Arter’in ilk iki katında yer alan Can
Aytekin’in kişisel sergisi “Boş Ev”, sanatçının aynı isimli yeni serisinin yanı
sıra 2005’ten sonra ürettiği beş seriden bir seçkiyi de içeriyor. Tuval resmi
ve desenlerin ağırlıkta olduğu sergide, sanatçının üç boyutlu bazı yapıtları da
sergileniyor. Eda Berkmen'in küratörlüğünü yaptığı “Boş Ev” izleyiciyi
hatırlama ve hayal kurma üzerine bir oyuna davet ediyor. 15 Temmuz 2018
tarihine kadar devam eden sergi üzerine Can Aytekin’le konuştuk.,
-Serginiz iki bölümden oluşuyor. “Boş Ev”
serinizin olduğu ilk kat ve “Tapınak Resimleri, Kaya Resimleri, Bahçe
Resimleri, Her Şey Yerli Yerinde, Ters Yüz” serilerinizden oluşan ikinci kat.
Serginin konseptini nasıl belirlediniz,
hazırlık aşamalarından bahseder misiniz?
Küratör
Eda Berkmen ile yaz sonu sergi teklifi
geldiğinde eski işler hakkında, temalar hakkında konuştuk. “Ne üzerinde
çalışıyorsun bu aralar?” diye sorduğunda, “2011 yılında Mars Galeri’de
sergilediğim “Boş Ev” maketinin
sergisini yapmak istiyorum” dedim. Bu kabul edildi ve çalışmalara
başladık. Mekânın iki katı kullanılacağı için ilk katta benim 6. Kişisel sergim
olan “Boş Ev” in olmasına üst katta ise diğer 5 sergimden bir seçki olmasına
karar verdik.
Yeni
sergide neler olacağını az çok
biliyordum, “Boş Ev” maketi, mimari çizimler, eskizler zaten hazırdı ama bu
mekânın kendisi yani fiziksel yapısı ve işlerin bu mekâna nasıl yerleşeceği de
beni düşündürdü ve yönlendirdi. Sergi bağlamında alt salonda yer yer
değişiklikler yaptık, yani mekânın kendisi de değişti. Bu resimleri etkiledi
tabii, resimler de mekâna müdahale etti. Aslında iki kat birbirinden apayrı
görülmeyebilir. Aralarında biçimsel ilişkiler kurulabilir. Serginin tamamına
isim verirken “Boş Ev ve...” demek yerine sadece “Boş Ev” demeyi yeterli gördük
ve bundan çok memnunum.
-“Boş Ev” adlı maketinizden yola çıkarak başlamışsınız sergiye. “Boş
Ev” fikrinden ve bu “Boş Ev”in çeşitli bölümlerinin tuvale aktarılma sürecinden
bahseder misiniz?
2005’te yaptığım “Tapınak Resimleri”ni yapmak
için maketler, küçük üç boyutlu nesneler yapıyordum. Bu işler biraz daha malzeme değiştirerek,
boyut kazanarak, üç boyutlu formlara da dönüştü. Yani aralarında böyle bir
geçişlilik var. O maketi de aslında bu sergi için, bir bütün olarak değil de
yap-boz gibi, lego gibi hareket edebilen bir kurguda düşünmüştüm. Sergi için
verilen sürede Arter mekânı ve ev maketi arasında ilişki kurdum ve bazı
fikirler gelişti bende. O da şu: Galeri mekânının da aslında maketle benzerliği
var. Cephesi ince uzun bir mekân, ara katları var. Bu mekânın kendisini de
maketle beraber düşünüp çalışmaya başladım. Evin bazı çizimlerini yaptım,
fotoğraflar çektim, desenler çizdim. Daha sonra bunlar birbirini tetikledi.
Kağıt katlamaya geçtim. Bu aslında daha önce de kullandığım bir yöntem. Bir
çizgiyi çizerek değil de kat iziyle vermek. Ya da bezi katlayıp dikişle onu
oraya sabitlemek. Daha sonra katlamalı kağıtlar, dikişli tuvaller, büyük boy
tuvaller ve maketin kendisi ile birlikte bir seri çıktı. Onları da mekâna göre
yerleştirdik. Üst kattaki çalışma ise biraz daha farklı oldu. Aşağıdaki sergi ile ilişki kurabilecek bir
düzenleme ve yerleştirme yapmaya çalıştık.
-Dedenizin İstinye evinde yola
çıkarak yapmışsınız.
“Boş Ev” maketini.Bu maketi
yapmaya yönlendiren neydi sizi?
2005’te
“Tapınak Resimleri”nde mekân konusu ile ilgilenmeye başlamıştım. Resmin kendisi
de bir mekân aslında. Bu sergide resim ve gerçek mekân arasındaki ilişkiye geri
dönüyorum. “Tapınak Resimleri”nde binalar, silüetler, dıştan görünüm,
arketipler ve simgesellik varken bu sefer içeriye, evin içine dönüyorum. İç-dış
kavramını, boşluk kavramını sorguluyorum. Kolayca tanımlanır şeyler değil
aslında bunlar. Bunları konu etmek için de bu evden yola çıkıyorum. Orijinal,
nostaljik, üslubu olan nesnelerin olduğu evler, mimariler değil burada söz
konusu olan; olabildiğince sadeleşmiş, o mekân fikrini hissettirebilecek,
verebilecek bir yerden başlıyorum. Anonim bir şey aslında o ev. Biricik bir
evden ziyade anonim odalardan, çizgilerden oluşuyor. Hedeflediğim şey aslında
belirli bir yere varmak yerine onu kullanarak bir düzlemde hareket etmek,
farklı bakışlarla kurulan bir mekânsallık oluşturmak.
-“Bütün resimler boştur” demenizin sebebi
nedir?
Resim
üzerine konuşmak tehlikeli bir şey aslında. Şöyle bir söz vardır: ”Resim
üzerine konuşan sürekli özür dilemeyi göze almalı.” Resim aslında bakışla bir anda bir kadrajı
görmenizle ilgili. Söz ve açıklama onun üzerine geliyor. Yazı ve konuşma da
öyle.
Bilimsel
bir makale okumuştum. Uzayın boş olup olmadığını tartışılıyordu. Mutlak doluluk, mutlak boşluk
var mı? Her şey atomlardan oluşuyorsa hangisi boş, hangisi dolu? Ben de isim koyarken bunu kullanıyorum
aslında. Bir çeşit ironi olarak değerlendirilebilir. Ev dediğimizde aslında
geçmişte kalan unutulmuş, terk edilmiş bir yer, bir yuva ya da ileride
kurulacak bir ev, bir rüya, bir mekân geliyor akla. Aslında dolu bir şey, evin
boş olması bile dolu, boş ev bile aslında boş değil. Benim
yapmaya çalıştığım şey bu tartışmalı kavramları, görme yoluyla, resim yoluyla
konu etmek.
-Hikâye anlatmaktan çok hikâyeden kaçma
isteği isteği var resimlerinizde. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?
Hikâye
anlatma yada anlatmama meselesi resimsel bir mesele. Rönesans’tan beri resim
sanatının nasıl geliştiğine bakarsanız, bir hikâyenin üzerinden devam eder ve o
hikâye değişir, gelişir. Kendi içinde bu hikâyenin devamlılığından
bahsedebiliriz. Ben böyle bir hikâyenin içinden resim yapmadım hiçbir
zaman. Benimkisi kendi hikâyesini olabildiğince azaltan, sadeleştiren ve görme
yoluyla onu ima etmeye çalışan sergiler, işler oldu.
-Serilerinize nasıl başlıyorsunuz,
nelerden etkileniyorsunuz?
Resme
dönüyorum. Bazı resimlere tekrar tekrar bakıyoruz, o resimler bir şey
söylemeye, göstermeye devam ediyorlar. Resimlerin içinde böyle bir derinlik ve
sonsuz tekrar var. Bu figüratif resim olabileceği gibi soyut resimde olabilir,
20.yy resmi olabileceği gibi Ortaçağ resmi de olabilir. Görme yoluyla kurulan
bu devamlılık hissini seviyorum. Buna geri dönüyorum. Bunlar beni
heyecanlandırıyor. Kimi dönemine göre konuyu nasıl ele aldığıyla ilgili
olabilir, kimi o mekâna nasıl yerleştiği ile ilgili olabilir, kimi ölçeği ile
olabilir, bunlar beni çarpıyor. Onlar arasına katılmak için, onları sevdiğim
için, onları anlayabilmek için kendi işlerimi üretiyorum. Yani bu işleri üretirken
aslında görmeyi öğreniyorum. Yani, biri bitip başka bir şey başlamıyor. Her
zamanda bunların yüzde yüz farkında değilim aslında, bana gelen o etkilerin
bilincinde değilim ama o hafızanın bir yerinden çıkıyor, sonra ileride bir şeye
dönüşüyor. O yüzden bunları önemsiyorum. Olabildiği kadar iki boyutlu işler, heykel, Doğu resmi,
Batı resmi gibi kompartımana ayırmadan, fakat bağlamını,
derinliğini çözmek için o bilgileri de edinerek görme yoluyla bir ilişki kurmak
istiyorum ve onlar aralarında konuşuyormuş gibi. Görmek için üretiyorum. Yoksa
her şey hızla tüketilen bir imaja
dönüşüyor. Her şey hızla gelip geçiyor, oysa resim bir kadraj ve donmuş bir an
aslında. Resme tekrar tekrar bakabiliyoruz. Kendi içinde bir zamanı ve mekânı
var. Douglas Gordon’un Hitchcock’un Psycho (Sapık) filmindeki bir sahneyi çok
yavaş çekimde gösterdiği harika bir videosu var. Bize filmin içindeki resimleri
gösteriyor..
-Serilerinize eşlik eden dosyalar
hazırlıyor musunuz?
Alıntıları,
notları dosyalıyorum, onları sonra gruplamaya başlıyorum. Mesela, “Her Şey
Yerli Yerinde” sergisi 2014 yılına ait. Ben çocukluğumdan beri hep
İstanbul’dayım. Beşiktaş’ta, Boğaz civarında dolaşıyorum ve sergideki o
anıtlar, türbeler orada hep vardı. Her gün gidip karşısında durmasam bile o
anıtların orada olduğunu hep biliyorum.
Daha sonra biçimsel ilişkiler, benzerlikler, farklılıklar belirmeye
başlıyorlar. Bunları kaydettiğim, sakladığım kutular, dosyalar zamanla
oluşuyorlar.
-Arada size konuyla ilgili bir soru daha sormak istiyorum, şiirin-edebiyatın
resimleriniz üzerine nasıl bir etkisi var? (Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Herşey
yerli yerinde” şiirinden ilham almışsınız.)
Tanpınar,
Barbaros Anıtı için bir yazı yazmış
açıldığı zaman. Diyor ki; “anıtı biliyoruz ama yapan heykeltraşların isimlerini de
bilelim. Bu anıt Batı sanatı gibi görülebilir ama bu heykelin içinde Mimar
Sinan’dan, türbelerden, camilerden gelen bir takım etkiler, oranlar var, Mimar
Sinan’ın nisbetleri var, onlar oraya sızmıştır. O gözle de bakalım.” Aslında
doğu-batı meselesini de anıt üzerinden konu etmiş oluyor Tanpınar. Tüm bu düşünsel arka planın yanında “Her Şey
Yerli Yerinde” şiirinde bir dizeye dönüşmesi beni büyüledi. Böylece bu sergiye
adını verdi.
-O seride başka hangi işler var?
Şişli
Abide-i Hürriyet’ten başlıyor, oradan devam ediyorsunuz, Radyo Evi’nin orada şimdi olmayan
Ermeni mezarlığındaki bir anıt var,
sonra Taksim meydanında ve Akbank Sanat’ın önünde duran bariyer, Beşiktaş’a
indiğinizde Barbaros Anıtı, Çırağan’a giderken Güzel İstanbul Heykeli,
Çayırbaşı’nda Cezayirli Hasan Paşa Anıtı kaidesi (bugün tamamen ortadan kalkmış
bulunuyor) ile son bulan bir güzergah.
-Resim eğitimi almaya nasıl karar
verdiniz?
Aslında
çocukken resim çiziyordum ama ressam olma hayalim hiç olmadı. Liseden sonra
mühendislik eğitimi aldım. Endüstri Mühendisliği okudum, oradaki tasarım, üretme halini çok da seviyorum ama
son sınıfta karikatür, resim, çizgi roman çizmekle başladım ve Akademi (Mimar
Sinan Üniversitesi) sınavına girdim, kazanınca devamı geldi. Mühendislik
eğitimi boyunca tanık olduğum farklı üretim süreçlerini, malzemeleri, teknikler
de beni etkiledi. Tersaneler, Dökümhaneler, Marangozhaneler vs.
-Kağıt katlama nasıl çıktı?
İtalyan ressam Fontana, tuvale neşterle
çizikler atıyor, gerçek bir yarık oluşturuyordu. Espasın gerçek espas olması,
bir yanılsama alanı olmaması. Klasik yüzeyden geriye giden yanılsama yerine
yüzeyin gerçekten yırtılması. Kağıdın katlandığında oluşan çizgi izini
saklaması beni yönlendirdi. “Ters Yüz” serisini
yaparken kullandığım kağıt iz yapıyordu daha doğrusu bütün izleri
saklıyordu. O dönem ahşap baskılar için sorun olan bu durum bu seride
kullanışlı bir teknik haline geldi. Bu sefer o izin kalmasını kullandım ve izi
daha görünür kılmak, göstermek istedim. “Bahçe Resimleri”nde 2 tane dikişli
tuval var, 2010 yılında yapılmışlar. Katlamayı o zamanlar bahçe alanlarını
bölen çizgi olarak düşünüyordum. Bu
sergide o çizgiler mekân izlerine dönüştü.
-Sizi en çok etkileyen ressam, ressamlar
kimler?
Çok var
tabi, hem bizden hem de dışardan. Ama şunu söyleyebilirim. Bir resim tarihi var
anlatılan, bir de işlerin kendisi var. Yani işlerin kendisini görmek, onu
mekânında tecrübe etmek başka bir şey. Bu biraz süreçle ve o anda kafanızda ne
olduğuyla da ilgili, onlar da etkiliyor. Bilinmeyen bir ressamın eseri de çok
etkileyebilir, çok ünlü bir sanatçının bilinmeyen bir eskizi de etkileyebilir.
-Yeni çalışmalarınız var mı?
Var tabi
ama bunlar nasıl sonuçlanır bilemiyorum. Bu sefer hikâye anlatma üzerine,
sinema ve İstanbul üzerine.
-Son bir soru, biraz konuştuk ama eşyadan
ayrıntıdan sıyrılıp sadece mekân anlatma istediğinizden bahseder misiniz?
Resmin
temel meselelerinden biri mekân sorusudur. Perspektif ve üç boyut yanılsaması
yanında fiziki olarak tuvalin kendisi de bir mekândır. Bunu konu etmek için
bazı şeyleri azaltmak gerekiyor. Nostalji, eşyalar, nesneler, hikâyeler değil
de sadece ,o odanın köşesi, ışığın vurduğu yer gibi mekânı görme yoluyla algılama
ve sonra gösterilmesi. O yüzden nesneleri kenara çektim. Zaten serginin adı da
“Boş Ev”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder