-Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
94 yılında Kastamonu’da doğdum. Bahçeşehir Üniversitesi’nde
Sinema ve Televizyon okudum. Şu an Kadir Has Üniversitesi Film ve Drama
bölümünde Yüksek Lisans eğitimim devam ediyor. Son 3 senedir bu sene İstanbul
Film Festivalinde açılışını yapan Büyük İstanbul Depresyonu isimli filmim için
çalışıyorum.
-Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma
nedenleriniz, bu yola giriş sebebiniz
neydi?
Ortaokulda sinemayla ilgilenmeye ve yönetmen olmak istemeye
başladım. Liseyi okumak için İstanbul’a geldim. Yatılı olarak Vefa Lisesinde
okumaya başladım. Beni yaşadığım şehirden İstanbul’a sürükleyen de sinemaydı
aslında. Sinema Kulübüne girdim ve Sinema kulübü hocamız Canan Akbaş bize ilk
haftaydı sanırım hadi herkes haftaya bir kısa film fikriyle gelsin dedi. Ben cidden
bütün bir hafta bunu düşündüm ve bir fikirle gittim. Sonra cidden çektim de o
fikri. Ve yapılabileceğini görmüş oldum. O ilk filmimle Galatasaray
Üniversitesi’nin düzenlediği Sinepark Kısa Film Festivalinde liseler arası
kategoride ödül aldım. Canan Hoca’nın desteği, kısa film çeken arkadaşlarımın
olması, bu ödül, yapılabileceğini görmüş olmak ben de devam edebilirim hissi
oluşturdu. Burada kısa uzun diye bakma yok aslında o yaşta o imkanlarla ve tabi
ki başlangıç olarak kısa mantıklı olduğu için kısa oldu.
“Ben Neden İntihar
Etmişim?”, “Neden?”, “Rozerin” ve Büyük İstanbul Depresyonu” yönetmenlik
yaptığınız kısa filmler. Filmlerinizde genel
olarak hazırlık ve çekim süreçlerinde sizi neler zorladı?
İlk 3 film lisede çektiğim filmler. Benim hem yapımcı hem görüntü yönetmeni hem kurgucu olduğum, arkadaşlarımla yaptığım filmler. O kadar uzun zaman geçti ve o kadar güzel hatırlıyorum ki neler zorladı beni bilemedim. Sanırım Büyük İstanbul Depresyonunu da katarak diyebilirim ki en zorlayan şey devamlılığı sağlamak. Bir sürü moral bozucu, heves kırıcı ya da direkt filmin gidişatını etkileyecek engelleyecek şeyler yaşanıyor. Bütün bunlarla mücadele etme gücünü kendinde bulmak… Sabretmek ve bu sabrın devamlılığını sağlamak en zoru sanırım.
-Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?
Herkes için değişir. Uzun metraj çekmek isteyen ama türlü sebeplerle buna gücü yetmeyen biri için kısa elbette uzun için bir aşama olabilir. Bu kısayı daha değersiz yapmıyor bence. Kimisi de hiç uzun metraj çekmeyi planlamayarak kısa film yapmak istediği için kısa film yapar.
- Kısa filmin, meslek hayatınızda nasıl bir yeri var?
Şu an itibariyle meslek hayatım başladı mı tam emin değilim
maalesef.
-Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz?
Pek bilmiyorum bu konuyu açıkçası. Umarım geleceği çok iyi
olur. İnsanlar daha fazla kısa film izlemek ister, izlenecek platformlar artar.
Bu sayede sinemacılar kısa film yapsam da kim nereden izleyecek ki diye bir
kaygısı olmadan üretir. Blutv, Mubi gibi platformların Türkiye Sinemasının son
dönemlerinden kısa filmlere yer açması çok sevindirici bence. Daha da çok kısa
film dijital platformlarda yer alsa keşke.
-Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin
tanıtımı ve devamı için?
Değil bence. Daha çok olsa daha iyi. Ama yukarıda değindiğim
gibi dijital platformlar kısa filmin tanıtımı ve devamı için daha önemli bir
alan olabilir gibi geliyor. Kısa filmi sanki yine sinemacılar izliyor daha çok.
Bu platformlarda kısa film daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşsa mesela o
zaman belki bu festivallere de yansıyabilir.
-“Dünyada kısa filme bakış açısı” ile “Türkiye’de kısa
filme bakış açısı” arasında farklar var
mı? Varsa bunun nedenleri neden olabilir, bu nedenleri nasıl ortadan
kaldırabiliriz?
Bu da bilmediğim bir konu dünyadan kısa filmler izlesem de
çok araştırmıyorum gerisini. Bu da benim eksikliğim.
- Çektiğiniz kısa
filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler
size bu senaryoları yazdırıyor?
Onu ben de anlamıyorum. Bir bakmışım kafamda sahneler
dönüyor, karakterler koşturuyor. Biraz kafamda bir şeyler birikince oturup
üzerine düşünmeye onu şekillendirmeye başlıyorum sanırım. Bu yüzden çıkış
noktası nasıl oluyor cevap vermekte zorlanıyorum. Bir anlamlandırma çabası
olabilir. Yaşam çok zor ve karmaşık. Hepimiz sürekli sorular soruyoruz
kendimize. Kimimiz için de bu sorularla boğuşmak kurmacayı devreye sokuyor
belki. Çok yeni ortaokuldayken filmlerle ilgili not aldığım defterimi budum.
Depremde eşi ve çocuğunu kaybeden bir kadınla ilgili bir film notu almışım. O
kadar ilginç geldi ki. Acaba o yaşta ne düşünerek böyle bir şey kurgulamışım
merak ettim.
- Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat
ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu?
Oyuncu seçiminde şuna dikkat ederim diyebileceğim kadar bir
deneyimim oluşmadı sanırım. Son filmim hariç arkadaşlarım, tanıdığım insanlardı
oyuncular zaten. Ama oyunculuk diğer tüm meslekler gibi bir meslek. Yönetmen ve
oyuncu da çalışma arkadaşı. Olaya bu şekilde yaklaşınca çalışma koşulları
uyduğu takdirde herkes herkesle çalışabilir gibi geliyor.
(Filmde aslında üniversiteyi bitirmiş iki genç kadın
görüyoruz),
Filmin fikri ben üniversiteyi bitirmeye daha 2 sene varken
aklıma gelmeye başladı. Maalesef üniversitenin tadını çıkaramadan mezuniyet
kaygısı başlıyor birçok insanda. Ben de onlardan biriydim. İstanbul’a eğitim
için geldiğime göre eğitimim bittiğinde uzun süre iş de bulamazsam ne yaparım
diye düşünüyordum ister istemez. Ben senaryoda ilerledikçe mezuniyetim de
yaklaşıyordu. Yaşayanların bileceği gibi o dönemlerde insanın başka bir gündemi
olamıyor. Arkadaşlarla her konuşma oraya çıkıyor. Sanki zaten Büyük İstanbul
Depresyonu dışında bir film yapamazmışım gibi geldi şimdi. Gündemim oydu çünkü.
Öyle bir gündem ki diğer her şeyi önemsiz kılıyor senin için.
İkisine de yakın hissediyorum. Bazen birine bazen diğerine. Yazmaya
başlarken kendime bu 2 karakter hayatımdan birinin “a bu benim” diyeceği ya da
“a bu sensin” diyebileceği bir karakter olmayacak demiştim. Ve bence başardım. İkisine
de yakın hissediyorum çünkü ikisi de kendi içimdeki çatışmalardan çıktı. İkisine
de hemen hemen eşit yakınlıkta hissettiğim zamanlar sanırım en iyisi.
-“Büyük İstanbul Depresyonu”nun çekim aşamasında da aslında
kadın dayanışması var diyebilir miyiz?
Evet var. Başından sonuna. Ben kadın dayanışmasına çok
inanıyorum. Ezilenlerin dayanışmasına yani. Açıklama gereği duyuyorum çünkü hiç
beklemediğim insanlar bile kadın dayanışması denilince bunu heralde ilkokuldaki
kadın erkek atışması falan zannedip “ama kadınlar da” diye cümleler kuruyor.
Kadın erkek eşitsizliğinin ciddiyetini kadınların ezilenler olduğunu ya
görmüyor ya da görmek istemiyor insanlar. Öylesi daha kolay çünkü. Bir şeyleri
görünce insanın tadı kaçıyor. Kadın
sinemacılar kadın olmanın zorluklarını dile getirince bile itici oluyorlar. Oysa
biz kadınların ezildiğimiz yerden dayanışması ve bize verilmeyeni, bizden
esirgeneni almak için birlik olmasından ve uğradığımız haksızlığı bağırmasından
daha doğal ne olabilir? Ne yapalım cool olmak için yaşadığımız haksızlıkları
görmezden mi gelelim. Bu soruyu bana sormanızın sebebi hem filmle hem
ekibimizdeki kadın ağırlığıyla ilgili büyük ihtimalle mesela. Ama işte biz
bunları konuştukça bazıları sinemanın kadını erkeği mi olur diyor. Çünkü biz
kadın sinemacı deyince onların “sinemacı” değil “erkek sinemacı” olduğu ortaya
çıkıyor. Kadın ağırlıklı ekipler görünce sinemada erkek ağırlıklı ekiplerin
varlığı daha da sorgulanır oluyor. Bana insanlar sizin filmde erkekler
çalışabiliyor mu diye şaka yapıyor mesela. Bu şakanın tersini duymamışızdır. Ben
kadın dayanışması olmasa bu filmi yapamazdım bile. Ellerimizi üst üste koyup
kadın dayanışması demiyoruz elbet. Biz kadın olduğumuz için dayanışıyoruz bile
demiyoruz. Ancak bence ataerkil bu dünyada iki kadının birbirine destek olması
kadın dayanışmasıdır zaten.
-Film sektöründe, özellikle kısa film alanında kadın
yönetmenlerin yerini Türkiye ve Dünya’da nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünyayı bilmiyorum. Türkiye’de gördüğümüz kadarıyla uzun
metraja oranla çok daha fazla kadın kısa film yönetmeni var. Bu çok önemli
bence. Bu neden böyle olabilir bunu düşünmek araştırmak gerekiyor. Mesela bakanlığın
kısa filme verdiği en düşük destek sanırım 15 bin civarı uzunda da 500 bin.
Uzun metraj pahalı ve önemli bir iş yani. Uzun maddi manevi çok daha riskli.
Kısada kadın yönetmenler daha çokken uzunda bu kadar az olması bununla ilgili
olabilir mi acaba? Sinemaya özel bir durum değil işte. Türkiye ve Dünyada
kadınların durumu ortada. Aylardır İstanbul Sözleşmesi elimizden alınacak diye
gerginiz. Polonya’da kadınlar kürtaj hakları için sokağa çıktı. Bedenimiz
üzerinde söz sahibi olmaya çalışıyoruz. Annelikten vuruluyoruz. Engelleri
aşmaya çalışıyoruz. Biraz dağıtmış olabilirim ama bunları konuşmadan kadın
yönetmenlik konuşamıyorum.
-Yeni projeleriniz, uzun metraj film çekme planınız var mı?
Evet, uzun metraj için bir senaryo yazmaya başladım. Ama çok
çok başındayım.
-Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler?
Yıllardır bu soruya ne cevap vereceğim diye karar kara
düşünüp sorulunca da kaçamak cevaplar veriyorum. Hep favori yönetmenimi aradım.
Ama kafamda bu durumu abarttıysam biraz demek bir türlü şu diyemedim. Sevdiğim
yönetmenler değil de şimdi filmi çıksa heyecanla koşa koşa gideceğim
yönetmenleri düşündüm. Yani son filmlerinden dolayı acaba bir sonraki işleri ne
olacak diye düşünmeden edemediğim şu an aklıma gelen yönetmenler. Senem Tüzen,
Andrea Arnold, Nadav Lapid, Xavier Dolan. En sevdiğim yazar ise Elif Hümeyra
Aydın.