Eserlerinde realistik
çizimleriyle fantastik ögeleri bir arada kullanan yaşayan en ünlü ressamlardan Peter
Doig, 1959 senesinde Edinburg’da dünyaya gelir. Gemicilik şirketinde muhabesi
olarak çalışan babasının işi nedeniyle
aile yaşadıkları yerde üç seneden uzun zaman geçiremeden taşınmak zorunda kalır.
Doig 17 yaşında çalışmaya karar verir ve
evden ayrılır.
Kanada
bozkırlarında petrol kuyuları açmaya gider. Bozkırın uçsuz bucaksızlığı, ona
kendisini kırılgan hissettirmektedir. Geceleri resim yapar. Bu işe devam ederse
birçok arkadaşının başına geldiği gibi ellerinin sakatlanacağını düşünerek
kuyularda çalışmaktan vazgeçer.
19 yaşında
Central Saint Martins’de eğitim almak için Londra’ya taşınır. Etrafı deneysel
filmler çeken yönetmenler, koreograflar, dansçılarla doludur. Sürekli resim
yapar, aynı zamanda arkadaşı yönetmen Derek Jarman’ın deneysel bir filminde rol
alır. Aynı dönemde İngiliz ulusal Opersı’nda kostümler ve setler üzerinde
çalışmaya başlar.
1989’da Chelsa
College of Art and Desing’da yüksek lisans çalışmalarına başlar. O dönemde Londra’da
birçok galeri açılmaktadır. Turner ödüllü sanatçı Chris Ofili ile arkadaş
olurlar. Sürekli denemeler yaparak boyanın neler yapabileceğini bu dönmede
keşfeder, eserlerinde hikâyenin hepsini anlatmak yerine yerine seyirciyi hikâyeye
dahil etmek ister. Mezun olunca Kanada’ya döner ve film endüstrisinde çalışmaya
başlar.
80’lerin
unutulmaz, çağımızın kült korku filmlerinden “Friday The 13th” (13. Cuma) nın
bir sahnesinden çok etkilenir. Gölün üzerindeki bir kanonun içindeki kız ile
beraber sürüklenme görüntüsü onu resmen çarpmıştır. Sanat hayatının önemli
noktalarından bir tanesi o film karesinde gizlidir. Görüntü ona Munch’u hatırlatır.
Filmi yavaşlatır, görüntünün bir fotoğrafını çeker. Daha sonra bu filmden
esinlenen brçok esere imza atar. Bunlardan bir tanesi; 1990 tarihli “Swamped”
dir. Swamped, yakından incelendiğinde kano ve etrafındaki ağaçların göl
üzerindeki yansımalarının, manzaranın kendisinden farklı olduğu fark
edilir. Gölün üzerindeki yansımalar
başka bir dünyaya ait gibidirler. Doig, eserlerinde sıklıkla yansımalarla oynar
ve onlar hakkında şöyle der: “Aynalama önümde yeni bir dünya açtı. Tanınabilir
bir gerçeklik olmaktan çok daha büyülü bir şeye dönüştü.”
1993 senesinde,
donmuş bir göl üzerinde duran, adım atıp atmayacağına karar vermeye çalışan
genç bir adamı tasvir ettiği resmi “Blotter” ile 1957’den beri her iki senede
bir verilen John Moores Resim Ödülü’nü alır. Resimlerinde kendisine modellik
yapmış olan kardeşi, üzerinde durduğu donmuş göldeki yansımasına bakmakta ,
adım atmakla atmamak arasında kararsız kalmış gibidir.
2006 yılında
yayımlanan “Peter Doig: Works on Paper” kitabının yazarı Kadee Robbins onu
stilini şöyle özetler: “Doig fotoğraflardan, film karelerinden, kartpostallardan
ve albüm kapaklarından görselleri hafıza ve hayal kavramlarını irdelemek için
yeniden biçimlendiriyor ve yeniden
yorumluyor. Doig’in zihninde yer alan eserleri sıklıkla yirminci yüzyıl
sembolistleri ve sürrealistleri ile karşılaştırılıyor ve romantik ruhu yeniden canlandırdığı
düşünülüyor.”
Hızlı çalışmaz,
senede altı veya yedi resim yapar. Sürekli silip, kazıyıp yeniden yapar.
Eserleri sürekli bir deneme yanılma yöntemi ile gelişir. “Her zaman bir şey
çözmeye çalışıyorum” der.
Londra’da
yaşarken Kanada ve Trinidad anılarını, yalnız figürlerin yer aldığı geniş
manzaraları resmederken, Montreal’e taşınıca Londra anıları gün yüzüne çıkar.
Formları ve ilham anlarını hatırlayabilmek ve kaydını tutabilmek için birçok
eserinde fotoğraf kullanır. Doig ilgisini çeken herşeyi saklar. İçgüdülerini
dinler ve resimlerine çok anlam yüklemeden yapar.
2000 senesinde
bir sanatçı programı için arkadaşı Chris Ofili ile beraber Trinidad’a giderler.
Daha sonraki üç senede yedi kere daha giderler. Çocukluğunu geçirdiği ama çok
hatırlamadığı Trinidad’dan çok etkilenmiştir. 2002 senesinde eşi ve çocuklarını
alıp Trinidad’a yerleşir. Artık fotoğraflardan ve hafızasından resim yapmak
yerine, etrafında olan biteni çizmeye başlar.
Kuzey kıyısındaki
vahşi doğa, inanılmaz manzaralar, mağaralar, garip pelikanlar onu kendisine
çeker. Doig’in hayatında sinemanın rolü büyüktür. Trinidad’a yerleştikten sonra
sanatçı Che Loveace ile eski bir rom fabrikasında StudioFilmClub’ı kuralar.
Klübün bir duvarına dijital bir projektör, onun karşı duvarına da büyük bir
ekran yerleştiriler. Her Perşembe akşamı mekanda ücretsiz olarak Peter Doig
tarafından seçilen filmler gösterilir. Genellikle bağımsız filmlere ağırlık
verirler. Doig her gösteri için elde afişler hazırlamaya başlar. Çizimleriyle
hayat verdiği afişler başta sadece bilgilendirme amacı taşısa da zamanla sanat
camiasında ilgi uyandırır. Daha sonra film programıyla beraber afişlerin
sergisi düzenlenir.
2007 senesinde
dünyaca ünlü koleksiyoner Charles Saatchi’nin sahibi olduğu Doig imzalı “White
Canoe” eseri, 2007 yılında yapılan bir Sotheby’s müzayedesinde Rus bir
koleksiyonere 11.300.000 USD’ye satılır. Doig bir anda yaşayan en pahalı ressam
olmuştur. Bir sanatçı olarak sanat piyasası ona garip gelmiştir, eserinin bu
fiyata satılmasna inanamaz. Bir süre sonra eserlerine ve sanat piyasasına olan
bakışını sorgular. Neden bu işi yaptığını düşünür. Asistanı bile yoktur.
“Birisinin elini cebine atıp bu resmime bu kadar para vermesi, yaptığım her şeye
çok aykırı göründü” der.
Doig’in eserleri
üzerinde Matisse ve Picasso’nun etkisinin yanısıra, Kanadalı “Group of Seven”
sanatçılarının da büyük etkisi vardır. 1920-1933 yılları arasında Kanada
doğasından esinlenen resimleri ve ilk Kanada ulusal sanat hareketini
başlatmasıyla ünlenmiştir. Matisse’e olan hayranlığı ise bambaşkadır. Matisse
de kendisi gibi kendi yarattığı dünyada yaşar gibidir. 2. Dünya Savaşı
sırasında yaşamış olmasına ve korkunç olaylara şahit olmasına ragmen bu
yaşadıklarının hiçbirini eserlerine yansıtmamış, politik olmamıştır. Doig’in de
yapmaya çalıştığı budur.
2016 yılında, Kanadalı
eski bir cezaevi görevlisinin, Peter Doig imzalı bir resme sahip olduğunu iddia
etmesinin ardından, bu işin kendisine ait olmadığını söyleyen sanatçıya karşı
5.000.000 USD’lik dava açması basında geniş yer buldu. Doig her ne kadar eserin
kendisine ait olmadığını söylese de mahkemede kendisini savunmak zorunda kaır.
Dava Doig lehine sonuçlanır fakat
yaşananlar büyük bir skandala yol açar.
2016’nın
sonlarında Nobel Edebiyat Ödüllü şair Derek Walcott ve Peter Doig bir kitap
projesine imza atarlar. Trinidad’a büyük sevgi duyan iki sanatçı; Walcott’un 50
şiiri ve Peter Doig’in 50 eserinin yer aldığı, adını Trinidad dağlarındaki bir
köyden alan “Morning, Paramin” kitabını
hazırlarlar.
Peter Doig’in adı
sıklıkla “büyülü gerçekçilik” akımıyla bir arada kullanılır. Büyülü gerçekçilik
terimi ilk olarak 1925 yılında Alman sanat eleştirmeni Franz Roh resimdeki yeni
eğilimi tanımlamak için kullanılır. Dışavurumculuğa bir tepki olarak doğan
akım, çevremizdeki objektif dünyanın, gündelik objelerin sihrine vurgu yapar.
Kendisine edebiyat alanında önemli bir yer bulan akımın görsel sanatlar
alanındaki öncüleri arasında Gustav Klimt, Edward Hopper, Frida Kahlo gibi
isimler vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder