İlk kısa filminiz “Yolcu”yu 2010 yılında çektiniz. Kısa film çekme, bu sektöre girme kararını
nasıl aldınız?
Kamu Yönetimi Bölümü’nde okurken bir yönetmen ismi çok geldi
kulağıma. Ahmet Uluçay diye. Merak ettim
önce çektiği filmi izledim sonra Uluçay
hakkında bir belgesel izledim. O imkansız şartlarda bir şeyler yapmayı başarmış
çok iyi bir yönetmendi, örnekti. Bizim
jenerasyonumuzda böyle bana göre. Uluçay çok zor şartlarda sinema aşkı ile
başlamış ve zor şartlarda bir film bitirebilmiş biriydi. İlham oldu diyelim
Ahmet Uluçay’ın kararlılığı, mücadelesi.
Benim de sinemada anlatmak istediğim hikayeler, senaryolar vardı. Bu ikisi örtüşünce zaman perdesini çektim
aradan. Sonra o yola girdim.
Anlatacak hikayelerim vardı dediniz. Bunun temeli neydi?
Hikayeleri devamlı düşünüyordum. Okul kantininde arkadaşlarıma
anlatıyordum. Belki zorla, belki severek dinliyorlardı ama ben severek
heyecanla anlatıyordum. Sonra sonra hikaye nasıl anlatılır, çekilir ustalardan
dersler alarak öğrenme süreci başladı
Nasıl bir süreçti
bu öğrenme süreci?
O uzun ve zahmetli bir süreçti. Hani bir mabedin kapısında
keşişler içeriye girmek için bekler ya öyle bir sabır. İşi öğrenebilmek adına mesleğin
çok farklı alanlarında çalıştım, sesçilik yaptım mesela. Kademe kademe
ilerliyorsunuz. İlk filmim 2010’da
çektim ama 2003’te karar vermiştim çekmeye.
İlk kısa filminizi çekerken yaşadığınız zorluklar nelerdi?
Ben şuna inanıyorum; “şartlarım iyi olduğunda film
yapacağım, istediğim oyuncu, istediğim senaryo, istediğim kamera, teknik
ekipman olunca çekeceğim” dediğinizde o iş yürümez. Öyle ütopik bir dünya yok...
İmkanlarımız ile isteklerimizin bir dengesi olmalı… Elde ne var. Evet bir
arkadaşımdan alabileceğim kamera var. Aynı sinemaya tutkun senin gibi oyuncu
arkadaşların var. Ses alabileceğin aparat var mı? Benim yoktu. Ses alamadım,
ama pes etmedim. Sessiz çektik sonra ses efekti ekledim. Anlatı yolunu o anda öyle yapmalıydık. Ses
alamıyoruz, bu filmi çekemeyeceğiz demedik. Ses alamıyorsak senaryomuzu ona
göre uyarladık. Şu anda çok mutluyum o işten mesela.
Daha sonraki dönemler de şartlarda neler değişti?
Daha sonraki senelerde şöyle oldu. Mesleğe girince şartlar
biraz değişti, olgunlaştı. Şöyle ki daha kolay ekipman bulur hale geliyorsunuz.
Seneler içinde kendinizi geliştiriyorsunuz o büyük avantaj sağlıyor. Ama dönüp
baktığımda o zorluklara, bazı zorluklar aynı biçimde devam ediyor. Mesela
pandemi sürecinde oyuncu bulamadım ama vazgeçmedim, annem ve babamla çalıştım.
Aslında yapmak istemekle alakalı değil mi, sorunlar bir
şekilde halledilebiliyor?
Hallediliyor ama o tapınakta, kapıda bir süre beklemek sıkı
sıkıya çalışmak gerekiyor. Onu yaşamadan, mesela ben çok görüyorum., nasıl
yapıyorlar şaşırıyorum. Adam, herhangi bir şey çekiyor. Ünvanı hemen yönetmen oluyor
sosyal medyada, arkadaş çevresinde. İlginç buluyorum. Sonrası da olmuyor zaten.
“Yolcu” kısa filminizden sonraki çalışmalarınız hakkında
bilgi alabilir miyiz?
On tane kadar kısa filmim var. Bunlardan iki tanesi
Türkiye’de henüz gösterilmedi. Festival gösterimi bekliyor.
Meslek tanımı olarak ayırım yapmayı doğru bulmuyorum.
Yaklaşımları birbirinden faklı, prensipleri değişiklik gösteren iki kategori. Aslında
kişinin ilgi alanı, yöneldiği
profesyonel alanı belirliyor. Şöyle ki, kısa film çekerken prodüksiyon
aşamasında çok büyük uğraş içindeyken belgeselde bu uğraşınız daha rahat
geçebilir. Belgeselde görüntüleri ayıklama süreci uzun sürerken kısa filmde bu
aşama genellikle daha kısa olur. Aslında belgesel, belgesel içinde çektiğiniz
kişileri yönlendirmeye çok müsait bir alan değil. Amacımız; şimdiye ve geleceğe,
daha önce filme alınmamış bir belge, bırakmak olmalı. Belgenin içini boşaltmak
ya da değiştirmek olmamalı, hele bir de görsel kaygılarla yapılınca, o işte tam
bir felaket. Kısa film için bu tamamen farklı. Yönetmen her şeye müdahil olmalı.
İkisi arasında uçurum derecesinde fark var bu anlamda. Yönetmen yönetmendir.
Sinemacı diyelim. Sinemacı sinemacıdır. Her alanda kendini var etmeye çalışır.
O yüzden de kısaca tanımları spesifikleştirmek yerine daha tümel tanımlar
koymayı doğru buluyorum. Prensipleri
tamamen faklı iki alan.
“Evden Uzak”,” Kibritçi Kız” dan uyarladığınız filminiz.
Filmlerinizin, senaryolarınızın çıkış noktasını öğrenebilir miyiz?
“Evden Uzak” özel bir proje benim için. Şöyle ki uzun metraj
projemin yapılabilirliğini test yaptığım bir proje. Bir uyarlama senaryosu yazdım. O senaryoyu bu
teknikte, bu görsel tarzda yapmak istiyordum. Ama benim önce bir kısa filmle,
daha minimal, bütçesini karşılayabileceğim bir durumda denemem gerekiyordu.
“Kibritçi Kız” öyle çıktı. Şunu söylemeden geçmeyeyim; kameranız olmaya bilir,
teknik şartlarınız olmayabilir ama ekip birinci şart. Ekibinizin olmadığında
hiçbir şey olmuyor. “Evden Uzak” tamamen ekip işi. Ekiple voltran
oluşturuyorsunuz. Ekip, film yapma gücünüz oluyor. Etrafınızda doğru insan
buluyorsanız, onlar size yönetmen diyorsa- yönetmen ünvanı öyle gelmeli bence- ancak
o zaman güzel işler çıkıyor ve birlikte güzel şeyler başarabiliyorsunuz.
Ekip demişken, kısa film veya uzun metrajda ekip
oluşturma da farklar oluyor mu?
Bence kısa filmle uzun metraj arasındaki farklardan biri şu;
kısa filmde daha minimal bir bütçe ile çalışıyorsunuz genel olarak.
Yurtdışından bağımsız olarak bunu söylüyorum. Kısa film bütçeleri, Kültür Bakanlığı’nda
ön gördüğü referansla söyleyebilirim; kısa filme 20 bin gibi bir bütçe
çıkarıyorsa uzun metraja, altı yüz bin, yedi yüz bin gibi veya iki milyon bütçe
çıkıyor. Buradan şeyi anlayabiliyoruz aslında, ekibin ne kadar geniş, büyük
olacağını belirleyen durum tamamen ekonomik şartlar oluyor. Yoksa gönül ister
ki bütün kısa filmlerde tüm ekip çalışabilelim.
Kısa film, uzun metraj için bir basamak olabilir mi, ne
düşünüyorsunuz bu konuda?
Kısa film şöyle bir alan aslında, kendini deneme, anlatmak
istediğini anlatma özgürlüğünü bulabildiği bir alan. Çünkü, çoğunlukla
söyleyebilirim, Türkiye’de, kısa film festivalleri yapılıyor ama bilet satışlı
bir gösterim çok az. O yüzden ana akım sinemasından bağımsız olarak yönetmenler
kendilerini, hikayeciliğini denemek ister. Onu ana akımda bulamadıkları için kısa
film onlar için çok daha özgür bir alan. Film yapımcılarının da onları
keşfetmeleri için bir fırsat bence . Mesela “Testere” filmi kısa filmdi, daha
sonra uzun metraj olarak çekildi.
Ben de keza uzun metraj yolculuğunda olan bir filmimi
denemek adına böyle bir karar aldım. Ancak bundan bağımsız olarak bir çok film
çekmişimdir hiç uzun metrajı düşünmeden. Tamamen katı cümle kurmak da yanlış.
Yöntemlerden biri. Şunu diyebiliriz, bir yönetmen anlatmak istediği hikayesini
orada çok özgürce anlatma imkanına sahip. Kısa film, prensiplerinden
bahsedeceksek, konu itibari ile alanı, bütçesi itibari ile yaygınlığı itibari
ile daha spesifik bir alana hitap ediyor.
Oyuncu seçiminde iş kısa film olunca zorluk çıkıyor mu?
Bazı oyuncular var ki çok sıcak bakıyor, bazı oyuncularsa
yanaşmıyor. Bazıları canı gönülden,
bazılarının aklının ucundan geçmiyor. Bu birazda oyuncunun karakteri ile ilgili.
Acı bir şey söyleyeyim. Festivaller filmin seçilmesi kararında ünlü oyuncuya
pozitif bir ön yargı ile yaklaşıyor. Ünlü oyuncu, filme ilgiyi artırıyor. Bunun da
festivalin büyümesi açısından önemli bir rol oynadığı düşünülüyor. Kültür Bakanlığı’ndan destek alan bir filme
oyuncu da daha sıcak bakabiliyor. Sponsor bulunca da oyuncuyu ikna kolay
oluyor. Bir diğeri ise, elinizdeki iyi senaryonuzu, oyuncuya iyi
aktarabilirseniz vakit buldukları ölçüde sorun çözülüyor.
Kısa film çekerken oyuncu ile bazı problemler yaşanabiliyor,
şöyle ki, senaryo çok kısa bir metin olduğu için karakterin öncesini ve
sonrasını anlatmak bir zaman işi oluyor benim için
Kısa filmi, meslek hayatınızda nasıl bir yeri var?
Kısa film benim nefes alma biçimim. Kendi hayatımı idame ettirmek için reklam ve
animasyon işleri yapıyorum, onlardan da zevk alıyorum. Ancak kendimde kısa film yapma mecburiyeti
hissediyorum. Bunu buna şöyle örnek
verebilirim. Dalıyorsunuz denize sonra çıkıp nefes almak istiyorsunuz. Dalma
anı gibi yaptığınız işler. Kısa filmler olmasa boğulur giderdim.
Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin
tanıtımı ve devamı için?
Aslında festivaller yeterli. Bence sayıları fazla bile.
Aslında festival değil festivalde yönetim sorunu var. Bazı jüriler film
dünyasından çok uzak. Sette nefes solumamış, hikayeciliğin ne demek olduğunu bilmeyen
insanlar. Bu da ülke sinema sanatının
gelişmesinin önündeki en büyük engel. Festivallerin, jürilerin küçük bir
kısmını ayırarak söylüyorum bunu.
Senaryolarınızın çıkış noktaları neler oluyor?
Ben neden besleniyorum.
“Evden Uzakta” filmimde uyarlama yaptım, yeni kısa filmim “AbsürdAdam”ı,
Camus’un Sisifos Söyleni’nden esinlendim. Ben de, bir fikrin çekilebilmesine
karar verme süreci, kalbimin sesi ile başlar. Kalbimin sesi müziğe dönüşür.
İşte bu düşünce ve bu his, onun oluşturduğu armoni etrafında şekillenir. Sonra
sinopsis ve senaryo gelir. Ona uygun yapım koşulları ile de şekillenir.
Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler,
meslek hayatınızda size etki eden
yapıtlar var mı?
Aslında çok var ama şöyle bir durumda var. Kafamda bir liste
yapıyorum. Bir gün çok sevdiğim bir yönetmeni ertesi gün tamamen
unutabiliyorum. Yani kafamızda kurduğumuz listelere inanmıyorum.