8 Mayıs 2022 Pazar
HAFTANIN RESMİ "HAYAT HÂLÂ LİMONLU, PORTAKALLI ve BİR GÜL" Francisco de Zurbaran
29 Mart 2022 Salı
BOTTER APARTMANI
19. yüzyıl sonlarına doğru ortaya çıkan Art Nouveau akımının İstanbul'daki ilk örneklerinden olan Beyoğlu'ndaki Botter Binası İtalyan mimar Raimondo D'Aronco'ya II. Abdulhamit'in terzisi ve aynı zamanda modacı olan Jean Botter’in oturması ve moda evi açması için 1900 yılında yaptırılmış.
19. yüzyılın sonlarında Hollanda’dan İstanbul’a gelen Jean Botter, yedi katlı apartmanın zemin katında hem Türkiye’deki ilk modaevi olan Botter Modaevi’ni işletmiş, hem de üst katlarında ailesi ile birlikte yaşamına devam etmiş. Botter Apartmanı, daha çok Avrupa’da rastlanan aynı binada hem işyeri hem konut bulunması uygulamasının gerçekleştiği İstanbul’daki ilk yapıdır.
Padişah 2. Abdülhamit modaya düşkün olunca terzisi Jan Botter’i yurt dışından getirtir. Jan Botter Hollanda’da Kralın terzisidir.
Bir rivayete göre Sultan Abdülhamit 25 yaşında amcası Abdülaziz’le çıktığı Avrupa seyahatinde Fransa’da gördüğü beyaz gelinliği çok beğenir. Bundan 30 yıl sonra 1898’de kızının düğününde beyaz gelinlik dikim görevi de terzi Botter'e verilir.
İtalyan mimarı Raimondo D’aranco’ya arnuvo (Art-Nouveau) tarzında bir bina tasarlatır. Ünlü mimarda 16 yıl saray mimarlığı yapmış.
Dökme demir kullanılarak inşa edilen binanın dış cephesinde taş kaplama kullanılmış. Cephede kullanılan her bir taş yapı D’Aronco tarafından ayrı ayrı çizilmiş. Medusa başları ve nişler içinde yer alan dallar ve dalların arasında yer alan gül motifleri ile göz kamaştıran cephe ve asimetrik bir giriş ve simetrik devam eden iç tasarımıyla tam bir art nouveau örneğidir. Vitrayından asansör detaylarına, cephe süslemesinden giriş kapısına, ferforjelerinden merdiven korkuluklarına bütüncül yapı Beyoğlu'nda bütün görkemi ile yerini almıştır.
Dönemin dablumbazlarına ilk örneklerden biri de mutfakta yerini almıştır. Mutfak aslında binanın büyüklüğünü düşününce küçüktür. Bununda sebebi olarak Botter saray terzisidir ve saray çalışanları saray dışında yaşasalar dahi yemekleri saray mutfağından gelirmiş.
Asansörde İstanbul'daki asansörlü binaların ilk örneklerindendir.
Beyoğlu’nun, kaderine terk edilmiş sembol yapılarından tarihi Botter Apartmanı’nda İBB restorasyon başlattı. Restorasyon sonunda bina CASA Botter adıyla tasarım ve sanat merkezi olarak hizmet verecek.
6 Mart 2022 Pazar
Ben-Sen-Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı
Şükran Aziz (1949–2019)
Ben-Sen-Onlar, 1993–1996, Ahşap üzerine folyo kesim yazı, 25 plaka; her biri 33 x 33 cm, Fuat Yalın Koleksiyonu
Çiğdem Simavi hâmiliğinde ve ÜNLÜ & Co sponsorluğunda düzenlenen ve Sergisi Deniz Artun’un küratörlüğünde gerçekleştirilen “Ben-Sen-Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı” sergisi yaklaşık 1850–1950 arasında Türkiye’de yaşamış ve yaratmış sanatçı kadınların eserlerinden bir seçkiye yer veriyor.
Ben-Sen-Onlar, ismini Şükran Aziz’in sergideki bir eserinden
alıyor. Sergi, çoğunluğu “ben”leşememiş ve dolayısıyla sanat tarihi tarafından
kaydedilmemiş kadınları tek tek fark etmenin yanı sıra, kolektif bir “biz”in
oluşabilme koşullarını da araştırıyor. Aynı zamanda Meşher bu sergi ile,
Türkiye’den çağdaş sanatçı kadınları köklerini keşfetmeye davet ediyor.
Hale Asaf (1905–1938),
Fırçalı Natürmort, Duralit üzerine yağlıboya,50,5 x 37,5 cm, Alpaslan Aktuğ Koleksiyonu
Ben-Sen-Onlar bir isimden, gruptan, kurumdan diğerine çekilmiş düz çizgilerin dışında kalan bütün kadınların ve eserlerin anıldığı ve anlatıldığı bir “başka” zamana işaret ediyor. Böylece sergiyle, kadınlara kendilerinin kahraman oldukları bir “yüzyıl” armağan ediliyor.
Ben-Sen-Onlar, sanatçı kadınlara atölyelerinin ve daha çok
da evlerinin dışında bir görünürlük kazandırmak üzere başlatılan bir araştırma.
Öte yandan, yaklaşık olarak belirlenen 1850–1950 yılları arasında yaşamış̧ ve
çalışmış̧ bütün kadınları bulmak ve listelemek kaygısı taşımıyor. Aksine, çok
daha fazlasını keşfetmeye davet ediyor.
Manolyalı Kız, Kâğıt üzerine guaş, 31 x 24 cm, Murat Aybey Koleksiyonu
Ben-Sen-Onlar sergisinin hamiliğini üstlenen Çiğdem Simavi, yola çıkış amacını şöyle ifade ediyor: “Her zaman kadın emeğine, gücüne, dayanışmasına ve birleştiriciliğine inanan bir kadın oldum. Türkiye’nin sanatçı kadınlarını tüm dünyaya anlatmak, tanıtmak ve çoğunu içine sıkıştıkları gölgelerden çekip çıkararak gün ışığına kavuşturmak en büyük hayalimdi. Ülkemin kültürü ve sanatına olan hayranlığımın temelindeki sessiz kahramanların her zaman kadınlar olduğu bilinciyle, bu hayalimin peşinden gittim.”
Serginin
sponsorluğunu üstlenen ÜNLÜ & Co’nun yönetim kurulu üyesi Şebnem
Kalyoncuoğlu Ünlü de şunları söylüyor: “ÜNLÜ & Co olarak her zaman kadının
gücünü ön plana çıkaracak çalışmalar yürütüyoruz. Yirmi beşinci yılımızı
kutladığımız bu özel yılda da Türkiye’den sanatçı kadınlarının yüzyıllık
emeğini ortaya çıkaran böyle bir sergiye sponsor olmak bizler için gurur
verici. Ben-Sen-Onlar sergisi, sanat tarihinin gözden kaçırdığı ya da ihmal
ettiği sanatçı kadınların fark edilmesi ve görünür kılınması için önemli bir
kilometre taşı olacak.”
Küratör Deniz Artun, Ben-Sen-Onlar sergisinin kapsamını belirlerken, Türkiye’de çağdaş sanatçı kadınların varlığının köksüz olduğunun altını çiziyor. Ancak Ben-Sen-Onlar sergisi bu tarihi yazmak iddiasında değil. Aksine yazılacak tarihin bir değil pek çok olduğunu hatırlıyor ve hatırlatıyor. Sergi, her bir kadının hatta her bir eserin alternatif tarihler kurabileceği “biz”e bir çağrı.
Iraida Barry (1899–1980)
Yeşil Kadın, Alçı, 26 x 28 x 18 cm, Doğan Paksoy Koleksiyonu
İkinci kat “Onlar”, kadınlara başkalarının gözünden bakıyor. Çiçek, özellikle vazoda olduğunda, başkaları tarafından kadınlara yakıştırılan sıfatları taşıyor: duygusal, kırılgan, amatör ruhlu, sıradan, domestik ve dekoratif. Pek çok sanatçı kadın, kendisinden güvenli ve zarif olanı resmetmesi beklendiği için, ancak vazoda çiçekler boyayarak resim yapabiliyor. Sergiye, hiçbir öncelik gözetilmeden, neredeyse kendiliğinden saçılan çiçekler, şematik aile ağacının, çizgisel bir sanat tarihinin de alternatifini temsil ediyor.
Sergide Yer Alan Sanatçılar: Naile Akıncı, Nükhet Aksoy,
Maide Arel, Hale Asaf, Perran Berrünnisa Atamdemir, Jülide Atılmaz, Can Ayan,
Neşe Aybey, Şükran Aziz, Hatice Şahiye Barlas, Iraida Barry, Behice Nuri, Saime
Belir, Belkıs Mustafa, Lerzan Bengisu, Sabiha Bengütaş, Nimet Berdan, Aliye
Berger, Semiha Berksoy, Mevhibe Meziyet Beyat, Deniz Bilgin, Zerrin Bölükbaşı,
Zabelle C. Boyajian, Sabiha Bozcalı, Halet Çambel, Refia Edren Çiray, Nevin
Çokay, Hamiye Çolakoğlu, Gül Derman, Didar Tahsin, Şükriye Dikmen, Tiraje
Dikmen, Güzin Duran, Ayhan Dürrüoğlu, Afife Ecevit, Nazlı (Emin) Ecevit, Efruz
Cemil, Melahat Ekinci, Esma Ekiz, Emine Semiyye Hilmi, Selma Emiroğlu, Özden Akbaşoğlu
Ergökçen, Nebahat Erkekli, Mari Ertoran (Kaloyan), Semiha Es, Esma İbret Hanım,
Eren Eyüboğlu, Fatma Saime Cenap, Seniye Fenmen, Sühendan Fırat, Bilge
Friedlaender, Lina Gabuzzi, Filiz Özgüven Galatalı, Ruzin Gerçin, Mari
Gerekmezyan, Vildan Gizer, Nevide Gökaydın, Beyza Gönensay, Bedia Güleryüz,
Hatice Süleyman, Hayriye Nuri, Seta Hidiş, Sara Farhi Huntzinger, Selime
Işıtan, Mürşide İçmeli, Nasip İyem, Naciye İzbul, Sare İsmet Kabaağaçlı, İvon
Karsan, Gencay Kasapçı, Nevzat Kasman, Sevim Kent, Türkan Kıran, Sabahat Kırlı,
Füreya Koral, Hakkiye Koral, Emel Korutürk, Melike Abasıyanık Kurtiç, Müreccel
Küçükaksoy, Harika Lifij, Mihri Rasim (Müşfik), Yıldız Moran, Muhterem Ömer,
Muide Esad, Müfide Kadri, Nedime Ahmet, Nevin Edhem, Nimet Raif, Nüveyre Faik,
Maryam Özacul (Özcilyan), Necla Özbay Özdemir, Rahime Yusuf Ziyaeddin, Rana
Salih, Ruhiye, Safiye, Kristin Saleri, Mukaddes (Erol) Saran, Bedia Sarıkaya,
Leyla Gamsız Sarptürk, Melek Celal Sofu, Harika Söylemezoğlu, İvi Stangali,
Virginia Stolzenberg, Emel Şahinkaya, Maryam Şahinyan, Nasra Şimmeshindi,
Şükûfe İbrahim, Tâciser Salih Şâkir, Cahide Tamer, Leman Tantuğ, Zekavet Bayer
Taş, Frumet Tektaş, Celile Uğuraldım, Melahat Üren, Mary Adelaide Walker,
Fahrelnissa Zeid, Elisa Pante Zonaro
Meşher’in üç katında gerçekleşen sergide, 117 sanatçıdan 232
eser yer alıyor. Ben-Sen-Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı, 27 Mart 2022
tarihine kadar İstiklal Caddesi’ndeki Meşher’de izlenebilir.
22 Şubat 2022 Salı
MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "CEYHUN SEVİLMİŞ"
-Öncelikle merhaba, sizi tanıyabilir miyiz?
Merhaba ben Ceyhun Sevilmiş. Alaylı bir oyuncuyum. 15 yıl önce Yıldız
Teknik Üniversitesi Oyuncuları ile tiyatro yapmaya başladım. Aslen Gemi İnşaatı
ve Gemi Makineleri Mühendisliği okumama rağmen okul bittikten sonra mesleğimi
hiç yapmadım çeşitli tiyatrolarda, dizilerde kamera önünde ve kamera arkasında
çalıştım. Şu an pandemiden de kaynaklı olarak daha çok kamera arkasında
çalışmaktayım, Ağırlıklı olarak reklam filmi senaryosu yazıyorum ve görsel
animasyonlar tasarlıyorum.
-Rol aldığınız
kısa filmlerde oynamayı kabul etmenizdeki en önemli unsur neydi? Kısa filmlerde
oyuncu olarak, o filmde rol almanızı etkileyecek unsurlar neler? Kısa filmlerin
oyuncu açısından uzun metrajdan bir farkı var mı?
Kısa filmler, çoğunlukla maddi
anlamda uzun metraj film olanaklarına sahip olmadığı için genellikle kişisel
ilişkiler ve tanışıklık ile ilerliyor. Bu durum aynı zamanda oyuncuların maddi
odaklı olmasından ziyade performans odaklı olmalarına da dolaylı olarak katkı
sağlıyor. Ben dahil kısa filmlerde rol alan pek çok arkadaşım kısa filmleri bu
sebeple kendilerini geliştirmek ve daha çeşitli roller denemek için bir fırsat
olarak görmekteyiz. Bu nedenle rolün oyuncuya tanıdığı alan, senaryonun
yaratıcılığı pek tabi ki önemli bir etken oluyor.
-“Kısa
Film Söyleşileri” serisini hazırlarken yönetmenlere ortak olarak yönelttiğim
sorulardan biri de “oyuncu seçimlerinde iş kısa film olunca zorluk çıkıyor mu,
idi. Siz ne düşünüyorsunuz kısa film senaryoları gelince?
Aslında reklam filmi, uzun metraj film veya kısa film olmasının durumu
çok değiştirdiğini düşünmüyorum. Hepsi aynı derecede özen ve çalışma
gerektiriyor. Demin de dediğim gibi fiziksel şartlarından ötürü kısa filmler
çoğunlukla "deneme alanı" olarak görülüyor, oysa her sanat eseri
temelde bir düşünceyi ifade ediyor, bu düşünceyi ne kadar öz ve ne kadar yalın
anlatabilirseniz eser bence o kadar etkili oluyor. Üzülerek söyleyebilirim ki
"kısa" olduğu için özensiz yazılmış çokça senaryo gördüm. Oysa durum
bunun tam tersi, bir derdi uzun uzun anlatmaktansa daha yalın ve etkileyici
anlatabilmek daha çok meziyet istiyor. Bu nedenle oynamadığım kısa film sayısı
oynadığım kısa film sayısından daha fazla.
-Oyuncu
olarak kısa film çekimleri sırasında yaşadığınız zorluklar oluyor mu?
Kısa filmler amatör olduğu için
değil, ben çoğunlukla amatör kısa filmlerde rol aldığım için yaşadığım en büyük
zorluğun fiziksel imkansızlıklar olduğunu söyleyebilirim. Örnek vermem
gerekirse çekim yapılacak bir dış mekân için izin alınamamasından dolayı,
sahneyi hızlı bitirmek amacıyla hızlı hızlı, az tekrarlı oynamak yaşadığım
zorlukların en başında geliyor :) Ancak yıllarca amatör tiyatro yapan birisi
olarak bu zorlukları genellikle çekici buluyorum. Kişisel olarak fiziksel
imkanları yeterli, profesyonel setlerde daha çok zorlandığımı söyleyebilirim.
-Türkiye’de
ve dünyada kısa filme bakışı oyuncu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye'de kısa filmleri çoğunlukla öğrencilerin çektiğine şahit
olduğumuz için sanki sektör profesyonelleri bu alana daha az ilgi duyuyormuş
gibi bir hava olduğunu hepimiz seziyoruzdur. Öte yandan yurt dışında dünya
çapında üne sahip onlarca kısa film festivali olduğunu da biliyoruz. Bu nedenle
yurt dışında kısa filmlere sanki daha çok önem veriliyormuş diyebiliriz ama
burada bilgi eksikliğim olduğunu da söylemem gerekiyor. Belki yurt dışında da
kısa filmlerle amatör olarak ilgilenenlerin sayısı çok daha fazla ama biz
sadece ünlü festivalleri bildiğimiz için yurt dışında kısa filmlere daha çok
önem veriliyor zannediyoruz. Bu durumdan çok emin olamamakla birlikte, sanki
kısa filmler dünyada Türkiye'de ciddiye alındığından daha çok ciddiye alınıyor
gibi geliyor.
-Türkiye’de
kısa film bazı yönetmenler açısından uzun metraj için bir basamak olarak
değerlendirilebiliyor. Oyuncular açısından da böyle bir değerlendirme söz
konusu olabilir mi?
Kesinlikle. Aslında yukarıda söylediklerimin hepsi kısa filmlerin bir
amaç olmasından ziyade araç olarak algılanması sonucunu doğuruyor. Pek çok
oyuncu için kısa filmler bir eserden ziyade uzun metraj filmler için audution
görevi görüyor. Ülke şartlarında bu ne yazık ki doğal bir sonuç, oyunculuk bir
meslek ve her meslek gibi maddi karşılığının alınması gerekiyor. Burada konu
sağlanan şartlarla ilgili, uzun metraj filmlerin getirdiği maddi kazanç ve
tanınırlık daha fazla olduğu sürece kısa filmler ne kadar güzel olursa olsun
bir basamak olarak algılanmaya sanırım devam edecek.
11 Şubat 2022 Cuma
PETER VİLHELM IISTED "İÇERİSİ"
"İnterior" , 1896, 70.5x 75 cm, Tuval üzerine yağlıboya, d'Orsay Müzesi, Paris
Seyrekçe konumlandırılmış eşyalar pencereden süzülen yoğun güneş ışığıyla hafifçe aydınlatılmıştır. Bağırmayan renklerle odanın sadeliği güçlendirmiştir. Az eşya ve sadelik kompozisyona katkıda bulunmuştur. Kız vitrine sakince testi koyup işlerine devam edecektir. Bu huzur dolu dinginliği iddialı hiçbir unsur bozmaz.
Hafif ışıklarla aydınlanan iç mekanların resmedilmesine odaklanan Peter Vilhelm ,"Kopenhag İç Mekanlar Ekolü"ndendir ve yapıtlarında kadın figürü genelde önemli rol oynar.
1861-19933 yıllarında Danimarka'da yaşamış ressamların önemli isimlerindendir. Yapıtları Kopenhag'daki yaşam ifade eder. Sessizlik, düzen, huzur resimlerinin temel konularındandır:
13 Ocak 2022 Perşembe
CARAVAGGİO "NARCİSSUS"
110 x 92 cm, Roma Ulusal Antik Sanatlar Müzesi
Caravaggio‘nun 1597’de başlayıp iki senede bitirdiği eseri “Narcissus“,
Narkissos, Yunan mitolojisinde suya yansıyan suretine âşık olup, aşkından ölerek nergise dönüşen bir gencin öyküsüdür,
Liriope, nehir kıyılarında yetişen çiçeksiz çiçeğin adıdır ve Roma mitine göre güzel bir su perisi olan Liriope'nin adından gelir. Güzel Liripoe, rüzgar tanrısı Cephisus‘a aşık olur ve aşkı karşılık bulur. Çift, birlikte olunca Liripoe hamile kalır ve Narcissus doğar. Küçük oğlanın kaderi, annesini endişelendirir ve tek oğlunun geleceğini öğrenmek için kör bir kahine gider. Kahin, Narcissus’un kendisini görmediği takdirde yaşamını sürdürebileceğini söyler. Bunun ne anlama geldiği, ancak Narcissus kendini nehirde gördüğünde anlaşılacaktır.
Kendini nehirde gördüğünde gördüğü güzelliğe hayran olan Narcissus‘un yavaş yavaş hareketsiz kalan bedeni, Nergis Çiçeği'ne dönüşür.
Narkissos’un Rönesans’tan sonraki dönemlerde görsel sanatlara daha farklı şekillerde yansımıştır. Caravaggio, Poussin, Moreau, Waterhouse, Turner, Dalí, Kusama gibi birçok sanatçı tarafından ele alınmış ve farklı şekillerde tasvir edilmiştir.
Caravaggio'nun eserinde Narcissus‘un su birikintisinde yansıyan görüntüsüne hayranlıkla baktığını görürüz. İki eliyle destek alarak sudaki yansımaya bakan bu açık kahverengi başlı genç çocuk, 17 – 20 yaş erkek figürlerinin ideal görüntüsüdür.ve ünlü Romalı şair Ovidius tarafından anlatılan bir mitin bir yansımasıdır. Mit o zamana dek hiç bu şekilde ele alınıp tasvir edilmemiştir. Çünkü Caravaggio, tuval yüzeyini dolduracak şekilde görüntüsünü yansıtır. Resimde Narcissus, suya yansıyan sureti ile bir daire oluşturacak şekilde iki figürün birbiriyle kucaklaşarak bütünleşen şeklinde tasvir edilmiştir. Hafif yana eğilmiş bir şekilde sudaki suretine bakarken iki kolu üzerine yaslanmış duruşuyla hüzünlü ve melankolik hava yaratır.
Figür tablo içerisinde o kadar baskındır ki daha önce gördüğümüz örneklerinde ve mitin geçtiği düşünülen doğa ile ilgili herhangi bir mekân betimlenmemiştir.
5 Aralık 2021 Pazar
MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "ÖZGÜR DERELİ"
Sizi tanıyabilir miyiz?
Özgür Dereli, 1972 de Giresun’un Bulancak ilçesinde dünyaya
gelmişim. Yaklaşık 6 yıl Giresun’da yaşadıktan sonra Antalya’ya taşındık.
Çocukluğum ve ilk yetişkinlik dönemim Antalya da geçti. 1987’de başladığım
Tiyatro yolculuğum; 1991 de İstanbul’a gelip değerli ustam (huzur içinde
uyusun) Cengiz Özyurt’un çocuk tiyatrosunda çalışmaya başlamamla ilk alın teriyle
para kazanmama sebep oldu. Cengiz abi’nin en önemli özelliği kendisinin Türkiye
ve Balkanlarda ödüller almış bir ilizyonist olması ve bu yeteneğini çocuk
oyunlarıyla harmanlayıp ürünlerini bu şekilde sergiliyor olmasıydı. Kendisinin
yanında yaklaşık iki yıl çalıştıktan sonra Antalya’ya Devlet Tiyatrosu
açılacağını öğrendiğimde Antalya’ya gidip çalışmaya başlamak istediğimi Cengiz
abiye söylediğimde onun cevabı;
_ Oğlum gitme burada kal Konservatuara burada hazırlan ben de sana el
vereyim yeteneğini geliştir, benim yaşım ilerliyor sen de benim oğlum
sayılırsın sen kaldığı yerden devam edersin, hem de eninde sonunda geleceğin
yer burası…
Olmuştu. Ama ben inat edip 1993 yılında Antalya Devlet Tiyatrosunda
Mustafa Avkıran, Mehmet Büyükağaoğlu, Zigrith Zeberich,den aldığımız
oyunculuk, dans, diksiyon eğitimiyle 1993 ilk sezonunda Engin Cezzar’ın yöenettiği
“ Bir Akdeniz Müzikali- Kadı” oyunuyla
Devlet Tiyatrosu sahnesine adım atmış oldum. Ardından 1995 yılında Dokuz Eylül
Üni. Güzel Sanatlar Fakültesi’nde oyunculuk eğitimime başlamış oldum. 1999
yılında okuldan mezun olduktan sonra Antalya’ya borcumu ödemek için Devlet
Tiyatrosuna geri döndüm. Antalya’da 2003 yılına kadar çalıştım. Bu süreçte
Akdeniz Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışma fırsatım oldu. 2001
yılında mezun olduğum okulda yüksek lisans eğitimime başlasam da eğitimimi 17
yıl sonra 2018 yılında afla geri dönerek tamamlama fırsatını bulabildim. 2004
yılında Cengiz abinin söylediği gibi İstanbul’a taşındım. 2014 yılında
başladığım İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda oyunculuk kariyerime devam etmekteyim.
Rol aldığınız kısa filmlerde oynamayı kabul etmenizdeki
en önemli unsur neydi? Kısa filmlerde oyuncu olarak , oyuncu olarak oyuncu olarak o filmde rol almanızı
etkileyecek unsurlar neler? Kısa filmlerin oyuncu açısında uzun metrajdan bir
farkı var mı?
Rol aldığım kısa filmlerde oynamayı kabul etmemde ki en
önemli sebep (Mehmet Tığlı ile tanışana kadar) öğrenci filmlerine yardımcı
olmak ama bir yandan da bu filmlerde oynarken kendi oyunculuk deneyimimi
geliştirebilmekti. Çünkü her ne kadarda
kısa film olsa da sonuçta yapılan iş sinema filmiydi. Benim bu konuda en büyük
şansım oynadığım kısa filmlerde başrol oynamamdı. İlla ki gelen senaryolarda
seçici olmaya çalışıyordum. Bu tarz filmlerin çok fazla maddi bir karşılığı
yoktur. Oyuncu ister istemez oynayacağı role odaklanıyor. Bu yüzden de ben
şanslı bir oyuncuyum. Ne zaman Mehmet Tığlı ile çalışma fırsatı buldum o zaman
anladım ki kısa filmlerin de uzun metrajlardan bir farkı yok. Tek fark çalışma
süresi daha kısa. Mehmet Tığlı projeleri tam bir sanatsallık içerdiği için onun
kısa film projeleri bana göre Türkiye de adı önemli yönetmenlerinin uzun
metraj projelerinden bir farkı
olmadığını gösterdi.
Bana göre kısa film senaryoları basit ya da geçiştirilecek
bir senaryo tipi değil. Uzun metraja göre senaryo konusunda işiniz daha zor.
Çünkü uzun metrajda işlediğiniz konuyu ya da hikayeyi anlatma zamanlamanız,
altını çizmek istediğiniz durum, oyuncunun rol yapma durumunu göz önünde
bulundurduğunuzda bol minütajınız var. Fakat kısa filmde hikaye, rol yapma,
konuyu anlatma zamanlamanız daha kısa olduğu için (filmin süresi bakımından)
işiniz daha zor. Hikayenizi en kısa zamanda en iyi şekilde anlatmalısınız.
Oyunculuğunuzu da en iyi şekilde, en iyi performansla göstermek durumunda
olduğunuzdan kısa film çalışması daha zor gelmektedir bana.
Oyuncu seçimine gelince; Mehmet Tığlı ile “ Bir Vapur
Masalı” filminde oyuncu olarak çalışma fırsatımın yanında diğer kısa
filmlerinde hem “cast direkterü” hem de “oyunculuk koçluğu” yapmak şerefine
erdim. Oyuncu seçimi gerçekten çok zor. Kısa filmde oyuncuyu popüler olduğu
için seçme şansınız yok. Tek şansınız var “role uygunluk, en iyi performans, bu
kısa süre içinde hikayenizi en iyi oynayacak oyuncu” bağlamında bu kişiyi
bulmak. Yani kısa filmde en büyük belirleyiciniz role uygunluk ve liyakat. Kısa
filmde oyuncu seçiminde popülist yaklaşımlar çeken yönetmen bakımından
dezavantaj , ben bu oyuncuyu tanıyorum nasılsa yapar, oynar tadında yaklaşan
yönetmen emin olun kaybeder. Çünkü bir kısa film çekiyorsanız ve filminizi yurt
dışında festivallere yollamak istiyorsanız emin olun bizim ülkemizde ki gibi
filmde kim oynamış diye bakmıyorlar. Film nasıl çekilmiş, hikaye nasıl dile
getirilmiş, oyuncu performansı –kim olduğuna bakılmadan- konusunda
değerlendiriliyor. Bir handikap da filmde popüler oyuncu varsa işinize çok karışıyor
yönetmeni hafife alıp onun doğrultusunda hareket etmeyip filmi kendi oyunculuğu
içinde evriltme durumuna giriyor, bir nevi yönetmeni olumsuz etkileyebiliyorlar.
Oyuncu olarak kısa film çekimleri sırasında yaşadığınız
zorluklar oluyor mu?
Oyuncu olarak böyle bir zorlukla karşılaşmadım. Aslında
zorlukla karşılaşmak sizin beklentilerinizle alakalı. İşin özü kısa filmde size
“ aşk bahçesi vaat edilmiyor”
Türkiye’de ve dünyada kısa filme bakışı oyuncu olarak
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Oyuncu bakımından Türkiye de kısa filmlere bakış açısı çok
fazla hafife alınmış durumda. Yani basit karşılanıyor. Oyuncu adına kısa film
kültürümüz yok maalesef. Bunun nedeni kısa film dediğimizde öğrenci filmi diye
bakılmakta bu nedenle kısa film hafife alınmakta. Dünya da ise kısa film tam
anlamıyla bir sanat mantığında görüldüğünden oyuncu gözünde bir uzun metraj
neyse kısa film de aynı şekilde görülmekte.
Türkiye’de kısa film bazı yönetmenler açısından uzun
metraj için bir basamak olarak değerlendiriliyor. Oyuncular açısından böyle bir
değerlendirme söz konusu olabilir mi?
Kısa film bende bir oyuncu olduğum için hiçbir zaman uzun
metraja yükselme basamağı olarak görülemez. Çünkü ikisi de bambaşka tarzlar.
Evet kısa film oyunculuğu diye bir tarz ya da oyunculuk yaklaşımı olmamasına
karşın ikisi de farklı tarzlar oyunculuk adına benim için.
SON OLARAK:
Mehmet hoca benim kısa filme bakış açımı
değiştirmekle kalmadı oyunculuk bakış açımı, oyuncu yaklaşımımı da olumlu yönde
etkileyerek bunu bir üst seviyeye taşıdı. “Bir vapur masalı” filmi ile ABD den
iki tane en iyi erkek ödülü alma fırsatım oldu. Bu aldığım ödüller benim
oyunculuk bakış açımda “ oyuncunun ne söylediği değil rolünü ciddiye alıp nasıl
performans gösterdiği” değişmesine katkı
sağladı. Bunun nedeni oyuncular genel olarak
tiyatroda ya da filmde metne bakarak ne kadar repliğim var diye
bakarlar, replik az ise bu onun performansını olumsuz yönde etkilemektedir. Ama
bir oyuncu bilmelidir ki hikayede ne kadar kilit noktası olduğu. Seyirci ne
kadar çok replik söylendiğini izlemez düğüm noktalarını, hikayenin açarlarını
ve onu etkileyecek duygularına hitap edecek en ufak bir tebessümden etkilenir.