6 Şubat 2016 Cumartesi

Sait Faik'e mektup

Merhaba,Size mektup yazacağım hiç aklıma gelmemişti.  Bir süredir yazarlık-okurluk atölyesine devam ediyorum. Şimdi size garip gelmiştir, bu atölyede neyin nesi diye? Yazmaya çalışan bizlere yol gösteren bir hocamız var. Araya başka bir konu sıkıştıracağım ama bunu başta belirtmek istiyorum.  Mektubuma bazen siz bazen sen  diye devam edeceğim galiba, kusura bakmayın olur mu? Karar veremiyorum, siz çok resmi geliyor,  sen diye yazınca da kendimi garip hissediyorum. Ama artık içimden geldiği gibi olacak galiba. Bir de mektup yazdığım yazar ayrıca edebiyat öğretmeni olunca imla kurallarına daha dikkat etmem gerekiyor ama benim -de ve- da’lar la bir problemim var ve öğrenmeye çalışıyorum. Atölyeye dönersem,  hocamız Yekta Kopan.  “Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri”  adlı kitabı 2002 yılında Sait Faik Hikâye Armağanı ödülünü almış, özel bir yazar.   Editörlük yaptığı kitabın ismini “İpekli Mendil” verecek ve önsözünde’ öyküler yaşadıkça bizler dünyaya daha korkusuzca dokunacağız’ diyecek kadar hikâye ve bana göre Sait Faik sevdalısı.  “İpekli Mendil “hakkında daha fazla bilgi isterdim sana ama mektubumuzda 600 kelime sınırlaması var.  Atölyede henüz ödevler üzerinden hikâyeler yazmaya çalışıyoruz. Bu haftada her birimize en sevdiğimiz yazarı sordu Yekta Bey ve hızlı bir şekilde cevap vermemizi,  sonrasında bu yazarlara mektup yazmamızı istedi. Bu mektup, bizden size olacağı gibi, sizden bize olabilirdi. Aslında sizden mektup almayı çok isterdim. Günümüzde mektup yazmak kalmadı, artık e-mail, twitter ve diğer sosyal medya üzerinden yazılarımızı yazıyoruz. Ama ben sizin bugün de yaşasaydınız mektubu tercih edeceğinizi düşünüyorum.  Geçen gün seyrettiğim bir filmde öğretmene neden raporlarını yazarken bilgisayarı değil de daktilo kullanıldığı sorulduğunda cevabı  “harflerin sesi hoşuma gidiyor” oldu ve ben bu cevaba bayıldım. Sanki sizde böyle bir cevap verirdiniz.
Bu arada İstanbul’da yaşadığımı söylemedim galiba. İstanbul’da yaşayınca tabii ki Adalar’a sık sık gitme fırsatım oluyor ve ben Burgaz ada’ya gitmeye bayılıyorum.  Ada’da dolaşırken senin oralarda dolaştığını hissediyorum. İçerilerde gezerken bir uçurtmanın konuştuğunu ve “Ah ipim olmasaydı”dediğini duyar gibi oluyorum, sonra denize dönüp baktığımda dipte ne balığın olduğunu biraz hata ile de olsa söyleyebileceğimi sen den öğrendiğimi hatırlıyorum. Kahvenin önünden geçerken gözüme ilişen “Semaver”  ölümün soğuk yüzünü ve sessiz bir yağmur gibi ağlayan “Lüzumsuz Bir Adam”ı getiriyor gözümün önüne.  Ayrıca Ada’daki evin müze oldu. Ücretsiz olarak gezilebiliyor. Evine, eşyalarına sahip çıkılması bana göre çok güzel, çünkü ülkemizde bu bazen mümkün olmuyor. Neyse boş ver bunları senin çok hoşuna giden konular değil galiba?Türkiye’de hikâye denince akla gelen ilk isimlerden birisin biliyor musun?  Edebiyatla ilgili bütün atölyelerde hikâyelerin işleniyor. Öykülerinin çözümlemeleri yapılıyor. Geçen sene “Edebiyat ve Aşk”konulu bir atölyeye katıldım. Orada senin  “Peter Pan Sendromu”  ve homofobik özelliklerinden bahsedildi.  İçinde büyümeyen bir çocuk olması hoşuma gitti. Bastırılmış eşcinsellik konusuna gelince şimdi yaşasaydın senin popülerliğe bambaşka bir hava katardı. Şu an kendime inanamıyorum, bana sana mektup yazma fırsatı veriliyor ve ben saçma sapan cümleler kuruyorum. Desene en sevdiği yazara mektup bile yazamayan biri nasıl hikâye yazacak?  Aslında söylemek istediğim şey şu; kelimelerini, cümlelerini, bunlarla kurduğun dünyaları seviyorum. İyi ki bu Dünyadan geçmişsin, iyi ki yazmışsın ve iyi ki aynı ben seni tanımışım. Son olarak sana Tezer Özlü’nünsenin için yazdığı satırlarla veda etmek istiyorum.

Yeşiller, maviler, bulutlar, dağlararasındaki denizler senin öykülerinde anlatılan gibi güzel. Seni okurken doğayı bir başka seviyor insan. Büyük yazarlığın önünde saygı ile eğilirim.                                                                   

                                                                                            Ömür Bayramoğlu , Nisan 2015

Hiç yorum yok: