1844’te Batı
Fransa’nın Laval kentinde bir muslukçunun oğlu olarak dünyaya gelen Rousseau
yaklaşık 20 sene Paris’te gümrük
memurluğu yapar. 1893 yılında gümrük memurluğundan emekli olur ve tüm zamanını
resim yapmaya ayırır. Hiçbir sanat
eğitimi görmeyen ressamın lakabı olan “le douanier” (gümrük memuru), biraz da
onunla dalga geçmek için takılmıştır. Eşi Clemence ile evliliklerinden olan 9 çocuklarından
hiçbiri yaşamaz. 1888 senesinde karısını veremden kaybedince, tek odalı
stüdyosunda çalışmalarına devam eder. Sanatına ağırlık verir. Para kazanmak
için sokak müziği yapar, özel müzik ve resim dersleri verir. Akademik eğitimi
olmayan , tamamen hayal gücünü fırçasına taşıyan, kendisine özgü stiliyle sanat
dünyasına meydan okuyan sanatçı Paul Signac, Van Gogh gibi avangart
sanatçıların yanında yerini korumuş, kendinden sonra gelen jenerasyonlara ilham
kaynağı olmayı başarmıştı. Rousseau hakkında yazılan birçok mektupta, kitapta
ve yazıda, iyiliğinin ve saflığının yüzünden okunduğu anlatılır.
Naif sanatın
öncülerinden olan Rousseau, çocuksu sadeliği ve açıklığıyla genellikle düz,
perspektifi ön planda olmayan bir resmetme biçimine sahiptir. Eserleri ilk
dönemde büyük tepki almış, sadelik ve basitliğin sanatçının bilgi eksikliğinden
kaynaklandığı düşünülmüş olsa da, bu resim türü günümüzde “Naif Sanat” olarak
geçerlilik kazanmıştır.
1884 yılında
Societe des Artistes (Bağımsız Sanatçılar Topluluğu) sanatçıların kendilerini rahatça
gösterebilecekleri, jürisiz ve ödülsüz olan “Salon des Independants”
sergilerini başlatırlar. 18 Ağustos 1886 tarihinde Place du Carousel’deki Paris
Postane Müdürlüğü’nde ikinci defa düzenlenen sergiye katılmak isteyen sanatçılar
sadece 15 Frank karşılığında, herhangi bir stil veya eğitim alma zorunluğu
olmadan katılabiliyordu. Henri Rousseau, Seurat, Paul Signac, Cezanne,
Toulouse-Lautrec, Gauguin ve Van Gogh’un eserlerinin de yer aldığı sergiye “A
Carnival Evening” ( Bir Karnaval Akşamı) eseriyle katılmaya karar verir.
Perspektifin olmadığı tek boyutlu resimde, karnaval elbiseleri içindeki çift,
kol kola girmiş karanlık ormandan seyircilere bakarlar. Bir karnaval neşesinden
çok uzakta olan çift, yüzleri seçilmese de sessiz ve üzgün gözükürler.
Sergi açılınca en
çok konuşulan eserler, Rousseau’nun “Bir
Karnaval Akşamı” ve Georges’in Seurat’ın “Grande Jatte Adası’nda Bir Öğleden
Sonrası”dır. Seurat; entelektüel, pointilist tekniğin zorluklarına bilgece
yaklaşan ve tekniğin öncülerinden kabul edilip yere göğe sığdırılamazken;
Rousseau’nun ne sanat tarihine referans veren ne de yeni akımların etkisinde
olan eseri alay konusu olur. Hem ziyaretçiler, hem eleştirmenler onu
bombardımana tutarlar, fakat Rousseau hiç oralı olmaz, kulak asmaz, bir “dahi”
olduğuna emindir. Tüm negatif eleştirilere
rağmen Camille Pisarro ondan etkilenir. Onu samimi bulmuştur ve yaklaşımını
primitif sanatçılara benzetmiştir.
Balta girmemiş
ormanları betimlemesiyle tanınan Rousseau, “Tropik Fırtınada Bir Kaplan
(şaşkın) isimli ilk orman tablosunu 1891’de düzenlenen Salon des
Independants’da sergiler. Resmi gören Gauguin tablonun önünde “Burada gerçek ve gelecek var! Burada bir
resim var!” diye haykırır. Enteresan olan, egzotik, tropik manzaralar ve balta
girmemiş ormanları müthiş bir tutkuyla resmeden sanatçının aslında Fransa’dan
hiç çıkmamış olmasıdır. Sık sık gittiği botanik bahçelerinin onu çok etkileyen
bitkilerini, dönemin resimli dergilerinde gördüğü ilüstrasyonları, orduda
tanıdığı Meksika’da bulunmuş asker arkadaşlarının vahşi doğa hakkında
anlattıklarını kendi hayal gücü ile birleştirerek ve pek çok kuralı yıkarak
tuvallerine taşımıştır.
1890 senesinde
kendi keşfettiği yeni bir türü dener.
İlk otoportre – manzarasını yapar. Kendisini siyah bir takım elbiseyle,
kafasında beresiyle şık bir görünümle çizer; elinde bir fırça ve palet
vardır. Arkasında bir köprü ve
bayraklarla donanmış bir gemi vardır.
Geminin arkasında da 1889 Word’s Fair için inşa edilen, o dönemin
tartışmalı Eyfel kulesi görülür. Gauguin bu resme hayran olur.
1905 senesinde
Picasso ikinci el bir dükkanda Rousseau’nun
“Portrait of Clemence” eserine rastlar. 5 Frank’a satın aldığı ve
“Fransız psikoljik portrelerinin en gerçeklerinden” kabul ettiği eseri yaşamı
boyunca yanından ayırmaz. Rousseau’nun saflığı Picasso’yu sarsmıştır. Onun hiçbir eğitim almadan mükemmeliyete bu
denli yaklaşmış olması, Picasso’nun eğitim almış olduğu için neredeyse
pişmanlık duymasına yol a çmıştır. Aldığı eğitim yüzünden bir çocuk saflığında
çizmediğini düşünür. 1908 sonbarında Picasso
stüdyosunda Rousseau’nun dehası onuruna bir davet vermeye karar verir. Sanat
çevrelerinde büyük yankı uyandıran bu davete Gertrude Stein, Leo Stein,
Fernande Olivier, Marie Laurencin ve Braque gibi isimler katılır. Stüdyo
bayraklar, dallar ve kumaşlarla süslenmiş, masalar ve banklar düzenlenmiştir.
“Portrait of Clemence” baş köşeye
asılmıştır. Onur konuğu olan Rousseau, portrenin altındaki platforma oturur.
Tüm misafirler onun için kadeh kaldırırlar ve dehasını kutlarlar.
1910 Eylül’ünde
davetten iki sene sonra Rousseau vefat eder. Uzun zamandır ihmal ettiği
bacağındaki iltihaplanma, kanının zehirlenmesine yol açmıştır. Meteliksiz bir
şekilde Montmarte Mezarlığı’na gömülür. Cenazesine sadece yedi kişi katılır.
Ölümünden sonra
değeri anlaşılan, “Modern sanatın alaylı vaftiz babası” olarak görülen ressamın
eserleri 2016 yılında Musee d’Orsay’da düzenlenen “The Douanier Rousseau
Archaic Candour” sergisiyle
sanatseverlerle buluştu. Sergi 480 bin ziyaretçisiyle müzenin son on senedir en
çok ziyaret edilen sergisi olmuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder