadaşlarım ses ve görüntü için Irandan yardıma geldi ve çok iyi iki oyuncuyla tanışmış oldum. Bu filmimi kendime çok yakın hissediyorum. Umarım iyi sonuçlar alabiliriz.

-Kısa film, uzun metraj film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

 Benim  şahsen film çekmekten amacım, kafamın içindekileri göstermektir, hayatta çektiğim zorluklar karşısında susma durumda kaldığım zamanlar oluyor ve bu benim yazmama sebep oluyor. Eğer bir gün güzel bir hikayem varsa ve daha uzunsa kesinlikle çekerim. Bence eğer çekeceğimiz hikayemiz kısaysa kısa veya uzunsa uzun olmalı. Amaç sadece "film çekmek" olmamalı.

- Kadın  yönetmen olarak Türkiye’de ve İran’da bu alanda çalışmanın zorlukları nelerdir?

 İran’da çok güzel ve sağlam bir çevrem vardı, herkes sinemaya aşık ve birbirimize destek olan bir gruptuk. Hep beraber çalıştık. Buraya geldiğimden beri, sürekli çevre yapmaya çalıştım ama burada benim gördüğüm kadarıyla ya sinemacılar finansal sebepler için çevre yapar veya kadın olduğum için başka konuları giriş yapmak ister. Benim dezavantajım, burada üniversitede okumamaktı. Oralarda daha sağlam ilişkiler kurup  gerçek sinema aşkıyla buluşmuş insanlarla tanışmış olabilirdim diye düşünüyorum.

-Türkiye’de  ve İran’da kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Biraz daha genellersek Türkiye- İran ve Dünya’da kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz?

 İran’da kısa film çok değerli. Yapımcılar sürekli festivallerdeki  başarılı olan  kişileri keşfedip, İran sinemasının  geleceğini düşünüyorlar. Festivaller çok kaliteli, filmler çok çok başarılıdır. Ben çok yetenekli, hayal gücü ve cesareti yüksek olan kişiler tanıyorum bu festivallerden  Açıkçası  Türkiye’deki bazı  festivaller de öyle bir kalite görmedim :( Ben Türkiye sinemasını hep sanatsal, Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan ve Fatih Akın sanıyordum. Ama en büyük gördüğüm sorun hem kısa hem uzun metrajdaki filmlerde, yönetmenlik ve senaryo. Beni umutsuz eden şey burada kendi işimi yapamamam.  Sebebi, dört sene aldığım yönetmenlik eğitimimi tam anlamıyla   kullanamamam. Hikayeler çok güzel bir vitrinde gösteriliyor ama sonuçta, vitrin hariç, planlar arkası incelendiğinde  çok bir zaman ayrıldığı  görülmüyor.

-  Çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor?

Yukarda bahsetmiştim ama gerçek hayatta konuşamadığım, susmak zorunda kaldığım veya konuşmaktan daha fazlasını  istediğim bir güç olduğu zamanlar yazıyorum.

-Oyuncu seçiminde iş kısa film olunca zorluk çıkıyor mu? Bu aşamada İran ve Türkiye ilgili kıyaslama yapabilir misiniz?

İran’da çevrem çok geniş olduğu için asla sıkıntı yok. Hem sinema hem tiyatro oyuncuları yardımcı olurlar. Burada çekmek istediğim kısa film için 150 oyuncunun audition izledikten sonra ve kaç gün prova yapılmasına rağmen, test gününde oyuncuların performanslarını düşük buldum. Çok güzel bir dille nedenini sorduğumda bana "bize karavan mı ayarladın ki güzel oynayalım" cevap verildi ve kaç kez daha kötü davranışlar için, on gün ertelenmeye karar verip, tekrar oyuncu bulmak zorunda kaldım.

-Sinema sektöründe kariyer yapmaya karar verdiğinizde bu alanda sizi etkileyen yönetmeler, filmler oldu mu?

Beni aslında çok etkileyen  yönetmenler var. Yorgos Lanthimos, Daren aronofsky, Andrey Zvyagintsev, Reha Erdem vs.

-Son olarak yeni projeleriniz var mı? Bu salgın döneminden nasıl etkilendiniz?

Hazır bir senaryom var ama eski kısa filmimi çekmek istediğimde, izin olmadığım  için işimden  ayrıldım, filmi çektim ve pandemi başladı, her neyse iş bulmak o dönem imkansizdi ve çok finansal problem yaşadım. Sonuçta benim en güzel günlerim, film çektiğim ve hazırlık yaptığım günler olduğu için iyi bir zaman bekliyorum. Bu sefer daha iyi şartlarla ve daha hazır olduğum zaman çok güzel bir sanat çıkartmak dileği ile.

10 Ocak 2021 Pazar

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "FATİH YÜRÜR"

 

                                                                


Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Sinema sektörüne girme kararını nasıl verdiniz?

Buna klişelerden arınmış bir cevap bulabilmek zor. Kendimi sinemanın içine doğmuş gibi hissediyorum. Hatırlayabildiğim ilk film, bir Stephen King uyarlaması olduğunu yıllar yıllar sonra öğrendiğim “Sometimes They come Back” filmi olmuştu. 4 yaşındaydım, altyazı okumayı bilmiyordum ve filme dair hatırladığım tek şey, yanlarında alev desenleri olan siyah Buick arabaydı.

Çok ilginçtir, geçenlerde yıllardır görmediğim ilkokuldan bir arkadaşımla karşılaştım. Bana çok uzun zaman önce unuttuğum ilginç bir detayı hatırlattı. Mesela bir haftasonu ailece bir filme gitmişsek, tenefüs aralarında, gönüllü arkadaşlar bulup, o sahneyi sınıfta canlandırmaya çalışırdım. Daha doğrusu çalışırmışım. Bu gerçeği uzun zaman önce unuttum sanırım. Yani sinemanın içinde olma, o hayale dokunma isteği çok çok uzun zamandır varmış bir yanımda. Çocukken, izlediğim bir filmin devamını çektiğimi hayal ederdim hep. “Terminatör 3 olsa da çeksem”, “Bana da bir Elm Sokağı Kabusu falan çektirirler mi acaba büyüyünce?”. Hayallerimin çapı epey genişmiş yani o zamanlar.  

Elime kamera alıp “bir şeyler” çekme isteği her zaman vardı ama bunun bir yere varabileceğini açıkçası hiç bir zaman düşünmedim. Lisede çakma korku filmleri çekerdik. “Bir şeyler çekelim” kıpırtısı hep vardı yani ama asla ciddiye alamadık kendimizi bu konuda.

Görsel İletişim Tasarımı bölümünde lisans eğitimi gördüğüm zaman da durum aynıydı. Bir şekilde bir film çekecektim ama ne zaman? Nasıl? Her aşamasıyla tek tek uğraşmak isteyeceğim bir hikayem olmadı bu süreçte. Fotoğrafa merak sardım, grafiker olarak hayatımı sürdürdüm, çizgi roman senaryoları yazdım. Sanki bile isteye film yapma tutkusunu engellemek ister gibiydim. 10 seneyi aşkın bir süre sinema yazarlığı yapmış olmak da, sinema ile bağımın kopmamasını sağladı ama işin mutfağında olmak istiyordum. Yine de bu konuda cesur adımlar atabildiğimi söyleyemem.

Kocaeli Üniversitesi’nde Radyo Sinema Televizyon bölümünde yüksek lisansa başladığımda işin rengi biraz daha değişti tabi. “Zemin Kat” adlı ilk kısa filmimi çektikten sonra, magnum opus devri bitti. Sürekli yazıp çizmem gerektiğini anladım. Şu sıralar üretim aşaması, mesleki öncelikler sebebiyle geri planda kalmış olsa da, yolculuk devam edecek gibi görünüyor.

                                                              


 Film sektörüne kısa film ile başlama kararınızın sebebi neydi? Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

Aslında ülkedeki en yanlış algılanan meselelerden birisi bu. Hem içerik hem de estetik anlamda kısa metraj ile uzun metraj filmlerin başka galaksilere mensup olduklarına inanıyorum. Kendi adıma, kısa filmlerimde, kısa film estetiğini doğru kullandığıma pek inanmıyorum. Benim filmlerim çoğunlukla, uzun metrajlı filmlerin uzun bir sekansı gibidir. Yani aslında uzun metrajlı film çekme arzum daim ama imkanlarım kısa film çekebilmeye elveriyor. Bir çeşit kaçış yolu yani.

Bu, benim kanlı canlı bir örnek teşkil ettiğim, tamamen yanlış bir durum. Bu yanlış değerlendirme ve hasarlı üretim pratikleri; ülkemizde yerleşik bir kısa film dilinin gelişmesini engelliyor gibi geliyor bana. Yani kısa filmi bir sıçrama tahtası olarak görmek, kısa film estetiğinin değerini en baştan düşürüyor. Diğer yandan da elinizdeki imkanları kullanarak kendinizi göstermek istiyorsunuz. Kısa film, bunun için harika bir fırsat. Size daha çok manevra kabiliyeti sağlıyor, eteğinizdeki taşları dökebilmeniz için de güzel bir zemin hazırlıyor.

Şu sıralar kafamda, gerçekten de kısa film estetiğine uygun olduğunu iddia edebileceğim birkaç proje var. Biraz cesaret biraz da zamanlama gerektiriyor. Biraz da pandemi sürecinin “durdurma enerjisi”nin sona ermesini bekliyorum.

Belgesel yönetmenliği de yapıyorsunuz. Türkiye’de kısa film ve belgesel yönetmenliği olmanın zorlukları nelerdir? Türkiye’de ve dünyada belgesel-kısa filme bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle en büyük sorunumuz ödenek bulma sıkıntısı. Eğer gerçek anlamda “bağımsız” ya da “gerilla” projeler üretiyorsanız, ödenek bulabilmeniz zorlaşıyor. Diğer sorun ise, hikayenizin ulaşmasını hedeflediğiniz insanların, bu türden üretimleri pek de ciddiye almaması. Yani uzun metraj bir belgesel yaptığınızda “2 saatlik belgesel mi olur?” gibisinden bir tepki alıyorsunuz artık. Bir kaç yıl öncesine kadar duyamayacağınız şeylerdi bunlar. İnsanların üretimlere şans tanıması için iyi bir referansın ya da iyi bir reklamın peşine takılmaları gerekiyor. Bir filmin kendisinden çok, hakkında yazılıp çizilenlerle ilgilenmeye başladık artık.

Youtube’un izleme kültürü üzerinde önemli bir etkisi var. Yani tamam, elbette Youtube vazgeçilmez bir platform ve her türden üretimimiz görünür kılmanın en kestirme yolu ama izleyici kitlesinin artık her şeyi seriden mideye indirilebilir piyasa kaşarı şeklinde değerlendirme durumu çok da sağlıklı bir üretim aralığı sunmuyor. Bu “kuralsızlık” bir tarafıyla da kendi kurallarını oluşturuyor”. Artık her şeyin ciddi ciddi kalıplara, kurallara, kısıtlamalara indirgendiği bir kültürün içindeyiz ve bu kültür içerisinde hareket edebilmek git gide zorlaşıyor.

Yine de bu yıl Altın Portakal’da yarışan filmler umut verici. Belgesel türü, bu kısıtlanmışlık içerisinde çok ciddi bir anlatı odaklı başkaldırıya dönüştü. Bunun değerini iyi bilen yeni jenerasyon sinemacılarımız var artık. Henüz izleme fırsatı bulamasam da yakından takip ettiğim Alican Abacı’nın “The Edge of the Cliff” ülkemizde çok sık denenmeyen cinsten bir belgesel örneği olarak, kaygıları açısından önemli bir yapım. Daha önce birlikte pek çok platformda kalem salladığım Serdar Kökçeoğlu’nun “Mimaroğlu” belgeseli de türe taze bir nefes üfledi diyebilirim. Deniz Tortum’un “Maddenin Halleri” filmi de aynı şekilde izleyici için bir ödüldü.

Türkiye, belgesel açısından bir derya. Özellikle de kayıp bir sinemamız olduğu düşünüldüğünde, sadece sanatsal arkeoloji açısından bile gün yüzüne çıkmayı bekleyen pek çok değer var. Aslında Youtube kanalımız olan Retroville’de de biraz bu tarafa eğildiğim belgeselcikler tasarlamaya çalışıyorum. Diğer yandan da multidisiplinel çalışmak artık bir gereklilik. Bu sebeple her mecranın diline de bir şekilde hakim olmak gerektiğini düşünüyorum açıkçası.

 Çizgi öykülerin senaristliği ve kurgusal fotoğrafçılık diğer ilgi alanlarınız.  Bu çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Bu alanlarda sizi tanıyabilir miyiz?

Aslında çizgi öykü senaryosu yazma ihtiyacı, yeteneklerimi kullanamadığım bir dönemde, elimde sadece kalemim ve kağıdım varken giriştiğim bir savaştı diyebilirim. Ülkemizde gerçek anlamda bu türü destekleyecek, yüreklendirecek ödenekler yok. Çizgi öykü üretmek ve bu işten “suyun üzerine kalabilecek kadar para kazanmak” yıllardır, acıklı bir gündüz düşünden öteye gidemedi.

Cem Özüduru gibi, Selçuk Ören gibi ya da Ege Avcı gibi yetenekli çizerler, kendi öykülerini kendi çizgileri ve tasarımlarıyla raflara çıkarabiliyorlar. Bu gerçekten büyük bir takdiri hak ediyor. Aynı şekilde Youtube kanalımız için de birlikte içerik ürettiğimiz Yigilante Kocagöz ile Deniz Ozan Coşkun’un “Karadut Ekspresi” çalışması da “yazar – çizer işbirliği” açısından önemli bir adım oldu. Bu işler beni gerçekten de heyecanlandırıyor ama karşılığını tam olarak bulamadığını biliyorum, yakından da gözlemliyorum. Üretim yok diyemeyiz ama yeterli değil tabi. Biz de olanlara sıkı sıkı sarılmayı görev ediniyoruz tabi.

Kurgusal fotoğrafçılık da bir yanıyla görsel kaslarımı geliştirdiğim oyun alanım diyebilirim. Son zamanlarda bu ekseni terk edip tamamen doğa fotoğrafçılığına döndüm. Uzun yıllardır fotoğraf ile ilgileniyorum ama bu ilgimi hiç bir zaman profesyonel bir alana taşımadım.

 Senaryolarınız çıkış noktalarını öğrenebilir miyiz?

Bunu söylediğim için dayak yiyebilirim ama söz konusu kısa film olduğunda çoğunlukla bir “an”dan esinleniyorum. Bu bizzat tanık olduğum bir “an”olabilir. Bir fotoğraf karesi olabilir. İzlediğim bir filmin arka planındaki bir detay da olabilir. Kimi zaman bu detayları zihnime kopyaladığımı bile fark etmeyebilirim. Bir şekilde detaylandırdığım tüm hikayeleri, yazılı olarak değerlendirmeyi biraz daha uygun buluyorum aslında. Kısa film çoğunlukla bir görselin ilhamıyla vücut buluyor.

 “Psişik Celil ve Kişisel Devrim Antolojisi” kısa filmlerinizden biri. İsim ve konu olarak farklı bir çalışma. Kısa film izleyicilerini bu filmde neler bekliyor?

 Aslında bu epey eski bir proje ve ne yazık ki izleyici ile buluşmayacak. 2015 yılında, askere gitmeden önce, elimdeki teknik imkanları kullanarak, bir gün içerisinde, seriden çekmeyi planladığım bir kısa film projelendirmiştim. O zamana kadar yazdığım hikayelerin ve çektiğim kısa filmlerin bir parodisiydi. Bir tarafıyla, özellikle Türkiye’de kısa filmlerin durumuyla alakalı bir taşlamaydı diyebilirim. Neden kısa filmlerde kadınlar öldürülüyor? Neden insanlar birbirine silah doğrultuyor? Neden herkes, aklına gelen ilk fikrin muhteşem olduğuna inanıyor? Neden çalar saat ile uyanan ya da yatakta öylece gözünü açan insanlar bir filmin başlangıç noktasını teşkil ediyor?

Kurgu masasında, filmin istediğim gibi olmadığını fark ettim. Yine de filmde yer alan arkadaşlar, filmi bir yerlerde paylaşmışlardı sanırım. Film hiç bir zaman tamamlanmadı ama çok eğlendiğimizi hatırlıyorum.

 Kısa film hazırlık ve çekim süreçlerinizde nasıl bir çalışma izliyorsunuz? Oyuncu seçiminde iş kısa film olunca zorluk çıkıyor mu?

 Oyuncu seçimlerine çok çok özenmiyorum aslında. Öyle aman aman bir seçim süreci olmuyor. Mesela ilk filmim “Zemin Kat” bir haftasonu eğlencesi olarak tasarlanmıştı. Başrolde ben oynayacaktım. Bir kaç ay sonra filmin başrol oyuncusu Beşir ile tanıştım. Kendisinden filmimde yer almasını istemek uzun bir süre aklımın ucuna bile gelmedi. Derken bir gün, Burak Aktürk’ün kısa filminde kendisini gördüm. Yüzü ekrana epep yakışıyordu ve biz de film boyunca bir adamın yüzünü farklı açılardan görecektik. Beşir’i bir şekilde öyküye yakıştırdım ve süreç ilerledi.

“Geleceği Olmayan Adam” filminde ise daha farklı bir yol izledik. Bu noktada “Kako Si?” filminin de yönetmenliğini üstlenmiş olan Özlem Akovalıgil’in önemli yardımları oldu. Arda Kavaklıoğlu ve Emir Çiçek ile uzaktan uzağa tanışmamızın akabinde filmin çekimleri başladı. Karakterler, benim hayal ettiğimden daha etkileyici oldular.

Oyuncu yönetimi konusunda ahkam kesemem ama çalıştığım herkesten bir şeyler öğrendiğime inanıyorum. Aslında bizler oyuncuları seçmiyoruz, oyuncular bir şekilde bizleri seçiyorlar. Bunu kendimize hatırlatmamız gerektiğini düşünüyorum.

Mekan arayışına çok önem veririm. Yani o konuda kronik bir rahatsızlığım var. Mekan arayış süreci, çoğu zaman filmin çekim sürecinden bile çok daha eğlenceli hale gelebilir.

Oyuncularla bir araya gelmek, onları tanımak, vakit geçirmek, ilk okumayı yapmak... bütün bu süreçlerden keyif alıyorum.

En çok sıkıntıya girdiğim süreç ise muhtelen kurgu aşamasının ilk saatleri. Görüntüleri seçmek ve ses kurgusu ile uğraşmak. Gerilla film yapmanın en büyük sıkıntısı, bütün süreçlerle tek başıma ilgilenmek. Sürecin her aşamasından önemli bir keyif aldığımı söyleyerek yalana sarılmam anlamsız. En sıkıldığım kısım ses kurgusu ve miksajı!

Tabi, filmin görsellerini de genellikle ben tasarlıyorum. Filmlerimin posterlerini tasarlama süreci de keyifli bir süreç diyebilirim. Çoğunlukla film bitmeden önce tasarladığım için de, değeri yüksek bir “ara gaz” oluyor. Tek sorun, o gazın hızlı sönmesi...

 Kısa film yönetmenliğinim meslek hayatınızdaki yeri nedir?

Kısa filmden, yazdığım kitaplardan ya da çektiğim fotoğraflardan asla para kazanmadım. Yani kısa film üretmek benim için bir “meslek” olmadı ama para kazandığım sektör halihazırda reklam ve prodüksiyon sektörü. Mesleğimi kazanmamı sağlayan, bir kısa film oldu. Prodüksiyon dünyasına dair her şeyi de bu sayede öğrendim diyebilirim. Belki de bu alanın amatör ve bakir kalması daha iyi oldu kim bilir?

 Son olarak yeni kısa film , uzun metraj film projeniz var mı?

Bir kaç kısa film projem var aslında ama şu sıralar daha çok belgesel sinema ilgimi çekiyor. Uzun süredir üstünde çalıştığım uzun metrajlı belgesel projemiz “Milyon Dolarlık Afiş” geçtiğimiz ay itibariyle noktalandı. Kafamda bir başka belgesel projesi daha var ve tamamlanmayı bekleyen bir de uzun metraj kurmaca film projem var tabi.

Bu işten para kazanmıyor olmak ne yazık ki zamanımızı bölüyor. Yani, hayatımızı sürdürmek için başka işler yapıyoruz ve hayatımızın kalan kısmında da nefes alıp vermemizi sağlayan üretimlere yöneliyoruz. Bu durumdan şikayetçi miyim ona da emin değilim ama bir şekilde tüm enerjimi sadece sinemasal üretime, araştırmaya, kazımaya, yaratıma ayırmayı da isterdim. Yine de bu yanlış anlaşılmasın. Karamsar değilim.

Bence bir dönüm noktasındayız. Kalplerimizi ferah, kılıçlarımızı keskin tutalım...

 

 

7 Ocak 2021 Perşembe

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "ZEYNEP DİLAN SÜREN"

                                                              


-Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

94 yılında Kastamonu’da doğdum. Bahçeşehir Üniversitesi’nde Sinema ve Televizyon okudum. Şu an Kadir Has Üniversitesi Film ve Drama bölümünde Yüksek Lisans eğitimim devam ediyor. Son 3 senedir bu sene İstanbul Film Festivalinde açılışını yapan Büyük İstanbul Depresyonu isimli filmim için çalışıyorum.

-Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz,  bu yola giriş sebebiniz neydi?

Ortaokulda sinemayla ilgilenmeye ve yönetmen olmak istemeye başladım. Liseyi okumak için İstanbul’a geldim. Yatılı olarak Vefa Lisesinde okumaya başladım. Beni yaşadığım şehirden İstanbul’a sürükleyen de sinemaydı aslında. Sinema Kulübüne girdim ve Sinema kulübü hocamız Canan Akbaş bize ilk haftaydı sanırım hadi herkes haftaya bir kısa film fikriyle gelsin dedi. Ben cidden bütün bir hafta bunu düşündüm ve bir fikirle gittim. Sonra cidden çektim de o fikri. Ve yapılabileceğini görmüş oldum. O ilk filmimle Galatasaray Üniversitesi’nin düzenlediği Sinepark Kısa Film Festivalinde liseler arası kategoride ödül aldım. Canan Hoca’nın desteği, kısa film çeken arkadaşlarımın olması, bu ödül, yapılabileceğini görmüş olmak ben de devam edebilirim hissi oluşturdu. Burada kısa uzun diye bakma yok aslında o yaşta o imkanlarla ve tabi ki başlangıç olarak kısa mantıklı olduğu için kısa oldu.

 “Ben Neden İntihar Etmişim?”, “Neden?”, “Rozerin” ve Büyük İstanbul Depresyonu” yönetmenlik yaptığınız kısa filmler. Filmlerinizde  genel olarak  hazırlık ve çekim süreçlerinde  sizi neler zorladı?      

İlk 3 film lisede çektiğim filmler. Benim hem yapımcı hem görüntü yönetmeni hem kurgucu olduğum, arkadaşlarımla yaptığım filmler. O kadar uzun zaman geçti ve o kadar güzel hatırlıyorum ki neler zorladı beni bilemedim. Sanırım Büyük İstanbul Depresyonunu da katarak diyebilirim ki en zorlayan şey devamlılığı sağlamak. Bir sürü moral bozucu, heves kırıcı ya da direkt filmin gidişatını etkileyecek engelleyecek şeyler yaşanıyor. Bütün bunlarla mücadele etme gücünü kendinde bulmak… Sabretmek ve bu sabrın devamlılığını sağlamak en zoru sanırım.

-Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

Herkes için değişir. Uzun metraj çekmek isteyen ama türlü sebeplerle buna gücü yetmeyen biri için kısa elbette uzun için bir aşama olabilir. Bu kısayı daha değersiz yapmıyor bence. Kimisi de hiç uzun metraj çekmeyi planlamayarak kısa film yapmak istediği için kısa film yapar.

- Kısa filmin,  meslek hayatınızda nasıl bir yeri var?

Şu an itibariyle meslek hayatım başladı mı tam emin değilim maalesef.

                                                                         


-Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz?

Pek bilmiyorum bu konuyu açıkçası. Umarım geleceği çok iyi olur. İnsanlar daha fazla kısa film izlemek ister, izlenecek platformlar artar. Bu sayede sinemacılar kısa film yapsam da kim nereden izleyecek ki diye bir kaygısı olmadan üretir. Blutv, Mubi gibi platformların Türkiye Sinemasının son dönemlerinden kısa filmlere yer açması çok sevindirici bence. Daha da çok kısa film dijital platformlarda yer alsa keşke.

-Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin tanıtımı ve devamı için?

Değil bence. Daha çok olsa daha iyi. Ama yukarıda değindiğim gibi dijital platformlar kısa filmin tanıtımı ve devamı için daha önemli bir alan olabilir gibi geliyor. Kısa filmi sanki yine sinemacılar izliyor daha çok. Bu platformlarda kısa film daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşsa mesela o zaman belki bu festivallere de yansıyabilir.  

-“Dünyada kısa filme bakış açısı” ile “Türkiye’de kısa filme bakış açısı” arasında  farklar var mı? Varsa bunun nedenleri neden olabilir, bu nedenleri nasıl ortadan kaldırabiliriz?

Bu da bilmediğim bir konu dünyadan kısa filmler izlesem de çok araştırmıyorum gerisini. Bu da benim eksikliğim.

-  Çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor?

Onu ben de anlamıyorum. Bir bakmışım kafamda sahneler dönüyor, karakterler koşturuyor. Biraz kafamda bir şeyler birikince oturup üzerine düşünmeye onu şekillendirmeye başlıyorum sanırım. Bu yüzden çıkış noktası nasıl oluyor cevap vermekte zorlanıyorum. Bir anlamlandırma çabası olabilir. Yaşam çok zor ve karmaşık. Hepimiz sürekli sorular soruyoruz kendimize. Kimimiz için de bu sorularla boğuşmak kurmacayı devreye sokuyor belki. Çok yeni ortaokuldayken filmlerle ilgili not aldığım defterimi budum. Depremde eşi ve çocuğunu kaybeden bir kadınla ilgili bir film notu almışım. O kadar ilginç geldi ki. Acaba o yaşta ne düşünerek böyle bir şey kurgulamışım merak ettim.

- Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu?

Oyuncu seçiminde şuna dikkat ederim diyebileceğim kadar bir deneyimim oluşmadı sanırım. Son filmim hariç arkadaşlarım, tanıdığım insanlardı oyuncular zaten. Ama oyunculuk diğer tüm meslekler gibi bir meslek. Yönetmen ve oyuncu da çalışma arkadaşı. Olaya bu şekilde yaklaşınca çalışma koşulları uyduğu takdirde herkes herkesle çalışabilir gibi geliyor.

 - “Büyük İstanbul Depresyonu” en son çektiğiniz kısa filminiz. Filmde üniversiteyi henüz bitirmemiş iki genç kadın hikayesi görüyoruz. Film hikayesi nasıl ortaya çıktı, neydi size “Büyük İstanbul Depresyonu”nu yazdıran?

(Filmde aslında üniversiteyi bitirmiş iki genç kadın görüyoruz),

Filmin fikri ben üniversiteyi bitirmeye daha 2 sene varken aklıma gelmeye başladı. Maalesef üniversitenin tadını çıkaramadan mezuniyet kaygısı başlıyor birçok insanda. Ben de onlardan biriydim. İstanbul’a eğitim için geldiğime göre eğitimim bittiğinde uzun süre iş de bulamazsam ne yaparım diye düşünüyordum ister istemez. Ben senaryoda ilerledikçe mezuniyetim de yaklaşıyordu. Yaşayanların bileceği gibi o dönemlerde insanın başka bir gündemi olamıyor. Arkadaşlarla her konuşma oraya çıkıyor. Sanki zaten Büyük İstanbul Depresyonu dışında bir film yapamazmışım gibi geldi şimdi. Gündemim oydu çünkü. Öyle bir gündem ki diğer her şeyi önemsiz kılıyor senin için.

 -Filmde iki kadın var. Ayşe ve Didem. Kendinizi yakın hissettiğiniz karakter hangisi ve nedenini öğrenebilir miyiz?

İkisine de yakın hissediyorum. Bazen birine bazen diğerine. Yazmaya başlarken kendime bu 2 karakter hayatımdan birinin “a bu benim” diyeceği ya da “a bu sensin” diyebileceği bir karakter olmayacak demiştim. Ve bence başardım. İkisine de yakın hissediyorum çünkü ikisi de kendi içimdeki çatışmalardan çıktı. İkisine de hemen hemen eşit yakınlıkta hissettiğim zamanlar sanırım en iyisi.

-“Büyük İstanbul Depresyonu”nun  çekim aşamasında da  aslında  kadın dayanışması var diyebilir miyiz?

Evet var. Başından sonuna. Ben kadın dayanışmasına çok inanıyorum. Ezilenlerin dayanışmasına yani. Açıklama gereği duyuyorum çünkü hiç beklemediğim insanlar bile kadın dayanışması denilince bunu heralde ilkokuldaki kadın erkek atışması falan zannedip “ama kadınlar da” diye cümleler kuruyor. Kadın erkek eşitsizliğinin ciddiyetini kadınların ezilenler olduğunu ya görmüyor ya da görmek istemiyor insanlar. Öylesi daha kolay çünkü. Bir şeyleri görünce insanın tadı kaçıyor.  Kadın sinemacılar kadın olmanın zorluklarını dile getirince bile itici oluyorlar. Oysa biz kadınların ezildiğimiz yerden dayanışması ve bize verilmeyeni, bizden esirgeneni almak için birlik olmasından ve uğradığımız haksızlığı bağırmasından daha doğal ne olabilir? Ne yapalım cool olmak için yaşadığımız haksızlıkları görmezden mi gelelim. Bu soruyu bana sormanızın sebebi hem filmle hem ekibimizdeki kadın ağırlığıyla ilgili büyük ihtimalle mesela. Ama işte biz bunları konuştukça bazıları sinemanın kadını erkeği mi olur diyor. Çünkü biz kadın sinemacı deyince onların “sinemacı” değil “erkek sinemacı” olduğu ortaya çıkıyor. Kadın ağırlıklı ekipler görünce sinemada erkek ağırlıklı ekiplerin varlığı daha da sorgulanır oluyor. Bana insanlar sizin filmde erkekler çalışabiliyor mu diye şaka yapıyor mesela. Bu şakanın tersini duymamışızdır. Ben kadın dayanışması olmasa bu filmi yapamazdım bile. Ellerimizi üst üste koyup kadın dayanışması demiyoruz elbet. Biz kadın olduğumuz için dayanışıyoruz bile demiyoruz. Ancak bence ataerkil bu dünyada iki kadının birbirine destek olması kadın dayanışmasıdır zaten.

-Film sektöründe, özellikle kısa film alanında kadın yönetmenlerin yerini Türkiye ve Dünya’da nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyayı bilmiyorum. Türkiye’de gördüğümüz kadarıyla uzun metraja oranla çok daha fazla kadın kısa film yönetmeni var. Bu çok önemli bence. Bu neden böyle olabilir bunu düşünmek araştırmak gerekiyor. Mesela bakanlığın kısa filme verdiği en düşük destek sanırım 15 bin civarı uzunda da 500 bin. Uzun metraj pahalı ve önemli bir iş yani. Uzun maddi manevi çok daha riskli. Kısada kadın yönetmenler daha çokken uzunda bu kadar az olması bununla ilgili olabilir mi acaba? Sinemaya özel bir durum değil işte. Türkiye ve Dünyada kadınların durumu ortada. Aylardır İstanbul Sözleşmesi elimizden alınacak diye gerginiz. Polonya’da kadınlar kürtaj hakları için sokağa çıktı. Bedenimiz üzerinde söz sahibi olmaya çalışıyoruz. Annelikten vuruluyoruz. Engelleri aşmaya çalışıyoruz. Biraz dağıtmış olabilirim ama bunları konuşmadan kadın yönetmenlik konuşamıyorum.

-Yeni projeleriniz, uzun metraj film çekme planınız  var mı?

Evet, uzun metraj için bir senaryo yazmaya başladım. Ama çok çok başındayım.

-Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler?

Yıllardır bu soruya ne cevap vereceğim diye karar kara düşünüp sorulunca da kaçamak cevaplar veriyorum. Hep favori yönetmenimi aradım. Ama kafamda bu durumu abarttıysam biraz demek bir türlü şu diyemedim. Sevdiğim yönetmenler değil de şimdi filmi çıksa heyecanla koşa koşa gideceğim yönetmenleri düşündüm. Yani son filmlerinden dolayı acaba bir sonraki işleri ne olacak diye düşünmeden edemediğim şu an aklıma gelen yönetmenler. Senem Tüzen, Andrea Arnold, Nadav Lapid, Xavier Dolan. En sevdiğim yazar ise Elif Hümeyra Aydın.

4 Ocak 2021 Pazartesi

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "MURAT ÇETİNKAYA"

 

                                                                   


Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

 1986 doğumluyum. Lisans eğitimimi İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema bölümünde tamamladım. Bitirme filmim ve ertesi yıl yaptığım ikinci kısa filmimden sonra senaryo yazımı aşamasında yönetmenlik aşamasından daha fazla zorlandığımı gördüm ve kendimi senaryo alanında geliştirmek için İngiltere’de London Film School’da Senaryo Yazımı alanında yüksek lisans yaptım. Sonrasında akademiye devam ettim. Hem Medya Çalışmaları hem de sinema alanında doktora öğrencisiyim. Akademik formasyonumun bana önemli katkıları olduğunu düşünüyorum. Bir sinemacı olarak sinemayı kavrayışımın güçlenmesinin yanında, çevrelendiğimiz gerçekliğe yönelik algım berraklaştı. 2019’dan beri üniversitelerin sinema bölümlerinde öğretim görevlisi olarak çalışıyorum. Sinema öğretmeyi seviyorum. Aklımdaki filmleri yaparken aynı anda sinema eğitmenliği yapmaya devam etmek istiyorum.

 Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz, bu yola giriş sebebiniz neydi?

 İlk iki kısa filmimi yaparken kısa film benim için uzun metrajlı film yapmaya hazırlık anlamına geliyordu. Kısa filmin özgünlüğünü henüz yeteri kadar keşfetmemiştim. Kısa filme şu anda duyduğum kadar saygı duymuyordum ve kısa film üzerine şimdiki kadar fazla düşünmüyordum. İkinci kısa filmim Asker’i yaptıktan sonra kısa filme yönelik kavrayışım güçlendi. Kısa film izlemekten de yazmaktan da eskisinden daha fazla keyif alıyorum. -Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda? Henüz uzun metrajlı film yönetmediğim için bu konuda kesin gözlemlerim olamadı. Uzun metraj çekmiş olsam, kesin bir şekilde “kısa film çekmiş olmak uzun metraj çekerken işimi kolaylaştırdı” gibi cümleler kurabilirdim ama bunu şu anda yapamıyorum. Ancak, üç kısa film yönetmiş olmamın yönetmenliğe yönelik kavrayışımı geliştirdiğini söyleyebilirim. Uzun metrajlı film çekme şansı bulursam bu olgunluktan yararlanacağımı hissediyorum. Kısa film yönetmek, yönetmenliğin tüm unsurlarını içeriyor. Bu nedenle, uzun metrajlı film için kolları sıvamadan önce kısa film / filmler çekmenin bir yönetmen için çok yararlı olduğunu düşünüyorum. Sanırım şunu da hesaba katmak lazım: Uzun metrajlı bir film yapmak yıllara yayılan bir süreç. Senaryo yazımı, doğru yapımcıyı bulmak, finansman bulmak için platformlarda yarışmak, yeni destek başvuruları yapmak, ret almak ve gelecek başvuru döneminde tekrar başvurmak derken, projenizin gerçekleşmesinin söz konusu olması bile uzun zaman alabiliyor. Bu aşamalarda kısa filmler üretmek bir yönetmenin yönetmen olarak aktif kalmasını da sağlıyor. “Ben artık kısa film yapmam, uzuna odaklanacağım” dedikten sonra yıllarca uzun metraj çekemediği için motivasyonunu yitiren, özgüvenini kaybeden, pasifleşip sektördeki bağlantıları zayıflayan insanlar tanıyorum. Kısa film üretmek bu duruma düşmeyi engelliyor sanırım. Üstelik, yaptığınız her iyi kısa filmle birlikte bir yönetmen olarak daha ciddiye alınıyorsunuz. 

Kısa filmin, meslek hayatınızda nasıl bir yeri var? 

Kendimi kısa film yönetmeni olarak tanımlıyorum. Kısa film izlemek ve kısa film üzerine düşünmek benim rutinim. Dördüncü kısa film projemi gerçekleştirmek istiyorum. Ulusal ve uluslararası üst düzey kısa filmleri takip ediyorum. Bunun yanında, öğretim görevlisi olarak kısa film yapım dersi veriyorum. Benim için sinematik seviyesi yüksek kısa film üretimi yapmak sinemacı olmak anlamına geliyor. Sinemacı olmak için uzun metrajlı film üretimi yapmanın kesin koşul olduğu kanısına katılmıyorum.

                                                                


Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz? Türkiye’de kısa film üretimi artıyor ve kısa filmlerin seviyesi yükseliyor. İki açıdan da 2000’li yılların başlarına kıyasla çok daha iyi durumdayız. Bildiğim kadarıyla 20 - 25 yıl önce festivaller kısa film seçkisi oluşturmakta bile zorlanıyorlardı. Sayı giderek arttı, kalite de. Şu anda her yıl yetenekli yönetmenlerden oldukça iyi kısa filmler izliyoruz ve her yıl Türkiye yapımı filmler uluslararası alanda prestijli festivallere kabul ediliyor. Kendi jenerasyonumdaki yönetmenler arasında beni heyecanlandıranların sayısı az değil. 5 – 10 yıl içinde onların iyi uzun metrajlı filmlerini de izleyeceğimizi düşünüyorum. Bu yönetmenler kısa film yaparak olgunlaştılar. Gözlemlediğim kadarıyla kısa film yönetmenleri, nitelikli 8 - 10 festival ve kısa filme değer veren sinema yazarları arasında verimli bir etkileşim var. Sinemamızda kısa filmi şu anki seviyesine gelmesi bu etkileşim sayesinde oldu. İFSAK, Hilmi Etikan ve Yıldız Etikan öncülüğündeki İstanbul Kısa Film Festivali, Zeynep Ünal, Mithat Alam Film Merkezi, Altyazı dergisi, İzmir Kısa Film Festivali, Selim Evci öncülüğündeki Akbank Kısa Film Festivali, İstanbul Film Festivali’nin kısa film kategorisinin oluşturulduğu yıldan geçen yıla kadar ön jüri olarak görev yapan Serdar Kökçeoğlu, Ankara Film Festivali kısa film kategorisi direktörlüğünü 8 - 9 yıl boyunca üstlenip şu anda Engelsiz Filmler Festivali’nin direktörlüğünü yapan Kıvanç Yalçıner ve Ezgi Yalınalp gibi kısa film gurularının yıllardır kısa filme saygı gösterip, kısa filmin ciddiye alınır hale gelmesinde, eleştirel ilgiye değer görülmesinde, kısa film eleştirisinin ve değerlendirilmesinin kurumsallaşmasında çok büyük emekleri ve katkıları var. Yani aslında kısa filmin kurumsallaşması, profesyonel bir alan haline gelmesi için uygun zemin var Türkiye’de. Bu zemini daha iyi değerlendirmek, sinematik kimliklerini, özgün seslerini bulmakta olan kısa film yönetmenlerinin yükselişlerini sürdürüp iz bırakan sinemacılar olma yoluna girmelerini sağlamak adına, bahsettiğim kişi ve kurumların ve onlar gibilerin kısa filme daha fazla destek olabilmeleri için uygun ortam oluşturulmalı. Bu insanlar hala festival bütçesi oluşturmak için kişisel çabalarıyla uğraşıp durmalarına gerek kalmadan imkanlar önlerine sunulmalı. Devlet tarafından onlara “kısa film için ne yapabiliriz?” sorusu sorulmalı ve önerdikleri projeler değerlendirilmeli. Daha kısa anlatmak gerekirse, bu kişilerin kısa filmi daha da yükseltmesi için onlara destek olunmalı. Çok değerli bir kısa film üstadının bana şunu söylediğini hatırlıyorum: “30 yıl oldu ama hala her yıl biyografi yazıp bütçe için başvuru yapıyorum. Oysa bana sorulmalı “bir isteğiniz var mı? Size nasıl destek olabiliriz? Nasıl projeler üretebiliriz?...” Bu kişinin bu sözleri beni etkilemişti.

  Ek olarak, kısa film festivalleri daha ciddi planlamalar yapmalılar. Maddi desteklerin artması ve daha iyi planlanması gerekiyor sanırım. Festivaller dahilinde kısa film yapım bütçesi sunan Forum kategorilerinin sayısı artıyor. Bu olumlu bir gelişme ama sayı hala az ve sunulan bütçeler düşük. Belki de her festivalin Forum kategorisi olmalı. Bu konu bir kenara, kısa film festivalleri kısa film yönetmenlerine daha fazla destek olmak, hem de kısa filme duyulan saygıyı artırmak için seçkilerine aldıkları kısa filmlerin yönetmenlerine küçük de olsa bir telif ücreti ödemeliler. Bildiğim kadarıyla bunu şu anda sadece 2 festival yapıyor. O da oldukça düşük bir telif ücreti.

 Kısa filmin sinema profesyoneli olmayan izleyici düzeyinde keşfedilmesi ve popülerleşmesi, kısa filmin de profesyonelce üretilmiş, üst düzey bir iş olduğunun halk tarafından anlaşılması çok önemli bir konu ama bunun için ne yapmak lazım pek bilmiyorum. Blue TV ve Akbank Kısa Film YouTube kanalı bir süredir festivallerde dikkat çekmiş iyi kısa filmlerin gösterimine başladı. Benim de yarıştığım 8. Malatya Film Festivali uzun metrajlı filmlerden önce seçkideki bir kısa filmi gösteriyordu. Bu sayede, o uzun metrajlı filmi izlemeye gelen tüm salon kısa filmi de izliyordu. Bu gelişmeleri seyircinin kısa filmi keşfetmesi adına değerli buluyorum. Bu gibi girişimlerin sayısı artmalı. 

“Dünyada kısa filme bakış açısı” ile “Türkiye’de kısa filme bakış açısı” arasında farklar var mı? Varsa bunun nedenleri neden olabilir, bu nedenleri nasıl ortadan kaldırabiliriz?

 Dünya genelindeki tabloyu çok da iyi bilmiyorum ama ülkemizden çok farklı olmadığını düşündürten şeyler görüyorum. Kısa film bütçesi bulmak Avrupa’da da çok zor. Kısa film satışları Avrupa’da da çok düşük ücretlere gerçekleşiyor hatta orada da burada da bir kısa filmin satışı yok denecek kadar ender gerçekleşen bir şey. Amerika’yı ve Uzak Doğu’yu pek bilmiyorum. Uluslararası saygın festivallerde gördüğüm kısa filmler, oralarda kısa film üretiminin ülkemize kıyasla daha profesyonel bir çalışma şekli ile gerçekleştiğini gösteriyor. Ülkemizde kısa filmler çoğunlukla yönetmenin ve güvendiği birkaç ekip arkadaşının kısıtlı zaman ve koşullar altında gönüllü çalışması ile gerçekleşiyor. Belki de filmler daha uzun zamanda, daha detaylı ve titiz tasarlanarak, daha yüksek bütçelerle ve daha profesyonel uzmanlarla iş birliği içinde üretilmeli.

 - Çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor? Sizin öykü çalışmalarınız da var. Ayrıca Senaryo yazımı üzerine eğitiminizde aldınız. Yazım sürecinizi anlatır mısınız?

 İlk kısa filmimin çok sevdiğim bir öykünün uyarlamasıydı. İkinci ve üçüncü kısa filmlerimdeyse çok farklı olarak mekandan yola çıktım. Asker’in de Sonsuz’un da hikayelerinin zihnimde çakmasını sağlayan anlar etkileyici bir mekan gördüğüm anlardı. Bu mekanlar beni harekete geçirdi ve bu mekanlarda geçen hikayeler yazdım. Asker’de de Sonsuz’da da geniş boşluklarda yalnız kulübeler gördüm ve zihnimde hikayeler başladı. İmgeden, mekandan yola çıkmanın bana sağladığı avantaj ve verdiği keyif, filmi yazmaya görsel düşünerek başlamamı sağlamış olması. Asker’i de Sonsuz’u da ilk andan itibaren atmosferi, karakter – mekan ilişkisini hayal ederek hatta görerek yazdım. Kısa film çalışmalarımın yanında uzun metrajlı filmler ve bir internet dizisi geliştiriyorum. Uzun metrajın ve kısa metrajın yazım süreçleri ve teknikleri tabii ki pek çok açıdan birbirinden çok farklı. Ortak noktaları, ikisinin de çok fazla acı ve mutluluk veriyor olmaları! Kısa da olsa uzun da olsa yazmak benim için çok sancılı bir aşama. Yazdığım bir sinopsisin ya da sahnenin beni bir şekilde heyecanlandırmadığını hissettiğim anda ortada bir sorun olduğunu düşünüp yazmayı bırakıyorum. Emin değilim ama sanırım yazmak büyük ölçüde tutku ve heyecanınızı ayakta tutabilmekle ilgili. Zihnimi internet ve telefon ekranı ile kirletmeden hikayemin dünyasına mümkün olduğunca fazla gömülüp orada yazdıklarımla heyecanlanabiliyorsam iyi bir şeyler yazdığıma karar veriyorum. 

- Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu? 

Önceliğim oyuncunun iyi bir oyuncu olması ve rol için heyecan duyması. Heyecan duymuyorsa iyi oyuncu da olsa ortaya verimli bir iş birliği çıkmıyor. Asker’de Kaya Akkaya, Sonsuz’da Serhat Kılıç ve Bülent Çolak canlandıracakları karakterler için gerçekten heyecanlıydılar. Emin değilim ama bu heyecan belki de iyi oyuncu olmaktan bile daha önemlidir. Konu kısa film olunca kariyeri yüksek oyuncuların heyecan duyması bazen zor olabiliyor. Bazıları senaryoyu isteksiz bir halde okuyup senaryo üzerine pek de düşünmeden sevimsiz bir tonda “Filmin için benden daha uygun biriyle çalışmalısın” gibi tuhaf cevaplar verip gidiyorlar. Bazen de senaryo üzerine biraz ukalaca ders veriyorlar. Sonsuz’un antagonisti için görüştüğüm ilk oyuncu Sonsuz’un senaryosunu okuyup “bu daha önce çokça yazılmış bir hikaye” gibi sözler söylemişti. Ben de cevap olarak “bu filmi özel kılan biçimi olacak” cevabını vermiştim ama kendisi hayal ettiğim biçimi merak bile etmedi. Kariyeri yüksek oyuncularla görüşürken bazen böyle şeyler olabiliyor. Pek üzerinde durmayıp, gerekli dersi çıkarıp hikaye için heyecan duyacak oyuncuyu bulmak gerekiyor. Sonsuz’da iyi ki bana ders veren o oyuncu rolü kabul etmemiş çünkü sonrasında o karakter için Bülent Çolak karşıma çıktı ve filmi anlayıp “çok ilginç bir film olabilir” diyerek beni dikkate aldı. Hem filmi ve karakteri anlamak için hem de işime hakim olup olmadığımı ölçmek için benimle karakter ve hikaye üzerine sürekli konuştu. İyi oyuncularla çalışmak istiyorsanız karşılarına iyi hazırlanıp, projenize çok hakim bir görüntü sergilemeniz gerekiyor. Bülent Çolak da, Kaya Akkaya da, Serhat Kılıç da ilk görüşmelerde filme dair nitelikli sorular sorarak işime hakimiyetimi ölçmüşlerdi. Benimle çalıştıklarına göre herhalde ikna edici bir görüntü sergileyebildim. 

Yeni projeleriniz var mı?

Yeni bir kısa film projem var. Senaryosu tamamlandı. Kaynak yaratmaya çalışıyorum. Bunun yanında uzun metrajlı film hikayelerim ve bir internet dizisi projem var. Bunlar tretman aşamasında. İnsan aklındaki tüm filmleri gerçekleştirmek istiyor ama kolay değil. Film yapma fırsatı bulmak zor ve fırsat bulduktan sonra gerçekleştirmek de oldukça uzun bir süreç.

Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler? 

Etkilendiğim yönetmenlerden aklıma ilk gelenler Kieslowski, Metin Erksan, Nuri Bilge Ceylan, Tayfun Pirselimoğlu, Angelopulos, Lynn Ramsey, Coen Kardeşler, Andrea Arnold, Yılmaz Güney, Godard, Kiarostami ve birkaç yönetmen daha. Türkiye sineması 90’lar kuşağının tamamı çok değerli. Sinema öğrenmeye başladığımız ilk yıllarda auteur sinemanın ne olduğunu onların filmlerini izleyerek anlamaya başladık. Etkilendiğim yazarlar arasından aklıma ilk gelenler ise: Yaşar Kemal, Tolstoy, Çetin Altan, Victor Hugo, Aziz Nesin, Ernest Hemingway, Thomas Bernhard, Charles Baudelaire, Yusuf Atılgan, Charles Dickens, James Russell Lowell, Boris Vian, Walter Benjamin.