Ece Erdoğuş Levi ile son kitabı ve edebiyat üzerine konuştuk
- Beşinci kitabınız
Her Şeyi Baştan Anlat geçtiğimiz
günlerde yayımlandı. Romanda,
kahramanımız Özlem’in gözünden otuz beş karakter tanıyoruz. Ana hikâye nasıl
ortaya çıktı, yazmaya nasıl karar verdiniz? Bu kadar farklı karakteri bir romanda
anlatmak nasıl bir deneyimdi?
Her şey tek tek
devrilen domino taşları gibi ilerledi aslında. Her fikir, her tesadüf birbirini
bulup beni bu romanın yoluna çıkardı. Şöyle ki önceki romanım Tuhaf Hikayeleri Sever misiniz?’in
başkahramanı Jaklin akıl hastanesine pek çok kez girip çıkmış biriydi ve o
romanda da birkaç sahne akıl hastanesinde geçiyordu. Bir gün edebiyat ajanım
Nermin Mollaoğlu’yla kitap üzerine konuşurken bu sahneleri özellikle sevdiğini
söyledi, sonra birdenbire “Ece, neden akıl hastanesinde geçen bir roman
yazmıyorsun?” dedi. O anın kendi doğallığı içinde doğdu bu fikir. Ben de “Çok
güzel bir fikir” dedim ama unuttum tabii. Sonra Özlem’in hikâyesini anlatmaya
başladım, insanı hasta edecek kadar şiddetli bir aşk hikâyesi vardı ortada, bir
de baktım Özlem deliriyor. O noktada akıl hastanesinden başka gideceği hiçbir
yer yoktu. Sonra Özlem’le birlikte tanıdım ben de hastanedeki hastaları bir
bir. Yazarken en çok zevk aldığım romanım oldu. Çok sayıda karakteri anlatmak çok
zevkli, çünkü yazar olarak hep bir yenilik duygusu içinde oluyorsunuz. Metnin
dinamizmi açısından da çok kahramanlı olması katkı sağlıyor bence.
- Hazırlık
aşamalarınızı, çalışmalarınızı öğrenebilir miyiz, hikâye akıl hastanesinde
geçiyor, özel bir çalışma yaptınız mı?
Akıl hastanesi, “delilik”
oldum olası ilgimi çeken bir mevzuydu, nasıl çekmesin? Genç kızlık yıllarımda
odamın penceresi akıl hastanesinin korusuna bakıyordu. Sanırım bu romanın
kökleri ta o günlere kadar uzanıyor. Özel bir çalışma olarak düşünmedim ama
elbette akıl hastanesiyle ilgili pek çok belgesel ve sinema filmi izledim,
kitap okudum, hastaneye gelip gidişlerim oldu. Son aşamada, romanı yazıp
bitirdikten sonra, editoryal süreçte herhangi bir maddi hata olmasın diye,
hastanede bizzat kalmış olan yazar arkadaşım Okay Uludok’a teyit ettirdim
bilgilerimi. Mail’leştik. O da hızla cevapladı her sorumu sağ olsun. Bu yüzden
de romanın başında kendisine teşekkür ettim, bire bir hastanede kalmış birinin
bilgisi herkesten daha önemliydi benim için. Akıl hastanesi yazara, sunduğu
özgürlükler kadar engel de olan bir mekân. Herkes her an istediği yere girip
çıkamıyor, kadın erkek günün her saati koşulsuz bir arada olamıyor, orada çok
keskin hatları olan bir “düzen” var. Bunun için çok titizlendim.
-Romanda
karşımıza çıkan karakterler ağırlıklı olarak kadın karakterler. Her Şeyi Baştan Anlat için bir kadın
hikâyesi diyebilir miyiz, neler söylersiniz?
Evet, Her Şeyi Baştan Anlat benim için bir
kadın hikâyesi, hatta “kadınlar romanı”. Çünkü oradaki herhangi bir kadın hikâyesini
alsanız ondan bir roman çıkar. Öyle ağır süreçlerden geçmiş, bu sürüklenmede,
belki de son güçleriyle akıl hastanesine tutunmuş kadınlar var. Yoksa herhangi
bir yerde, dünyanın herhangi bir yerinde kayıp olacak kadınlar. Sanki
hayatlarının altındaki fay hattı kırılmış, onlar da bu koca depremden sağ
kurtulmuşlar, etraf yıkık dökük, yakınlarını kaybetmişler, hayatta kalmalarının
iyi ya da kötü oluşunu sorguluyorlar. Böyle yüzlerce, binlerce kadın hikâyesinin
ortasında yaşıyoruz. Bu roman Özlem’den çok onların. Özlem’inki de bu hikâyelerden
geçerken hayatın “öteki” yüzünü tanıma, kendindeki gücü bulma, tek başına
yürüme yolculuğu. Her iki bakımdan da bu bir kadınlar romanı.
- Romanda Jaklin,
Özlem’e sormuştu, ben de size sormak istiyorum, Ece Erdoğuş Levi tuhaf hikâyeleri
sever mi?
Tuhaf hikâyeler
sevilmez mi? Hele ki yazarsanız. Aslında hep severdim “tuhaf” hikayeleri. Bir
süre tiyatro oyunculuğu yaptım, üniversitede tiyatro okudum, örneğin o günlerde
en çok sevdiğim absürt tiyatroydu, hâlâ Beckett ve Ionesco özeldir benim için.
Şimdi bunu hatırlayınca o günlerden “tuhaf” olana bir düşkünlüğüm varmış
diyorum. Çünkü bir şeyin “tuhaf” olması, çok katmanlı olmasını çağrıştırıyor
bana. Bir dönüşümü, başkalaşmayı, karşılaştırmayı ve “yeniliği” çağrıştırıyor.
-Ece Erdoğuş Levi
yazmaya nasıl karar verdi, yazma serüveninizi öğrenebilir miyiz?
Bir kararla
olmadı aslında. Kitapların büyülü dünyası yüzünden oldu. Edebiyatı hep severdim
ama yazar olmak düşüncesi çok iddialı geliyordu. Okudukça yazmaya daha çok
çabaladım. Çok çalıştım. Bu kendi doğallığında gelişen bir süreç oldu. Çünkü
yolumu yazarak buldum. Yazarak kendimi sağalttım. O zaman hayat bana “yazmayı”
getirdi desem yanlış olmaz. Kimi bedeller ödemenin hep bir kayıpla
sonuçlanmayacağını da kitaplar ve yazı sayesinde öğrendim. Mutsuzluklarım
mutluluklarımdan değerli bu sayede. Kitaplarımın macerasıysa şöyle, Kolpa ve Yok Olma Kılavuzu iki yıl arayla 2009 ve 2011’de yayımlandı. Sonra
biraz durdum, karşılaştırmalı edebiyat yüksek lisansı yaptım, tez yazdım, kızım
dünyaya geldi. Üç yıllık tamzamanlı bir annelik dönemi var orada. Sonra 2016’da
Tuhaf Hikâyeleri Sever misiniz? ve
bir yıl sonra da Dünya İçin Bir Şans adlı
çocuk kitabım yayımlandı.
-Bir de çocuk
kitabınız var. Nasıl bir tecrübeydi çocuk kitabı yazmak?
Her başlangıç
zordur bilirsiniz, çocuk kitabı yazmak için de öyle oldu. Çocuk kitapları kendi
içinde bambaşka kuralları olan bir dünya, yetişkin kitaplarından çok farklı.
Çok daha özgür yanları da var, kısıtlayıcı yanları da. Örneğin bir fareyi
konuşturabilirsiniz, elbette bunu hiç kimse de garipsemez. Ama bir farenin dış
görünümünü sayfalarca tasvir etmemelisiniz, net olmalısınız, kafa
karıştırmamalı, ne söylemek istiyorsanız söylemelisiniz, üstelik kısa
cümlelerle. Bir paragraflık bir cümle de kurmamalısınız yani. Genelleyecek
olursak, çocuk kitapları “aksiyon” üzerinden ilerler, oysa ben duyguları,
görünmeyen gerçekleri bulmayı seven bir yazarım. Alın size bir zorluk daha!
Yazar olarak bana katkısı da oldu çocuk kitabının. Çok sevdim ve çocuk
kitapları edinmeye, okumaya devam ediyorum. Yeni kitaplar da yazacağım, hatta
yeni projem yine bir çocuk kitabı dizisi.
- Son olarak “Kutsal
Aşk” diye bir şey var mı ve bir işin içinde aşk varsa muhakkak delilik de var
mıdır?
“Kutsal”, kadın
ile erkeğin arasındaki aşk için çok büyük bir kelime. Kutsal kelimesi saf,
kayıtsız şartsız ve ilahi olanı çağrıştırıyor bana, o halde “kutsal aşk”
annenin çocuğuna ya da bir insanın Tanrı’ya duyduğu aşk için mümkün olabilirmiş
gibi geliyor. Aşk büyük bir enerji barındırıyor içinde, bu da insanda kimi
zaman mutluluk, kimi zaman da hüzün patlamalarına yol açabiliyor. Nitekim
bahsettiğim bu gelgitler, bu enerji bana deliliği çağrıştırıyor, evet. Bir işin içinde aşk varsa delilik de vardır sanki. J
Teşekkür ederim. J
-