www.yenicikanlar.com.tr için Sevgili Dilek Türker'le yaptığımız röportaj
http://www.yenicikanlar.com.tr/her-oykum-aldigim-bir-nottan-cikti-73469
Hep Kitap, yeni, yalın, duru
kalemiyle Dilek Türker’i öykü severlerle buluşturdu. “Avucumda Çimen İzi”, 16
öyküden oluşuyor. Dilek Türker’le, ilk kitap heyecanını, yazma serüvenini
konuştuk.
-İlk öykü kitabın, daha önce
dergilerde yayınlanmış öykülerin var. Nasıl başladın yazmaya?
Mektuplarla iletişim kuran biriyim. Sıkı dostlarımla, sevdiklerimle hep
mektuplaştım. Gündelik mektuplaşmaların ötesine geçen yanları olmuştur. Onları
yazınsal çabamın ilk ürünleri olarak sayabilirim. Daha sonra senaryo denemeleri,
senaryoya varmayan sinopsisler, kısa anlatılar yazdım… Hikaye anlatmak istiyor,
aklımdaki hikayelere uygun bir biçim arıyordum; öyküler çıktı sonunda ortaya.
-Kendinden biraz bahseder misin? Nerelerde eğitim
aldın, ne iş ile uğraşıyorsun?
1984, Adana doğumluyum.
Hukuk Fakültesi mezunuyum. Böyle şeyler yazabilirim ama bir arkadaşımın 11
yaşındaki ikizleri “Şiirce” diye bir kitap çıkardı ve onların
otobiyografilerini okudukça kendi yazdıklarımı çok sıkıcı buluyorum. Mesela
Utku Erkman diyor ki: “Bu capcanlı dünyanın sahipleri kimi zaman iyilik, kimi
zaman kötülük, kimi zaman da konuşan sinekler ve kuşlardır.” Kardeşi Ece de
kendinden bahsederken, “Bu kitaptaki çizimler bana ait. Hayallerimi çizmeyi
seviyorum. Beni bir çizer gibi değil de bir arkadaşınız olarak kabul edin” diye
yazmış. Ben onlar kadar müthiş şeyler yazamam ama şöyle söyleyeyim madem: Bir
daha dünyaya gelsem ağaç olmak isterim. En çok annemin bana fal bakarken
anlattığı hikayeleri severim. Coğrafyam iyi değildir ama yeni şehirlere ve
ülkelere dair içimde hep güzel duygular beslerim. Yine de çocukluğum bu
topraklarda geçtiği için en sıkı bağım burayladır. Tabii bu, neden bu ülkeden
bir Kafka çıkmadığına dair şaşırmama engel değildir.
-“Hüznün
yanı sıra umudun da yeşerdiği hayatlara pencere açan öyküler” diye yorumlanmış
yazıların. Neler düşünüyorsun, ilk kitabı yeni çıkmış genç bir yazar neler
yaşıyor bugünlerde?
En önemsediğim
şey yaşama sevinci. Bunu kaybedersek çuvalda çürüyen patateslerden bir farkımız
kalmaz. Bu dönemde ise şansımız var ve hala hayattaysak, en zor şey yaşama
sevincini koruyabilmek. İşte bunun için uğraşıyorum; içimde bir kırıntı bile
kaldıysa bulup çıkartıyorum ve çoğaltmaya çalışıyorum iyilikle, güzellikle. Ritüellere önem veriyorum; eşimle, annemle,
sevdiklerimle sohbet ederek, kızımla oyunlar oynayarak, uzun yürüyüşler
yaparak, okuyarak, yeni öyküler için notlar alarak geçiriyorum zamanı. Bugünlerde yaptığım bu.
-Kitabının arka kapağında “Dilek Türker’in
öykülerinde bocalayan, düşen; kalktıklarında avuçlarında gördükleri çimen
izlerinin karmaşıklığında kaybolan insanlar var. Aniden duran dönmedolap,
hafifçe esen rüzgâr, rüzgârı hissetmek için koşan çocuklar. Bir daha dönmeyecek
kadar uzağa giden göçmen kuşlar... Evler var, evlerin içleri, iyi yürekli
hayatlar... Avucumda Çimen İzi yeni bir yazarı keşfetme hazzı veriyor”
diye anlatılmış kitabın. Var mı buna eklemek istediğin bir cümle, kelime?
Arka kapak
yazısını çok sevdim ben. O yüzden eklemek istediğim bir şey yok.
- Biz yeni bir yazarı keşfettik, sen yeni okurlar
keşfederken neler hissediyorsun?
Şaşırtıcı ve
heyecan veren bir süreç. Kitabın basılacağını haber aldığımda ve sonrasında
daha soğukkanlıydım ama kitabı raflarda gördükten sonra biraz afalladım. Ara
sıra kitapçıları geziyorum, bazen yerini bulamıyorum, yine de utanıp soramıyorum
görevlilere. Bazen hiç tanımadığım biri ya da çoktandır tanıdığım insanlar
kitapla ilgili paylaşımlarda bulunuyor. Mutluluk ve mahcubiyet arasında bir
yerde okuyorum yazdıklarını. Güzel, iyice duyumsayarak yaşamaya çalıştığım
zamanlar.
-Öyküler yazıyorsun, yola öykücü olarak mı devam
etmek istiyorsun? Neden öykü?
Anlatmak
istediğim hikayelerin bir tür olarak öykü kalıbında var olabileceğini görmüş
olmam, neden öyküyü seçtiğime dair bir yanıt olabilir. Bir roman dinamiği,
izlekleri, biçimi içinde anlatmayı düşlediğim bir hikayem yok. Öykü türü içinde
akıl yürütme çabası içinde olmak, bu zanaatı geliştirmek benim için daha
çekici. Başka bir türde yazacak olsam da cevabım aynı olurdu aslında. Bir tür
seçip yola çıkmıyor, anlatmak istediğimize en uygun türü seçip ona göre bir
ürün veriyoruz sanırım.
-Türkiye’de öykünün yeri hakkında neler
düşünüyorsun?
Türkiye’de
öykünün gördüğü değerden memnunum. Evet, büyük kitlelere romanlar daha çabuk
ulaşıyor ve daha çok okunan hep romanlar oluyor ama bunda şikayet edecek bir
yan görmüyorum. Bence önemli olan okuyanın hangi algı düzeyinde okuduğu ve
okuduğuna ne derece kıymet verdiği. Bu açıdan bakarsak Türkiye’de öykünün çok
seçkin bir okur kitlesi var. Üstelik bu seçkinlik bir avuç insanı ifade
etmiyor. Öykücüler biliniyor, konuşuluyor, takip ediliyor. Bir yazar sırf öykü
yazarak edebiyat dünyasında var olabiliyor. Öykü çok ciddi bir kitlece okunuyor
ve değer görüyor. Satış rakamları ve istatistikler ne der bilemem. Benim
kişisel deneyimim ve yakın çevremden edindiğim gözlem böyle.
-Seni etkileyen, benim yazarlarım dediğin kimler
var?
Sevdiğim birçok
yazar ve kitap var. Bir kitabı bitiriyorsam muhtemelen onun dünyasına dalmışım
ve yazarın kaleminden etkilenmişim demektir. Her zaman başucumdaysa, Sait Faik,
Cemal Süreya ve Didem Madak var.
- Yekta Kopan’ın atölyesinde beraber derslere
katıldık. Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri hakkında neler söylersin?
Benim yolum Yekta
Kopan atölyeleriyle kesişmeseydi, muhtemelen yine yazardım, günlük tutmaya,
mektuplar yazmaya, kart atmaya ve senaryo denemeleri yazmaya devam ederdim ama
öykülerin o güzelim dünyasını ya keşfedemezdim ya da böyle erken keşfetmezdim.
Kurtarılmış zamanlar olarak görüyorum o atölyede geçirdiğimiz zamanları. Hem
Yekta Bey’in hocalığı, enerjisi, dostluğu hem de diğer atölye katılımcılarının
kalemleri, eleştirileri ve önerileri benim kendimi geliştirmemde çok etkili
oldu. Yazarlığın, yaratıcı yazının
öğrenilemeyeceği gibi bir savla bu atölyelere burun kıvıranlara, buralarda
kimsenin yazarlığı öğretme çabası içinde olmadığını söylemek lazım. Öncelikli
amaç her zaman edebiyata çok yakın ilgi duyan bir grup insanın, bir tür
kardeşlik duygusuyla bir araya gelip fikirlerini paylaşması, birbirinden ilham
alması.
Ve tabii sırası gelmişken Yekta Kopan ve İpekli
Mendil’in yazı hayatındaki yerleri nedir?
İpekli Mendil yazarlarından
bir kısmını eşim başka bir yazı atölyesinde tanımıştı ve aralarında güzel bir
etkileşim olmuştu. Sonra da beni tanıştırdı onlarla. İçlerinden biri, sanırım
Betül, Yekta Bey’in yazma atölyesine katılmamı önerdi. Güzel tesadüfler, öyle
bir akşamüstü, hoş bir sohbette karşınıza çıkabiliyor. Yukarıda bahsettiğim
kardeşlik duygusunu orada tanıdığım insanlarla da yaşıyorum. Bana ilham veriyorlar.
Mehmet Tutar ve
Hüsne Tutar’a da değinmem gerek burada. Gerçek bir öykü kahramanı iki öğretmen.
Çok güzel hayalleri var, hayata öyle bir yerden bakıyorlar ki umutsuz olmaya
hakkımız yok gibi geliyor onları düşününce. Yekta Bey ve İpekli Mendil yazarları
Antakya Narlıca Anadolu Lisesi’nde İpekli Mendil Kütüphanesi’ni kurdular. O
süreçte ben de onların yanında olma ve onları daha yakından tanıma fırsatı
buldum. Oradaki öğrencilerin coşkusunu, öğretmenlerin onlara ve hayallerine
olan inançlarını ve hepimizin bir an için de olsa içimizde hala umudumuzu
koruduğumuza dair hissettiklerimizi unutamam.
-Ağaçların, köknar ağacının öykülerine etkisi,
sendeki çok özel değilse hikayesi nedir?
Babam bir köknar
ağacının gölgesinde uyuyor. Yalnızca bunu söyleyebilirim.
- “Elişi ödevimi çilek reçeliyle yapıştırdı. (…) Bir
şey oldu sanırsın ama olmaz.” Kitabında bu ve buna benzer içten, okuyanda
geçmişe dönüp ben de yapmış mıydım diye düşündüren, samimi cümleler, bizden
hikayeler var. Bunun için öncelikle sana teşekkür ediyorum. Bunu nasıl
yapıyorsun? Notlar alarak mı çalışıyorsun, nasıl yazıyorsun?
Bence sen de bu
ve bunun gibi tatlılıklar yapmışsındır. Hatta yapmaya devam ediyorsundur. Bu
eşim Alpay’ın bir anısı. Zaten onun çocukluk anılarından çok etkileniyorum ve
öykülerde bir şekilde anlatıyorum. Bazen kendisine hiç hikaye bırakmadığımdan
şikayet ediyor bu sebeple.
Not aldığım
doğru. Bazen babaannem bir şey anlatırken, annem biriyle konuşurken, bir
arkadaşım çocukluk anısından bahsederken ya da bir belgesel izlerken bir not
alıyorum ve o aldığım not beni bir öyküye başlamaya teşvik ediyor. Sonunda
belki aldığım not o öyküde geçmez, bambaşka bir şey vardır ortada ama o not
görevini yapmıştır. Bana bir duyumsayış vermiştir o öyküye başlamak için. Bir
oturuşta baştan sona yazıp bitirdiğim bir öykü yok. Her öyküm -ister kağıda
ister aklımın bir köşesine olsun- aldığım bir nottan çıktı.
Son olarak küçük bir kızın var. Anne olmak seni
nasıl etkiledi, öykülerine etkisi oldu mu?
Hamileyken bir
dergide Patti Smith’in bir röportajında rastlamıştım, annelik için şiirsel
demişti. Ben sevdim anne olmayı, bence de çok şiirsel. Zorluklarına, kadını yıpratan ve yoran süreçlerine ya da dünyanın gidişatına
bakıp anne baba olmanın nasıl riskli bir karar olduğuna değinmeden şunu
söylemek istiyorum, kızımın yüzüne bakınca çok güzel günleri düşlüyorum hep.
Sonra da oturup yazmaya başlıyorum. Bir de anne olduktan sonra sanırım
çocukların dünyasına daha da daldım ve masalsı bir yeri keşfetmiş oldum böylece.
İşte incecik iple uçan balonu bileklerine falan bağlıyorlar, kuşları sevinçle
besliyorlar, bilmediğim ve hayran olduğum bir dilde konuşuyorlar. Ben de
onların peşine düşüyorum bazı öykülerde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder