Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Merhabalar, İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünden Lisans, Y. Lisans ve Marmara Üniversitesi
Sinema Bilim dalından doktora dereceleri ile
mezun oldum. Aynı Üniversitenin Devlet Konservatuvarında Pantomim bölümünü bitirdim. Erasmus öğrencisi olarak gittiğim
Varşova Üniversitesinde “Polonya Edebiyatından Film Uyarlamaları” ve “Görsel
İşitsel Atölye: Krzystof Kieslowski ve Filmleri” gibi dersler aldım. İlk
kısa filmim “Gümüş” ile 38. İstanbul Film Festivali FİPRESCİ ödülü
başta olmak üzere, birçok Uluslararası ve Ulusal festivalden ödül ile
döndüm. 2018’de, Antalya Film Forum tarafından düzenlenen, Bela Tarr ile
Film Yönetimi atölyesine Türkiye’den seçilen 10 yönetmenden biri oldum.
Burada Bela Tarr’ın süpervizörlüğünde ikinci kısa filmim “Tractatus”u
çektim. 2019 yılında Sarajevo Film Festivali tarafından düzenlenen 13.Talents
Sarejevo’nun yönetmen seçkisindeki katılımcılarından biri oldum. En son
Rize’de, Anuş isminde bir kısa film daha çektim. Anuş, İtalya’nın önemli film
festivallerinden 26. Film Festival Della Lessinia’da ana yarışmada dünya
premierini yaptı. Ayrıca şuan Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Görsel İletişim
Tasarımı bölümünde Dr. Öğr. Üyesi olarak çalışmaktayım.
Öncelikle
kısa ya da uzun film tanımlaması filmlerin sürelerine göre yapılan bir
tanımlama sanırım. Yönetmenlik ise filmlerin sürelerinin dışında bir iştir bana
göre. Bu soruyu film yönetme nedeniniz nedir şeklinde yanıtlamayı tercih
ederim.
Immanuel Kant’ın mezar taşında şöyle yazar; İki şey ruhumu merak ve huşu ile
dolduruyor: Üzerimizdeki yıldızlı sema ve içimizdeki ahlak yasası.' Sanat
benim için İnsanın içindekini söyleyiş biçimlerinden meydana gelir. Sinema
benim gündelik hayatta söyleyemediklerimi ifade edebildiğim bir alan olarak,
kendiliğinden karşıma çıktı. Sinema ile gerçek anlamda tanışmam François
Truffaut’un “400 Darbe” filmi ile oldu.
Üniversite arkadaşım Artun Güney Polat gerçek bir sinefil ide. Onun getirdiği
filmler ile saf sinema ile tanışmış oldum. Film çekmeye karar vermem ise
zamanla kendiliğinden gelişti. Lisan sonrası sinema dersleri aldım. Senaryo
denemeleri yaptım. Uzun metraj, kısa film, dizi ve reklamlarda oyuncu olarak
çalıştım. Hem akademik hem de pratik olarak sinemaya yakınlaşmaya çalıştım.
2017 yazında Marmara Üniversitesi Sinema bölümü doktora programına kabul
edildim. Kabul aldıktan sonraki yaz, burslarımı biriktirerek bir kısa film
çekmeyi hayal ediyordum. Fakat o yaz, babamı kaybettim. Babam için bir şey yapmak istedim. “Gümüş”
filmi yaşadıklarımdan etkilenerek yazdığım kurmaca bir filmdir. Şimdi bakınca
bir depresyon sonrası filmi olduğunu görüyorum. Fakat filmi çekmeye karar
vermem, çevremdeki insanların zorlaması ile oldu desem yeridir. Sercan Özinan,
Rabia Kip, Hasan Ali Yıldırım beni bu süreçte hem maddi hem manevi anlamda
itekleyen insanlardır. Ragıp Türk ve Emre Pekçakır ise yine bu süreçte her
şeyiyle bana destek verdiler. Sonuçta anlatılması zor büyük zorluklar ile bir
film yapmayı başardık. Böylece bende bu yola
girmiş oldum.
Şuana kadar üç ayrı kısa film çektim. Her filmin kendine ait
dinamikleri var. Bu bağlamda her filmin hazırlık süreci birbirinden farklı
problemler ve zorluklar barındırıyor. Buna örnek olarak ilk filmimi vereyim.” Gümüş”
filmimde senaryoyu yazdıktan sonra uzun süre filmi çekebileceğime dair inancım
oluşmadı. Oyunculuk deneyimlerimden sebep film çekmenin ne kadar büyük bir olay
olduğunu biliyordum. Bu da beni çok korkutuyordu. Filmin senaryosunu
gönderdiğim destek platformlarının hepsinden ret almıştım. Biriktirdiğim
burslarımsa yol paramızı bile karşılamıyordu. Sercan biriktirdiği burslarını,
Rabia ise o dönem yaptığı işten kazandığı bütün parayı projeye aktarmak istediler.
Bu beni çok duygulandırdı. Bir gece yarısı, Rabia Kip ve Hasan Ali Yıldırım ile
birlikte Hasan Ali’nin köyü olan Elbistan’a gitme kararı verdik. Birkaç kilo
soğan, bir kaç kilo patates ile İstanbul’dan çıkıp Elbistan’a gittik. Burada
film çekimleri öncesi bir ay kaldık. Filmdeki bir çok şey kendiliğinden ortaya
çıktı. Tamamen bütçesiz ve amatör bir şekilde çekilmiş bir film oldu. Bu
bakımından filmin hazırlık ve çekim süreci bir yığın zorlukla geçti. En zoru
benim için filmde çalıştığımız kangal köpeği Yamuk ile çektiğimiz sahnelerdi.
Köpeğin başka bir canlıya zarar verebilme ihtimali sahneleri çekmemizi çok
zorlaştırdı. Çünkü her an bir yerlerden başka bir köpek, kedi ya da tavuk
çıkabiliyordu. Bu bakımdan sahneden çok bu meseleye odaklanmıştım. Çok şükür ki
böyle bir şey olmadı. Fakat belirtmeliyim ki, genel anlamda yüzlerce
imkansızlık ve zorluğa rağmen bir çok şeyin yolunda gittiği özel bir film oldu.
Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı,
neler düşünüyorsun bu konuda?
İlk soruda buna cevap verdiğimi düşünüyorum. Bence bir aşama
değil. Uzun metraj film sadece büyük bütçeler istiyor. Ayrıca biraz şahsiyet
ortaya koyan bir yapısı da var kısa ve uzun filmin. Kimi derdini kısaca
anlatıyor, kimi daha uzun uzun. En azından saf sinema için ben böyle
düşünüyorum. Fakat sinemanın şu an en büyük endüstrilerden olduğunu da
unutmamak gerekiyor. Bu bakımdan kısa film insanların düşüncelerini
özetleyebileceği, kendilerini daha kolay biçimde gösterebilecekleri bir alan.
Bu şekilde sinemaya yaklaşanları da anlayabiliyorum. Aslında bence hiçbir şey
ifade etmeyen bir soru bu. Ne fark eder ki? Filmlerin uzunluğu ya da kısalığı
endüstriyel ilişkilerde yalnızca ayırt edilir. Sinema sevenler için bir farkı
olduğunu düşünmüyorum.
Kısa filmin, Deniz
Telek’in meslek hayatında nasıl bir yeri var?
Meslek ’in kelime anlamı yol demektir. İnsan bu yolda
karakterini ortaya koyar. Şimdi dönüp geriye baktığımda, evimden on sekiz
yaşında ayrılmışım. Bu bağlamda, o zamandan beri bu yolu yürüyorum. Kısa film
sanırım benim için evime dönüş yolunun başlangıcı oldu. Çünkü bugüne yaptığım
her şey sinemada birleşti. “İthaki’ye
doğru yola çıktığın zaman dile ki uzun sürsün yolculuğun” diyor şair. Bu
bakımdan yol ve yolculuk ne kadar uzarsa eve dönmenin anlamı o kadar büyük
olacak. Umarım bir gün evime geri dönmeyi başarırım.
Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz?
Türkiye’de kısa filmin yükselişe geçtiğini düşünüyorum. Çok
başarılı filmler izleme şansım oldu. Uzun metraj filmlerin getirdiğinin çok
ötesinde uluslararası başarılar getiren filmler oldu. Bunu çok önemsiyorum.
Türk sinema tarihi içerisinde biraz çirkin ördek yavrusu muamelesi görüyor.
Fakat gelecek kısa film için çok parlak olacak bence. Bu bakımdan kısa filmleri
desteklemek çok önemli. Ayrıca bence zamanla önemli yönetmenlerin de kısa
filmler çekeceğini göreceğiz.
Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin
tanıtımı ve devamı için?
Bence ne film sayısı, ne de festival sayısı yeterli. Bu
soruya şöyle bakmak lazım. Benim büyüdüğüm ilçe İzmir’de. İzmir Türkiye’nin en
büyük şehirlerinden biri. Fakat benim yetiştiğim ilçedeki çocuklar ne kısa film
izleyebiliyorlar ne de bir festival görebiliyorlar. Her ilçede bence kısa ya da
uzun film festivalleri olmalı. Filmi izlemek en azından herkes için
ulaşılabilir olmalı. Ancak bu gerçekleşirse yeterli diyebilirim.
“Dünyada kısa filme bakış açısı” ile “Türkiye’de kısa
filme bakış açısı” arasında farklar var
mı? Varsa bunun nedenleri neden olabilir, bu nedenleri nasıl ortadan
kaldırabiliriz?
“ Gümüş” filmiyle yurt dışı ve yurtiçi çok fazla festivale
gitme imkanım oldu. Bence uçurum var. Türkiye’de film okulları yok mesela.
Neden yok bilemiyorum. Film okulları açılır, film okullarından mezun olan
insanlar film çeker, buralarda yetişen insanlarda festival düzenlerlerse bence
sorunlar çözülür. Çünkü Türkiye’de neredeyse bu sektördeki hiç kimse aynı dili
konuşmuyor. Orada her şey daha anlaşılabilir. Birde ülke olarak birbirimize
karşı çok sertiz. Anlamaya çalışmıyoruz. Bunun tabii ki ekonomi politik
temelleri var. İnsanlar arasındaki ekonomik farklılıklar azalırsa sanırım bu
sorun ancak böyle çözülebilir. Yağmur yağdığında arabası olan insanlar yayalara
yol verdiği gün, gerçek anlamda filmden konuşabileceğiz.
Çektiğiniz kısa
filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler
size bu senaryoları yazdırıyor?
Aslında başlangıç noktası ben oluyorum. Genelde gündelik
olaylarla ilgileniyorum. Çünkü bana göre ekonomi-politik ilişkiler en basit
gündelik ilişkilerde ortaya çıkar. Bende yaşama karşı olan tavrımı bu basit
ilişkilerin altını çizerek, onları belki de daha açık bir hale getirerek ortaya
koymaya çalışıyorum. Bu şekilde başladığım yere geri dönüyorum bir parça.
Kendimi bir parça daha anlamış oluyorum.
Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat
ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu?
Kendimde profesyonel anlamda oyunculuk yapmama rağmen oyuncu
seçerken gerçek insanlar bulmaya özen gösteriyorum. Bu filmlerdeki kurmaca
unsurunu bir parça kırmamı sağlıyor. Ayrıca sinema perdesinde yeni bir yüz
göstermeyi çok önemsiyorum. Bu bakımdan genel anlamda şans verilmemiş
oyuncuları bulmaya da dikkat ediyorum. Oyun karakteri ve kişi arasında bir bağ
bulduğum zaman aslında çok memnun oluyorum. Bir yüzü sektörde çok fazla
görüyorsam bu benim için olumsuz bir etki oluyor. Fakat bu tamamen kişisel zevk
ve tercih meselesi.
Yeni projeleriniz, uzun metraj film çekme planınız var mı?
Evet var.
Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler?
Bir çok yazar ve yönetmen var. En sevdiklerimden birer isim
yazmayı tercih ederim. Ahmet Hamdi Tanpınar. Yasujiro Ozu.