"Öleceğimi öğrenince çok şaşırdım."
Diyerek başlıyor
Nermin Yıldırım beşinci kitabı “Dokunmadan”a. Kahramanımız Adalet, gayretkeş
doktorundan öleceğini öğrediğinde, “Azrail’i atlatmayı umduğumdan değil; bir
gün herkes gibi ruhumu yetkili makamlara teslim edeceğimi elbet biliyordum. Ama
o gün öyle uzak ve muğlaktı ki, galiba ölümümü görmeye ömrüm vefa etmez
sanıyordum. Bilmek farkında olmama yetmiyordu” diye devam ediyor. İşgüzar Azrail gelip
Adaleti buluyor genç yaşında ama hakkını yememek lazım incelik gösterip önden
ulak gönderme lüfunda bulunuyor. Ölüm vaktini öğrenen Adalet, masumiyetini
yitirdiği ilk durağa doğru en yakın arkadaşı Hülya ve hiç tanımadığı Sadi Seber
ile yolculuğa çıkıyor.
Nermin Yıldırım bana göre büyüyünce geçmeyen
yaraların hikâyesini çok güzel yazan kadın. Mizahı karanlığa fener, bizi
yıkımın altından kaldıracak inatçı güç, bir tür direniş olarak görüyor ve bunu
yazılarında okuyucuya çok güzel aktarıyor. Yazmayı seven biri ve anlatmak
için değil, anlamak için yazdığını söylüyor
ve bunu yaptığı için hatta çok güzel yaptığı için de bu kadar okunuyor.
Ben Adalet’i çok
sevdim. “Annem kapuska yapmasın” dediği zaman ona sarıldım. “Müşü’yle
Şefika’nım Teyze konuşurlarken duydum. Müşü dedi ki babam öldü diye çok
mütessir olmuşum ben.” Cümlesini okuduğumda “hoşgeldin babasız kızlar
kulübüne” dedim ve yine sarıldım ona. “Hatırlıyorum. Babaanemle babam
balkonda oturuyorlar. Demek ki günlerden pazar. Babam çünkü, çok az, sadece
pazarları oturur evde. Ya da ben öyle hatırlıyorum. Beş buçuk yaşımda ölmeseydi
daha çok hatırlıyabilirdim elbet. Babalar bunu yapar hep. Bir gün ansızın
ölüverirler ve siz elinizdeki hatıralarla idare etmek zorunda kalırsınız.” Paragrafını
okurken bu sefer Adalet’e sımsıkı sarıldım ve Nermin Yıldırım yanımda olsa ona da sarılsam
dedim. Bir gün sevdiklerimiz aniden ölüyor ve elimizde olan hatıralarla
idare etmek zorunda kalıyoruz. Bu hatıraları unutmaktan çok da korkuyoruz.
Adalet’in
yanından ayırmadığı bir defteri var, gazete haberlerini sakladığı. Üçücü sayfa haberlerini ilk
romanından beri kullanan Yıldırım, ünivesite bitirme tezini üçüncü sayfa
haberlerinde kadına yönelik şiddet üzerine yapmış.Gazetelerde görmeye
alıştığımız kimi haberlerin ne kadar korkunç olduğunu anlamak için bazen başka
bir bağlamda görmemiz gerektiğini, böylece edebiyatın hayatın saçmalığını
ortaya koymaya yaradığına belirtiyor.
“Hacı Baba Çay
Bahçesi’ne girdim. Güleç yüzlü bir ihtiyar, aksayan bacağını peşi sıra
sürüyerek gelip ne arzu ettiği mi sordu.“Huzur” diyemedim. Onun yerine bir
porsiyon çiğ börek sipariş ettim.” Bizimde başımıza gelmedi mi, aşk isterken makarna siparişi vermek, para
isterken tost yemek. Bu satıları okurken, “Adalet dedim, şöyle karşılıklı
otursak saatlerce konuşsak.”
“Kelimeler,
cam parçacıkları. Hepsini yuttum. Dişlerimi dudaklarıma geçirdim, buğulanan
gözlerim taşmasın diye tavana bakıp kırpıştırdım kirpiklerimi. Dünya dedim
içimden, yuvarlak değil, hayır. Dünya çukur şeklinde. Derin bir çukur.” “Evet, dünya derin bir çukur, ama el ele
verirsek bu çukurdan çıkarız be Adalet”te dedim.
Düşüncelerimizin,
duygularımızın, yaşadıklarımızın örtüşmediği zamanlarda vardı tabi. “Yalnız
kalacaktım. Daha da yalnız. Dalın tepesine tünemiş son zeytin kadar yalnız.
Kimse ilişmez yanına, kimse koparıp yemek için uzanmaz. Düşmesini dahi beklemez
kimse. Ve açılan kolların arasına değil, kuru toprağa düşer sonunda. Eskiden,
çocukken yani, ben de sallanan bir yemiştim.” Dediğinde biraz kızdım
Adalet’e. “Hiçbir şeyin aslı, hayali
kadar güzel değildir işte, anlasana. Yoksa hayallerle avunmak yerine gerçeklere
koşardık. Sahici bir arkadaş bulurdun kendine mesela. Benimle idare etmezdin
onca zaman. Sen de için için biliyorsun ki, bir hayal, gerçekleştiği anın
sunabileceğinden katbekat fazla mutluluk verir insana. Hayal kırıklığıyla
yaralanmanın en kestirme yoludur hayallerin peşinden koşmak.” Bu büyük
lafları söyleyende Hülya’ydı. “Ama dedim olmuyor böyle, tamam doğru söylediğin
şeyler var ama gerçekleşen hayallerde çok mutlu ediyor biz fanileri, koşarken
yaralansakda. “ Tamam, bunları biraz
sert söylemiş olabilirim.
Ama “Kimi
gökyüzüne bakar, yıldızları görür, kimi de ölmüş annesini.” Cümlesiyle yine
kazandı gönlümü Adalet. Benim de gökyüzüne baktığımda yıldızlarla beraber
gördüğüm çok sevdiklerim vardı. “Kırk yaşına varmadan duracak kalbi.
Yeterince çalışmayan organlar hızlı körelir.” Lafını ettiğinde dedim ki
“çak Adalet! Çok güzel laf ettin. Bu
sözü bir süre sonra sosyal medyada Mevlana, Murathan Mungan söylemiş gibi
yazıp, kullananlar görürsek şaşırmam. Ama, bunu herkes duysun, duysun ki
kalplerimiz güzel şeylere çalışsın ve durmasın kırk yaşında.”
“Zamana ve
sancıya dayanmanın en basit yolu, sonunda muhakkak geçeceğini unutmamak. Evet,
her şey geçiyor. Sevmek bile, acı çekmek bile, kanamak bile, yaşamak bile,
dünya bile, azalmayı dahi beklemeden bitiveriyor. Ağrı diniyor.” Sözlerini söylediğinde “ bana bunlarla gel dedim. Bazen bir filozof gibi
konuşuyorsun. Değişik bir kızsın sen, komik misin, hüzülü müsün, anlayamıyorum.
Belki de bu yüzden sevdim seni.”
“Bir hayatım
daha olsa, korkmadan dokunmak için yaşardım onu. Bir keklik beslerdim
ellerimle, varsın uçsun sonunda. Bir çiçek büyütürdüm, varsın solsun sonunda.
Dokunurdum. Ben eriyene dek, o eriyene dek, biz hiçleşip karışıncaya dek bu
derin boşluğa, dokunurdum. Ama yok bir hayatım daha. Bir hayat daha yok.” “Ah dedim işte Adalet olay bu.” Ama artık Adalet’le olan hikayemiz bitmişti.
Ayrıldığımız için hüzünlendim ama birazda sevindim dedim ki içimden (biraz yüksek sesle de söylemiş olabilirim) “Nermin Yıldırım yakında beni tanıştırır yeni birileri ile. Onları da çok severim, ne
de olsa delilik bulaşıcıydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder