-Sizi tanıyabilir miyiz?
1970, İstanbul doğumluyum. Sinemayı çok seven bir ailenin
içinde doğdum ve büyüdüm. 1950’lerde annem Beşiktaş’ta yeni gelen hiçbir filmi
kaçırmayan sinemasevermiş. Ben Kadıköy
Acıbadem’de açık hava sinemalarında, tahta sandalyeler üzerinde film seyretme
şansını yaşadım. İlk hatırladığım film,
açık havada seyrettiğim “Hababam Sınıfı” idi. Abim ve ablamda çok meraklıydı sinemaya, onlarla “Guguk
Kuşu”” gibi sanatsal filmlere giderdik, böylece sinemanın sanatsal boyutunu
erken yaşlarda bu şekilde keşfettim. Bir dönem seyrettiğim filmin eve gelir devam senaryosunu
yazardım. Sonra üniversitede sinema okumak istedim ama yaşadığımız zamanlarda
ailem ne kadar sinema ile ilgili olsa da başka bir meslek seçmemi istedi ve
İşletme Bölümü’nü seçtim. Ama sinemadan hiç kopmadım. Marmara Üniversitesi’nde
1989 yılında ilk defa “Türk Filmleri Festivali” yaptık. O dönemin popüler
filmlerini getirdik. Arkasından oyuncular ve yönetmenlerle söyleşiler
hazırladık. Macit Koper, Nur Süer, Tunç Başaran’ı ağırladık. Sonrasında
İfsak’ta sinema atölyesine yazıldım. Çok iyi kadrodan dokuz hafta eğitim aldık. Kimler vardı; Bilge Olgaç,
Aytekin Çakmakçı, Hilmi Etikan. Hilmi Etikan, kısa film ustasıdır, duayen, kısa
filmi Türkiye’de yayan kişidir. Sinema Teorisini, Işıl Özgentürk’ten, yönetmenlik
dersini Bilge Olgaç’tan aldım. Pek çok şeyi yerinde gidip gördük. Dijital
sinemada yoktu, her şey manuel, zaman maliyetinin , fiziksel maliyetin çok yüksek
olduğunu zamanlar. Sonrasında da 1992
yılında “Orhon Murat Arıburnu Sinema- Edebiyat Yarışması” vardı. O yarışmada
birincilik aldım. Orhan Oğuz, Macit Koper, Şerif Gören vardı jüride. Sinema
ütopyasıydı aslında yazdığım. İsmi
“Siyah Perde”. O ödül beni çok
motive etti. 93 yılında tekrar katıldım. İkincilik ödülü aldım. O dönemin
popüler yapımcısından teklif geldi. Ben
çok sıcak bakmadım projeye ve uzun süre sadece izleyici olarak devam ettim
sinemaya.
-Kısa film çekme kararını nasıl aldınız? Kısa film hazırlık ve çekim sürecinde sizi
neler zorladı? Hazırlık süreçlerinizi anlatır mısınız?
2004 yılında “Orhon
Murat Arıburnu Ödülleri” için jüri olma teklifi geldi. Orada genç kuşak
yönetmen arkadaşlarla tanıştım. Elimde çok iyi senaryo vardı ve Hüseyin Alemdar çok ilgilendi. Cast
belirlendi, okuma provası başladı. Dijital sinema da olmadığı için
maliyeti yüksek olacağı için askıya
aldık, o projeyi. 2010 yılında “Sayılamayan Yıldızlar” adlı öyküm ile İş İnsanı Nurdan Tümbek ilgilendi. Gökyüzündeki takım yıldızlarından
etkilenmiştim yazarken. Fantastik bir kitaptı. Orada” İkiz Yıldızlar” diye bir öykümü, ilk filmim olarak onun yapımcılığımda hayata
geçirdik. Kitlesel fonlama yaptık. Benim için amatör diyebileceğim ilk filmim.
İlk defa kameranın arkasına geçtim. İlk olmasına rağmen çok büyük başarılar
elde etti. Bu bana ileride yapacağım işlerim içinde umut verdi.
2016’da da aynı kitaptan başka bir öyküye film çektim.
“Yüksek Kalori”, obez bir çocuğun ebeveynleri ile yaşadığı çelişkileri komedi
tarzında anlatıyor. Sanal ilişkiler, internette tanışılan arkadaşlıklar
vardı. Ayla Algan, Doğa Konakoğlu ile
çalıştım. Doğa komedi oyuncusu idi ama filmde çok iyi dram oynadı ve ödül aldı. Bu
film sayesinde Ayla Aygan’la çok güzel dostluğumuz oldu halen devam eden.
“Bir Vapur Masalı” ve
sonrası benim için farklı dönemdir, kırılma
noktasıdır. Kemik, güzel bir ekip
oluşturdum o dönem. Ben film çekerken her
şeyle bire bir ilgileniyorum, o hazırlık heyecanını da çok fazla yaşıyorum. Hatta besteyi alıyorum, sonra stüdyoya giriyorum, belli yerlerde müdahale
ediyorum, neyse ki anlayışlı müzisyen arkadaşlarla çalışıyorum. Böyle olunca filmin
müziği de iyi oluyor, içime siniyor. İlk filmlerimde müziği biraz fazla
kullandım. Bazen film müziği filmdeki duyguyu öldürüyor. Görüntüyle veya
oyuncuyla vermek istediğiniz duygunun önüne geçiyor. Son dönem filmlerinde daha
minimal, kararında kullanıyorum. Hatta “Çınar” filmimde sadece finalde müzik var. Tamamen
ortam sesi. Türkiye’nin en iyi ses teknisyenlerinden Erdil Semiz’le çalıştım.
Ortam sesiyle duyguyu aktarabildik.
“Bir Vapur Masalı”, gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Bu olayı
aynen bir vapurda yaşadım, vicdan muhasebesi yaptım ve bu hikayeyi hayata geçirmek istedim. 2018’in soğuk bir Şubat günü-bunu bilhassa
tercih ettim, olayı yaşadığım günde öyle bir gündü- oyuncularda o soğuğu
hissetsin istedim gerçek kahramanlar yaşadıysa- iki gün boyunca başarılı çekim
süreci geçirdik. Ama öncesi, izin alma süreci zordu. Sirkeci- Adalar hattında çektik. Normalde
Karaköy- Kadıköy hattında yaşamamıştım ama süre açısından zor olacaktı bizim
için. Sürekli yolcu değişecekti ve bu harekette filmin dokusunu bozacaktı. 2
gün sürdü çekim ve sonuçta içime sinen
bir iş oldu. Yüksek ses kullandık özellikle. Senaryoyu bir günde yazdım. Benim
mentorum İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Şehir Tiyatroları’nın Baş Dramatürü
Hilmi Zafer Şahin. Yazdığım bütün senaryolarımı
önce ona okuturum. Okudu ve çok etkilendi. Daha önceki senaryolarda
düzeltmeler yapmıştı. Bunda düzeltecek
bir yer bulamadı. Aslında otizm birçok filmde konu edildi ama bu filmde ters
köşelerimiz oldu.
Daha sonra kurmaca bir hikayem vardı. Gazete haberlerinden
gördüğüm, etkilendiğim ölüm, yas, aile içi iletişimsizlik, kadına yönelik psikolojik şiddetinde olduğu bir
hikaye. 2019 Ocak ayında “Spizella”
Türk- Alman ortak yapımı olarak çekildi.
61 tane ödülü var. Türkiye’de kısa film tarihinde en çok ödül alan film.
Dünyanın farklı ülkelerinde yarıştı.
Spizella’nın bu başarısı ile durmadım. Alzhemier konusunu
ele aldım. Sabah işe giderken ATM’lerde bir amca gördüm 70’li yaşlarında.
Tuşlara gelişi güzel basıyor ve bu şekilde Üsküdar iskeledeki bütün ATM’leri
gezdi. Çocuk gibiydi, benim ailemde de olduğu için alzhemier olduğunu anladım. “Çınar”
filmi de böyle ortaya çıktı. Senaryoyu da 1 saatte yazdım ve 2019 Kasım ayında 14 dakikalık film çektik. Çınar ağacının
yapraklarının döküldüğü zamanı tercih ettim. Kurumuş olması gerekiyordu,
metafor açısından. 119 seçkisi, şu anda da 49 ödülü var.
“Refuge”, Suriye ve Iraklı İki mültecinin hikayesi. Gerçek
hikayelerden yola çıkarak yazdım senaryoyu. Bu filmde amaç şuydu benim için; “Ötekileştirme vardır
hepimizde “bu kıyafet yakışmamız” deriz en azından. Burada da yabacılar
üzerinden yapılan ötekileştirmeyi işledim. Üniversite mezunu bir Suriyeli,
beyaz yakalı, yabancı, lgbt.
-Aslında yukarıda konuştuk ama çektiğiniz kısa filmlerin
senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu
senaryoları yazdırıyor?
Görmek
istemediklerimiz aslında senaryolarımın çıkış noktası. Birebir yaşadığım olaylar,
gazetede okuduğum haberler, tanık olduklarım çıkış noktası oluyor ve bu şekilde
senaryo- film ile hayata geçirmek
istiyorum.
Bugüne kadar yaptığım iki film “Çınar” ve” Bir Vapur Masalı”
Uluslararası Tıp Konferanslarında da gösterildi. Çok büyük övgüler aldık. İki filmde de tıbbi açıdan hata yapmamak için
çok çalıştım, destek aldım. Emek verilen senaryo ve filmlerinin böyle önemli
alanlarda kullanılması da benim içinde ayrıca gurur kaynağı tabi.
-Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz,
bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu?
Aslında yazarken oturuyor. Oyuncu için rol yazmak değil de
yazarken şu karakter şu oyuncu tarafından oynansa iyi olur diyorum. Şehir tiyatrosu kadrosundan bakıyoruz
öncelikle. Egosuz oyuncularla oynamak en büyük şansım. Ayla Aygan çalışmaktan
en zevk aldığım sanatçılardan biri, ablam
benim. Bir çok oyuncu da gönüllü oynuyor, ücret almak istemiyorlar ama ben
emeklerine saygı duyduğum için ödeme yapıyorum.
Ama kısa film bağımsız olduğundan oyuncular oynamayı kendileri tercih
ediyorlar. Oyuncular içinde kendi oyunculukları sergileme açısından bir alan
oluyor. Karakterlerimde farklı olduğu
için dizilerden ve ana akım sinemadan oyuncular tercih ediyorlar rolleri.
-Yeni projeleriniz, uzun metraj film çekme planınız
var mı?
Şu ortamda düşünmüyorum, ama pandemiden dolayı değil, Türkiye şartlarında
düşünmüyorum. Bu bir eleştiri. Türkiye’de film çekeceğiniz duyulduğunda herkes
başınıza üşüşüyor. Eğer bir yerlerde tanıdığınız yoksa sizden baya baya haksız
kazanç elde edilecek meblağlar isteniyor. Her yerden biri gelip sizi çekim
esnasında rahatsız ediyor. Bunu bütçesiz kısa film çekerken bile yaşadım. Ne
zaman Türkiye’de sanatçıya hak ettiği değer, destek verilir, devlet desteği hak eden projelere dağıtılır,
gerçekten işletmeler ticari kazanç gözetmeksizin sanatsal projelere inanarak
sponsor olurlarsa uzun metraj çekerim.
Yeni kısa film projem
var, akıllı telefonla çekeceğim filmi. Filmin hikayesi gereği de öyle olacak.
Dünyada da var örnekleri bunun. Şimdi onun çalışmalarını yapıyorum.
-Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı,
neler düşünüyorsun bu konuda?
Kişisel tercih tamamen. Uzun metraj olarak çıkmış biriyim.
Kısa filme daha ısındım. Çok önemli yönetmenler kısa filmler çekiyor, bu da
beni motive etti. Kısa filmin bir yaşı, ön koşulu yok.
-Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin
tanıtımı ve devamı için?
Festivaller yeterli. Organizasyon açısından sıkıntılar var.
Bunu çok fazla yurtdışında festivale katılan biri olarak söylüyorum. En büyük sıkıntı iletişim. Yine önemli kısa
film festivali, iki filmimin seçildiğini
bana mail atmıyor. Ve ben tesadüf öğrendim. Böyle bir şey olamaz. Seçilen
filmin maili göndermiyor. Seçilmeyince dikkate alınmıyorsun ama bu başka, iletişim
konusunda zayıf kalıyor bazı festivaller.
Bu arada gençlere en önemli tavsiyem ilk başta ücretsiz
olanları tercih etmeleri. Özellikle öğrenci festivalleri ücretsiz. Bazı film
festivallerinin katılım ücreti çok zorluyor
- Meslek hayatınızda kısa filmi nasıl görüyorsunuz?
Yarı profesyonel olarak görüyorum. Öyle görmemim sebebi para
kazanamıyor olmak. Kısa film yapısı gereği öyledir, hiçbir zaman tam
profesyonel olamaz. Benim için meslek ama para kazandırmayan bir meslek.
-Son olarak sinema alanında sizi etkileyen filmler,
yönetmenler hangileri?
Ben ne kadar yenilikten bahsetsemde klasikçiyim. Alfred Hitchcock, John Ford, Federico Fellini, Pier Paolo Passolini, Lütfi Akat, Metin Erksan, Zeki Demirkubuz,
Nuri Bilge Ceylan, film üzerinden
söylersem, Pelin Esmer “İşe Yarar Bir şey”, Emin Alper “Kızkardeşler”, Tolga
Karaçelik “Kelebekler”