2018
Muzaffer İzgü Gülmece Öykü Yarışması’nı kazanan Semra Bülgin ile yazma serüveni
ve mizah yazarlığı üzerine konuştuk.
-Öncelikle sizi tanımakla başlayalım, kimdir Semra Bülgin,
nasıl başladı yazma serüveniniz?
Kalabalık
bir ailede büyüdüm. Dört çocuğun en küçüğüyüm. Büyüdüğüm şehirde kitapçı yoktu diye
hatırlıyorum ama sonradan öğrendiğim iki tane varmış. Yalnız bizi elimizden
tutup da kitapçıya götüren olmadığı için kitap satın aldığım hiç olmadı. Evde
ne bulursam onu okuyordum. Çoğunu anlamıyordum çünkü onlar ablamın ve
abilerimin kitaplarıydı. Benim anlayabileceklerimi ise öğretmen olan amcam
getiriyordu. Her insanın hayatına dokunan biri vardır. Benimkine dokunan da
amcam oldu. Bana başka dünyaların içinde dolaşmanın heyecanını o öğretti ve bu
heyecan hiç bitmedi.
Yani okumak
hep vardı hayatımda ama yazıyla ilişkim çok sonra başladı. Üniversiteyi
bitirdiğimde girdiğim ilk işte tam 22 yıl çalıştım. Artık buradan emekli olurum
diyordum ki kriz çıktı. Hiç iş yoktu ama sabah dokuz akşam altı biz yine işe
gidiyorduk. Bugün düzelir, yarın düzelir, diye bekliyorduk, bir de
bırakılmayacak bir tazminat vardı tabii. Patronsa tazminat vermemek için işten atmıyordu.
Bu durum iki yıl kadar sürdü. Traji komik bir dönemdi. Olanı biteni yazmaya
başladım. Küçük hayallerimizi, büyük korkularımızı, kızgınlıklarımızı. Daha çok
günlük gibiydi yazdıklarım. Sonrasında baktım ki anlatacak başka hikayelerim
var. Ben de yazdım.
-İlk kitabınız “Hep Anı Sabaha Uyandım”. İlk kitap
deneyimi, hazırlık aşamalarını öğrenebilir miyiz?
Yazmaya
başladıktan sonra bir dönem atölye deneyimim oldu. Sanırım Murathan Mungan’ın
bir şöylesindeydi, “Bu ülkede çıraklığın bile atölyesi varken anne-babalığın
eğitiminin olmaması çok tuhaf” diyordu. Niye yazmanın da bir atölyesi olmasın
ki dedim. Atölye ortamına girinceye dek yazmanın sadece doğuştan gelen bir
büyük yetenekle yahut da belli bir zümreye ait olmakla mümkün olacağını düşünüyordum.
Sadece yazmak değil sanatın tüm dalları için geçerliydi bu düşüncem. Bir
şekilde öğrenilmiş, öğretilmiş bir geri duruş. Atölyede öncelikle bu duygudan
kurtuldum. Sonrası elbette ki bireysel çabanız, isteğiniz, okumanız,
yatkınlığınız ve bu işi sevmenizle ilgili. Öykülerim belli bir düzeye ve sayıya
ulaştıktan sonra da yayımlatma süreci başladı. İlk kitapta ortak bir teması
olan öyküleri toplamaya gayret ettim; olanın bitenin farkında olan ama hayatını
değiştirme gücü-cesareti bulamayan, kendi hayatına seyirci duran insanların
hikâyeleri.
İlk kitap elbette ki büyük bir mutluluktu ancak sonradan
fark ettim ki içime sinen bir öyküyü yazıp bitirdiğimde duyduğum mutluluk daha
büyük. Yayımlandıktan sonra öykülerin kendi yolculuğu başladı, iyi olmasını
istediğim ama benden bağımsız bir yolculuk. Araya mesafe girmiş gibi hissettim.
-Nasıl başlıyorsunuz hikâyelerinizi yazmaya?
Bazen nerden
nasıl geldiğini bilmediğim ama aklımda beliren bir sahne ile, bazen şahit
olduğum bir yaşam parçasıyla, bazen tanıdığım birine yakıştırdığım kurmaca bir
hikaye ile başlıyorum yazmaya. Hikâyeyi epey bir süre aklımda taşıyorum. Kağıda
tek bir cümle bile not almıyorum ama zihnimde bir dolu cümle yazıp siliyorum,
başka başka sonlar, başlangıçlar kuruyorum. Sonra bir gün artık yazılmak
istiyor aklımdakiler ve masanın başına geçiyorum. Kağıda döküldükten sonra da
düzeltmeleri başlıyor. Düzenli olarak her gün masaya oturup çalışmıyorum ama
bir öyküye başladıktan sonra çok uzun süre çalışıyorum üzerinde. Dilinin sade
olması, sahicilik hissi uyandırması, bir hikâyesinin olması için çabalıyorum. Bazen
bir öyküyü zamanını ve anlatıcısını değiştirerek farklı formlarda yazıyorum,
sonra içime en çok sinende karar kılıyorum.
-Muzaffer İzgü Gülmece Öykü Yarışma’sını kazandınız.
Nasıl karar verdiniz katılmaya ve birincilik alınca neler hissettiniz?
Yarışma çağrısını tesadüfen internette gördüm; Muzaffer
İzgü, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, çizgisini devam ettirecek yazarlar çıkarmayı
amaçlıyoruz, diye yapılmıştı. Benim gözümde üç kahraman. Sadece yazdıklarıyla
değil yaşamlarıyla da sevdiğim, hayran olduğum üç yazar. Heyecan verici geldi
bu çağrı.
Tabii
çağ değişti, değişen çağla birlikte mizah anlayışı da değişti. Aslında her
türlü mizahı seviyorum ama klasik mizahı daha çok seviyorum. Dokuz yaşındayken
Aziz Nesin’in Şimdiki Çocuklar Harika adlı kitabıyla başladım mizah okumaya bir
daha da hiç bırakmadım. İşlerin yolunda gitmediği zamanlarda güne mizah öyküsü
okuyarak başlıyorum, size de tavsiye ederim çok iyi geliyor. Mizah tabiatımla
da ilgili, biraz da yöresel bir şey. Yaşanan coğrafya hassasiyet alanlarını,
derecesini ve şeklini değiştiriyor. En kötü zamanlarda bile yaşananları gülünecek
hale getirebilirim. Çocukluğum boyunca büyüklerden hep hikâye dinledim.
Çocuklara masallar değildi bunlar; acıklı olabilecekken gülerek anlatılan,
ardından, ince bir iç çekişle, işte geçti gitti, diyerek bitirilen pek çok gerçek
hikâye.
Sonucun
kazanana bir maille ya da telefonla duyurulacağını düşünüyordum. O gün ses seda
çıkmayınca kazanmadığımı düşündüm. Gece yarısı odamda çalışırken, acaba kim
kazandı, diyerek internete girdim. Bilgi Yayınevinin sitesinde göremedim, sonra
google’a yazdım, adımı görünce çığlık kıyamet ev halkını uyandırdım. Büyük
sürpriz oldu. Ertesi gün yayınevinden aradılar. Bu yarışma Bilgi ailesi ile
tanışmama vesile olduğu için de ayrıca mutluyum. Yazarına kıymet veren, işini
özenle yapan bir yayın evi.
-Ödül
sonrasında neler yaşadınız?
Muzaffer
İzgü adıyla anılan bir ödülü almış olmak kıymetli bir nişan. Bundan ötürü
mutluyum.
Yine hikâye
yazmaya devam ediyorum.
-Roman
yazmak gibi bir planınız var mı?
Roman
yazmak uzun soluklu bir konsantrasyon istiyor. Şu andaki yaşam tempomda güç
görünse de hedefim bu. Umarım soluğum yeter.
-Sevdiğiniz
yazarlar kimler?
Vüs’at
O. Bener, Sait Faik, Gabriel García Márquez, Joyce Carol Oates, Milan Kundera, Aziz
Nesin, Ferit Edgü, Muzaffer İzgü, Yusuf Atılgan, daha pek çok isim var tabii
ama bunlar ilk aklıma gelenler.
-“Bozma
Kızın Moralini” öykü kitabınız yarışma
sonrası çıktı. Neler söylersiniz?
Muzaffer
İzgü öykü ödülünü aldıktan sonra çıkmış olduğu için kitap hakkında yanlış bir
beklenti oluştuğunu gördüm. Bazıları bunu bir çocuk kitabı sanıyor ki
kesinlikle değil. Hatta bazı öykülere artı on sekiz bile diyebiliriz. Bir başka
sürpriz de kitaptaki tüm öykülerin mizah öyküsü olmaması. Melez bir kitap bu.
Hatta hemen bütün öykülerde aslında acıklı bir insanlık halini anlatıyorum; kenarda
kalanları, görmezden gelinenleri, kabuğunu kırmaya çalışanları, sessiz
kalanları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder