1 Ocak 2021 Cuma

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "DENİZ TELEK"

 

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

Merhabalar, İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünden Lisans, Y. Lisans ve Marmara Üniversitesi 

                                                              


Sinema Bilim dalından doktora dereceleri ile mezun oldum. Aynı Üniversitenin Devlet Konservatuvarında Pantomim bölümünü   bitirdim. Erasmus öğrencisi olarak gittiğim Varşova Üniversitesinde “Polonya Edebiyatından Film Uyarlamaları” ve “Görsel İşitsel Atölye: Krzystof Kieslowski ve Filmleri” gibi dersler aldım. İlk kısa filmim “Gümüş” ile 38. İstanbul Film Festivali FİPRESCİ ödülü başta olmak üzere, birçok Uluslararası ve Ulusal festivalden ödül ile döndüm. 2018’de, Antalya Film Forum tarafından düzenlenen, Bela Tarr ile Film Yönetimi atölyesine Türkiye’den seçilen 10 yönetmenden biri oldum. Burada Bela Tarr’ın süpervizörlüğünde ikinci kısa filmim “Tractatus”u çektim. 2019 yılında Sarajevo Film Festivali tarafından düzenlenen 13.Talents Sarejevo’nun yönetmen seçkisindeki katılımcılarından biri oldum. En son Rize’de, Anuş isminde bir kısa film daha çektim. Anuş, İtalya’nın önemli film festivallerinden 26. Film Festival Della Lessinia’da ana yarışmada dünya premierini yaptı. Ayrıca şuan Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Görsel İletişim Tasarımı bölümünde Dr. Öğr. Üyesi olarak çalışmaktayım.

 Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz,  bu yola giriş sebebiniz neydi?

Öncelikle kısa ya da uzun film tanımlaması filmlerin sürelerine göre yapılan bir tanımlama sanırım. Yönetmenlik ise filmlerin sürelerinin dışında bir iştir bana göre. Bu soruyu film yönetme nedeniniz nedir şeklinde yanıtlamayı tercih ederim.

Immanuel Kant’ın mezar taşında şöyle yazar; İki şey ruhumu merak ve huşu ile dolduruyor: Üzerimizdeki yıldızlı sema ve içimizdeki ahlak yasası.' Sanat benim için İnsanın içindekini söyleyiş biçimlerinden meydana gelir. Sinema benim gündelik hayatta söyleyemediklerimi ifade edebildiğim bir alan olarak, kendiliğinden karşıma çıktı. Sinema ile gerçek anlamda tanışmam François Truffaut’un  “400 Darbe” filmi ile oldu. Üniversite arkadaşım Artun Güney Polat gerçek bir sinefil ide. Onun getirdiği filmler ile saf sinema ile tanışmış oldum. Film çekmeye karar vermem ise zamanla kendiliğinden gelişti. Lisan sonrası sinema dersleri aldım. Senaryo denemeleri yaptım. Uzun metraj, kısa film, dizi ve reklamlarda oyuncu olarak çalıştım. Hem akademik hem de pratik olarak sinemaya yakınlaşmaya çalıştım. 2017 yazında Marmara Üniversitesi Sinema bölümü doktora programına kabul edildim. Kabul aldıktan sonraki yaz, burslarımı biriktirerek bir kısa film çekmeyi hayal ediyordum. Fakat o yaz, babamı kaybettim.  Babam için bir şey yapmak istedim. “Gümüş” filmi yaşadıklarımdan etkilenerek yazdığım kurmaca bir filmdir. Şimdi bakınca bir depresyon sonrası filmi olduğunu görüyorum. Fakat filmi çekmeye karar vermem, çevremdeki insanların zorlaması ile oldu desem yeridir. Sercan Özinan, Rabia Kip, Hasan Ali Yıldırım beni bu süreçte hem maddi hem manevi anlamda itekleyen insanlardır. Ragıp Türk ve Emre Pekçakır ise yine bu süreçte her şeyiyle bana destek verdiler. Sonuçta anlatılması zor büyük zorluklar ile bir film yapmayı başardık. Böylece bende bu yola girmiş oldum.

                                           


  Kısa film hazırlık ve çekim sürecinde sizi neler zorladı? Hazırlık süreçlerinizi anlatır mısınız?

Şuana kadar üç ayrı kısa film çektim. Her filmin kendine ait dinamikleri var. Bu bağlamda her filmin hazırlık süreci birbirinden farklı problemler ve zorluklar barındırıyor. Buna örnek olarak ilk filmimi vereyim.” Gümüş” filmimde senaryoyu yazdıktan sonra uzun süre filmi çekebileceğime dair inancım oluşmadı. Oyunculuk deneyimlerimden sebep film çekmenin ne kadar büyük bir olay olduğunu biliyordum. Bu da beni çok korkutuyordu. Filmin senaryosunu gönderdiğim destek platformlarının hepsinden ret almıştım. Biriktirdiğim burslarımsa yol paramızı bile karşılamıyordu. Sercan biriktirdiği burslarını, Rabia ise o dönem yaptığı işten kazandığı bütün parayı projeye aktarmak istediler. Bu beni çok duygulandırdı. Bir gece yarısı, Rabia Kip ve Hasan Ali Yıldırım ile birlikte Hasan Ali’nin köyü olan Elbistan’a gitme kararı verdik. Birkaç kilo soğan, bir kaç kilo patates ile İstanbul’dan çıkıp Elbistan’a gittik. Burada film çekimleri öncesi bir ay kaldık. Filmdeki bir çok şey kendiliğinden ortaya çıktı. Tamamen bütçesiz ve amatör bir şekilde çekilmiş bir film oldu. Bu bakımından filmin hazırlık ve çekim süreci bir yığın zorlukla geçti. En zoru benim için filmde çalıştığımız kangal köpeği Yamuk ile çektiğimiz sahnelerdi. Köpeğin başka bir canlıya zarar verebilme ihtimali sahneleri çekmemizi çok zorlaştırdı. Çünkü her an bir yerlerden başka bir köpek, kedi ya da tavuk çıkabiliyordu. Bu bakımdan sahneden çok bu meseleye odaklanmıştım. Çok şükür ki böyle bir şey olmadı. Fakat belirtmeliyim ki, genel anlamda yüzlerce imkansızlık ve zorluğa rağmen bir çok şeyin yolunda gittiği özel bir film oldu.

Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

İlk soruda buna cevap verdiğimi düşünüyorum. Bence bir aşama değil. Uzun metraj film sadece büyük bütçeler istiyor. Ayrıca biraz şahsiyet ortaya koyan bir yapısı da var kısa ve uzun filmin. Kimi derdini kısaca anlatıyor, kimi daha uzun uzun. En azından saf sinema için ben böyle düşünüyorum. Fakat sinemanın şu an en büyük endüstrilerden olduğunu da unutmamak gerekiyor. Bu bakımdan kısa film insanların düşüncelerini özetleyebileceği, kendilerini daha kolay biçimde gösterebilecekleri bir alan. Bu şekilde sinemaya yaklaşanları da anlayabiliyorum. Aslında bence hiçbir şey ifade etmeyen bir soru bu. Ne fark eder ki? Filmlerin uzunluğu ya da kısalığı endüstriyel ilişkilerde yalnızca ayırt edilir. Sinema sevenler için bir farkı olduğunu düşünmüyorum.

Kısa filmin,  Deniz Telek’in meslek hayatında nasıl bir yeri var?

Meslek ’in kelime anlamı yol demektir. İnsan bu yolda karakterini ortaya koyar. Şimdi dönüp geriye baktığımda, evimden on sekiz yaşında ayrılmışım. Bu bağlamda, o zamandan beri bu yolu yürüyorum. Kısa film sanırım benim için evime dönüş yolunun başlangıcı oldu. Çünkü bugüne yaptığım her şey sinemada birleşti.  “İthaki’ye doğru yola çıktığın zaman dile ki uzun sürsün yolculuğun” diyor şair. Bu bakımdan yol ve yolculuk ne kadar uzarsa eve dönmenin anlamı o kadar büyük olacak. Umarım bir gün evime geri dönmeyi başarırım.

Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz?

Türkiye’de kısa filmin yükselişe geçtiğini düşünüyorum. Çok başarılı filmler izleme şansım oldu. Uzun metraj filmlerin getirdiğinin çok ötesinde uluslararası başarılar getiren filmler oldu. Bunu çok önemsiyorum. Türk sinema tarihi içerisinde biraz çirkin ördek yavrusu muamelesi görüyor. Fakat gelecek kısa film için çok parlak olacak bence. Bu bakımdan kısa filmleri desteklemek çok önemli. Ayrıca bence zamanla önemli yönetmenlerin de kısa filmler çekeceğini göreceğiz.

Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin tanıtımı ve devamı için?

Bence ne film sayısı, ne de festival sayısı yeterli. Bu soruya şöyle bakmak lazım. Benim büyüdüğüm ilçe İzmir’de. İzmir Türkiye’nin en büyük şehirlerinden biri. Fakat benim yetiştiğim ilçedeki çocuklar ne kısa film izleyebiliyorlar ne de bir festival görebiliyorlar. Her ilçede bence kısa ya da uzun film festivalleri olmalı. Filmi izlemek en azından herkes için ulaşılabilir olmalı. Ancak bu gerçekleşirse yeterli diyebilirim.

“Dünyada kısa filme bakış açısı” ile “Türkiye’de kısa filme bakış açısı” arasında  farklar var mı? Varsa bunun nedenleri neden olabilir, bu nedenleri nasıl ortadan kaldırabiliriz?

“ Gümüş” filmiyle yurt dışı ve yurtiçi çok fazla festivale gitme imkanım oldu. Bence uçurum var. Türkiye’de film okulları yok mesela. Neden yok bilemiyorum. Film okulları açılır, film okullarından mezun olan insanlar film çeker, buralarda yetişen insanlarda festival düzenlerlerse bence sorunlar çözülür. Çünkü Türkiye’de neredeyse bu sektördeki hiç kimse aynı dili konuşmuyor. Orada her şey daha anlaşılabilir. Birde ülke olarak birbirimize karşı çok sertiz. Anlamaya çalışmıyoruz. Bunun tabii ki ekonomi politik temelleri var. İnsanlar arasındaki ekonomik farklılıklar azalırsa sanırım bu sorun ancak böyle çözülebilir. Yağmur yağdığında arabası olan insanlar yayalara yol verdiği gün, gerçek anlamda filmden konuşabileceğiz.

Çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor?

Aslında başlangıç noktası ben oluyorum. Genelde gündelik olaylarla ilgileniyorum. Çünkü bana göre ekonomi-politik ilişkiler en basit gündelik ilişkilerde ortaya çıkar. Bende yaşama karşı olan tavrımı bu basit ilişkilerin altını çizerek, onları belki de daha açık bir hale getirerek ortaya koymaya çalışıyorum. Bu şekilde başladığım yere geri dönüyorum bir parça. Kendimi bir parça daha anlamış oluyorum.

Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu?

Kendimde profesyonel anlamda oyunculuk yapmama rağmen oyuncu seçerken gerçek insanlar bulmaya özen gösteriyorum. Bu filmlerdeki kurmaca unsurunu bir parça kırmamı sağlıyor. Ayrıca sinema perdesinde yeni bir yüz göstermeyi çok önemsiyorum. Bu bakımdan genel anlamda şans verilmemiş oyuncuları bulmaya da dikkat ediyorum. Oyun karakteri ve kişi arasında bir bağ bulduğum zaman aslında çok memnun oluyorum. Bir yüzü sektörde çok fazla görüyorsam bu benim için olumsuz bir etki oluyor. Fakat bu tamamen kişisel zevk ve tercih meselesi.

Yeni projeleriniz, uzun metraj film çekme  planınız  var mı?

Evet var.

Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler?

Bir çok yazar ve yönetmen var. En sevdiklerimden birer isim yazmayı tercih ederim. Ahmet Hamdi Tanpınar. Yasujiro Ozu.

 

Hiç yorum yok: