Kahvemi alıp, çantamdan kitabımı ve
not defterimi çıkardığım sırada ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Sakin,
sessiz ve klimalı yerde kitabımı okuyup, notlar alacaktım. Bir
anda yan masadaki adamı fark ettim. Bu masa boş değil miydi? O sırada adamın da
elimdeki kitaba baktığını gördüm.
“Sisifos Söyleni”. İşte en sinir olduğum
şey başıma gelmişti. - Bakın ben kitap okuyorum, hatta böyle kitaplar.-
“Sisifos
kayayı tepeye kadar getirecek, kaya tepeye gelince kendi ağırlığıyla yeniden
aşağıya düşecekti hep” diye yan masadan konuşmaya başladı adam. Ama böyle sahneler genellikle dizilerde olur.
Esas kız veya oğlan kafası dalgın sahile gider, orada bir balıkçı veya yaşlı
bir adam ders ve bilgi dolu sözlerle kahramanımıza doğru yolu gösterir birkaç
cümle söylemeye başlar. “Evet bu arada sadece festival filmleri ve belgesel
seyretmiyorum, dizi de seyrediyorum.”
“Tanrılar
Sisifos’u bir kayayı durmamacasına bir dağın tepesine kadar yuvarlayıp
çıkarmaya mahkûm etmişlerdi. Yararsız ve
umutsuz çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünmüşlerdi, o kadar haksız
da sayılmazlardı. Sisifos yeryüzüne
dönmek için Pluton’dan izin alır. Ama bu Dünya’nın yüzünü yeniden görünce, suyu
ve güneşi, sıcak taşları ve denizi tadınca, ruhlar ülkesinin karanlığına dönmek
istemez artık. Çağrışımlar, öfkeler, gözdağları, hepsi boşa gider. Daha birçok
yıllar, körfezin eğrisi, pırıl pırıl deniz ve yeryüzünün gülümsemeleri karşısında yaşar. Tanrıların bir karar
vermesi gerekmektedir. Mercure gelip pervasızın yakasına yapışır,
sevinçlerinden kopararak zorla ruhlar ülkesine götürür onu, burada kayası
hazırdır.” Adam anlatmaya devam ediyordu. O anda da aklıma
Woody Allen’ın “Paris’te Gece Yarısı” filmi gelmişti. Gece yarısı Paris
sokaklarında da değildim. -Bu arada Woody Allen filmleri seyrettiğimin de altını
çizmiş oldum.-
“Tanrıları
hor görmesi, ölüme kin duyması, yaşam
tutkusu, tüm varlığı hiçbir şeyi bitirmemeye yöneltildiği bu anlatılmaz işkenceye mal olur. Yeryüzünün
tutkuları için ödenmesi gereken pahadır bu” diyerek
devam etti adam.
“Sisifos en uyumsuz kahramandır.” Diyerek cevabı
verdim ben de. Oh be! Biz de kitabı okuyorduk herhalde, elimizde süs olarak
taşımıyorduk. Ezbere daha uzun cümle gelmemişti aklıma ama olsun.
“Sisifos
bu dönüş, bu duruş sırasında ilgilendirir beni. Böylesine taşlarla baş başa
didinen bir yüz, taşın kendisidir şimdiden! Bu adamın ağır, ama eşit adımlarla
sonunu göremeyeceği sıkıntıya doğru inişi gözlerimin önüne geliyor. Bu saat, bir
soluk alışı andıran, tıpkı yıkımı gibi şaşmaz bir biçimde geri gelen bu saat,
bilincin saatidir. Tepelerden ayrıldığı, yavaş yavaş tanrıların inlerine
gömüldüğü saniyelerin her birinde,
yazgısının üstündedir. Kayasından daha güçlüdür.”
Bu ağır olmuştu ama. Allah’ım adam Sisifos
Söyleni’ni ezbere biliyordu. Şaka mıydı acaba bu olanlar? Kim bana böyle bir
şaka yapar, ya da yapabilir? Buraya
geleceğimi, bu kitabı okuduğumu ve onun üzerine çalıştığmı kimler biliyordu?
Kim bilir, diyerek ardından da reklam içerikli espiri yapacaktım ama neyse.
Ayrıca böyle bir adamı tanıyan ve beni tanıştırmayan birileri varsa onlarla ilgili de arkadaşlığımızı gözden
geçirmem gerekecek.
“Gene
Sisifos’u kayasına dönerken getiriyorum gözlerimin önüne, acı başlangıçtaydı.
Yeryüzünün görüntüleri usa fazla takıldığı zaman, mutluluğun çağrısı fazla ağır
bastığı zaman, insanın yüreğinde keder yükselir; kayanın yengisidir bu, kayanın
ta kendisidir.”
Hayır, adam susmuyordu. O anda kitabı açıp en uzun paragrafı nefes
almadan yüksek sesle okumak istedim. Ayrıca kitabın neden sadece Sisifos
Söyleni’nden cümleler söylüyordu, bir işaret miydi?
“Sisifos
Söyleni üzerine kurmaca yazmaya çalışıyorum” dedim. Niye söylediğimi de
bilmiyorum ama.
Hafif bir gülümseme ile yüzüme baktı. Bu gülümseme de ağır olmuştu. Masadan kalktı,
sigarasını dudaklarının arasına yerleştirdi, paltosunun yakasını havaya
kaldırıp kapıya doğru ilerledi.
Bu yakışıklı adam, bu sıcakta neden palto
giymşiti ve sigara içilmeyen mekanda nasıl sigara içiyordu?
Ömür