Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Hukuk mezunusunuz, film
sektörüne girişiniz nasıl oldu?
Evet, hukuk mezunuyum. Aslında okula devam ederken bölümün
bana uygun olmadığı anlamıştım. Bu arada radyo programları yapmaya başladım.
Böylece ufak ufak geçimimi de sağlıyordum. Bunun üzerine yüksek lisans programı araştırdım ve Londra’da Görsel Medya üzerine yüksek lisans yaptım 2012-2013
döneminde. Bu sayede pek çok noktada perspektifim açıldı. Türkiye’ye döndüğümde
de işin rengi yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. Sanatsal anlamda bu işi yapıyorum. Aynı
zamanda mesleğim.
Kısa film çekmeye nasıl karar verdiniz?
2015’te bir
ajansta çalışıyordum, reklam
yazarlığı yapıyordum ve aklımda film yapmak
vardı. Bir ara ajansta işler iyi gitmemeye
başlayınca bu benim için bir noktada dönüm noktası oldu. “Ben film yapmak
istiyorum, kendime güvenmem lazım” diye düşündüm ve bir anda organik bir
şekilde bir senaryo çıkardım. Yazdıklarımı, arkadaşlarımla paylaştım. Çok düşük
bir bütçe ile çektik “Farah” ı. Aslında kendiliğinden gelişti. Bazen hayat bir
noktaya atabiliyor sizi. Ve artık onun önüne geçemiyorsunuz. 2016 yılında
“Farah”ın ardından 2017’de “Dwell”i
çektim, deneysel alanda o da değişik bir çalışma oldu benim için.
İlk çalışmanın uzun metraj olması bu sektöre yeni
başlayan biri için zorlu bir süreç olabilir mi?
Film tamamen deneyim işi. Kağıt üzerinde olan bir şey
değil. Sette çok fazla sorun
çıkabiliyor. İyi bir yönetmeni de şu ayırıyor; Oradaki problemi ne kadar iyi
çözüyorsunuz. Ben de her işte, muhtemel
karşılaşacağım sorunları yazıyorum. Ve o sorunlara sanal çözümler buluyorum.
Sette o sorunlar çıkıyor, üzerine başka sorunlarda çıkıyor. Oda tamamen tecrübe
ile çözülebiliyor. Yönetmeseniz mesela film çekim esnasında sizin 30 saniyelik
bir kararsızlığınız bile ekibi dağıtabilir. Kararlı davranmanız gerekiyor.
Çünkü set çok demokratik bir yer değil. Sinema sadece yetenek değil çok fazla
çalışma, hissiyat, doğru şeyleri yapmakla ile ilgili.
Bir karikatür gördüm. Bir bina, iki kapısı var. Biri film okulu, diğeri film yapımı. Film okuluna
herkes giriyor, film yapma kısmına kimse girmiyor. İşin anahtarı zaten o işi
yapabilmekte. Çok fazla anlatarak konuşarak olacak bir şey değil o işi yapmak
lazım. İyi ya da kötü çıksın. Birikim gerekiyor. Bu da yaparak deneyerek
öğrenilebilecek bir şey. Zor bir alan sinema. Çok istemek lazım.
İlk başta daha cesaretli oluyorsunuz, işi kotarmaya
başlayınca cesaretiniz azalıyor. Üç sene
önce şu an düşündüğün hiçbir şeyi görmüyormuşum. Bazen diyorum o dönemki cesaretim
şimdi olsaydı. Ama tabi o dönem de çok hata yapmışım. Belki kısa film ile
başlamak tecrübe anlamında daha faydalı olabilir.
Türkiye’de ve Dünya’da kısa filme bakışı nasıl
değerlendiriyorsunuz? Uzun metraj film
için bir basamak olarak mı görülüyor kısa
film?
Aslında kısa film, film. Kısa veya uzun film diye
ayırmıyoruz. Türkiye’de her şeyin dinamiği farklı. Kısa filmde ufacık bir his üzerine
odaklanmanız gerekiyor ve başlı başına bir anlatı. Uzun metraj daha farklı,
daha endüstriyel. Bir basamak olarak
kesinlikle görmüyorum ama Türkiye’de de yüzde yüz bir basamak. Kısa filmin endüstrisi Türkiye’de henüz oluşmadı ama uzun metrajın
iyi ya da kötü bir endüstrisi var. Maddi bir karşılık gelmediği sürece de bir
endüstrileşme içine girmesi de çok zor. Aslında sinemanın varoluşla da ilgili.
Küçük anlatılar bizim ülkemizde çok değer görmez.
Dünya’da kesinlikle öyle değil. Bu sene Venedik’te Almodovar
kısa filmi ile yarıştı ya da gösterimi oldu. Filme film olarak bakılıyor. Uzun metraj ya da kısa metraj olarak ayrıma
girmiyorlar. Farklı alanlar ama aynı değerdeler. Kısa filmin aslında basamak olarak yapılmaması
gerekiyor. Orada zaten bir film çekiliyor. Ama algı bu. Yapacak bir şey yok.
Oyuncu kadrosunu nasıl oluşturuyorsunuz? Kısa filmde
oyuncu kadrosu oluşturmak daha zor olabiliyor mu?
Birkaç senedir değişti aslında bu. Usta oyuncalar iyi kısa
film projelerinde yer almak istiyorlar. Ben şuna inanıyorum. Oyucularda iyi
senaryo arıyorlar. Ben çalıştığım bir oyuncuya maille ulaştım mesela. Çok
gözümüzde büyütmemiz gerekiyor aslında bu konuyu.
Senaryolarında çıkış noktalarınız neler oluyor, daha doğrusu neler size bu
senaryoları yazdırıyor?
Bu aslında cevaplaması bayağı uzun bir soru. Son çektiğim kısa film, festival sürecine
daha yeni başlayacak. Onun üzerinden
başlayayım aslıda cevap vermeye “Değişik Zamanlar”. Benim için bambaşka bir tecrübe oldu. Şimdiye kadar bütün filmlerimi kentte
çekmiştim ve tamamen senaryo ağırlık
idi. Senaryoyu kurup senaryo mantığı üzerinden bir anlatıya giriyordum. “Değişik
Zamanlar”ın oluşum süreci 2018’de Bela Tarrr’la çalışmamla başladı. Antalya
film forum kapsamında atölyesine seçilmiştim. Atölye ile aslında
senaryonun film medyumuna çok da hizmet
etmeyeceğini gördüm. Daha çok yaşayan bir şeyi filme almamız gerektiği bir
şekilde anlatmak istedi Bela Tarr bize. Onun anlatısına göre masa başında film
çekmek diye bir şey söz konusu değil. Kendi filmlerinde de senaryo kullanmıyor. Olan
bir şeyi sadece kendince kurmaca hale getirip belgeselci bir bakış açısıyla
farklı bir noktaya uyarlıyor. Ben de bunun üzerine “Değişik Zamanlar”ı bu şekilde çalıştım. Önce mekânı
bularak, castı bularak bunun üzerine hikâye inşa etmek istedim. Hikâyede kendiliğinden
aslında ortaya çıktı. Ben başta bir senaryo yazıp, yazdığım senaryoya bir mekan ve cast bulacağım
diye girmedim çalışmaya. Öncelikle Anadolu’yu, İç Anadolu gezdim.
Ankaralı olduğum için İç Anadolu
bölgesine hakimim. Bozkırda bildiğim bir coğrafya ve filmin diline de o
uyuyordu. Mümkün olabildiğince, fazlasıyla
köy gezdim. Çalışmak istediğim casta uygun bir castla birlikte hikâye gelişti.
Hatta filmi çekerken de senaryoya çok sadık kalmadım. Elimizde bir metin vardı
tabi. Oyuncular okumak istedi. Fon aldığımız insanlar okumak istedi. Onlar için
bir taslak hazırladım. Aslında senaryoda ufacık bir lambayı bile aslında
gördüğüm için yazdım. İstanbul’da oturup
taşra senaryosu yazmadım yani. Sonuçta kafamda gitmeden bir fikir vardı.
Varoluşsal bir film oldu. Hayatın devam edişiyle ilgili birkaç taslak kelimem
de vardı açıkçası. Bununla birlikte her şeyi organik hale getirmeye çalıştım. Değişik
bir tecrübe oldu.
“Çürük” filminim senaryosunun çıkışından bahsedersek; bir
dönem bizim evdeki üst kat komşularımızdan birinin evinden boru patladı ve
komşuda evde değildi su akmaya başladı. Birkaç günde banyonun tavanı sapsarı
oldu ve koku başladı. O tarihten epey bir süre daha benim aklımda hep o koku kaldı. Senaryo
fikride orada çıktı. Eskiden aspiratörler vardı. Kokuyu üst tarafa atardı.
Aslına dip dibe yaşıyoruz. Koku metaforik anlamda aslında yan yanayız ama
uzağız ve insanın içindeki o çürümüşlük hiçbir zaman geçmiyor. Aslında tamamen kişisel tecrübelerim ve
gördüklerim ile ilgili senaryo oldu.
“Değişik Zamanlar” dönemi bambaşka idi. Şu anda uzun
metrajım üzerine çalışıyorum. O da tamamen senaryo üzerinden olacak. “Değişik Zamanlar”ı
yapmam gerekiyordu. Şu anda “Çürük” dönemi ile aynı hissiyattayım.
Bir ara Bela Tarr’ın etkisi ile çok görüntüye dalmıştım. Dil felsefesi ile ilgilendim. Kullandığımız
kelimeler aslında bizim tezahür ettiğimiz şeylerden çok farklı. Gördüğümüz bir perdeyi
aslında perde olarak nitelendiriyoruz ama bambaşka bir şey. Sinemanın da görsel
bir medyum olduğu, metnin ve yazınsal dilin aslında çok evla olmadığını
düşünüyorum. Bütün senaryolarım aslında bir sürecin devamı.
Film sektöründe, özellikle kısa filmlerde veya ilk
çalışmalarda en çok zorlayan unsurlardan
biri de bütçe olabilir mi?
“Değişik Zamanlar”da fongogo yaptık ve diğer projelerime
göre daha bütçeli bir projeydi, daha zorladı evet ama yapımcı ile çalıştık. Bir
önceki filmim bütçesinin 10 katı idi ama şuna inanıyorum maddi durumlar bahane
olmamalı. İlk kısa filmimi çok düşük bir bütçe ile çekmiştim. Ekipman kirası zorluyor. Film
pahalı bir şey aslında. Yapmak isteyen parayı bulur diye düşünüyorum. “Vultur”u
çekerken ekonomik anlamda zor bir durumdaydık, düşük bütçe ile çektik ama bir
şeklide üstesinden geldik. Kısa film maddi karşılığını almak için yapılacak bir
şey de değil aslında.
Kısa filmin meslek hayatınızdaki yeri nedir? Sadece kısa
film üzerine bir kariyer yapmayı düşündünüz mü
Sinemaya dair pek çok şeyi kısa filmle öğrendim. Uzun metrajdan
faklı olduğunu düşünmüyorum. Hiç
düşünmedim. Globalde meslek olarak kısa
filmci olan çok yönetmen var. Sadece kısa film çelerek hayatlarını idame
ettiren yönetmenler var. Türkiye’de imkansız. Ben uzun metraj çektikten sonra
tekrar kısa film çekeceğim. Çünkü farklı anlatılar. Uzun metraj filmime de ilk filmim
demeyeceğim. İlk uzun metraj filmim diyeceğim
Siz müzikle de ilgileniyoruz. Klip çekiyorsunuz.
Filmlerde ses ve müzik kullanımı için ne düşünüyorsunuz?
Ses ve müzik çok önemli filmin yüzde ellisi minimum. Sesteki
teknik bir hatadan bahsetmiyorum zaten o teknik hata, her şeyi dışarı atar.
Görüntüde hata yapabilirsiniz ama seste hata yapamazsınız.
Müzik de çok önemli. “Değişik Zamanlar”da müzikle görüntü
ritmini- kamera ritmi ile müziği hemen hemen aynı seviyede
kullanmaya çalıştım. Ona uygun müzik yapmak yaptırmak istedim.“Çürük”te
müzik yoktu, “Vultur”da müzik vardı, sonunda. O da daha maksimal bir filmdi. O yüzden daha farklı bir şey üzerinden gitmek
istedim. Müzik çok önemli bence filmde. Kullanmamanızda aslında büyük bir şey.
Haneke, hiç müzik kullanmaz, Nuri Bilge
çok az kullanır mesela. Bela Tarr müziği çok kullanır, hatta bir oyuncu,
karakter gibi kullanır. O kadar güçlü.
Uzun metraj film projeniz var, biraz anlatır mısınız
hangi aşamada?
Senaryo aşamasında. Aslında pandemi döneminde yazdım.
Aklımda olan bir hikayeydi. Yazdım
senaryoyu dedim ki “dinlesin”. İki-üç ay bekledikten sonra tekrar yazdım. Şu an
iyi bir hale geldi. Artık ön yapım aşamasına girmeye hazırız.
Sevdiğiniz yazar yönetmenler kimler? Son dönemlerde
çekilen filmleri takip ediyor musunuz?
Çok var aslında. İlk aklıma gelenler, Bela Tarr, Michael Haneke, Fyodor Dostoyevski, Rainer
Maria Rilke, William Blake, Andrey
Tarkovski.
Reklam, film müziği, kısa film, uzun metraj hepsini takip
ediyorum. Film seyretmeyi seviyorum. Hemen hemen her gün bir tane seyrediyorum.
Yeni filmleri sinemanın globalde nereye gittiği görmek için takip ediyorum.