NG İletişim Ajansı'nın "Ofiste Sanat" projesinden yola çıkarak Keten Grup işbirliğinde gerçekleştirdiği Şahin Paksoy "Kavuşma" sergisinde sanatçının resim ve heykelden oluşan birçok eseri yer alıyor. 29 Aralık 2017 tarihine kadar ziyaret edilebilecek olan sergisi ve eserleri üzerine Şahin Paksoy'la mini bir söyleşi gerçekleştirdik.
“İnandığın yolda yürü, yürü ve
kendine kavuş. Gösteriş meraklılarının duvarlarını süslemek için gariplikler
üretme, kendi dünyan içinde yoluna devam et. İnan ve o yolda devamlı yürü.
Bıkma ve usanma ve yürü ve asıl yapacaklarına kavuş...” diyorsunuz. Son
serginiz de “Kavuşma”. Bu kavuşmada, yürüdüğünüz yolda nelerle karşılaştınız,
zorlandığınız dönemler oldu mu?
Dünyanın modernleşme sürecinde ortaya çıkan sanat
akımlarının ne zaman bayatlayacağını şimdiden fark edemeyiz, yaptığınız işin
kalıcı olması için kendi inandığınız yolda inançla devam etmelisiniz. Tabii
önünüze çıkacak zorlukları da göze almalısınız.
Bu günün beğenisine ürün üretmek yerine, manipülasyonlardan
uzak durup bana ait eserler üretiyorum. Amacım marka peşinden koşanların
beğenisine uygun garipliklerle uğraşmak değil. Yaptığım işi önce ben
beğenmeliyim, önce ben sevmeliyim. Böyle bir beğeniye eser sunmak hem hoş
değil, hem de geleceğimi bitirir. Eğer kendiniz olup kendi kültür yapınıza
uygun işler yapıyorsanız, sanat tarihi sizi hak ettiğiniz yere koyacaktır.
Aslolan sanat tarihinin acımasız eleğinden geçmektir. Şişirilmiş bir
balonsanız, o balon patladığında ortada hiçbir şey kalmaz.
Tabii ki kolayı paraya çevirenler sizi çağdışı ilan
edeceklerdir. Benim asıl hedefim keseyi doldurmak olmadığı için konuşulanlara
kulağımı hep tıkadım. Ayrıca bu tip insanlar yaptığım işi beğenirlerse yanlış
yolda olduğumu düşünürüm.
“İçinde hayat olmayan hiçbir
şey eser değildir” düşüncesinden yola çıkarak son dönemde ürettiğiniz
yapıtlarınız sergileniyor “Kavuşma” serginizde. İçinde hayat olan eserlerinizi
anlatır mısınız, bir araya nasıl geldiler?
Kendi geleneklerinizden, kendi kültür miraslarından
yararlanarak ürettiğiniz eserlerin içinde rengiyle, dokusuyla, konusuyla bir
hayat olmalıdır diyorum. Kendi yaşam biçiminizin dahi ürettiğiniz esere
yansıması bir hayat emaresidir. Ama ürettiğiniz eserler bir dekorasyona süs
olsun diye yapılıyorsa onun onun içinde hayat aramak yanlış olur. Sanatın da
kendi içinde kulvarları vardır. Dekoratif sanat, illüstratif sanat, turistik
sanat vs gibi. Eserlerim benim hayatımın ötesinde yaşadığım toprakların
renkleridir, duygularıdır, biçimleridir, acılarıdır, sevinçleridir. Dolayısıyla
bu sergideki eserler kendi kendilerine bir araya geldiler.
“Önemsiz insanların önemli ressamı”
deniyor sizin için. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Bu söz beni gururlandırıyor ama şu da bir gerçek ki herkesin
bir önemi vardır. Sadece fırsat eşitliği olmayan toplumlarda kimin önemli,
kimin önemsiz olduğunu yine maalesef sanat ayarcıları tayin ediyor. Çok
varlıklı insanların sadece satın alma gücü onları en önemli kılmaz. Sanatın
dili çok zor bir dildir. Çince film seyrederek Çince öğrenilmez. Sanatın dilini
önemsiz olduğunu düşündüğünüz insanlar daha iyi bilirler merak etmeyin. Benim
eserlerimi sanatın dilini bilen veya anlayan, zevk sahibi, duyarlı insanlar,
araştırmacı ve bilgili sanat severler beğensin ve anlasın.
Çalışmalarınızda geleneksel
Anadolu halkının izlerini görüyoruz. Kendi kültüründen beslenen sanatçısınız.
Sanat geleneğiniz ve sanata bakışınız hakkında neler söylemek istersiniz?
Benim de anlatmak istediğim en önemli unsur sorunuzda. “Kendi
kültüründen beslenen sanatçı”.
Geçmiş dönemlere bakarsanız yaşam süreleri içinde pek öne
çıkmamış sanatçılar var, bunlar arasında
hiçbir eser satamadan ölenler mevcut. Bunun örnekleri mesela, Nazmi Ziya Bey, Avni
Lifij Bey, Osman Hamdi Beylerdir. Hatta Osman Hamdi Beyi, döneminde çağdışı ve etnografik olarak
nitelendirenler de vardır. Daha fazla örnek de verebilirim. O dönemde batıdan
gelen akımların, özellikle kübizm akımının öne çıkmasıyla, hem hocalar, hem
öğrenciler kübist ve daha sonra abstrak resimler üretmeye yönelmiş. Ancak bugün,
bu akımlara yönelenlerin eserlerinin çoğu ortada bile yokken, ödün vermeyen
sanatçılar milyon TL’ler ile anılıyorlar. Daha sonraki kuşağın en
önemlilerinden Bedri Rahmi Eyüboğlu ki bana göre bir ekoldür, ülkemizde kendi
geleneğinden, kültüründen beslenen en önemli sanatçıların başında gelir. Böyle
bir sanatçı ancak bugünlerde gereken önemi görmeye başladı.
Bence dünyanın ilk soyutlamaları, Anadolu kilimleri ve
Osmanlı Hat Sanatıdır. Batılı bir çok sanatçıya ilham kaynağı olmuştur ama biz
bakmıyoruz bile.
Seramik eğitimi aldınız, resim
ve heykel aynı anda devam ediyor çalışmalarınızda. Bazen öne çıkanlar oluyor
mu, nasıl dengeliyorsunuz?
Sergilerimi resim, heykel veya seramik sergisi diye
adlandırmam, Şahin Paksoy sergisi olarak adlandırırım ve bir sergi ismi
koyarım. O sergiye çalışırken bir ses sanatçımızı seçerim ve hep o sanatçıyı
dinleyerek üretirim. Bazı sergilerde Müzeyyen Senar olur, bazılarında Kazancı
Bedii olur, Barış Manço olur, Müslüm Gürses, Neşet Ertaş olur. Seçtiğim
sanatçılar da resimlerimi benimle yaparlar, katkıları büyüktür. Böyle bir
bütünlükte eserlerimdeki tiplemeler bazen heykel olur, bazen seramik, bazen de
resimde kalır sıralarını beklerler. O çeşitliliği birlikte sergilerim. Sergilerime
renk katarlar.
Sanat eğitimi almaya nasıl
karar verdiniz? Kardeşleriniz de sanat camiasında. Ortak
çalışmalarınız var mı?
Orta öğrenim dönemimde resim hocalarımın hepsi bana ‘sen
Güzel Sanatlar okumalısın’ diyerek hem cesaret, hem de bu yolu seçmemde özgüven
verdiler. Ben de çok kararlı bir şekilde başka hiçbir okulda okumam diyerek
Güzel Sanatlar Akademisi’ni kafama taktım ve orada eğitim gördüm. Ablam Gönül
Paksoy, içimizde en iyi resim yapanımızdı ama o tasarımcı olmayı seçti. Doğru
da yapmış. Benim küçüğüm Doğan Paksoy, ressamlığı dışında uzun yıllardır bir
sanat dergisi çıkarıyor ve aynı zamanda Teşvikiye Sanat Galerisi olarak geçmiş
yıllarda olduğu gibi ,genç sanatçıların, zaman zaman da eski ustaların
eserlerini sergiliyor. İkisi ile de ortak çalışmalarımız oluyor.
İyi bir koleksiyonersiniz.
Arkeolojik eser, halı-kilim ve Türk kahvesi objeleri koleksiyonunuz var.
Nasıl başladı koleksiyonerlik ve eserlerinize yansımaları oluyor mu?
Koleksiyonerlik sanat tarihine olan ilgimden kaynaklandı.
İlk koleksiyonum hat sanatı ile başlar. Beşiktaş’taki bekar öğrencilik evimizin
yolunda Tuz Baba isimli bir türbe vardı. Ziyarete açık olan bu türbede gördüğüm
hat sanatı örneklerinden çok etkilendim. Sene 1974. Hat sanatı koleksiyonumun
başlangıcı buna dayanır. Eserlerimde kompozisyon ve denge unsuru olarak hat
sanatından yararlanırım.
Mekke ve Medine resimleri koleksiyonu yapma fikri ise 1976
yılında Yıldız Parkı’nın yanındaki Yahya Efendi Türbesi’nde görmüş ve çok
beğenmiş olduğum Mekke Medine minyatürleri sayesinde oluştu. Bugün güzel bir
koleksiyon sahibiyim. Bu koleksiyonum eserlerime Doğu Mistisizmi ve Osmanlı
Minyatür Sanatı samimiyeti açısından büyük katkı sağlamıştır.
Halı ve Kilim Koleksiyonuna 80’li yıllarda başladım.
Sanatımın gelişmesinde çok önemli bir yeri vardır. Renk kullanımı ve
kompozisyon açısından bana yol gösterici olan, beni en çok etkileyen gruptur.
Türk Kahvesi Koleksiyonum ise, koruma amaçlı başladı. Türk
adıyla anılan ve ülkemizde bir müzesi bile olmayan bu geleneksel lezzetin yapım
aşamalarında kullanılan objelerden oluşan yaklaşık 10.000 parçadan oluşan bu
koleksiyon, form anlayışımı besledi. Özellikle ahşap kahve dibekleri ve kahve
kolları. Hepsi birer çağdaş heykel.
Mezopotamya’dan Avrupa’ya kadar, binlerce yıldır Anadolu’muzda
üretilen her türlü objeye dokunma ve sahip olma duygusu insanı başka türlü
zenginleştiriyor, ufkunu açıyor. Benim esin kaynağım Anadolu Medeniyetleri
olduğundan, içinde yüzlerce yıllık enerji taşıyan bu eserler benim gözümü
terbiye etmemde çok yardımcı oluyorlar.
Daha önce bahsettiğim gibi, bir sergiye hazırlanırken nasıl
bir ses sanatçısı seçiyorsam, aynı şekilde o sergi için bir de kilim grubu
seçerim. Bunlar benim yol gösterici hocalarımdır.
Son olarak Türkiye’deki sanat
piyasasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
80’li, 90’lı yıllarda sanatseverler ve koleksiyonerler
galerilere gidip, sanatçılarla tanışırlar, sanat atölyeleri gezerlerdi.
Sanatçılar kendilerini mağdur etmeyecek bir komisyon ve bir resim karşılığında
sergi açma fırsatı bulurdu. Müzayedelerin sanat hayatına girmesi ile sanat
dünyası manipülasyonla tanıştı. Galericilik yara aldı. Çoğu genç sanatçı
yaşamını sürdürebilmek için müzayede ve sanat spotçularına teslim olmak zorunda
kalabiliyorlar. Bu da çok önemli galerilerin kepenk kapatmasına yol açtı. Her
sanat galerisinin kapanması, bir sanat okulunun kapanması gibidir. Galerilerin
olmaması sanatı sadece para için yapılan bir yola doğru iter.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder