1 Ocak 2018 Pazartesi

Şahin Paksoy'la Röportaj

NG İletişim Ajansı'nın  "Ofiste Sanat" projesinden yola çıkarak Keten Grup işbirliğinde gerçekleştirdiği Şahin Paksoy "Kavuşma" sergisinde sanatçının resim ve heykelden oluşan birçok eseri yer alıyor. 29 Aralık 2017 tarihine kadar ziyaret edilebilecek olan sergisi ve eserleri üzerine Şahin Paksoy'la mini bir söyleşi gerçekleştirdik.
                                                              

“İnandığın yolda yürü, yürü ve kendine kavuş. Gösteriş meraklılarının duvarlarını süslemek için gariplikler üretme, kendi dünyan içinde yoluna devam et. İnan ve o yolda devamlı yürü. Bıkma ve usanma ve yürü ve asıl yapacaklarına kavuş...” diyorsunuz.  Son serginiz de “Kavuşma”. Bu kavuşmada, yürüdüğünüz yolda nelerle karşılaştınız, zorlandığınız dönemler oldu mu?
Dünyanın modernleşme sürecinde ortaya çıkan sanat akımlarının ne zaman bayatlayacağını şimdiden fark edemeyiz, yaptığınız işin kalıcı olması için kendi inandığınız yolda inançla devam etmelisiniz. Tabii önünüze çıkacak zorlukları da göze almalısınız.
Bu günün beğenisine ürün üretmek yerine, manipülasyonlardan uzak durup bana ait eserler üretiyorum. Amacım marka peşinden koşanların beğenisine uygun garipliklerle uğraşmak değil. Yaptığım işi önce ben beğenmeliyim, önce ben sevmeliyim. Böyle bir beğeniye eser sunmak hem hoş değil, hem de geleceğimi bitirir. Eğer kendiniz olup kendi kültür yapınıza uygun işler yapıyorsanız, sanat tarihi sizi hak ettiğiniz yere koyacaktır. Aslolan sanat tarihinin acımasız eleğinden geçmektir. Şişirilmiş bir balonsanız, o balon patladığında ortada hiçbir şey kalmaz.
Tabii ki kolayı paraya çevirenler sizi çağdışı ilan edeceklerdir. Benim asıl hedefim keseyi doldurmak olmadığı için konuşulanlara kulağımı hep tıkadım. Ayrıca bu tip insanlar yaptığım işi beğenirlerse yanlış yolda olduğumu düşünürüm.
 “İçinde hayat olmayan hiçbir şey eser değildir” düşüncesinden yola çıkarak son dönemde ürettiğiniz yapıtlarınız sergileniyor “Kavuşma” serginizde. İçinde hayat olan eserlerinizi anlatır mısınız, bir araya nasıl geldiler?
Kendi geleneklerinizden, kendi kültür miraslarından yararlanarak ürettiğiniz eserlerin içinde rengiyle, dokusuyla, konusuyla bir hayat olmalıdır diyorum. Kendi yaşam biçiminizin dahi ürettiğiniz esere yansıması bir hayat emaresidir. Ama ürettiğiniz eserler bir dekorasyona süs olsun diye yapılıyorsa onun onun içinde hayat aramak yanlış olur. Sanatın da kendi içinde kulvarları vardır. Dekoratif sanat, illüstratif sanat, turistik sanat vs gibi. Eserlerim benim hayatımın ötesinde yaşadığım toprakların renkleridir, duygularıdır, biçimleridir, acılarıdır, sevinçleridir. Dolayısıyla bu sergideki eserler kendi kendilerine bir araya geldiler.
 “Önemsiz insanların önemli ressamı” deniyor sizin için. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Bu söz beni gururlandırıyor ama şu da bir gerçek ki herkesin bir önemi vardır. Sadece fırsat eşitliği olmayan toplumlarda kimin önemli, kimin önemsiz olduğunu yine maalesef sanat ayarcıları tayin ediyor. Çok varlıklı insanların sadece satın alma gücü onları en önemli kılmaz. Sanatın dili çok zor bir dildir. Çince film seyrederek Çince öğrenilmez. Sanatın dilini önemsiz olduğunu düşündüğünüz insanlar daha iyi bilirler merak etmeyin. Benim eserlerimi sanatın dilini bilen veya anlayan, zevk sahibi, duyarlı insanlar, araştırmacı ve bilgili sanat severler beğensin ve anlasın.
 Çalışmalarınızda geleneksel Anadolu halkının izlerini görüyoruz. Kendi kültüründen beslenen sanatçısınız.  Sanat geleneğiniz ve sanata bakışınız hakkında neler söylemek istersiniz?
Benim de anlatmak istediğim en önemli unsur sorunuzda. “Kendi kültüründen beslenen sanatçı”.
Geçmiş dönemlere bakarsanız yaşam süreleri içinde pek öne çıkmamış sanatçılar var, bunlar  arasında hiçbir eser satamadan ölenler mevcut. Bunun örnekleri mesela, Nazmi Ziya Bey, Avni Lifij Bey, Osman Hamdi Beylerdir. Hatta Osman Hamdi Beyi,  döneminde çağdışı ve etnografik olarak nitelendirenler de vardır. Daha fazla örnek de verebilirim. O dönemde batıdan gelen akımların, özellikle kübizm akımının öne çıkmasıyla, hem hocalar, hem öğrenciler kübist ve daha sonra abstrak resimler üretmeye yönelmiş. Ancak bugün, bu akımlara yönelenlerin eserlerinin çoğu ortada bile yokken, ödün vermeyen sanatçılar milyon TL’ler ile anılıyorlar. Daha sonraki kuşağın en önemlilerinden Bedri Rahmi Eyüboğlu ki bana göre bir ekoldür, ülkemizde kendi geleneğinden, kültüründen beslenen en önemli sanatçıların başında gelir. Böyle bir sanatçı ancak bugünlerde gereken önemi görmeye başladı.
Bence dünyanın ilk soyutlamaları, Anadolu kilimleri ve Osmanlı Hat Sanatıdır. Batılı bir çok sanatçıya ilham kaynağı olmuştur ama biz bakmıyoruz bile.
Seramik eğitimi aldınız, resim ve heykel aynı anda devam ediyor çalışmalarınızda. Bazen öne çıkanlar oluyor mu, nasıl dengeliyorsunuz?
Sergilerimi resim, heykel veya seramik sergisi diye adlandırmam, Şahin Paksoy sergisi olarak adlandırırım ve bir sergi ismi koyarım. O sergiye çalışırken bir ses sanatçımızı seçerim ve hep o sanatçıyı dinleyerek üretirim. Bazı sergilerde Müzeyyen Senar olur, bazılarında Kazancı Bedii olur, Barış Manço olur, Müslüm Gürses, Neşet Ertaş olur. Seçtiğim sanatçılar da resimlerimi benimle yaparlar, katkıları büyüktür. Böyle bir bütünlükte eserlerimdeki tiplemeler bazen heykel olur, bazen seramik, bazen de resimde kalır sıralarını beklerler. O çeşitliliği birlikte sergilerim. Sergilerime renk katarlar.
                                                                       

                                                             
 Sanat eğitimi almaya nasıl karar verdiniz?  Kardeşleriniz de sanat camiasında.  Ortak çalışmalarınız var mı?
Orta öğrenim dönemimde resim hocalarımın hepsi bana ‘sen Güzel Sanatlar okumalısın’ diyerek hem cesaret, hem de bu yolu seçmemde özgüven verdiler. Ben de çok kararlı bir şekilde başka hiçbir okulda okumam diyerek Güzel Sanatlar Akademisi’ni kafama taktım ve orada eğitim gördüm. Ablam Gönül Paksoy, içimizde en iyi resim yapanımızdı ama o tasarımcı olmayı seçti. Doğru da yapmış. Benim küçüğüm Doğan Paksoy, ressamlığı dışında uzun yıllardır bir sanat dergisi çıkarıyor ve aynı zamanda Teşvikiye Sanat Galerisi olarak geçmiş yıllarda olduğu gibi ,genç sanatçıların, zaman zaman da eski ustaların eserlerini sergiliyor. İkisi ile de ortak çalışmalarımız oluyor.
 İyi bir koleksiyonersiniz.  Arkeolojik eser, halı-kilim ve Türk kahvesi objeleri koleksiyonunuz var.  Nasıl başladı koleksiyonerlik ve eserlerinize yansımaları oluyor mu?
Koleksiyonerlik sanat tarihine olan ilgimden kaynaklandı. İlk koleksiyonum hat sanatı ile başlar. Beşiktaş’taki bekar öğrencilik evimizin yolunda Tuz Baba isimli bir türbe vardı. Ziyarete açık olan bu türbede gördüğüm hat sanatı örneklerinden çok etkilendim. Sene 1974. Hat sanatı koleksiyonumun başlangıcı buna dayanır. Eserlerimde kompozisyon ve denge unsuru olarak hat sanatından yararlanırım.
Mekke ve Medine resimleri koleksiyonu yapma fikri ise 1976 yılında Yıldız Parkı’nın yanındaki Yahya Efendi Türbesi’nde görmüş ve çok beğenmiş olduğum Mekke Medine minyatürleri sayesinde oluştu. Bugün güzel bir koleksiyon sahibiyim. Bu koleksiyonum eserlerime Doğu Mistisizmi ve Osmanlı Minyatür Sanatı samimiyeti açısından büyük katkı sağlamıştır.
Halı ve Kilim Koleksiyonuna 80’li yıllarda başladım. Sanatımın gelişmesinde çok önemli bir yeri vardır. Renk kullanımı ve kompozisyon açısından bana yol gösterici olan, beni en çok etkileyen gruptur.
Türk Kahvesi Koleksiyonum ise, koruma amaçlı başladı. Türk adıyla anılan ve ülkemizde bir müzesi bile olmayan bu geleneksel lezzetin yapım aşamalarında kullanılan objelerden oluşan yaklaşık 10.000 parçadan oluşan bu koleksiyon, form anlayışımı besledi. Özellikle ahşap kahve dibekleri ve kahve kolları. Hepsi birer çağdaş heykel.
Mezopotamya’dan Avrupa’ya kadar, binlerce yıldır Anadolu’muzda üretilen her türlü objeye dokunma ve sahip olma duygusu insanı başka türlü zenginleştiriyor, ufkunu açıyor. Benim esin kaynağım Anadolu Medeniyetleri olduğundan, içinde yüzlerce yıllık enerji taşıyan bu eserler benim gözümü terbiye etmemde çok yardımcı oluyorlar.
Daha önce bahsettiğim gibi, bir sergiye hazırlanırken nasıl bir ses sanatçısı seçiyorsam, aynı şekilde o sergi için bir de kilim grubu seçerim. Bunlar benim yol gösterici hocalarımdır.
 Son olarak Türkiye’deki sanat piyasasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
80’li, 90’lı yıllarda sanatseverler ve koleksiyonerler galerilere gidip, sanatçılarla tanışırlar, sanat atölyeleri gezerlerdi. Sanatçılar kendilerini mağdur etmeyecek bir komisyon ve bir resim karşılığında sergi açma fırsatı bulurdu. Müzayedelerin sanat hayatına girmesi ile sanat dünyası manipülasyonla tanıştı. Galericilik yara aldı. Çoğu genç sanatçı yaşamını sürdürebilmek için müzayede ve sanat spotçularına teslim olmak zorunda kalabiliyorlar. Bu da çok önemli galerilerin kepenk kapatmasına yol açtı. Her sanat galerisinin kapanması, bir sanat okulunun kapanması gibidir. Galerilerin olmaması sanatı sadece para için yapılan bir yola doğru iter.

Şu anda sanat piyasası bir belirsizlik içinde ve bu durum üzücü.

Hiç yorum yok: