film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Şubat 2022 Salı

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "CEYHUN SEVİLMİŞ"

 

                                                          



 -Öncelikle merhaba, sizi tanıyabilir miyiz?

Merhaba ben Ceyhun Sevilmiş. Alaylı bir oyuncuyum. 15 yıl önce Yıldız Teknik Üniversitesi Oyuncuları ile tiyatro yapmaya başladım. Aslen Gemi İnşaatı ve Gemi Makineleri Mühendisliği okumama rağmen okul bittikten sonra mesleğimi hiç yapmadım çeşitli tiyatrolarda, dizilerde kamera önünde ve kamera arkasında çalıştım. Şu an pandemiden de kaynaklı olarak daha çok kamera arkasında çalışmaktayım, Ağırlıklı olarak reklam filmi senaryosu yazıyorum ve görsel animasyonlar tasarlıyorum.

-Rol aldığınız kısa filmlerde oynamayı kabul etmenizdeki en önemli unsur neydi? Kısa filmlerde oyuncu olarak, o filmde rol almanızı etkileyecek unsurlar neler? Kısa filmlerin oyuncu açısından uzun metrajdan bir farkı var mı?

Kısa filmler, çoğunlukla maddi anlamda uzun metraj film olanaklarına sahip olmadığı için genellikle kişisel ilişkiler ve tanışıklık ile ilerliyor. Bu durum aynı zamanda oyuncuların maddi odaklı olmasından ziyade performans odaklı olmalarına da dolaylı olarak katkı sağlıyor. Ben dahil kısa filmlerde rol alan pek çok arkadaşım kısa filmleri bu sebeple kendilerini geliştirmek ve daha çeşitli roller denemek için bir fırsat olarak görmekteyiz. Bu nedenle rolün oyuncuya tanıdığı alan, senaryonun yaratıcılığı pek tabi ki önemli bir etken oluyor.

-“Kısa Film Söyleşileri” serisini hazırlarken yönetmenlere ortak olarak yönelttiğim sorulardan biri de “oyuncu seçimlerinde iş kısa film olunca zorluk çıkıyor mu, idi. Siz ne düşünüyorsunuz kısa film senaryoları gelince?

Aslında reklam filmi, uzun metraj film veya kısa film olmasının durumu çok değiştirdiğini düşünmüyorum. Hepsi aynı derecede özen ve çalışma gerektiriyor. Demin de dediğim gibi fiziksel şartlarından ötürü kısa filmler çoğunlukla "deneme alanı" olarak görülüyor, oysa her sanat eseri temelde bir düşünceyi ifade ediyor, bu düşünceyi ne kadar öz ve ne kadar yalın anlatabilirseniz eser bence o kadar etkili oluyor. Üzülerek söyleyebilirim ki "kısa" olduğu için özensiz yazılmış çokça senaryo gördüm. Oysa durum bunun tam tersi, bir derdi uzun uzun anlatmaktansa daha yalın ve etkileyici anlatabilmek daha çok meziyet istiyor. Bu nedenle oynamadığım kısa film sayısı oynadığım kısa film sayısından daha fazla.

                                                    


-Oyuncu olarak kısa film çekimleri sırasında yaşadığınız zorluklar oluyor mu?

Kısa filmler amatör olduğu için değil, ben çoğunlukla amatör kısa filmlerde rol aldığım için yaşadığım en büyük zorluğun fiziksel imkansızlıklar olduğunu söyleyebilirim. Örnek vermem gerekirse çekim yapılacak bir dış mekân için izin alınamamasından dolayı, sahneyi hızlı bitirmek amacıyla hızlı hızlı, az tekrarlı oynamak yaşadığım zorlukların en başında geliyor :) Ancak yıllarca amatör tiyatro yapan birisi olarak bu zorlukları genellikle çekici buluyorum. Kişisel olarak fiziksel imkanları yeterli, profesyonel setlerde daha çok zorlandığımı söyleyebilirim.

-Türkiye’de ve dünyada kısa filme bakışı oyuncu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye'de kısa filmleri çoğunlukla öğrencilerin çektiğine şahit olduğumuz için sanki sektör profesyonelleri bu alana daha az ilgi duyuyormuş gibi bir hava olduğunu hepimiz seziyoruzdur. Öte yandan yurt dışında dünya çapında üne sahip onlarca kısa film festivali olduğunu da biliyoruz. Bu nedenle yurt dışında kısa filmlere sanki daha çok önem veriliyormuş diyebiliriz ama burada bilgi eksikliğim olduğunu da söylemem gerekiyor. Belki yurt dışında da kısa filmlerle amatör olarak ilgilenenlerin sayısı çok daha fazla ama biz sadece ünlü festivalleri bildiğimiz için yurt dışında kısa filmlere daha çok önem veriliyor zannediyoruz. Bu durumdan çok emin olamamakla birlikte, sanki kısa filmler dünyada Türkiye'de ciddiye alındığından daha çok ciddiye alınıyor gibi geliyor.

-Türkiye’de kısa film bazı yönetmenler açısından uzun metraj için bir basamak olarak değerlendirilebiliyor. Oyuncular açısından da böyle bir değerlendirme söz konusu olabilir mi?

Kesinlikle. Aslında yukarıda söylediklerimin hepsi kısa filmlerin bir amaç olmasından ziyade araç olarak algılanması sonucunu doğuruyor. Pek çok oyuncu için kısa filmler bir eserden ziyade uzun metraj filmler için audution görevi görüyor. Ülke şartlarında bu ne yazık ki doğal bir sonuç, oyunculuk bir meslek ve her meslek gibi maddi karşılığının alınması gerekiyor. Burada konu sağlanan şartlarla ilgili, uzun metraj filmlerin getirdiği maddi kazanç ve tanınırlık daha fazla olduğu sürece kısa filmler ne kadar güzel olursa olsun bir basamak olarak algılanmaya sanırım devam edecek.

 

5 Aralık 2021 Pazar

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "BÜLENT ÇOLAK"

 

                                                    



-Sizi tanıyabilir miyiz?

İstanbul doğumluyum. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde Sosyal Bilimler okudum. Lise yıllarında Kartal Sanat Tiyatrosu’nda başladı oyunculukla yolculuğum ve sinema, tiyatro, dizi olarak yoğun şekilde devam etmekte. Ben, oyunculuk yaparak kendi hikayemi anlatmaya çalışan biriyim diyebilirim aslında.

-“Sonsuz” kısa filmi üzerinden sorarsam, kısa filmde oynamayı kabul etmenizdeki en önemli unsur neydi?

Senaryoyu beğendim öncelikle.  Sonrasında yönetmenle buluştum, konuştum. Benim önceliğim yönetmene inanmam, onun dünyasına inanman. Bu filmde de Murat’a inandım (Murat Çetinkaya). Yazar ve yönetmen her kimse onunla baktığımızın yönün aynı olması benim için belirleyici nokta. Farklı pencerelerden baksak da manzaramız aynı ise  o zaman güzel oluyor yaptığınız iş.  Farsça’da bir deyim vardır. “Nazarın neyse manzaranda o olur.” Nazar, bakış açısı, manzarada, baktığın yer. Çok sinema bir cümle benim için.  Bir anlamda sinemanın tanımı. Yönetmenle de “Sonsuz” üzerinden Murat ile böyle kesişme oldu.  İyi hazırlanmıştı, projesine çok hakimdi. Böyle olunca da o filmde oynamamak hepimize haksızlık olurdu.

Sizin önceliğiniz hikâye ve yönetmene inanmak  diyebiliriz değil mi?

 Tabi ki  az önce de söylediğim gibi önceliğim  yönetmenle aynı manzaraya bakmak, hikayeye inanmak.

-“Kısa Film Söyleşileri” serisini hazırlarken yönetmenlere ortak olarak yönelttiğim sorulardan biri de “oyuncu seçimlerinde iş kısa film olunca zorluk çıkıyor mu, idi. Siz ne düşünüyorsunuz kısa film senaryoları gelince oyuncu olarak?

Ben yıllar önce öğrenci filmlerinde de oynadım, kısa filmlerde de rol aldım, şimdi 40’lı yaşlarımın başındayım kısa filmlerde halen rol alıyorum. Bu demek oluyor ki bu benim için amatör bir eylem değildi, devam eden bir aşk. Amatör’de adı üzerinde Amor’dan geliyor aşkla yapmak demek. Profesyonel’de Romalı askerler paralı asker demek. Yani amatör ruhlu profesyonel oradan geliyor. Amatör aşkla yapmak. İşini aşkla yapan profesyonel manasında. Durum böyle olunca yollar kesişiyor ve uzun metraj veya kısa film fark etmiyor oyuncu olarak.

Kısa filmi şöyle de düşünebiliriz.  Maraton koşarsınız ama oyuncu olarak 100 metrede de kendinizi denemek isteyebilirsiniz. Bu oyuncu olarak bakışınız ile alakalı aslında. Aktör olarak kendimi de sınamak istiyorum aslında ve senaryo - yönetmenle aynı payda da buluşunca güzel işler ortaya çıkıyor.

Kısa filmi hikaye gibi de görebilir miyiz, uzun metraj- kısa film, roman- hikaye gibi bir benzetme yapabilir miyiz?

  Evet, kısa filmi hikâye gibi görebiliriz aslında  çok daha arı, duru ve yoğunluklu.  Edebiyattan sinema uyarladığımızda uzun ve kısa hikayeler aslında. Katmanlı bir uzun metraj içinde  çok katmanlı duygu durumları ya da popüler deyimiyle  video klip sahneler olabilir. Kısa filmde başka deneyimlerle oyunculuk alanında farklı deneyimler yaşayabilirsiniz bu anlamda ama  sistem açısından bakınca da  bu çok başarılı kısa film olsa da oyuncu olarak kariyerinize etkisi olmuyor.

-Türkiye’de kısa film  bazı yönetmenler açısından uzun metraj için bir basamak olarak değerlendirilebiliyor. Oyuncular açısından da böyle bir değerlendirme söz konusu olabilir mi?

Benim için uzun metraj için bir basamak değil.  Uzun metrajın bütçesel bir yönü olabilir tabii. Uzun metraj olunca bütçe de büyüyor. Ülkemizde kısa filmler çoğunlukla yönetmenin ve güvendiği birkaç ekip arkadaşının kısıtlı zaman ve koşullar altında gönüllü çalışması ile gerçekleşiyor. Ama oyuncu açısından kariyer üzerine çok odaklanmak bir oyuncuyu kendini keşiften uzaklaştırır. Oyuncunun kör noktasıdır kariyer bence. Kariyere takılırsanız kör olursunuz, kesmez olursunuz.  Bağımsız bir şekilde yol almak lazım. Ben uzun metraj veya kısa film olarak düşünmüyorum.  “Bu maceranın, hikâyenin içinde olmak istiyorum” diye bakıyorum. Bu bana keyif veriyor. Oynamadığım bir rol var orada.  Bazen hikâyenin çatısı eksik olabiliyor ama rol çok etkileyici oluyor ama ben onu deneyimlemek istiyorum. Bile isteye hata yapıyorum orada.

Sizin oyuncu olarak kısa film sektöründe olumsuz olarak deneyimleriniz var mı?

Başta da söylediğim gibi ben  oyunculuk yaparak kendi hikayemi anlatmaya çalışıyorum. Bu yolda da tabi ki karşılaştığım olumlu veya olumsuz pek çok durum oluyor. İnsan riyakar bir varlık.  Bana göre sanatın  kendisi insanın  komplekslerden  arınmak için çok güzel bir soyutlama. Hepimizin kompleksleri var ve insan olma sürecinde  bu farkındalığı taşıyabiliyorsak  ne mutlu bize. En azından farkındayız ve sanatımız  icra ederek komplekslerimizden  arınıyoruz, kendi hikayemizi anlatmaya çalışıyoruz.

Filmin sonunda da çalışmayı elimizde cd veya link  görmek istiyoruz, arşiv açısından olsun, kendi performansımızı değerlendirmek açısından, en azından verdiğimiz emeğe saygı olarak.

Yıllar evvel evimi taşıyacağım gün yine kısa film çekilecek ve yönetmenin başka günü yok. Ben o günümün %75’inde Beylikdüzü’nde filmde çalıştım. Ben evimde olamadığım için  taşınırken sorun  yaşandı. Sonuçta filmde beklediğim gibi çıkmadı, kurguda başarılı değildi. Oyuncu olarak  ben işe büyük bir aşkla baktım, üzerime düşeni yaptım ama filmin cd si elime bile geçmedi.

Bu sorun daha önceleri sık oluyordu, şimdi o kadar yaşanmıyor.  Onu da şöyle düşünüyorum,  yönetmen açısından iyi bir iş ortaya çıkmayınca geri dönüş yapmak istemiyorlar oyuncuya ama ben oyuncu olarak çalışmanın sonunda yönetmen açısından iyi de olsa kötü de olsa o çalışmanın  bir şekilde elimde olmasını istiyorum.  

16 Haziran 2021 Çarşamba

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "ZEYNEP ÜSTÜNİPEK"

 

                                                        


-Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Sinema ve Televizyon okumaya nasıl karar verdiniz?

Çocukluğum Küçükyalı’daki açık sinemada geçti. İpek Sineması babamın ailesinindi ve yaz aylarında hep o açık sinemadaydım. Benim için sinema büyülü bir masal dünyasıydı ve meslek seçme vakti geldiğinde başka bir ilgi alanı yoktu çevremde. Üniversite yıllarım 80’lerin başına denk geliyor; İnternet yok, Televizyon bile yeni yeni gelişiyor, sinemayla ilgili yayın- kitap sayılı… Eğitim almak için Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Tv Ana bilim dalı sınavlarına girdim o zamanlar yetenek sınavlarıyla kabul ediliyordu öğrenci. Kazanıp devam ettim…

-Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz,  bu yola giriş sebebiniz neydi?

Kısa film aslında çok seçerek yöneldiğim bir kulvar değil. İlk kısa filmlerimi okulda sınavlar kısa filmlerle verildiği için çektim. Sonra öğrencilerimle atölyeler yaptım ve önce ben bir film çekip onları sete alıştırıyor sonra onların kendi setlerini kurmalarını gözlemliyordum o sırada da kısa filmlerim oldu. Hatta bazı atölye filmleri ödüller aldı. Kısa film benim için çok iyi bir saha araştırması. Mesela bir görsel çözümleme düşündüğümde önce bir kısa filmle oluyor mu nasıl daha iyi olur araştırmasını yapabiliyorum. Ya da bir senaryo geliyor diyelim aklıma kısa bir test çekmek istediğimde kısa bir filme dönüşüyor. Ama kendim için kısa film yönetmeniyim diyebilir miyim bilmiyorum. Bir şeyleri uzun uzadıya anlatmayı daha çok seviyorum ve aslında bu çok daha kolay. Kısa filmde bir olguyu kısacık bir zamanda anlatmak her zaman daha zor gelir bana.

- İlk kısa filminizi çekerken neler yaşadınız, hazırlık ve çekim sürecinde sizi neler zorladı? Hazırlık süreçlerinizi anlatır mısınız?    

Oldukça uzun zaman geçti üstünden ama dün gibi aklımda ilk kısa filmim. Atölye ödevimdi ve okulun stüdyosunda çekmek zorundaydık. O dönemin cihazları ağır ve pahalıydı o nedenle okul içinde çekim yapmayı tercih ederdik. Sınıf arkadaşlarım set ekibiydi ve dönüşümlü olarak herkes birbirinin setinde çalışırdı. Ekip ve ekipman kolayca sağlanmış olsa da dekor için ve oyuncu için çok çabaladığımı hatırlıyorum. Atmosfer önemliydi, boş ve soğuk bir stüdyoyu canlı bir yaşam ortamına çevirmemiz gerekiyordu. Kamyonetle eşya taşımıştık stüdyoya. Oyuncuyla günlerce çalışmıştım. Ve tabii post şimdi olduğu gibi bir laptop ile halledilemiyordu. 16mm film üzerine kayıt almıştık ve kurgu masası da yine okuldaydı. Sanırım şimdi film çekmek çok kolaylaştı. Ama şu var ki film çekme süreci hala maliyetli.

                                                            


-Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz?

Ben öğretim üyesiyken bazı jürilerde yer aldım ve kısa filme bakış açımızı hem kısa film üreten hem de kısa film değerlendiren biri gözünden anlatabilirim. Bana göre kısa film üreten biri alabildiğine özgür olmalı. Anlattığı konuyu ya da anlatış biçimini kısıtlayacak bir şeyler olmamalı ama ister istemez bir oto sansür çıkıyor karşınıza. Kısa film için bu özellikle çok daha fazla yaşanıyor bence çünkü fikir açık olmalı, kısaca seyirciye geçmeli, çarpıcılığı apaçık olmalı. Dolambaçlı yoldan anlatmaya çok vakit bırakmıyor. Bu da ister istemez üretim aşamasında sizi kısıtlıyor. Dahası ülkemizde seyircinin algısı hala kısa film için yeterince açık gelmiyor bana. Kısa film izleyicilerinden hatta zaman zaman jüri içinden bile en çok duyduğum cümle “eee ne anlattı şimdi bu film?” oluyor. Evet, görsel bir çağdayız her yerde videolar uçuşuyor ama görsel algımız ne kadar açık? Sembol kullanımı yapabiliyor muyuz? Ya da semboller anlaşılır mı kaygısı yaşıyor muyuz? Bunları sorgulamak gerek.

Türk sinema tarihi içinde kısa filmler tabii ki yer almalı ama kamu spotu tadında olanları ayrıştırırsak sayı çok fazla değil. Oysa her yıl yüzlerce sinematik değeri olan kısa film üretilmesi gerek diye düşünüyorum çünkü ancak o zaman sinema içinde kısa filmin de yeri olur kuşkusuz. Ancak sinemamız hala uzun metraj- belgesel- deneysel- animasyon ya da kısa film olsun yeterli sayıda etkili sinematik üretim yapamıyor benim fikrimce. Ne yapılmalı derseniz orası oldukça karışık ve uzun bir konu J

-“Dünyada kısa filme bakış açısı” ile “Türkiye’de kısa filme bakış açısı” arasında farklar var mı? Varsa bunun nedenleri neden olabilir, bu nedenleri nasıl ortadan kaldırabiliriz?

En basit haliyle şunu söylemek mümkün; bazı ülkelerde kısa film üreterek geçiminizi sağlayabilir bunu bir meslek olarak görebilirsiniz. Video art çekerek sergi açabilirsiniz işiniz sadece bu olur. Evet Türkiye için de bu tarz çalışan kişilerden ya da video art sergileyen çok sınırlı sayıda yerden söz edebiliriz. Ama Türkiye’de ben kısa filmden geçimimi sağlıyorum başka iş yapmama gerek yok diyen kaç kişi ile tanıştınız?

Ben yıllardır hep gözlemlediğim bir konudan bahsedeyim size; insanlar her zaman bu işi çok küçümsedi, gerek izleyici gerekse mesleği sinema olmayıp da bir şekilde bu işlere bulaşan herkes kolaycı yollarla yaklaştı film işine. Oysa bir filmi proje aşamasından başlayıp izlenir hale getirmek için yaşanan oldukça zorlu bir süreç vardır. Hakkıyla uygulanmış bir proje her zaman çok çaba, çok para ve çok zaman alır. Oysa bu işin içinden olmayanlar için “oh ne güzel ünlüler çevrenizde, yapıp koyuyorsunuz, tonla para kazanıyorsunuz. “ yaklaşımı var. Buna hep çok üzülmüşümdür, ama gerçek hala bu maalesef. İşte bu yaklaşım düzelirse kısa film de hakkettiği değeri bulacaktır.

-Uzun metraj, belgesel, yönetmenliği, senaryo, program yönetmenliği gibi sinema alanında farklı kollarda çalışmalarınız var. Kısa filmin meslek hayatınızda nasıl bir yeri var? Uzun metraj için bir aşama olarak görüyor musunuz kısa filmi veya öyle değerlendirilmesi hakkında neler düşünüyorsunuz?

Burada sadece kendi adıma konuşabilirim. Evet, benim için kısa film bir araştırma alanı olmak için çok uygun. Uzun metraj film çekmeden önce ona dair emin olmak istediğim bir şeyler varsa kısa film benim için uygulama alanı gibi. Ama şu da bir gerçek ki kısa film de çaba- zaman ve para gerektiriyor dolayısıyla onu da hakkıyla yapmak ve kısa film değerlendirmesi sınırları içinde bir çalışmayı uygulamak için elimden geleni yapıyorum. Öyle olduğu zaman içime siniyor. Ama şöyle bir fikir geldi aklıma bu kısa film olur dediğim konular da oldu ve kısa film olarak da değerlendirdik.

-Senaryolarınızın çıkış noktalarını öğrenebilir miyiz?

Sanırım ben daha çok çevre ile ilgili yazmayı seviyorum. Kısa film için çekici ve çarpıcı geliyor bu konu bana. Onun dışında sanırım kişilik özelliğimden kaynaklı daha içsel derinliği olan karanlık konular gelir hep aklıma. Örneğin komedi yazamıyorum o sanırım bambaşka bir yetenek.

-Radyo Televizyon bölümümde eğitmenlik yapıyorsunuz. Gençlerin kısa filme bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gençler kısa olanı seyretmeye daha yatkın. Çabuk sıkılıyorlar, örneklemeler ve ayrıntılara boğulmak istemiyorlar, kısa kısa izlemeye sosyal medya yüzünden daha alışıklar ve algıları reklam filmi gibi kısa, ritmik ve cazip görsellere çok açık. Dolayısıyla beni çoğu zaman çok şaşırtan saptamaları olmuştur. Şu bir gerçek onlar görsel çağın çocukları ve kısa film izlerken de çok açık fikirli ve yorumlarıyla cesur olabiliyorlar. Ha bu arada her yanlışı da çok çabuk yakalıyor ve pek acımasız olabiliyorlar.

 -Sizi etkileyen, sinema alanında öğrencilerinize de seyretmelerini önerdiğiniz yönetmenler, filmler var mı?

Kısa filmleri zaten derslerde de sık sık izlemişizdir ama uzun metraj için onlara sık sık film öneririm. Çok fazla film var benim hayatımda, her gün iki film izliyorum ve bu öneriler de tabii sürekli güncelleniyor. Ama mesela İran Sineması, yeni akım Alman Sineması, Latin Meksika- İspanya Sineması bunlar önemli. Özellikle İran Sineması... Filmler ve yönetmenlere girersek çok uzun listeler oluşabilir. Ama öğrencilerime önerdiğim üç yönetmen Kim Ki-Duk, Krzysztof Kieslowski, Majid Majidi gibi isimler olabilir. Evet, bu yönetmenlerin filmlerini izlemek zordur, daha çok alt metinleri düşünmek zorunda kalırsınız ve öyle uçan kaçan efektler yoktur filmlerinde. İşte tam da bu nedenle bu yönetmenleri öneririm öğrencilerime. Onların algılarını farklı çalıştırmak ve sabrederek film izlemelerini sağlamak için bu bana daha uygun gelir.

-Kısa film çekmek isteyenlere ne önerirsiniz?

Çaba-zaman-para üçlüsü önemli. Zaman ayırıp çabalamak iyi bir filme giden ilk adım bence ve şu da bir gerçek ki hiç para harcamadan film çekmek biraz hayal kurmak olur. Çok büyük paralar olmasa da her filmin bir maliyeti mutlaka olacaktır, bunu unutmamak gerekir. Ve en önemlisi güvendiğiniz bir ekip. Sette ya da kurguda ne yapması gerektiğini bilen birkaç kişi işinizi çok kolaylaştıracaktır. Sinema kolektif bir sanattır, sizi tanıyıp size güvenen ve filmin iyi olması için sizin kadar çabalayan bir ekiple çalışmak ve en sonunda çıkan filme BİZİM filmimiz diyebilmek kadar büyük bir mutluluk kaynağı olamaz bence.

12 Nisan 2020 Pazar

Margaret Mitchell "Rüzgar Gibi Geçti"


                                                         

1900 yılında Atlanta’da, kadınlara oy verilmesi için çalışan Mary Isabelle ile avukatlık yapan Eugene Mitchell’in ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Margaret, okumayı öğrendikten sonra gündüzleri ortadan kayboluyor ve geceleri de odasındaki küçük lambanın yanında saatlerce yazıyordu. Bir gün annesine  matematikten nefret ettiğini ve bir daha okula gitmek istemediğini söylediğinde annesi sakin bir tavırla elinden tuttu ve onu iç savaşta yıkılmış, bomboş çöle benzeyen  bir köye götürdü. “Savaş, geçmişte oldu ve yine olacak” dedi ve devam etti: ”İşte o zaman  herkes her şeyini kaybeder, herkes eşittir artık. Zekaları ve ellerinin gücünden başka hiçbir şeyleri yoktur, sıfırdan başlarlar her şeye…” Bu konuşmanın ardından okula geri döner.  

Bir süre sonra Amerika  Birinci Dünya Savaşı’na girince Atlanta’da askeri eğitim gören Harvard Öğrencisine aşık olup nişanlanır. Kısa bir süre sonra Henry’nin  cephede ölüm haberi geldiği sırada annesinden gelen bir haberle sarsılır.  Annesi İspanyol gribine yakalanmıştı ve onu son kez göremeden kaybetti.
                                                   

Margaret, içinde bulunduğu çevredekilerden farklıydı; daha özgürlükçü, bir kadından beklenmeyecek ölçüde sert ve açık sözlüydü.

1922 yılında ilk evliliğini yaptı. Bu evlilikle düzensiz gelirle yaşamanın sıkıntılarını öğrendi ve yazı başına 25 dolar aldığı “Pazar yazıları” yazmaya başladı.  Bir yılı bulamayan evliliğin ardından düğününde kocasının sağdıcı ve editör John Marsh’la evlendi.  Yeni evliliği ile birlikte birkaç ay sonra ayak bileğini kıran evde kalmak zorunda olan Margaret, eşini her gün kütüphaneye gönderiyor ve ondan tarih kitapları getirmesini istiyordu. Eşinin kitapları yutarcasına okuduğunu gören John, bir gün neden kendi kitabını yazmadığını sordu. Bunu olumlu karşılayan eşine ikinci el Remington  daktilo hediye etti. Satış rakamı İncil’le yarışan, Rüzgar Gibi Geçti, oyalanmak isteyen Margaret’in dikiş masasının üzerine yerleştirdiği bu daktiloda başlandı.

Yazdıklarını  sadece eşi ve arkadaşı Lois’e okutan Margaret, önce romanının finalini  ardından farklı bölümleri yazdı. Üç yılın sonunda romanın büyük bir kısmını tamamlamış ama heyecanını kaybetmişti. Daha sonra tanıştığı bir yayıncı ile konuşurken, onu o kadar etkiledi ki ona günün birinde bir kitap yazarsa önce ona okutmasını söyledi. Bu konuşmayı bir arkadaşına  anlatmış sonra da bir başkasının “düşünsene Peggy kadar salak bir kitap yazacak!” mırıltısını işitti. Bu söz üzerine kitabı yayıncıya gönderdi. Gelen mektupta yayımcı  kitabı tamamlaması için Margaret’e adeta yalvarmıştı.

1936 yılında tamamlanan ve 1037  sayfa olarak üç dolara satışa çıkan kitap, ilk üç ay içinde bir milyon satarak Margaret Mitchell adını Amerikan edebiyatının en ünlülerinden biri haline getirdi. Sonrasında romanın film haklarını elli bin dolar karşılığında  yapımcı David O. Selznick’e sattı.

Roman ertesi yıl Pulitzer Ödülü’nü kazandı ve üç yıl sonra başrollerini Clark Gable ve Vivien Leig’in paylaştığı filmi ile on dalda Oscar’a layık görüldü.

Margaret, kitabın yirmi beş dile çevrildiği zaman zarfında kendisine gelen tüm okuyucu mektuplarını cevapladı ve bir daha kitap yazmadı diye bilinse de doksanlı yılların ortalarında savaşta ölen nişanlısına yazdığı mektuplar arasında başka bir romanın el yazmaları çıktı ve mektuplarla birlikte satışa sunuldu.

11 Ağustos 1949 yılında kırk dokuz yaşında evinden üç blok ötede karşıdan karşıya geçerken geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetti.  

7 Ekim 2018 Pazar

Güdü/El Autor


                                                           



Yönetmenliğini Manuel Martin Cuenca’nın yaptığı Güdü/ El Autor,  İspanya- Meksika ortak yapımı. Hikâye 2017 yazında Sevilla’da geçiyor. Noterde çalışan-avukat  Alvaro, üç yıldır yazarlık atölyelerine katılmaktadır  ve en büyük hayali edebi bir kitap yazmaktır. O büyük bir çaba içerisinde yazmaya çalışırken eşi Amanda bestseller  kitap yazar ve ödüller alır. Hayal gücünden yoksun olarak tanımlayabileceğimiz Alvaro, eşi tarafından aldatılınca başka bir daireye taşınır. Devamlı yazma halinde olan ve diğer büyük edebi eserlerden ilham almaya çalışan  yazar adayına atöye hocası şu cümleyi kullanır:
“Kitaplar okumak için yazılır. İlham almanız için yapmanız gereken yaşamak, kahrolsun yaşayın! Gözlemleyin, dileyin.”
“Dışarı çık, hikâyeler ara” diyen hocasının yönlendirmesi ile işe yaşadığı apartmandaki komşuları ile başlar. Ama yaptığı onları gözlemlemekten çıkar ve yazacağı romana ilham sağlamak için onların hayatlarını istediği gibi yönlendirmeye başlar.
Atölyeden yazarlık üzerine notlar;
-Hikâyenin ana kısmı ne?
-Yaşamak, gözlemlemek, dinlemel, araştırmak, aramak
-Diyalog, ifadeler, sesler
-Karakter yazmanın ne kadar zor olduğu
-Doruk noktası – çatışma
Atölye hocasının, “yazar olacak kadar cesur değilsin” sözü üzerine Alvaro, bu uğurda taşındığı apartmanda kapıcılık yapan bayanla başlayan önce arkadaşlık sonra sevgililik ilişkisini kullanarak diğer komşularının -asker emeklisi ve Meksika’dan göç  eden çift- hayatlarını romanına malzeme olacak şekilde yönlendirmeye başlar. Sonu tam istediği gibi olmasa da iyi hikâyeler çıkarır.
Benim için filmin en güzel sahnelerinden biri yazdığı bölümü print olarak aldığı alda onları eline alıp koklaması oldu.
Javier Gutıérrez ve Maria Leon’un başrolerinde oynadığı film duyguları yansıtma, çekim açıları  açısından bir festival filmi izliyormuşsun etkisi veriyor.

22 Eylül 2014 Pazartesi

Words and Pictures

2014 İKSV Film Festivali’nde gösterilen Words and Pictures filmini  yeni seyredebildim. Başrollerini Clive Owen ve Juliette Binocle’nin paylaştığı filmin yönetmeni Fred Schepisi.        
 Resim mi üstündür, kelimeler mi?
Bir resim bin söze bedel midir?
Karizmatik ama edebi yeteneği inişe geçen yazar Jack  bir okulda edebiyat öğretmenliği yapmaktadır. Saygın ama hastalığından dolayı eski etkisi kalmayan ressam Dina sanat öğretmeni olarak Jack’in görev aldığı okulda işe başlar. Küçük küçük atışmalarla başlayan ilişkileri öğrencilerinin çabaları ile Resim mi  üstündür, kelimeler mi? Tartışmasına kadar gelir.  İki gruba ayrılan öğrenciler öğretmenleri eşliğinde Jack’in yazısı ve Dina’nın yaptığı bir eserle yapılacak bir sunumla Bir resim bin söze bedel midir? Sorusuna cevap bulmaya çalışırlar. Ve sonuçta aşk kazanır.
Edebiyat ve resim işlendiği, Juliette Binocle’nin oynadığı filmi seyretmek ve bloğuma yazmamak olamazdı.