Türk Dili ve Edebiyatı mezunusunuz? Sinema ile yolunuz nasıl kesişti?
Aslında kişisel tarihimde anlatmayı en sevdiğim hikayelerden biri bu. Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olduğum zaman bir yandan Klasik Türk Edebiyatı üzerine yüksek lisans hazırlıkları yaparken bir yandan Pedagojik Formasyon eğitimine başlamıştım. Pedagojik Formasyon’daki dersler sırasında bir gün materyal dersinin sunumu için sınıfta bir kura çekmemiz istendi. Kurada projeksiyon yöntemiyle ders anlatma, radyo yöntemiyle ders anlatma gibi seçenekler arasından bana TV programı çekerek ders anlatma yöntemi çıktı. Ders için elime ilk kez bir kamera aldım ve bir TV programı çektim. Ertesi yıl kendimi Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde buldum. Her şeyi bırakıp sinema için risk alarak ikinci üniversiteye başlamam o an için çok çılgın fakat ilerleyen zamanlarda hayatımda aldığım en iyi kararlarımdan biri oldu.
Sinema, film sektörüne başladıktan sonra bu alanda
kendinize bir ilerleme, yol haritası çizdiniz mi?
Film Tasarımı bölümüne başladığım andan itibaren aslında
sinema sektörü deneyimleri de benim için başlamıştı. Kendime bir söz vermiştim;
üniversitede her yıl bir film çekmek ve hep üretim içerisinde olmak. Bir yandan
da kendimin en iyi versiyonuna ulaşabilmek için hep çok çalıştım. Bunun için
hala da çok çalışıyorum. Öğrenmek ve gelişim sonsuz bir serüven. Aslında tüm
kariyer gelişimim iplik yumağı gibi birbirine bağlı. Her yıl bir film çekerek
içinde bulunduğum festivaller, bu festivallerde edindiğim networkler ve
üniversitedeki eğitimime ek olarak katıldığım masterclassların hepsi hikayemi
ilmik ilmik işledi.
En başta okuduğum
üniversite İzmir’de olduğu için İzmir – İstanbul arasında yarı göçebe yaşadığım
bir serüvenin kahramanıydım. Hem fiziksel yolculuğunuz hem kariyer hem de
dışsal yolculuğunuzun sizde yarattığı içsel yolculuk… Tam bir yolda olma hali.
Müthiş bir adanmışlık istiyor. Akabinde bir filmi hayata geçirmenin ciddi
maliyeti geliyor. Filminizi hayata geçirmek için başvurabileceğiniz ulusal ya
da uluslararası pek çok platform var. İyi bir yönetmen olmadan önce bu
fonlardan destek alabilmeniz için iyi bir senarist de olmanız gerekiyor. Hatta
bir kısa film yapıyorsanız çoğu zaman yapımcılığını da siz üstlenmek durumunda
kalıyorsunuz. Bir filmi en iyi şekilde bitirebilmek çok ciddi bir mücadele
alanı aslında. Fakat gün sonunda çözüme ulaştırdığınız her şey, sizi bir
sonraki maceranıza hazırlıyor ve çok daha güçlü kılıyor.
Korona virüs
dolayısıyla sinema sektöründe ciddi küçülmeler ve değişimler var. En başta
alınması gereken tedbirler dolayısıyla film yapım maliyetleri yüzde on ile on
beş arasında arttı. Sinema salonlarına talep azaldı. Yönetmenler ve yapımcılar
filmlerini artık vizyona sokmadan dijital platformlarda seyirciyle buluşturmaya
başladı. Korona’nın seyirci alışkanlıklarında kalıcı etkiler bırakacağını
düşünüyorum. Evden kolaylıkla film izlemeye alışan seyirci, her şey bittikten
sonra bu film izleme konforunu devam ettirmek isteyebilir. Sinema salonunda
film izlemek çok özel bir zevk ve her zaman müdavimleri olacaktır. Sinema
salonlarının asla tamamen kapanacağını düşünmüyorum ama ileride çok daha az ve
spesifik bir seyirci kitlesiyle varlığını sürdürme ihtimali olabilir.
Festivallerle ilgili ise hayatlarımızda artık online kavramı var. Online
gösterimler ve söyleşiler yapıp online ödül törenlerinde ödüller alıyoruz.
Filmlerinizde,
senaryolarında aşamalarında konu belirlerken nelere dikkat ediyorsunuz?
Bunun için özel bir çalışma yapıyor musunuz?
Dördüncü filmim Siyah Bant'ı yeni çektiğim bir dönemde yeni
bir senaryo yazmam için teklif geldi. O sıralar İstanbul'da staj yaptığım ve henüz festival sürecini bile
başlatmadığım yeni bir filmim olduğu için yepyeni bir film hiç aklımda yoktu.
“Do You Trust This Computer” adlı Elon Musk’ın yapay zekanın ölümsüz bir
diktatöre dönüşebileceğini anlattığı belgeseli ve Facebook Al Research
tarafından üretilen AI yapay zeka bilgisayarlarının tıpkı insanlar gibi kendi
dillerini geliştirmeleriyle fişlerinin çekilmesi, fırsat verilirse insanlar
tarafından girilen senaryoların sapma eğilimini doğrulayarak tüm dünyada yankı
uyandırmıştı. Uzun zamandır zihnimi meşgul eden teknolojinin yan etkileri,
APP'in sinopsisini ortaya çıkardı. Bir yandan Siyah Bant'ın festival sürecini
yönetirken bir yandan da APP'in yapım serüveni başladı. Ortaya çıkan bu
sinopsisle Kısakes Film Festivali Pitching Platformu'ndan ödül kazandım ve
APP'in senaryosunu yazma serüvenim başladı. Uzun bir senaryo yazma serüveni
sonucunda senaryo da hazırdı ve bu senaryoyla da Kültür Bakanlığı Sinema
Destekleme Kurulu'ndan Kısa Film Yapım Desteği kazandım. Filme dair maddi tüm
süreçler hazır olunca İstanbul’da çekimlerine başladık.
Gerçekçi olmak gerekirse Türkiye’de kısa filme olan genel yargıdan hoşlanmıyorum. Kısa filmin öğrencilerin çektiği amatör filmler olduğu ve uzun metraja geçebilmek için kısa film çekildiği yönünde yanlış bir genel algı var. Oysa bir kısa film yönetmeni kariyerini uzun metrajla devam ettirebileceği gibi ömrünün sonuna kadar kısa film çekerek de devam ettirebilir. Bir uzun metraj yönetmeni yeniden bir kısa film çekebilir. Bu tamamen anlatılacak hikayenin diliyle ve hangi türe uygun olduğuyla alakalı bir durum. Kısa filmler çok profesyonel ekiplerle ve koşullarla hayata geçiriliyor. Kısa filmleri, çoğu uzun metrajdan çok daha cesur ve yaratıcı buluyorum. Değişen yaşam koşulları nedeniyle çok hızlı bir çağda yaşıyoruz. Bununla birlikte insanların odaklanma süreleri azaldı. Bu sebeple hem Türkiye sinemasında hem de dünyada kısa filmin geleceğin sineması olduğunu düşünüyorum.
Festivaller kısa filmlerimizin seyirciyle
buluşması için elbette önemli bir mecra. Tanıtımı konusunda alternatif
kanallara, kısa filmlerin devamı için telif almaya, yeni fonlara ve vizyona girmeye ihtiyacı var.
Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu?
Çok fazla film ve
oyun izliyorum. Bir oyuncuya teklif götürüyorsam onu mutlaka sahnede ya da bir
filmde izlemişimdir. En önemli ölçütüm, oyuncunun senaryodaki karaktere ne
kadar uygun olduğu. Akabinde oyuncunun karakterini çok önemsiyorum. Bir filmi
hayata geçirmek uzun bir yol arkadaşlığı olduğu için oyuncunun sahip olduğu
karakter benim için çok önemli. Üçüncü
olarak ne kadar zamanı olduğu. Devam
eden çok yoğun bir projesi olmamasına dikkat ediyorum. Oyunculuk konusunda aldığı eğitimler de
elbette önemli ama yetenek gerçeğini de her zaman göz önünde bulunduruyorum.
Ben kendi kısa
filmlerimde böyle bir zorluk yaşamıyorum. Önemli olan iyi bir hikaye ve bu
hikayeye inanacak doğru oyuncuları bulmak.
Film sektöründe, özellikle kısa film alanında kadın
yönetmenlerin yerini Türkiye ve Dünya’da nasıl değerlendiriyorsunuz?
Meslekteki cinsiyet
vurgusu, ötekileştirmenin başka bir türü gibi geliyor. ‘’Erkek yönetmen’’
demiyorken ‘’kadın yönetmen’’ demeli miyiz gerçekten? Kadın ya da erkek
yönetmenden bağımsız iyi yönetmen iyi yönetmendir. Benim hayatımda sadece ‘’iyi yönetmen’’
kavramı var. Çok yaratıcı işlere imza atan iyi yönetmenler var ve filmlerini
merakla takip ediyorum.
Kısa filmin, meslek hayatınızda nasıl bir yeri var? Sadece kısa film üzerine bir kariyer olabilir
mi Türkiye’de?
Kısa filmler yaparken kendimi çok daha yaratıcı bir
alanında içerisinde ve özgür hissediyorum. Her şeyden önce çok uzun zamandır
konfor alanımın dışındayım ve konfor alanım dışındaki bu kaygan zemin beni
sürekli canlı hissettiriyor. Her filmle birlikte kendimi biraz daha keşfedip
hayatı daha fazla öğreniyorum. Kısa
filmin, inşa etmeye başladığım kariyerde her zaman muazzam bir yeri var.
Çok büyük bir mücadele gerektireceği gerçeğiyle birlikte
her şey mümkün ve olası. Dünya üzerinde bunun çok iyi örnekleri var, Türkiye’de
de olmasını çok isterim.
Son olarak sinema alanında sizi etkileyen filmler,
yönetmenler hangileri?
Büyük bir Lanthimos
hayranıyım. Bergman, Kubrick ve Haneke filmlerini defalarca hayranlıkla
izlediğim yönetmenler.
Zaman kavramı
üzerinden kurduğu felsefeyle Lowery’nin Ghost Story’si ve biliçaltı üzerinden
kurduğu evrenle Charlie Kaufman’ın I’m Thinking of Ending Things’i beni
etkileyen filmlerden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder