10 Nisan 2020 Cuma

Çalıntı Eserler- Michelangelo Merisi da Caravaggio

            Aziz Francesco ve Aziz Lorenzo ile İsa'nın doğuşu,1608, tuval üzerine yağlıboya,
                                                                268x197cm

İtalya'da Palermo'daki San Lorenzo Kilisesi'nden Ekim 1969 tarihinde çalındı.
Caravaggio'nun eseri, iki soyguncu tarafından çerçevesinden ustura kullanılarak çıkartılarak çalındı. 1966'da bir uyuşturucu satıcısı çıkarıldığı mahkemede soyguna yardım ettiğini ama büyük tablonun soygun sırasında zarar gördüğünü ve bunu gören koleksiyoncunun önce gözyaşlarına boğulduğunu sonra resmi resmi almayı reddettiğini anlattı. Polis Sicilya mafyasının resmi aldığını düşünüyor. 

9 Nisan 2020 Perşembe

Çalıntı Eserler- Alberto Giacometti

                                                  Heykelcik, 1956, bronz, yüksekliği 32 cm

Almanya'da Hamburg Müzesi'nden çalındı. 25 Mayıs 2002'den itibaren kayıp.

İsviçreli heykeltıraşın bu bronz heykelinin çalındığı polise 3 Haziran'da bir müze çalışanı pleksiglasın arkasında duran heykelin ahşap kopya olduğunu fark edince bildirildi. Soygun büyük olasılıkla 25 Mayıs'ta Hamburg'ta kültürel merkezlerin sabaha karşı 3'e kadar açık olduğu "Müzede Uzun Gece" sırasında gerçekleşmişti. O gece 16 binden fazla ziyaretçi müzeyi ziyaret etmişti. 



8 Nisan 2020 Çarşamba

Çalıntı Eserler- Henry Moore

                                         Uzanan Figür, 1970, bronz heykel, 270x350cm, 2.5 ton

İngiltere'de Hertforshire'daki HenryMoore Vakfı bahçesine başka bir taşınmadan önce geçici olarak konulan eser, 15 Aralık 2005  tarihinde  akşam saat 10 civarı üç soyguncu tarafından  bir vinç ve çalıntı pikap kullanarak  yerinden kaldırıp götürdü. Birkaç gün sonra polis aracı terk edilmiş olarak buldu.  Uzun süre bu hırsızlığın sırrını çözemeyen polis, 3 milyon sterlin fiyat biçilen eserin eritilip yaklaşıp 1500 sterlin gibi bir fiyata satıldığını ortaya çıkardı. Polise göre eser çeşitli hurdacıları dolaştıktan sonra muhtemelen o dönem büyüyen sanayisini beslemek için tüm dünyadan hurda alan Çin'e gönderilmiş. 


7 Nisan 2020 Salı

Çalıntı Eserler- Jean- Baptiste- Camille Corot



                                    
Sevr Yolu, 1855, tuval üzerine yağlıboya, 34x49cm

3 Mayıs 1998 Paris'te Louvre Müzesi'nde çok kalabalık bir pazar günü. Binlerce ziyaretçi var ünlü müzede. Resim koruyucu cam vitrini olmasına rağmen çerçevesinden çıkartıldı. Hiçbir kesik atmadan ve resmi kıvırmadan tuvali giysinin içine saklayarak sırra kadem bastı. Polis çıkış kapılarını kapatsa ve binlerce turisti araştırsa da hırsız resimle kaçmayı başardı. Bu soygunun ardından müzenin güvenlik sistemi baştan aşağıya gözden geçirildi.

6 Nisan 2020 Pazartesi

Çalıntı Eserler-Paul Cézanne

                          Auvers-sur-Oise Yakınında 1879-1882 tuval üzerine yağlıboya, 46x55 cm

1 Ocak 2000 tarihinde İngiltere'de Oxford'daki Ashmolean Muzesi'nden çalındı.

Hırsızlar İngiltere'nin halka açık en eski müzesine milenyum öncesinde cam çatıdan girdiler; aşağıdaki galeriye halat merdivenler sarkıttılar. Bu resim 19. yüzyıl sanatının önemli bir örneğidir. Cézanne'nın bir zamanlar çalıştığı ve yaşadığı küçük bir kasabayı tasvir ettiği söylenir. 



5 Nisan 2020 Pazar

Çalıntı Eserler-Gustav Klımt

                              Kadın Portresi, 1916-1917 civarı, tuval üzerine yağlıboya
18 Şubat 1997'de İtalya'da Piacenza Galleria Rico Oddi'den çalındı. 

Bu resim 18Şubat'ta çalınmasına rağmen 22'sine kadar fark edilmedi. Galeri tadilat için kapatılmış ve bazı resimler taşınmıştı. Bu nedenle güvenlik görevlileri resmin depoya kaldırıldığını sandılar. Soruşturma sonucunda hırsızın çatıya tırmanıp, bir tavan penceresi açtıktan sonra bir olta kullanarak çekerek aldığı anlaşıldı. Çerçevesi çatıda bulundu.

22 yıl sonra  Aralık 2019'da İtalya'da Ricci Oddi Modern Sanat Galerisi'nde bir bahçıvan galerinin duvarındaki sarmaşıkları temizlerken bulduğu paket için şunları söylüyor: "İlk önce siyah bir torbanın içinde bir kutu buldum ve çöp zannettim. Sonra içine baktığımda tabloyu gördüm ve galerinin sahibine haber verdim.
Emniyet yetkilileri hırsızların daha sonraki bir tarihte almak için galeri duvarının arasına koyduklarını ancak bir sebepten geri gelemediklerini söylüyor.
Eserin çalınmış olduğu tarihte o dönem bütün galeri çalışanları soruşturma geçirmiş ve eserin kaybolmasına ilişkin dava kanıt yetersizliği nedeniyle düşmüştü.
Böylece 22 yıl 9 ay boyunca çalınan tablonun bu süre boyunca sanat galerisinde olduğu ortaya çıktı.  

Tuğba Doğan ile Röportaj


                                             
                          Sevgili Tuğba Doğan'la mürekkephaber için yaptığımız röportaj

-Klasik bir soruyla başlamak istiyorum. Sizi tanıyabilir miyiz? Yazıyla yolunuz nasıl kesişti, nasıl başladı yazı yolculuğunuz?

Sanırım çok erken yaşlarda yazı yazmanın dilediğimce yalnız kalabilmenin bir yolu olabileceğini keşfettim. Bu keşifte babamı gözlemlememin büyük etkisi olmuş olmalı. Çoğu zaman defterini alıp bir köşeye çekildiğini, yüzünde başka zamanlarda pek rastlamadığım türden bir ifadeyle bir şeyler karaladığını  hatırlıyorum. Ne yapıyor ve bu şeyi yaparken ne hissediyor acaba diye anlamak gayretiyle onu izlerdim. Defterlerini aşırıp içindeki dünyaya ilk kez girdiğimde şaşırmıştım. Farklı metin parçalarının oluşturduğu bir tür kolajdı bu defterler. Bir günlüğe ait olduğu düşünülebilecek pasajlar, şiir denemeleri, kısa öykü denebilecek metinler, daha büyük bir anlatıya –belki bir romana- ait giriş denemeleri, sevdiği bir şiiri alıntılayıp ona dair yazdığı yorumlar vs. Babamın tanıdığım kişiden çok daha fazlası olduğunu görmüştüm. İstediği zaman kaçabileceği bir dünya yaratmış gibiydi. Ben de var olan oyunlardan sıkılan, sıkıcı bir çocuktum. Kendime başka oyunlar yaratmak istiyordum ama bunu nasıl yapabileceğimi de bilmiyordum. Babamın mesleği dolayısıyla çocukluk yıllarım farklı şehirlerde geçti ve arkadaşlarım sürekli değişmek durumundaydı. Öyle olunca kitaplar kalıcı arkadaşlara, yazı da içinde sıkılmadığım tek oyun alanına dönüştü. Hala da benim için sıkılmamayı mümkün kılan tek şey yazmak.


-Sosyolog, çevirmen, senaristsiniz. Yaptığınız işlerin yazılarınız üzerinde etkisi oldu mu, oluyor mu?

Mutlaka. Sosyoloji her şeyden önce size bir okuma disiplini kazandırıyor. Bireyi, toplumu ve tarihi; en genel manada da hayatı ve kendinizi okumaya dair bir disiplin bu. Çeviri yaparken ve senaryo yazarken de kelimelerin farklı kudretlerine aşinalık kazanıyorsunuz. Bütün bunlar kaçınılmaz olarak yazıyla kurduğunuz ilişkiye katkı sağlıyor. 


-Yazma süreciniz nasıl oluyor? Önce konu mu çıkıyor yoksa karakterlerden mi yola çıkıyorsunuz?

Benim için her zaman önce bir mesele oluyor. Üzerine düşünmek ve tartışmak istediğim bir mesele, bir soru. Sonra bu sorunun etrafında gezinecek karakterler kuruyorum ve onları bu meselelerle cebelleşmek üzere çeşitli yaşantıların, durumların içine atıyorum.


-Hangi yazarları okuyorsunuz, en sevdiğiniz yazarlar kimler?

Devamlı yeniden okuduğum bazı yazarlarım var. Dostoyevski, Kafka, Bachmann, Tournier, Tanpınar ilk aklıma gelenler. Sadece kurmaca değil, kuram ve felsefe alanında da aynı şey geçerli. Baruch Spinoza, Walter Benjamin, Gilles Deleuze, Friedrich Nietzsche’yi sayabilirim. Eski-Yeni Ahit ve Kur’an’ı da devamlı yeniden okuduğum metinlere dahil edebilirim. 
                                                                  



-İlk kitabınız “Musa’nın Uykusu” ile ikinci kitabınız “Nefaset Lokantası” arasında Tuğba Doğan’ın kaleminde neler değişti? Yeni kitap çalışması var mı? Bu süreçte neler yaşıyor Tuğba Doğan?

Kalemimdeki değişimleri benim tespit edebilmem mümkün değil. Bu soruya sağlıklı cevabı okur verebilir gibi geliyor bana. Evet, şu ara yeni bir roman üzerinde çalışıyorum. Başka bir şeye pek de vakit kalmıyor. Yeni kitabın meselelerine dair araştırmalar, okumalar yapıyorum. Bu meselelerden ikisini söyleyeyim; dostluğun ve cimriliğin doğası üzerine düşünüyorum.


-Türkiye’de çevirmen olmanın zor yanları var mı?

Türkiye’de kültürel alanda üretim yapan biriyseniz işiniz çok zor. Çok yoğun bir adanmışlık ve zamanınızın bütününü isteyen işlerle uğraşmayı ve bunun karşılığında maddi-manevi çok az takdir görmeyi göze almış olmanız gerekiyor. Çeviri yaparak ya da yazarak hayatta kalabilmeniz için maddi motivasyonlardan öte gerçekten yaptığınız şeyi tutkuyla sevmeniz gerek. 


-“Nefaset Lokantası”nda  varoluş, coğrafya, zaman ve ölüm ana temalar. Tuğba Doğan için ne ifade ediyor bu temalar?

Bu temalar kendisi ve hayat üzerine düşünen her insan için temel kavramlar. Ben onları romanın, edebiyatın içinde çalışıyorum, anlamak ve anlatmak için.


-Nefaset Lokantası’nın ana karakteri Salih’in “uzaklara gitme isteği” üzerinden günümüzde çok görülen şehirden ayrılma, yurtdışına veya kasabalara gitme isteğini sosyolog-yazar olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Romanın başkarakteri Salih  neden gitmek istediğini sorgulayan arkadaşlarına “kalamayan gider.” diyordu. Ben de onun gibi düşünüyorum sanırım. Mesele basitçe bir şımarıklık, çıktığı kabuğu beğenmemek ya da memleketi terk edip kendini kurtarmaya çalışmak değil. Kendini dışlanmış hissedenin, kalamayanın bir tür kaçışa zorlanması ve beyinlerin değil, ruhların göçü.


-Son olarak Cemil Meriç yaşasaydı oy kullanır mıydı?

Kitapta bu soruya Metin “Benim bir fikrim var ama kendime saklayacağım, yerin kulağı var. Hem zaten bu zamanda kimseye kefil de olmamak lazım” diye cevap veriyordu . Benim ne düşündüğüme gelince. Bence Cemil Meriç yaşasaydı oy kullanırdı ama oyunu çok büyük bir kitlenin şaşıracağı bir partiye verirdi.