Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Sinema ve Televizyon
okumaya nasıl karar verdiniz?
Çocukluk ve gençlik yıllarım İzmir de geçti. Ortaokul yıllarımda şiir yazarak edebiyata, lise yıllarımda gitar çalarak müziğe başladım. İzmir'den sonra üniversite okumak için Eskişehir'e gittim ve burada müzik çalışmalarım devam etti. Müzik çalışmalarıma daha profesyonel bir biçimde devam etmek için İstanbul'a gelmek istiyordum ve üniversite okumak burada olmak için en iyi yöntemdi. Sinema Tv bölümünü sanatsal bağlamları olan bir alan olduğu için tercih ettim. Aklımda pek sinema yapmak yoktu aslında ben daha çok müzikle ilgileniyordum. Lakin üniversitede sinemayı keşfettikçe, sinemanın anlatım olanaklarıyla ve setlerle samimi oldukça benim için çok daha uygun bir ifade alanı olduğunu keşfettim ve sinemaya başlangıcım böyle oldu.
Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz, bu yola giriş sebebiniz neydi?
Yönetmen olmak, sinema yapmak istiyorsanız bir yerden başlamanız gerekiyor ve kısa film bu iş için en uygun alan bence. Kendinizi denemek için kısa filmle başlamak doğru bir yol. Anlatı oluşturmayı, stil geliştirmeyi, dil kurmayı, sinematografik öğeleri ve tekniği algılamayı böyle öğrenebilir ve geliştirebilirsiniz. Çünkü sinema yaptıkça geliştiğin bir sanat dalı. Ayrıca batma kayısı, becerememe kaygısı ve beklentiler düşük olduğu için yanılsanız bile büyük zararlar görmezsiniz. Eksiklerinizi geliştirerek tekrar deneme şansınız olur.
Kısa film hazırlık ve çekim sürecinde sizi neler zorladı? Hazırlık süreçlerinizi anlatır mısınız?
Açıkçası hazırlık sürecinde insanı en çok zorlayan şey bütçe
oluşturmak. Eğer bütçeyi oluşturduysan daha rahat düşünebiliyor ve hayata
geçirebiliyorsun. Bunun dışında sektörde aktif çalışan biri olduğum için ekip
kurmakta veya ekipman bulmakta pek zorlandığımı söyleyemem. Genelde istediğim
imkanları sağlayabildim. Hazırlık süreçlerim hep keyifli geçmiştir. Provaları,
mekan gezilerini, araştırmayı çok severim. Çekim sürecinde ise her zaman
zorluklar oluyor. Set her an, her sürprizin karşınıza çıkabileceği bir alan.
Her şey bir anda bütün planınızı bozmak için bir araya gelmiş gibi görünebilir.
Bu yüzden yönetmenliğin yanı sıra yöneticiliği, çözümsel yaklaşmayı, pratik
aklı iyi kullanmayı öğrenmek ve olaylara soğukkanlılıkla yaklaşmayı bilmek
gerekiyor.
Kısa
film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu
konuda?
Bu konu çok tartışılıyor. Bir gelişme süreci olduğunu
düşünenler var olduğu gibi, kısa filmin kendine has bir sinema biçimi olduğunu
düşünen ve uzun metraja geçiş için bir aşama olarak görülmesine karşı
çıkanlarda fazlasıyla var. Ben bu tartışmalara pek girmek istemiyorum açıkçası.
Önemli olanın üretim olduğu kanısındayım. Sadece kısa film bir sektör haline
gelmeden, ekonomik olarak bir değer yaratmadan uzun metraja geçiş için bir
aşama olarak görülmeye devam edecektir bunu söyleyebilirim. Çünkü eğer tüm
festivalleri domine edecek bir film yapmadıysanız, kısa filmler ekonomik olarak
hiç bir geri dönüş sağlamıyor. Sonuçta sinema pahalı bir sanat ve geri
almaksızın sürekli veremezsiniz.
Kısa
filmin, Ragıp Türk’ün meslek hayatında
nasıl bir yeri var?
Sektörde bir çok filmde, dizide ve belgeselde reji ve yapım
alanlarında çalıştım. Bir çok projenin gelişiminin ve üretiminin neredeyse her
evresinde yer aldım. Lakin benim bir sinemacı ve yönetmen olduğumu öncelikle
bana ve daha sonra sektöre ve izleyiciye gösteren şey kısa filmlerimdi. Bu
yüzden benim meslek hayatımda kısa film önemli bir yer teşkil eder.
Türkiye’de
kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk sinema tarihi içindeki yeri
ve geleceği için neler düşünüyorsunuz?
Türkiye'de kısa film, sinema sektöründeki insanlar ve
sinemayı iyi takip eden insanlar dışında genellikle amatör işler ve denemeler
olarak görülüyor. Yönetmen olmak isteyenlerin ilk basamağı, öğrencilerin
çalışma alanı gibi. Çünkü kısa filmler son dönem gelişmelerini baz almazsak
bazı istisnalar dışında derme çatma yapılmış işlerdi. Bu işler genellikle bütçe
ve imkanlar olmadığı için amatörce kotarılmış olarak karşımıza çıkıyordu. Son
dönem de bu bakış açısı kırılmaya başladı çünkü dijital gelişmeler kısa
filmlerinde kalitesini artırdı. Artık kısa filmlerde teknik olarak bütünlüklü
duruyor ve profesyonel ve tanınmış oyuncular da kısa filmlerde yer alıyor.
Sinema tarihimizde ise kısa film yeni yeni kendine yer bulmaya başladı diyebiliriz. Artık kısa filmlerin de
sinema için büyük potansiyeller taşıdığını sektör bileşenleri ve izleyiciler
görmeye başladı. Kısa filmin geleceği için ise şunu söyleyebilirim, zaman
kavramının büyük önem ve ivme kazandığı çağımızda, kısa filmler sinemanın ana
biçimine doğru evrilirse kimse şaşırmasın. Artık insanları bir şeyin karşısında
ilgisini ve algısını kaybetmeden uzun soluklu olarak tutmak gittikçe
zorlaşıyor.
Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin
tanıtımı ve devamı için?
Bir yönetmene festivaller sayısal olarak asla yeterli gelmez.
Yönetmen her gün festival olsun, filmim her zaman gösterilsin ister:)
Festivallerin kısa filmler için yarattıkları değer anlamında ise güzel
gelişmeler var. Artık kısa filmcilerde festivallerce değer görmeye başladı
diyebiliriz. Elbette kısa filmcileri ekonomik olarak da destekleyebilecekleri
bir hale daha fazla bürünebilirler. Mesela kısa filmlere gösterimler için telif
ödeyebilirler. Zamanla yapmak zorunda kalacaklar zaten. Çünkü pandemi sürecinde
gelişen online izleme kültürü festivallere büyük bir alternatif olacak gibi
görünüyor. Festivallerin de filmlerin direkt olarak dijital dünyaya kaymaması
için kendilerini çok daha geliştirmeleri ve üreticinin çıkarlarını daha çok
koruyan bir yapıya bürünmeleri gerekiyor. Festival kültürünü daha yukarı
taşımaları artık elzem görünüyor. Birde kısa filmcilerin sürekliliklerini
sağlayabilmeleri için onlara imkan ve olanak sağlama konusunu festivallerinde,
sinema oluşumlarının da, fon sağlayan kuruluşlarında ciddi olarak ele alması
gerekiyor.
“Dünyada
kısa filme bakış açısı” ile “Türkiye’de kısa filme bakış açısı” arasında farklar var mı? Varsa bunun nedenleri neden
olabilir, bu nedenleri nasıl ortadan kaldırabiliriz?
Bu bakış açısı Dünya'nın her yerinde değişiyor. Gelişmiş ülkelerde kısa film sektörleşebildiği için bütçe ve fon bulunuyor ve çok daha kaliteli içerikler üretiliyor. Böylece de izleyicisi oluşabiliyor. İzleyicisi oluşabildiği içinde ekonomik olarak değer yaratıyor ve döngü tamamlanmış oluyor. Avrupa da, Amerika da, Asya'nın bazı bölgelerinde kısa film sektör olarak var. Yani bakış açısını oluşturan şey üretimin, içeriğin kalitesi ve ekonomik değer yaratması. Bizde henüz bu konuda sektörel bir gelişme olmadığı içinde bizim bakış açımız genellikle üretilen çoğu işler gibi amatör düzeyde kalıyor. Sanatsal da olsa üretilen herhangi bir şey ekonomik bir değer yaratamadığı sürece gelişemiyor. Bu durum bir anda bir şey yaparak ortadan kaldırılabilecek bir durum değil diye düşünüyorum. Kısa filmin arz ve talep dengesinin oturabilmesi ve gelişebilmesi için kendi bileşenleri dışında da bir çok etmen var çünkü. Kültürel ve sosyolojik olarak gelişmişlik, eğitim seviyesi, sanatsal anlayışın gelişmesi vs. gibi.
Çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor?
Aslında her filmimin senaryosunun çıkış noktası birbirinden
çok farklı. Bir kelebeğin intihar denemeleri tesadüf eseri önümüze çıkan bir
mekanda, bir sahne çekerek başladı. Sonrasında o sahne üzerinden sürreal
bir anlatım geliştirerek, yaşamla ölüm arasına sıkışmış bir aşk hikayesi ortaya
çıkardık. Harun diye bir adam, daha çok babamın yaşamından izler taşıyor.
Babamın anısı için bir film yapmak istedim ve onun hayatı çerçevesinde
düşünerek başlangıcı oluşturdum. Tor ise kafamda hep izlediğim, rüzgarlı ve
yağmurlu bir havada bir kurt köpeğiyle yürüyen kadın imajının, bir arkadaşımın
köpeğinin hastalanması ile bütünleşmesi ile başladı. Ama üç filmim de ölüme beş
kala filmlerdir. Sanırım farkında olmadan kısa filmlerimde hep ölüm olgusunun
çevresinde dolaşmışım. Bunu çok sonraları fark ettim.
Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa
film olunca zorluklar çıkıyor mu? “Bir kelebeğin intihar denemeleri” filminizde
oyuncu olmak size neler hissettirdi?
Oyuncu seçimi konusunda rahat çalışabileceğim ve sette her
yönden uyum yakabileceğim oyuncuları seçmeye dikkat ediyorum. Bağımsız sinema
setleri imkansızlıkların çok olduğu bir alandır. Böyle durumlarda anlayışlı
olabilecek ve zorluk çıkarmayacak kişilerle çalışmak çok daha doğru diye
düşünüyorum. Genellikle de karakterlerimi tanıdığım oyuncu arkadaşlarım
üzerinden düşünmeye başlıyorum. Çalışacağım oyuncu ile iletişim olarak iyi uyum
yakalayabilmek benim için çok önemli. Bu sebeple set öncesi vakit geçirmiş
olmak, arkadaş olabilmek önceliklerim arasında hep bu da sette işimizi çok
kolaylaştırıyor. Elbette kafamda kurduğum karaktere görsel olarak uygunluk ve
oyuncunun işine olan tutkusu ve tecrübesi de önemli bir etken. Bunlar zaten
olmazsa olmazlar. Ben filmlerim için oyuncuları ikna etme konusunda hiç
zorlanmadım ama bazı tanınmış oyuncuları kısa film için ikna etmek zor
olabiliyor. Bir kelebeğin intihar denemeleri henüz ortada bir senaryo olmadan
final sahnesinin çekimi ile başladı. Nemrutta bir program çekiyordum. Ağacı
görünce burada bir şey çekmeliyim dedim ve o sahneyi benden başka oynayacak
kimse yoktu. Sonrasında filmde de ben oynamak zorunda kaldım. Oyunculuk,
yönetmenlikten çok farklı bir olgu. Benim için zor ve değişik bir tecrübeydi.
Ama hislerim hep isteseydim ve çalışsaydım iyi bir oyuncu olabilirdim der bana.
“Bir
Kelebeğin İntihar Denemeleri”, “Harun diye bir Adam” ve “Tor” filmlerinizden
sonra yeni projeleriniz var mı?
Evet şuan
uzun metraj bir proje üzerine çalışıyorum. İşimiz rast ve şansımız yaver
giderse ilk uzun metraj filmimi çekmek istiyorum. Çalışmalarımız ve
hazırlıklarımız yolunda gidiyor.
Bela Tarr'ı çok severim. Benim için tüm
yönetmenler içinde yeri çok ayrıdır. Edebiyata ve felsefeye en çok yaklaşan
yönetmen gibi gelir bana hep. Eskilerden Bresson, Sokurov, Ozu, Tarkovsky, Bunuel,
Leone, Cassavates, Kieslowski, Kiorastami çok sevdiğim yönetmenler. Son dönem
Romanya sinemasından Cristi Piui, Corneliu Poromboui ve Meksika'dan Carlos
Reygadas'ı çok beğeniyorum. Yeni kuşaktan Kantemir Balagov iyi iki film yaptı.
Jarmush, İnnaritu, Nuri bilge Ceylan filmlerini merakla beklediğim yönetmenler.
Yazar olarak dünya klasiklerini sürekli çevirir dururum. Çehov, Turgenyev,
Dostoyevski, Saramago, Sartre, Dickens, Yaşar Kemal çok beğendiğim yazarlar.
Gudjieff ve Krishnamurti'nin yaklaşımları çok ilgimi çeker. Felsefeden Nietzche
ve Kierkegaard'a daha fazla zaman ayırırım.