Alman Ressam Hans Holbein’in “Ölü İsa’nın Mezarı’ndaki Bedeni” adında
1521 tarihli bir tablosu vardır. Enlemesine uzun tabloda çarmıhtan, henüz
indirilmiş İsa’nın yaralar içindeki cansız bedenine bir tabutun yan kapağından
bakarız.
İsa’nın kolları hala gergindir, yüzünde korkunç bir acı ifadesi vardır, fal
taşı gibi açık duran gözleri yalnız kendisinin bildiği bir gerçeğe bakar
gibidir. Bu cansız bedene ne bir sarılan vardır ne de onun ayaklarının dibinde
ağlayan. İsa’nın acıdan kaskatı kesilmiş, parçalanmış etten, gerilmiş sinirlerden
ve kandan ibaret bir cesede indirgenmiş olduğu bu resmin bizden istediği tek
şey vardır: gözlerimizi doğrudan acıya dikmemiz.
Anna Grigoriyevna, anılarında, Dostoyevski’yle birlikte 1867 yazında Cenevre
yolu üzerinde bir müzede bu tabloyu görüşlerini anlatır. Anna tabloya bir süre
baktıktan sonra orada daha fazla duramaz, başka bir salona geçer ve
Dostoyevski’yi tablonun önünde yalnız bırakır. Döndüğünde Dostoyevski’yi
bıraktığı yerde bulur. Gergin ve heyecanlı yüzünde, sara nöbetlerinin hemen
öncesinde beliren ürküntünün aynısı bir ifade vardır. Dostoyevski Anna’ya bakar
ve şöyle der:’Böyle bir tablo insanın inancını yok edebilir.’
Dostoyevski için bu tablonun çok belirgin bir anlamı vardır: Bir baba çocuğuna
bunların yapılmasına nasıl izin verebilir? Eğer veriyorsa nasıl bir babadır bu?
Resim Dostoyevski için çocuklara haksız yere çektirilen acıların temsilidir ve
tanrısal adaletin baştan aşağı kusurlu olduğunun manifestosudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder