www.yenicikanlar.com.tr için yazdığım yazı
http://www.yenicikanlar.com.tr/profesyonel-kahramanliktan-hoslanmiyorum-72274
Benim
resimlerim” der, “hiçbir şey saklamayan görsel imgelerdir, merak uyandırırlar.
Resimlerimden birini gören kişi kendisine basit bir soru sorar: “Bu ne anlama geliyor?” Aslında hiçbir anlama gelmiyor, çünkü gizemin
de bir anlamı yoktur, sadece bilinmezdir.”
René Magritte,
gerçeküstü sanatçıların önde gelen temsilcilerinden biridir. Yirminci yüzyıl
sanatı üzerinde büyük etkisi olan René, kendisini bir sanatçıdan çok düşünür
olarak görür. “Kendi zamanıma ait olmak istemiyorum... veya herhangi bir
zamana” diyen Magritte, 1898 yılında
Belçika’nın Lessines kasabasında dünyaya gelir. Babası kumaş tüccarı ve terzi,
annesi kadın şapkacısıdır. Annesi depresif ve melankolik yapıya sahiptir ve René 13 yaşındayken köprüden atlayıp hayatına son verir. Annesinin sudan çıkarılışını
seyreden René, yüzünü örten geceliğin görüntüsünden çok etkilenir ve ilerleyen
yıllarda eserlerinde kullandığı yüzü örtülü figürlerde bu anın etkisi görülür.
1916 yılında
Brüksel’de Académie Royale des Beaux-Arts’a başlar. Okulda sınıf
arkadaşlarından çok edebiyat dünyasından arkadaşları vardır ve ilerleyen
yıllarda çevresinde daima yazarlar,
şairler ve felsefeciler olacaktır. Gerçeküstücülükle ilgilenmeden önce çeşitli
sanat arayışlarına girer. Düşsel resimleri dehşet, tehlike, mizah ve gizem
unsurları taşır. Gerçeklik ile hayal arasındaki sınırı bulandıran eserlerinin
masalsı sembolleri arasında kadın gövdesi, elma, “küçük burjuva adam”, melon şapka,
taş ve pencere gibi şeyler vardır. Pop,
minimalist ve kavramsal sanata ilham kaynağı olan sanatçının popüler kültür
üzerindeki etkilerini (“The Thomas Crown Affair” filmindeki melon şapkalı
adamlarda, Apple bilgisayarların logosunda)
sayısız sanat eseri, film ve video kliplerinde görmek mümkün. Magritte’in
yapıtlarında ön plana çıkan diğer tema da gençliğe kadar uzanan deniz ve engin
gökyüzüdür. Uzay, zaman ve ölçü gibi çeşitli unsurları altüst etmek onun
eselerinin ayırt edici özelliklerinden biridir.
Hayatının dönüm
noktalarından biri yazar arkadaşı Marcel Lecomte’nun İtalyan sanatçı Giorgi de Chirico’nun “The
Song of Love” eserinin röprodüksiyonunu göstermesi olur. O resimle gözlerinin ilk defa gerçeği gördüğünü söyler,
gördüğü ise “şiirsel düşüncenin ideal
ifadesidir.” Mimari arka plana sahip eserde, kırmızı plastik bir eldiven,
Apollon büstü ve yeşil bir küre yer alır. Chirico’nun eserini gördükten sonra aslında her imgenin gerçeğin
bir soyutlaması olduğunu düşünen Magritte, 1926 yılında ilk sürrealist eseri
olarak tanımladığı “The Lost Jockey”i çizer. Eser çok eleştiri alır ve
bu yüzden depresyona girer. Bu olay üzerine Paris’e
gider . Paris’te kaldığı üç sene içinde; objenin kendisi, imgesi ve adı arasındaki ilişkiyi inceleyen 40 tane
“yazı –imge resim” üzerinde çalışır.
Sözcük ve temsil
ettiği kavram üzerine düşündüğü yazı-imge resimlerinin en ünlüsü Los Angeles
County Museum of Art’ta sergilenen “The Treachery of Images”
(İmgelerin İhaneti) tablosudur. Dev bir piponun altında el yazısıyla “Ceci
n’est pas une pipe” ( Bu bir pipo değildir) yazan dünyaca ünlü eser, sanat
tarihinin en önemli eserlerinlerinden ve kilometre taşlarından biri olur. Esere
bakan seyirci bir resmin karşısında olduğunun farkında olsa da, piponun altında
yazan metni okuduğunda kafası karışır. Yazı, seyirciye gördüğünün sadece bir
tasvir olduğunu hatırlatmaktadır. Bir imge ne kadar bir objenin aslına
gönderimde bulunsa da asla tamamen kendisi olamaz. Burada söz konusu olan bir
pipo değil, onun görüntüsüdür. Magritte eseri hakkında şöyle der: “Meşhur pipo.
İnsanlar onun yüzünden beni ne kadar kınadılar! Gene de, pipomu doldurabilir
misiz? Hayır, o sadece bir tasvir değil mi? Şayet resmin altına “Bu bir
pipodur” diye yazmış olsaydım, işte o zaman yalan söylemiş olurdum...” Resim
daha sonraki yıllarda önemli düşünür Fransız felsefeci Michel Foucault’un
“Bu bir Pipo değildir” kitabına konu olur. Foucault, eserin çözümlemesini
yaptıktan sonra kendi düşüncelerine yer verir.
Belçika’ya tekrar
geri döndüğünde Belçikalı Sürrealistlere katılır. Bu dönemde Max Ernst’in
kolajlarından etkilenmiş, gazete kupürleri ve müzik defterleriyle otuza yakın
kolaj yapmıştır. Geleneksel ifade biçimlerini geride bırakan Magritte;
kolajlar, fotomontajlar ve buluntu objeler kullandığı yeni bir dönme başlar. 2.
Dünya Savaşı’nda Almanlar Belçika’yı istila edince insanların neşelenmeye
ihtiyacı olduğunu düşünerek yeni bir tarz üzerinde çalışır. Savaşın, fakirliğin
yarattığı karamsarlığı renkli ve masum
eserlerle hafifletmek ister ama iyi tepkiler almaz. 1940’ların sonund a eski
tarzına döner ve hiçlik konusu üzerinde çalışmaya başlar. Edebiyata büyük ilgi
duyan René’nin çalışmalarında Lewis Carrol’un “Alice Harikalar Diyarında” eserinin
önemli yeri vardır. Ayrıca edebiyatta Edgar Poe, Apollinaire’nin, resimdeyse
Picasso, Max Ernst ve Chirico’dan etkilenmiştir.
Kendini, “Kendi
geçmişimden ve başkalarının geçmişlerinden hoşlanmıyorum. Teslimiyetten,
sabırdan, profesyonel kahramanlıktan ve tüm zorunlu duygulardan hoşlanmıyorum. Ayrıca dekoratif sanatlardan, folklordan,
reklamcılıktan, radyo spikerlerinin seslerinden, aerodinamikten,
izcilerden,neft kokusundan, haberlerden ve sarhoşlardan da hoşlanmıyorum. Beni eleştirel mizah,
çiller, kadınların dizleri, uzun saçlar, oyun oynayan kadınların kahkahaları ve
sokakta koşturan kız çocuğu mutlu ediyor. Coşkulu bir aşk ümit ediyorum; imkansız, hayali. Kendi sınırlarımı net
olarak bilmek ödümü koparıyor.” diyerek anlatan Magritte 1967’de 68 yaşında
pankreas kanserinden ölene kadar gerçeküstü imgeleri resmetmeye devam etmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder