The New Yorker’da çıkan 7 kapak çalışmasının dışında Forbes, The Atlantik Mountly gibi dergilerde illüstrasyonları yer alan, 39 kişisel sergi açan, 27’si uluslararası, 45’i ulusal olmak üzere 72 ödülün sahibi Gürbüz Doğan Ekşioğlu ile Caddebostan Kültür Merkezi Sanat Galerisi’nde 8 Mayıs 2019 tarihine kadar devam edecek olan “Benim Kedilerim” Sergisi ve çalışmalarına üzerine konuştuk.
-“Benim Kedilerim” adlı serginizin dördüncüsünü Caddebostan Kültür Merkezi Sanat Galerisi’nde açtınız. Nasıl başladı bu yolculuk, konsepte nasıl karar verdiniz?
Ankaralı Küratör İbrahim Karaoğlu, Eskişehir Odun Pazarı Belediyesi Çağdaş Sanatlar Galerisi için getirdi ilk teklifi. Konseptli sergi olsun dedik. Kuşlar, gökyüzü, gece, kediler derken kedilere karar verdik. Kedi sempatiktir ve kedi resimleri sanatseverler, izleyiciler tarafından her zaman ilgi görmüştür. Eskişehir’in ardından Ankara ve Antalya’daki “ Benim Kedilerim”sergilerimden sonra İstanbul’da CKM Sanat Galerisi’nde sergi açma kararı aldığımızda diğerinden farklı bir çalışmaya girdim. Sergi mekanı büyük olunca resimlerimi de daha büyük ebatlarda bastırdım ve üzerlerine tek tek boya ile tekrar çalıştım. Fineart olarak basılan eserleri daha sonra kuru boya, akrilik, suluboya ve “airbrush” gibi malzemelerle tekrar işledim. 30 yıllık çalışmalarından derlediğim eserlerle sergiyi oluşturdum. Kedi serisi yine “Benim Kedimlerim” adı altında Yeditepe Üniversitesi Yayınların’dan içinde 95 çizimin bulunduğu kitap olarak da yayınlandı.
-Bu arada The New Yorker dergisinde yayınlanan 4 adet kedili kapak tasarımınızda etkisi oldu mu kedi konulu çalışmalarınıza ? The New Yorker’la yolunuz nasıl kesişti?
Kedi resimlerine 1991 yılında New Yorker kapaklarında kedi ve köpek illüstrasyonları gördüğümde karar vermiştim diyebilirim. Ben de kedili bir iş yaparak New Yorker’a gönderdim ve kapak olunca kedi konusuna ağırlık verdim.
İşlerimin çok evresel olduğu ve yurtdışına çıkmam gerektiği devamlı söyleniyordu. Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışma’sında 6 defa peş peşe ödül aldım, başka ödüllerde alıyordum. 1985 yılında açtığım sergide Ali Ülvi Ersoy işlerimin New Yorker’a göre olduğunu söylemişti. Glaser’den poster isterken bir dosya içinde kendi çalışmalarımı da yolladım. “Kendi alanında işleriniz çok mükemmel” cevabı da gelince Amerika’ya gitim. Dosya sistemi ile New Yorker’a yolum düştü. Dosyamı çok beğendiler ve sonrasında “bizimle çalışır mısın?” diye teklifte bulundular.
-Konseptli mi çalışıyorsunuz?
Konseptli çalışmıyorum ama şöyle birşey var. Türk insanının kullandığı gündelik kelimeler 200-300 arası imiş. Benim de sanatçı olarak yaptığım resimlerin kelimesi değişmiyor. Elma, gökyüzü, gece, kedi, merdiven, kahve, çay ve tabii her konudan bir konsept çıkabiliyor.
-“Sahici işler yapmayı seviyorum” diyorsunuz. Gürbüz Doğan Ekşioğlu için “sahici işler” nedir?
Öncelikle başkasından esinlenmiyorum, yaşadığım şeyi yapıyorum. Menfaat karşılığında, ünlü olayım diye veya para kazanmak için yapmıyorum içimden gelen işi yapıyorum.
-Başka sanatçılardan etkilenmek konusunda, çalışmalarınızın René Magritte benzetilmesi ile ilgili neler söylersiniz? Size yakın olan sanatçılar oldu mu?
Bütün sanatçılar kendi dönemlerinde başka birinden etkilenmişlerdir. Eğer etkilenme olmaza biz olmazdık. Etkilenmeyi elmanın güneşten kızarmasına benzetiyorum. Güneş olmasa elma kızarmazdı. Konferanslarda da bu örneği veriyorum. Bir elma ağacı düşünün. Arka tarafına yani güneşin battığı tarafa çok yüksek bir duvar yapılıyor. Güneş doğuyor ve dik olarak elma ağacının üzerine geliyor sonra duvarın arkasına geçiyor. Ağacın önündeki elmalar iri, kırmızı, parlak ve tatlı oluyor. Arka taraftakiler yeşil, küçük ve ekşi kalıyor. Bu neden oluyor çünkü ağaç ve elmalar güneşten etkileniyor. Bazı isimler daha popüler olunca etkilenme olarak o isim ön plana çıkıyor. Benim etkilendiğim Brad Holland, Andre Francois, Ralph Steadman, Turhan Selçuk, Ali Ülvi ve daha bir çok isim vardır ama bu benzetme genelde bu ismin daha popüler olduğundan, akıllara yerleşmesinden kaynaklanıyor. Önemli olan yaptığımız işte kendi ruhumuzu yakalayabilmemizdir. Benim resimlerinde felsefe, çelişki vardır. Kendime ait duygular vardır.
Lisedeyken ilk olarak Bosch’un eserleri beni çok etkilemişti. Yine lise yıllarında Van Gogh’un sarılarına, özellikle “ Gece Kahvesi” resmine hayran olmuştum. Belki de gece resimleri yapmama kaynak olarak gösterilebilir. Sonra grafik sanatçısı Mengü Ertel, dadaistlerin ters bakışı, yine ortaokul yıllarında Turhan Selçuk’un Abdülcanbaz’ındaki hayalciliği, Ali Ülvi Ersoy’un karikatürlerindeki felsefeye her zaman hayran olmuşumdur.
İstanbul’a ressam olmak için geldiğimde grafik bölümünde ressam olunmayacağını bilmiyordum. Grafiğin görsel iletişim alanı olduğunu öğrenince grafikteki illüstrasyon yani bir konuyu, bir duyguyu resimleme olayını resimle birleştirdim. Turhan Selçuk ve Ali Ülvi Ersoy’un karikatür anlayışındaki gibi çelişkiyi görme bilincim, soru sorma, çelişkiyi artırabilme bilincim gelişti. Karikatür duygum resimle birleşti. Sonra kendi duygularımla harmanlandı. Aşk, demokrasi, barış, hayvan sevgisi, doğa sevgisi girdi ve Gürbüz Doğan Ekşioğlu olarak yeni biçim ortaya çıktı.
-Sanatla ilişkiniz ortaokul dönemlerinde başladı o zaman?
Ortaokulda başladı. Bizim eve o tarihlerde Milliyet ve Cumhuriyet Gazete’si girerdi. Oradaki Abdülcanbaz’la başlar. Resim yüzünden ortaokulda sınıfta kaldım. Çok resim yaptığım, resme fazla zaman ayırdığım için diğer derslerim bozuldu. O sıralarda gizli gizli resim yapardım. Lisedeki resim öğretmenim Necati Yeşilyurt Gazi Üniversitesi’nden mezundu. Bana da Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmelisin diyordu. Ben de kafama koydum. Üniversite sınavında arkamdaki kişi Tatbiki’ye gir, orası daha güzel deyince ben de Tatbiki’ye girmeye karar verdim. İlk aşamayı geçtim, ikinci aşama malzemeli imiş. Benim de yanımda olmayınca giremedim. O dönem 2 sene mühendislikte okudum. Sonra tekrar sınavlara girdim ve Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Grafik Sanatlar Bölümü’nü 1979 yılında bitirdim.
-Grafik bölümünü tercih etme nedeniniz?
15 gün kursa gittim. İşlerim çok güzel , çok ince. En yetenekli öğrencilerde grafik bölümüne gidiyorlar. O zamanlar grafikte herşey elle yapılıyordu, daha fazla beceri gerektiren bir meslekti.” Sen iyi yaparsın “ dediler ben de grafik bölümünü tercih ettim.
-Grafik tasarımcısı, illüsratör, karikatürist , ressam Gürbüz Doğan Ekşioğlu bu işleri arasında nasıl denge kuruyor? Düzenli olarak resim yapıyor musunuz? Çalışırken anlık mı karar veriyorsunuz?
Hepsi söyleniyor ve bu yüzden Gürbüz Doğan Ekşioğlu Sergisi diyorum sadece. Her gün birşey yaparım. Daha çok illüstrasyona kayar günlük çalışmalarım. Karanlıkta iki kişi düşünün. Kadının koltuğunun altında yıldız, erkeğin koltuğunun altında dolunay. Bu karikatür değil. Yazı ile beraber paylaşınca illüstrasyon, bağımsız bir tuvale yaptığım zaman resim duygusu giriyor . Sergilenmiş olduğu yer belirliyor ne olduğunu aslında. Hiçbir dergide karikatür çizmedim. Sadece yaptığım işlerle yarışmalara katıldım ve ödül aldım. Ben her zaman karikatürün ters bakışını sevdim.
-Sosyal medya ile aranız nasıl ve grafik sanatının Türkiye’deki yeri ile ilgili neler söylersiniz?
Sosyal medyayı aktif olarak kullanıyorum. O sayede işlerim de daha çok insana ulaşabiliyor. Grafik sanatı da aslında endüstri ile ilgili. Ne kadar çok üretim olursa grafik sanatı da o kadar ilerliyor. Ama çalışmalarda eskisi kadar yaratıcılığa önem veren değil de işi bitirme ile ilgili işler ön planda olmaya başladı.
-Son olarak Yeditepe Üniversitesi’nde öğretim üyesisiniz. Eğitimci Gürbüz Doğan Ekşioğlu nasıldır?
Bildiğim herşeyi, kullandığım bütün teknikleri öğretirim. Espiri bulurken ki bakış açımı anlatırım. Ona ait ödevler veririm. Grafiğe, sanata dair herşeyi öğretmeye çalışıyorum. Pek çok öğrencim de bu alanda iyi yerlere gelmiştir. Mezun olduktan sonra da desteğimi her zaman devam ettiriyorum.