15 Ocak 2021 Cuma

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "BATUHAN KURT"

                                                               


-Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

1991, Edirne doğumluyum. Lise eğitimim devam ederken ABD ve Türkiye’de Atlantik Film ortaklığında yürütülen FilmTurkey isimli bir projede sinema üzerine eğitim aldım. Bu proje kapsamında ‘Bahar’ isimli bir belgesel çektim. Ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı Bölümünü kazandım ve buradan mezun oldum. Eğitim hayatım devam ederken birçok kısa film ve belgesel çalışması gerçekleştirdim. Türkiye’nin çeşitli illerinde ve Bulgaristan’da atölyelerde sinema üzerine eğitimler verdim. 2016 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle ‘Hudut’ isimli bir belgesel çektim. 2018 yılında çektiğim ‘Kurbağa Avcıları’ isimli belgesel birçok festivalde gösterildi. Toplamda 24 ödül alarak 2018/2019 yılları içinde en çok ödül kazanan ve 18 Birincilikle Türk Sinema Tarihi boyunca belgesel kategorisinde en çok birincilik elde eden belgesel oldu. Şu anda belgesel alanında çalışmalarıma devam etmekteyim.

-Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz,  bu yola giriş sebebiniz neydi?

Küçük yaşlardan itibaren sinemaya karşı her zaman çok ilgiliydim. Hayaller kuran ve hayallerini sanat aracılığıyla ifade etmeye çalışan bir çocuktum. Resimler yapıyor, karikatürler çiziyor ve tiyato oyunları yazıyordum. İlkokul yıllarında arkadaşımın aldığı bir kamera ile yazdıklarımı filme dönüştürebilme fırsatını elde ettim. Hayallerimin somut hale dönüşmesi inanılmaz derecede tatmin ediciydi. O zamanlar özellikle Hollywood yapımı çocuk macera filmleri ilgimi çekiyordu. İzlediğim filmleri bizim kültürümüze uyarlamaya çalışıyordum. Oyuncularımda en yakın arkadaşlarımdan oluşuyordu. Zamanla bu ilgi büyük bir tutkuya dönüştü ve hayatımın amacı haline geldi. Dünyada ve ülkemizde anlatılmayı bekleyen birçok hikaye olduğunu düşünüyorum. İnsanların duygu dünyasına dokunan ve hayatına anlam katacak filmler yapmak amacıyla bu yolu yürümeye devam ediyorum.

-Kısa film hazırlık ve çekim sürecinde sizi neler zorladı? Hazırlık süreçlerinizi anlatır mısınız?  

Ben son birkaç yıldır özellikle belgesel alanında çalışmalar yapıyorum. Belgesel yapımların kurmaca yapımlara göre çok daha zor olduğunu düşünüyorum. Ne kadar masa başında hazırlık yaparsanız yapın sahada birçok değişkenle karşılaşma ihtimaliniz var. Bu değişkenlere karşı pratik çözümler üretebilmeniz ve hikayenize o anda yeniden yön vermeniz gerekebiliyor. Sonuçta çektiğimiz insanlar oyuncu değil ve onların gerçekliğine sadık olmak gerekiyor. Belgesel, yapısı itibariyle yönetmenine büyük bir sorumluluk yüklüyor. Gerçekleri çarpıtmadan etik değerlere bağlı kalarak ele almayı gerektiriyor. Bu bazen sizden bağımsız bir şekilde gelişiyor ve anlattığınız kişinin gerçekleri nasıl yansıttığıyla da ilgili olabiliyor. Konuyu doğru kaynaklardan öğrenmek ve iyi bir araştırma yapılması büyük önem taşıyor. Anlatacağınız konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan yola çıkarsanız kesinlikle çuvallarsınız. Anlattığınız bir insan hikayesiyle o insanla vakit geçirmek gerekiyor. Genellikle bu noktada hikayenin ana fikrini ve söylemini belirliyorum. Masa başına geçtiğimde ise önce sahne sıralamalarının yer aldığı bir senaryo taslağı oluşturuyorum. Blok blok ele alacağım meseleleri hikayeye dağıtıyorum. Röportaj yapacağım insanları belirliyor ve kişiye özel sorular hazırlıyorum. Beni en çok zorlayan konuya gelecek olursam zaman diyebilirim. Genellikle bütçeniz itibariyle filminizi çekmek için kısıtlı bir zamanınız vardır. Belgeselde belirlediğiniz zaman aralığına bağlı kalmak oldukça zorlayıcı oluyor. Çünkü çektiğiniz insanın yaşamı devam ediyor ve her zaman çekilecek bir şeyler daha oluyor.

                                                       


- Siz belgesel yönetmenliği de yapıyorsunuz. Bu alanda da ödülleriniz de var. Belgesel yönetmenliği yapmaya nasıl karar verdiniz?  Türkiye’de belgesel çekmek, belgesel yönetmeni olmanın zorlukları neler?  

Aslında ödüllerimin çoğunu belgeselden elde ettim. Gerçek hikayeleri seyircinin de ilgisini çekebilecek şekilde anlatmak konusunda başarılı olduğumu düşünüyorum. Karar aşamasına gelecek olursam, 2009 yılında ekip olarak bir film çalışması yapıyorduk. Ekibin büyük kısmı belgesel çekmek istiyordu ama ben kurmaca film çekmek konusunda kararlıydım. Kurmaca üzerine hazırlıklarımızı yaptık ve filmimizin ilk sahnesini çektik. Amatör oyuncularla kötü bir tablo ortaya çıkmıştı ve o anda belgesel çekmek konusunda arkadaşlarımın ısrarını kabul etmem gerekti. ‘Bahar’ isimli bir belgesel çektik ve film tamamlandığında seyirci tepkilerinin müthiş derecede olumlu olduğunu gördüm. Çekim süreci de tahmin etmediğim şekilde büyük bir keyfe dönüşmüştü. Gerçek insanların kamera karşısındaki tepkileriyle karşılaşmak ve hikayeye yön verdiklerini görmek kararlarımı şekillendirmeme vesile oldu. Kurbağa Avcıları belgeselinin fikri de bu belgeselin çekimleri esnasında aklımda belirmişti.

Öncelikle Türkiye’de sanat icra etmenin zor olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla belgesel yönetmeni olmanın da birçok zorluğu var. Maddi kaynak bulmak konusunda büyük sıkıntılar yaşıyoruz. Yaptıklarınızı festivaller dışında yayınlayabileceğiniz pek platform da yok ne yazık ki. Genelde Türkiye’de belgeselcilerin kendi imkanları ile küçük ekiplerle filmlerini çektiklerini görüyorum. Ben de Kurbağa Avcıları belgeselini ailemin bankadan çektiği kredi ile çekmiştim. Art arda kazandığımız ödüller ve gelen övgülerle birlikte Türkiye’de çok büyük bir belgesel izleyici kitlesi olduğunu fark ettim. Bugün çoğu kahvehane, kafede ve esnafın dükkanında TRT Belgesel kanalının açık olduğunu sizde gözlemleyebilirsiniz. Aslında daha fazla destek ve yayın fırsatlarıyla belgeselcilerin seyirci tarafından kucaklanacağına yüzde yüz eminim.

-Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

Kısa filmi ayrı bir tür olarak değerlendirmek gerekiyor. Ancak bunu bir aşama olarak görmenin de sakıncası olduğunu düşünmüyorum. Çoğu yönetmenin uzun metrajlı bir film çekmek hayali vardır. Bir yönetmenin bu alanda tecrübe edinmesini ve deneyim sahibi olmasını sağlayacak büyük riskleri olmayan önemli bir basamak bence. Şahsen ben bu şekilde yaklaşıyorum. Çünkü referanslarınızı göstermeden hiçbir yapımcı size güvenip bir işi teslim etmez. Medya yöneticileri bu alanda yapılan çalışmalara destek verir ve uzun metraj endüstrisi gibi ekonomik bir alan yaratılırsa işte o zaman kısa film tam anlamıyla bağımsızlığını ilan edebilir.

- Kısa filmin,  meslek hayatınızda nasıl bir yeri var?

Sinema sanatını tecrübe etmemi ve potansiyelimi keşfetmemi sağlayan önemli bir yere sahip.

-Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz?

Türkiye’de kısa film kültürünün tam olarak oturmadığını düşünüyorum. Festival izleyicileri dışında kısa filme pek ilgi olmadığını görüyorum. Türk sinema tarihi içindeki yeri de sanırım video kameralar ile birlikte 90’lı yıllar itibariyle oluşmaya başladı. 2010’dan sonra ise DSLR kameraların yaygınlaşmasıyla beraber nicelik olarak kısa film sayısı artıyor. Son yıllarda ise söyleyeceği bir sözü olan bilinçli yönetmenler, iyi hikayeler, iyi teknik donanım, profesyonel oyuncular ve başarılı post prodüksiyon yöntemleriyle nitelik olarak da iyi bir konuma gelmiş görünüyor. Gelecekte kısa filmin daha iyi yerlerde olacağına inanıyorum.

-Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin tanıtımı ve devamı için?  Aynı sorumu belgesel filmler içinde sormak isterim. Festivaller yeterli mi sizce?

Türkiye’de birçok kısa film festival var. Kısa film yönetmenlerinin projelerini ve kendilerini tanıtmaları açısından yapılan festivallerin yeterli olduğunu düşünüyorum. Her festivalin kısa filme bakış açısı ve yaklaşımı farklı. Bu çeşitliliğin farklı içerikler ve formlarda işler üreten yönetmenler için de bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Festivallerin ödülleri maddi olursa yönetmenlerin gelecek projeleri için büyük katkıları olacaktır. Belgesel alanı için de aynısını düşünüyorum. Özellikle TRT Belgesel Ödülleri muazzam bir titizlikle yapılıyor ve belgesellerin tanıtımı açısından büyük önem taşıyor.

-Çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında ve belgesellerinizde çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor?

Genellikle beni duygusal anlamda etkileyen ve hayatıma dokunan hikayeleri anlatmaya çalışıyorum. Karşımıza çıkan her şeyin küçük ya da büyük bir anlamı olduğuna inanıyorum. Sanatçı önce içinden çıktığı topluma ve coğrafyaya karşı kendini sorumlu hissetmeli. Ben şimdiye kadar kendi toprağının hikayelerinin izini süren bir yönetmen oldum. Bazen de çok etkilendiğim bir yer/mekan hikayelerimin çıkış noktasını oluşturabiliyor. Bazen de anlatılmayı bekleyen toplumsal bir mesele ve sorun varsa bu konuda bir şeyler yapmam gerekliliğini hissedip sinemanın olanaklarıyla refleks gösteriyorum.

- Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu?

Filmlerimde oyuncu seçimleri konusunda özenli davrandığımı söyleyebilirim. Belgesel alanında bunu profesyonel bir meslek olarak sürdüren oyuncular olmasa da toplumsal oyunculara yer veririz. Konuya hakim ve hikayenin öznesi konumunda olabilecek potansiyelde, kendini iyi ifade eden insanları ele almaya çalışırım. Ona biçilen rolü oynaması değil, kendini en doğal haliyle kameraya sunmasını isterim. Yan karakter seçimleri de belgeselde büyük önem taşır. Genellikle diğer karakterin aynası konumunda olabilecek, katalizör görevini üstlenebilecek konumda olan yan karakterler seçmeye çalışırım. Bu seçim bazen ben de ana karakter seçiminden de önemli bir hal alıyor. Belgesel karakterinize, hikayeyi ne için anlattığınızı, ondan ne beklediğinizi ve hangi düşünceyi yansıtmak istediğinizi detaylı bir şekilde anlatmanız gerekiyor. Ayrıca çekim yapmanın çeşitli zorlukları olduğunu ve zaman alacağını iyi anlatmak gerekiyor. Eğer bunlar iyi ifade edilmezse anlattığınız kişiyle iletişim problemi yaşarsınız ve bu kopukluk süreç içerisinde en büyük zorluk haline gelebilir.

-Yeni projeleriniz, uzun metraj film çekme  planınız  var mı?

Uzun zamandır üzerine düşündüğüm ve çekmeyi hayal ettiğim, gerçek bir hayat hikayesini ele alacağım uzun metrajlı bir sinema filmi projem var. Bu projeyi geliştirmeye devam ediyorum ve yapımı için kaynak bulduğum doğru zamanda harekete geçmeyi planlıyorum. Bunun yanı sıra gerçekleştirmeyi planladığım birçok belgesel projem var. Şu anda bir belgesel serisi hazırlıkları yapıyorum ve bu alanda çalışmalarıma devam ediyorum.

-Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler?

Sevdiğim yazarlar Buket Uzuner, Jack London, Nasuh Mahruki… Bunun yanı sıra genellikle bilgi edinebileceğim ve kişisel gelişimime katkısı olacak kitaplar okumayı tercih ediyorum. Sevdiğim yönetmenlerden ziyade sevdiğim filmler var. Asgar Farhadi ve Nuri Bilge Ceylan filmlerini severim. Ron Howard, Dennis Villeneuve, Danny Boyle, Dardanne Kardeşler, Werner Herzog ve Micheal Moore’u da filmlerini sevdiğim yönetmenler arasında sayabilirim.

 

10 Ocak 2021 Pazar

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "FATİH YÜRÜR"

 

                                                                


Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Sinema sektörüne girme kararını nasıl verdiniz?

Buna klişelerden arınmış bir cevap bulabilmek zor. Kendimi sinemanın içine doğmuş gibi hissediyorum. Hatırlayabildiğim ilk film, bir Stephen King uyarlaması olduğunu yıllar yıllar sonra öğrendiğim “Sometimes They come Back” filmi olmuştu. 4 yaşındaydım, altyazı okumayı bilmiyordum ve filme dair hatırladığım tek şey, yanlarında alev desenleri olan siyah Buick arabaydı.

Çok ilginçtir, geçenlerde yıllardır görmediğim ilkokuldan bir arkadaşımla karşılaştım. Bana çok uzun zaman önce unuttuğum ilginç bir detayı hatırlattı. Mesela bir haftasonu ailece bir filme gitmişsek, tenefüs aralarında, gönüllü arkadaşlar bulup, o sahneyi sınıfta canlandırmaya çalışırdım. Daha doğrusu çalışırmışım. Bu gerçeği uzun zaman önce unuttum sanırım. Yani sinemanın içinde olma, o hayale dokunma isteği çok çok uzun zamandır varmış bir yanımda. Çocukken, izlediğim bir filmin devamını çektiğimi hayal ederdim hep. “Terminatör 3 olsa da çeksem”, “Bana da bir Elm Sokağı Kabusu falan çektirirler mi acaba büyüyünce?”. Hayallerimin çapı epey genişmiş yani o zamanlar.  

Elime kamera alıp “bir şeyler” çekme isteği her zaman vardı ama bunun bir yere varabileceğini açıkçası hiç bir zaman düşünmedim. Lisede çakma korku filmleri çekerdik. “Bir şeyler çekelim” kıpırtısı hep vardı yani ama asla ciddiye alamadık kendimizi bu konuda.

Görsel İletişim Tasarımı bölümünde lisans eğitimi gördüğüm zaman da durum aynıydı. Bir şekilde bir film çekecektim ama ne zaman? Nasıl? Her aşamasıyla tek tek uğraşmak isteyeceğim bir hikayem olmadı bu süreçte. Fotoğrafa merak sardım, grafiker olarak hayatımı sürdürdüm, çizgi roman senaryoları yazdım. Sanki bile isteye film yapma tutkusunu engellemek ister gibiydim. 10 seneyi aşkın bir süre sinema yazarlığı yapmış olmak da, sinema ile bağımın kopmamasını sağladı ama işin mutfağında olmak istiyordum. Yine de bu konuda cesur adımlar atabildiğimi söyleyemem.

Kocaeli Üniversitesi’nde Radyo Sinema Televizyon bölümünde yüksek lisansa başladığımda işin rengi biraz daha değişti tabi. “Zemin Kat” adlı ilk kısa filmimi çektikten sonra, magnum opus devri bitti. Sürekli yazıp çizmem gerektiğini anladım. Şu sıralar üretim aşaması, mesleki öncelikler sebebiyle geri planda kalmış olsa da, yolculuk devam edecek gibi görünüyor.

                                                              


 Film sektörüne kısa film ile başlama kararınızın sebebi neydi? Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

Aslında ülkedeki en yanlış algılanan meselelerden birisi bu. Hem içerik hem de estetik anlamda kısa metraj ile uzun metraj filmlerin başka galaksilere mensup olduklarına inanıyorum. Kendi adıma, kısa filmlerimde, kısa film estetiğini doğru kullandığıma pek inanmıyorum. Benim filmlerim çoğunlukla, uzun metrajlı filmlerin uzun bir sekansı gibidir. Yani aslında uzun metrajlı film çekme arzum daim ama imkanlarım kısa film çekebilmeye elveriyor. Bir çeşit kaçış yolu yani.

Bu, benim kanlı canlı bir örnek teşkil ettiğim, tamamen yanlış bir durum. Bu yanlış değerlendirme ve hasarlı üretim pratikleri; ülkemizde yerleşik bir kısa film dilinin gelişmesini engelliyor gibi geliyor bana. Yani kısa filmi bir sıçrama tahtası olarak görmek, kısa film estetiğinin değerini en baştan düşürüyor. Diğer yandan da elinizdeki imkanları kullanarak kendinizi göstermek istiyorsunuz. Kısa film, bunun için harika bir fırsat. Size daha çok manevra kabiliyeti sağlıyor, eteğinizdeki taşları dökebilmeniz için de güzel bir zemin hazırlıyor.

Şu sıralar kafamda, gerçekten de kısa film estetiğine uygun olduğunu iddia edebileceğim birkaç proje var. Biraz cesaret biraz da zamanlama gerektiriyor. Biraz da pandemi sürecinin “durdurma enerjisi”nin sona ermesini bekliyorum.

Belgesel yönetmenliği de yapıyorsunuz. Türkiye’de kısa film ve belgesel yönetmenliği olmanın zorlukları nelerdir? Türkiye’de ve dünyada belgesel-kısa filme bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle en büyük sorunumuz ödenek bulma sıkıntısı. Eğer gerçek anlamda “bağımsız” ya da “gerilla” projeler üretiyorsanız, ödenek bulabilmeniz zorlaşıyor. Diğer sorun ise, hikayenizin ulaşmasını hedeflediğiniz insanların, bu türden üretimleri pek de ciddiye almaması. Yani uzun metraj bir belgesel yaptığınızda “2 saatlik belgesel mi olur?” gibisinden bir tepki alıyorsunuz artık. Bir kaç yıl öncesine kadar duyamayacağınız şeylerdi bunlar. İnsanların üretimlere şans tanıması için iyi bir referansın ya da iyi bir reklamın peşine takılmaları gerekiyor. Bir filmin kendisinden çok, hakkında yazılıp çizilenlerle ilgilenmeye başladık artık.

Youtube’un izleme kültürü üzerinde önemli bir etkisi var. Yani tamam, elbette Youtube vazgeçilmez bir platform ve her türden üretimimiz görünür kılmanın en kestirme yolu ama izleyici kitlesinin artık her şeyi seriden mideye indirilebilir piyasa kaşarı şeklinde değerlendirme durumu çok da sağlıklı bir üretim aralığı sunmuyor. Bu “kuralsızlık” bir tarafıyla da kendi kurallarını oluşturuyor”. Artık her şeyin ciddi ciddi kalıplara, kurallara, kısıtlamalara indirgendiği bir kültürün içindeyiz ve bu kültür içerisinde hareket edebilmek git gide zorlaşıyor.

Yine de bu yıl Altın Portakal’da yarışan filmler umut verici. Belgesel türü, bu kısıtlanmışlık içerisinde çok ciddi bir anlatı odaklı başkaldırıya dönüştü. Bunun değerini iyi bilen yeni jenerasyon sinemacılarımız var artık. Henüz izleme fırsatı bulamasam da yakından takip ettiğim Alican Abacı’nın “The Edge of the Cliff” ülkemizde çok sık denenmeyen cinsten bir belgesel örneği olarak, kaygıları açısından önemli bir yapım. Daha önce birlikte pek çok platformda kalem salladığım Serdar Kökçeoğlu’nun “Mimaroğlu” belgeseli de türe taze bir nefes üfledi diyebilirim. Deniz Tortum’un “Maddenin Halleri” filmi de aynı şekilde izleyici için bir ödüldü.

Türkiye, belgesel açısından bir derya. Özellikle de kayıp bir sinemamız olduğu düşünüldüğünde, sadece sanatsal arkeoloji açısından bile gün yüzüne çıkmayı bekleyen pek çok değer var. Aslında Youtube kanalımız olan Retroville’de de biraz bu tarafa eğildiğim belgeselcikler tasarlamaya çalışıyorum. Diğer yandan da multidisiplinel çalışmak artık bir gereklilik. Bu sebeple her mecranın diline de bir şekilde hakim olmak gerektiğini düşünüyorum açıkçası.

 Çizgi öykülerin senaristliği ve kurgusal fotoğrafçılık diğer ilgi alanlarınız.  Bu çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Bu alanlarda sizi tanıyabilir miyiz?

Aslında çizgi öykü senaryosu yazma ihtiyacı, yeteneklerimi kullanamadığım bir dönemde, elimde sadece kalemim ve kağıdım varken giriştiğim bir savaştı diyebilirim. Ülkemizde gerçek anlamda bu türü destekleyecek, yüreklendirecek ödenekler yok. Çizgi öykü üretmek ve bu işten “suyun üzerine kalabilecek kadar para kazanmak” yıllardır, acıklı bir gündüz düşünden öteye gidemedi.

Cem Özüduru gibi, Selçuk Ören gibi ya da Ege Avcı gibi yetenekli çizerler, kendi öykülerini kendi çizgileri ve tasarımlarıyla raflara çıkarabiliyorlar. Bu gerçekten büyük bir takdiri hak ediyor. Aynı şekilde Youtube kanalımız için de birlikte içerik ürettiğimiz Yigilante Kocagöz ile Deniz Ozan Coşkun’un “Karadut Ekspresi” çalışması da “yazar – çizer işbirliği” açısından önemli bir adım oldu. Bu işler beni gerçekten de heyecanlandırıyor ama karşılığını tam olarak bulamadığını biliyorum, yakından da gözlemliyorum. Üretim yok diyemeyiz ama yeterli değil tabi. Biz de olanlara sıkı sıkı sarılmayı görev ediniyoruz tabi.

Kurgusal fotoğrafçılık da bir yanıyla görsel kaslarımı geliştirdiğim oyun alanım diyebilirim. Son zamanlarda bu ekseni terk edip tamamen doğa fotoğrafçılığına döndüm. Uzun yıllardır fotoğraf ile ilgileniyorum ama bu ilgimi hiç bir zaman profesyonel bir alana taşımadım.

 Senaryolarınız çıkış noktalarını öğrenebilir miyiz?

Bunu söylediğim için dayak yiyebilirim ama söz konusu kısa film olduğunda çoğunlukla bir “an”dan esinleniyorum. Bu bizzat tanık olduğum bir “an”olabilir. Bir fotoğraf karesi olabilir. İzlediğim bir filmin arka planındaki bir detay da olabilir. Kimi zaman bu detayları zihnime kopyaladığımı bile fark etmeyebilirim. Bir şekilde detaylandırdığım tüm hikayeleri, yazılı olarak değerlendirmeyi biraz daha uygun buluyorum aslında. Kısa film çoğunlukla bir görselin ilhamıyla vücut buluyor.

 “Psişik Celil ve Kişisel Devrim Antolojisi” kısa filmlerinizden biri. İsim ve konu olarak farklı bir çalışma. Kısa film izleyicilerini bu filmde neler bekliyor?

 Aslında bu epey eski bir proje ve ne yazık ki izleyici ile buluşmayacak. 2015 yılında, askere gitmeden önce, elimdeki teknik imkanları kullanarak, bir gün içerisinde, seriden çekmeyi planladığım bir kısa film projelendirmiştim. O zamana kadar yazdığım hikayelerin ve çektiğim kısa filmlerin bir parodisiydi. Bir tarafıyla, özellikle Türkiye’de kısa filmlerin durumuyla alakalı bir taşlamaydı diyebilirim. Neden kısa filmlerde kadınlar öldürülüyor? Neden insanlar birbirine silah doğrultuyor? Neden herkes, aklına gelen ilk fikrin muhteşem olduğuna inanıyor? Neden çalar saat ile uyanan ya da yatakta öylece gözünü açan insanlar bir filmin başlangıç noktasını teşkil ediyor?

Kurgu masasında, filmin istediğim gibi olmadığını fark ettim. Yine de filmde yer alan arkadaşlar, filmi bir yerlerde paylaşmışlardı sanırım. Film hiç bir zaman tamamlanmadı ama çok eğlendiğimizi hatırlıyorum.

 Kısa film hazırlık ve çekim süreçlerinizde nasıl bir çalışma izliyorsunuz? Oyuncu seçiminde iş kısa film olunca zorluk çıkıyor mu?

 Oyuncu seçimlerine çok çok özenmiyorum aslında. Öyle aman aman bir seçim süreci olmuyor. Mesela ilk filmim “Zemin Kat” bir haftasonu eğlencesi olarak tasarlanmıştı. Başrolde ben oynayacaktım. Bir kaç ay sonra filmin başrol oyuncusu Beşir ile tanıştım. Kendisinden filmimde yer almasını istemek uzun bir süre aklımın ucuna bile gelmedi. Derken bir gün, Burak Aktürk’ün kısa filminde kendisini gördüm. Yüzü ekrana epep yakışıyordu ve biz de film boyunca bir adamın yüzünü farklı açılardan görecektik. Beşir’i bir şekilde öyküye yakıştırdım ve süreç ilerledi.

“Geleceği Olmayan Adam” filminde ise daha farklı bir yol izledik. Bu noktada “Kako Si?” filminin de yönetmenliğini üstlenmiş olan Özlem Akovalıgil’in önemli yardımları oldu. Arda Kavaklıoğlu ve Emir Çiçek ile uzaktan uzağa tanışmamızın akabinde filmin çekimleri başladı. Karakterler, benim hayal ettiğimden daha etkileyici oldular.

Oyuncu yönetimi konusunda ahkam kesemem ama çalıştığım herkesten bir şeyler öğrendiğime inanıyorum. Aslında bizler oyuncuları seçmiyoruz, oyuncular bir şekilde bizleri seçiyorlar. Bunu kendimize hatırlatmamız gerektiğini düşünüyorum.

Mekan arayışına çok önem veririm. Yani o konuda kronik bir rahatsızlığım var. Mekan arayış süreci, çoğu zaman filmin çekim sürecinden bile çok daha eğlenceli hale gelebilir.

Oyuncularla bir araya gelmek, onları tanımak, vakit geçirmek, ilk okumayı yapmak... bütün bu süreçlerden keyif alıyorum.

En çok sıkıntıya girdiğim süreç ise muhtelen kurgu aşamasının ilk saatleri. Görüntüleri seçmek ve ses kurgusu ile uğraşmak. Gerilla film yapmanın en büyük sıkıntısı, bütün süreçlerle tek başıma ilgilenmek. Sürecin her aşamasından önemli bir keyif aldığımı söyleyerek yalana sarılmam anlamsız. En sıkıldığım kısım ses kurgusu ve miksajı!

Tabi, filmin görsellerini de genellikle ben tasarlıyorum. Filmlerimin posterlerini tasarlama süreci de keyifli bir süreç diyebilirim. Çoğunlukla film bitmeden önce tasarladığım için de, değeri yüksek bir “ara gaz” oluyor. Tek sorun, o gazın hızlı sönmesi...

 Kısa film yönetmenliğinim meslek hayatınızdaki yeri nedir?

Kısa filmden, yazdığım kitaplardan ya da çektiğim fotoğraflardan asla para kazanmadım. Yani kısa film üretmek benim için bir “meslek” olmadı ama para kazandığım sektör halihazırda reklam ve prodüksiyon sektörü. Mesleğimi kazanmamı sağlayan, bir kısa film oldu. Prodüksiyon dünyasına dair her şeyi de bu sayede öğrendim diyebilirim. Belki de bu alanın amatör ve bakir kalması daha iyi oldu kim bilir?

 Son olarak yeni kısa film , uzun metraj film projeniz var mı?

Bir kaç kısa film projem var aslında ama şu sıralar daha çok belgesel sinema ilgimi çekiyor. Uzun süredir üstünde çalıştığım uzun metrajlı belgesel projemiz “Milyon Dolarlık Afiş” geçtiğimiz ay itibariyle noktalandı. Kafamda bir başka belgesel projesi daha var ve tamamlanmayı bekleyen bir de uzun metraj kurmaca film projem var tabi.

Bu işten para kazanmıyor olmak ne yazık ki zamanımızı bölüyor. Yani, hayatımızı sürdürmek için başka işler yapıyoruz ve hayatımızın kalan kısmında da nefes alıp vermemizi sağlayan üretimlere yöneliyoruz. Bu durumdan şikayetçi miyim ona da emin değilim ama bir şekilde tüm enerjimi sadece sinemasal üretime, araştırmaya, kazımaya, yaratıma ayırmayı da isterdim. Yine de bu yanlış anlaşılmasın. Karamsar değilim.

Bence bir dönüm noktasındayız. Kalplerimizi ferah, kılıçlarımızı keskin tutalım...

 

 

7 Ocak 2021 Perşembe

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "ZEYNEP DİLAN SÜREN"

                                                              


-Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

94 yılında Kastamonu’da doğdum. Bahçeşehir Üniversitesi’nde Sinema ve Televizyon okudum. Şu an Kadir Has Üniversitesi Film ve Drama bölümünde Yüksek Lisans eğitimim devam ediyor. Son 3 senedir bu sene İstanbul Film Festivalinde açılışını yapan Büyük İstanbul Depresyonu isimli filmim için çalışıyorum.

-Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz,  bu yola giriş sebebiniz neydi?

Ortaokulda sinemayla ilgilenmeye ve yönetmen olmak istemeye başladım. Liseyi okumak için İstanbul’a geldim. Yatılı olarak Vefa Lisesinde okumaya başladım. Beni yaşadığım şehirden İstanbul’a sürükleyen de sinemaydı aslında. Sinema Kulübüne girdim ve Sinema kulübü hocamız Canan Akbaş bize ilk haftaydı sanırım hadi herkes haftaya bir kısa film fikriyle gelsin dedi. Ben cidden bütün bir hafta bunu düşündüm ve bir fikirle gittim. Sonra cidden çektim de o fikri. Ve yapılabileceğini görmüş oldum. O ilk filmimle Galatasaray Üniversitesi’nin düzenlediği Sinepark Kısa Film Festivalinde liseler arası kategoride ödül aldım. Canan Hoca’nın desteği, kısa film çeken arkadaşlarımın olması, bu ödül, yapılabileceğini görmüş olmak ben de devam edebilirim hissi oluşturdu. Burada kısa uzun diye bakma yok aslında o yaşta o imkanlarla ve tabi ki başlangıç olarak kısa mantıklı olduğu için kısa oldu.

 “Ben Neden İntihar Etmişim?”, “Neden?”, “Rozerin” ve Büyük İstanbul Depresyonu” yönetmenlik yaptığınız kısa filmler. Filmlerinizde  genel olarak  hazırlık ve çekim süreçlerinde  sizi neler zorladı?      

İlk 3 film lisede çektiğim filmler. Benim hem yapımcı hem görüntü yönetmeni hem kurgucu olduğum, arkadaşlarımla yaptığım filmler. O kadar uzun zaman geçti ve o kadar güzel hatırlıyorum ki neler zorladı beni bilemedim. Sanırım Büyük İstanbul Depresyonunu da katarak diyebilirim ki en zorlayan şey devamlılığı sağlamak. Bir sürü moral bozucu, heves kırıcı ya da direkt filmin gidişatını etkileyecek engelleyecek şeyler yaşanıyor. Bütün bunlarla mücadele etme gücünü kendinde bulmak… Sabretmek ve bu sabrın devamlılığını sağlamak en zoru sanırım.

-Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

Herkes için değişir. Uzun metraj çekmek isteyen ama türlü sebeplerle buna gücü yetmeyen biri için kısa elbette uzun için bir aşama olabilir. Bu kısayı daha değersiz yapmıyor bence. Kimisi de hiç uzun metraj çekmeyi planlamayarak kısa film yapmak istediği için kısa film yapar.

- Kısa filmin,  meslek hayatınızda nasıl bir yeri var?

Şu an itibariyle meslek hayatım başladı mı tam emin değilim maalesef.

                                                                         


-Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz?

Pek bilmiyorum bu konuyu açıkçası. Umarım geleceği çok iyi olur. İnsanlar daha fazla kısa film izlemek ister, izlenecek platformlar artar. Bu sayede sinemacılar kısa film yapsam da kim nereden izleyecek ki diye bir kaygısı olmadan üretir. Blutv, Mubi gibi platformların Türkiye Sinemasının son dönemlerinden kısa filmlere yer açması çok sevindirici bence. Daha da çok kısa film dijital platformlarda yer alsa keşke.

-Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin tanıtımı ve devamı için?

Değil bence. Daha çok olsa daha iyi. Ama yukarıda değindiğim gibi dijital platformlar kısa filmin tanıtımı ve devamı için daha önemli bir alan olabilir gibi geliyor. Kısa filmi sanki yine sinemacılar izliyor daha çok. Bu platformlarda kısa film daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşsa mesela o zaman belki bu festivallere de yansıyabilir.  

-“Dünyada kısa filme bakış açısı” ile “Türkiye’de kısa filme bakış açısı” arasında  farklar var mı? Varsa bunun nedenleri neden olabilir, bu nedenleri nasıl ortadan kaldırabiliriz?

Bu da bilmediğim bir konu dünyadan kısa filmler izlesem de çok araştırmıyorum gerisini. Bu da benim eksikliğim.

-  Çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor?

Onu ben de anlamıyorum. Bir bakmışım kafamda sahneler dönüyor, karakterler koşturuyor. Biraz kafamda bir şeyler birikince oturup üzerine düşünmeye onu şekillendirmeye başlıyorum sanırım. Bu yüzden çıkış noktası nasıl oluyor cevap vermekte zorlanıyorum. Bir anlamlandırma çabası olabilir. Yaşam çok zor ve karmaşık. Hepimiz sürekli sorular soruyoruz kendimize. Kimimiz için de bu sorularla boğuşmak kurmacayı devreye sokuyor belki. Çok yeni ortaokuldayken filmlerle ilgili not aldığım defterimi budum. Depremde eşi ve çocuğunu kaybeden bir kadınla ilgili bir film notu almışım. O kadar ilginç geldi ki. Acaba o yaşta ne düşünerek böyle bir şey kurgulamışım merak ettim.

- Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu?

Oyuncu seçiminde şuna dikkat ederim diyebileceğim kadar bir deneyimim oluşmadı sanırım. Son filmim hariç arkadaşlarım, tanıdığım insanlardı oyuncular zaten. Ama oyunculuk diğer tüm meslekler gibi bir meslek. Yönetmen ve oyuncu da çalışma arkadaşı. Olaya bu şekilde yaklaşınca çalışma koşulları uyduğu takdirde herkes herkesle çalışabilir gibi geliyor.

 - “Büyük İstanbul Depresyonu” en son çektiğiniz kısa filminiz. Filmde üniversiteyi henüz bitirmemiş iki genç kadın hikayesi görüyoruz. Film hikayesi nasıl ortaya çıktı, neydi size “Büyük İstanbul Depresyonu”nu yazdıran?

(Filmde aslında üniversiteyi bitirmiş iki genç kadın görüyoruz),

Filmin fikri ben üniversiteyi bitirmeye daha 2 sene varken aklıma gelmeye başladı. Maalesef üniversitenin tadını çıkaramadan mezuniyet kaygısı başlıyor birçok insanda. Ben de onlardan biriydim. İstanbul’a eğitim için geldiğime göre eğitimim bittiğinde uzun süre iş de bulamazsam ne yaparım diye düşünüyordum ister istemez. Ben senaryoda ilerledikçe mezuniyetim de yaklaşıyordu. Yaşayanların bileceği gibi o dönemlerde insanın başka bir gündemi olamıyor. Arkadaşlarla her konuşma oraya çıkıyor. Sanki zaten Büyük İstanbul Depresyonu dışında bir film yapamazmışım gibi geldi şimdi. Gündemim oydu çünkü. Öyle bir gündem ki diğer her şeyi önemsiz kılıyor senin için.

 -Filmde iki kadın var. Ayşe ve Didem. Kendinizi yakın hissettiğiniz karakter hangisi ve nedenini öğrenebilir miyiz?

İkisine de yakın hissediyorum. Bazen birine bazen diğerine. Yazmaya başlarken kendime bu 2 karakter hayatımdan birinin “a bu benim” diyeceği ya da “a bu sensin” diyebileceği bir karakter olmayacak demiştim. Ve bence başardım. İkisine de yakın hissediyorum çünkü ikisi de kendi içimdeki çatışmalardan çıktı. İkisine de hemen hemen eşit yakınlıkta hissettiğim zamanlar sanırım en iyisi.

-“Büyük İstanbul Depresyonu”nun  çekim aşamasında da  aslında  kadın dayanışması var diyebilir miyiz?

Evet var. Başından sonuna. Ben kadın dayanışmasına çok inanıyorum. Ezilenlerin dayanışmasına yani. Açıklama gereği duyuyorum çünkü hiç beklemediğim insanlar bile kadın dayanışması denilince bunu heralde ilkokuldaki kadın erkek atışması falan zannedip “ama kadınlar da” diye cümleler kuruyor. Kadın erkek eşitsizliğinin ciddiyetini kadınların ezilenler olduğunu ya görmüyor ya da görmek istemiyor insanlar. Öylesi daha kolay çünkü. Bir şeyleri görünce insanın tadı kaçıyor.  Kadın sinemacılar kadın olmanın zorluklarını dile getirince bile itici oluyorlar. Oysa biz kadınların ezildiğimiz yerden dayanışması ve bize verilmeyeni, bizden esirgeneni almak için birlik olmasından ve uğradığımız haksızlığı bağırmasından daha doğal ne olabilir? Ne yapalım cool olmak için yaşadığımız haksızlıkları görmezden mi gelelim. Bu soruyu bana sormanızın sebebi hem filmle hem ekibimizdeki kadın ağırlığıyla ilgili büyük ihtimalle mesela. Ama işte biz bunları konuştukça bazıları sinemanın kadını erkeği mi olur diyor. Çünkü biz kadın sinemacı deyince onların “sinemacı” değil “erkek sinemacı” olduğu ortaya çıkıyor. Kadın ağırlıklı ekipler görünce sinemada erkek ağırlıklı ekiplerin varlığı daha da sorgulanır oluyor. Bana insanlar sizin filmde erkekler çalışabiliyor mu diye şaka yapıyor mesela. Bu şakanın tersini duymamışızdır. Ben kadın dayanışması olmasa bu filmi yapamazdım bile. Ellerimizi üst üste koyup kadın dayanışması demiyoruz elbet. Biz kadın olduğumuz için dayanışıyoruz bile demiyoruz. Ancak bence ataerkil bu dünyada iki kadının birbirine destek olması kadın dayanışmasıdır zaten.

-Film sektöründe, özellikle kısa film alanında kadın yönetmenlerin yerini Türkiye ve Dünya’da nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyayı bilmiyorum. Türkiye’de gördüğümüz kadarıyla uzun metraja oranla çok daha fazla kadın kısa film yönetmeni var. Bu çok önemli bence. Bu neden böyle olabilir bunu düşünmek araştırmak gerekiyor. Mesela bakanlığın kısa filme verdiği en düşük destek sanırım 15 bin civarı uzunda da 500 bin. Uzun metraj pahalı ve önemli bir iş yani. Uzun maddi manevi çok daha riskli. Kısada kadın yönetmenler daha çokken uzunda bu kadar az olması bununla ilgili olabilir mi acaba? Sinemaya özel bir durum değil işte. Türkiye ve Dünyada kadınların durumu ortada. Aylardır İstanbul Sözleşmesi elimizden alınacak diye gerginiz. Polonya’da kadınlar kürtaj hakları için sokağa çıktı. Bedenimiz üzerinde söz sahibi olmaya çalışıyoruz. Annelikten vuruluyoruz. Engelleri aşmaya çalışıyoruz. Biraz dağıtmış olabilirim ama bunları konuşmadan kadın yönetmenlik konuşamıyorum.

-Yeni projeleriniz, uzun metraj film çekme planınız  var mı?

Evet, uzun metraj için bir senaryo yazmaya başladım. Ama çok çok başındayım.

-Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler?

Yıllardır bu soruya ne cevap vereceğim diye karar kara düşünüp sorulunca da kaçamak cevaplar veriyorum. Hep favori yönetmenimi aradım. Ama kafamda bu durumu abarttıysam biraz demek bir türlü şu diyemedim. Sevdiğim yönetmenler değil de şimdi filmi çıksa heyecanla koşa koşa gideceğim yönetmenleri düşündüm. Yani son filmlerinden dolayı acaba bir sonraki işleri ne olacak diye düşünmeden edemediğim şu an aklıma gelen yönetmenler. Senem Tüzen, Andrea Arnold, Nadav Lapid, Xavier Dolan. En sevdiğim yazar ise Elif Hümeyra Aydın.

4 Ocak 2021 Pazartesi

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "MURAT ÇETİNKAYA"

 

                                                                   


Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

 1986 doğumluyum. Lisans eğitimimi İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema bölümünde tamamladım. Bitirme filmim ve ertesi yıl yaptığım ikinci kısa filmimden sonra senaryo yazımı aşamasında yönetmenlik aşamasından daha fazla zorlandığımı gördüm ve kendimi senaryo alanında geliştirmek için İngiltere’de London Film School’da Senaryo Yazımı alanında yüksek lisans yaptım. Sonrasında akademiye devam ettim. Hem Medya Çalışmaları hem de sinema alanında doktora öğrencisiyim. Akademik formasyonumun bana önemli katkıları olduğunu düşünüyorum. Bir sinemacı olarak sinemayı kavrayışımın güçlenmesinin yanında, çevrelendiğimiz gerçekliğe yönelik algım berraklaştı. 2019’dan beri üniversitelerin sinema bölümlerinde öğretim görevlisi olarak çalışıyorum. Sinema öğretmeyi seviyorum. Aklımdaki filmleri yaparken aynı anda sinema eğitmenliği yapmaya devam etmek istiyorum.

 Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz, bu yola giriş sebebiniz neydi?

 İlk iki kısa filmimi yaparken kısa film benim için uzun metrajlı film yapmaya hazırlık anlamına geliyordu. Kısa filmin özgünlüğünü henüz yeteri kadar keşfetmemiştim. Kısa filme şu anda duyduğum kadar saygı duymuyordum ve kısa film üzerine şimdiki kadar fazla düşünmüyordum. İkinci kısa filmim Asker’i yaptıktan sonra kısa filme yönelik kavrayışım güçlendi. Kısa film izlemekten de yazmaktan da eskisinden daha fazla keyif alıyorum. -Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda? Henüz uzun metrajlı film yönetmediğim için bu konuda kesin gözlemlerim olamadı. Uzun metraj çekmiş olsam, kesin bir şekilde “kısa film çekmiş olmak uzun metraj çekerken işimi kolaylaştırdı” gibi cümleler kurabilirdim ama bunu şu anda yapamıyorum. Ancak, üç kısa film yönetmiş olmamın yönetmenliğe yönelik kavrayışımı geliştirdiğini söyleyebilirim. Uzun metrajlı film çekme şansı bulursam bu olgunluktan yararlanacağımı hissediyorum. Kısa film yönetmek, yönetmenliğin tüm unsurlarını içeriyor. Bu nedenle, uzun metrajlı film için kolları sıvamadan önce kısa film / filmler çekmenin bir yönetmen için çok yararlı olduğunu düşünüyorum. Sanırım şunu da hesaba katmak lazım: Uzun metrajlı bir film yapmak yıllara yayılan bir süreç. Senaryo yazımı, doğru yapımcıyı bulmak, finansman bulmak için platformlarda yarışmak, yeni destek başvuruları yapmak, ret almak ve gelecek başvuru döneminde tekrar başvurmak derken, projenizin gerçekleşmesinin söz konusu olması bile uzun zaman alabiliyor. Bu aşamalarda kısa filmler üretmek bir yönetmenin yönetmen olarak aktif kalmasını da sağlıyor. “Ben artık kısa film yapmam, uzuna odaklanacağım” dedikten sonra yıllarca uzun metraj çekemediği için motivasyonunu yitiren, özgüvenini kaybeden, pasifleşip sektördeki bağlantıları zayıflayan insanlar tanıyorum. Kısa film üretmek bu duruma düşmeyi engelliyor sanırım. Üstelik, yaptığınız her iyi kısa filmle birlikte bir yönetmen olarak daha ciddiye alınıyorsunuz. 

Kısa filmin, meslek hayatınızda nasıl bir yeri var? 

Kendimi kısa film yönetmeni olarak tanımlıyorum. Kısa film izlemek ve kısa film üzerine düşünmek benim rutinim. Dördüncü kısa film projemi gerçekleştirmek istiyorum. Ulusal ve uluslararası üst düzey kısa filmleri takip ediyorum. Bunun yanında, öğretim görevlisi olarak kısa film yapım dersi veriyorum. Benim için sinematik seviyesi yüksek kısa film üretimi yapmak sinemacı olmak anlamına geliyor. Sinemacı olmak için uzun metrajlı film üretimi yapmanın kesin koşul olduğu kanısına katılmıyorum.

                                                                


Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz? Türkiye’de kısa film üretimi artıyor ve kısa filmlerin seviyesi yükseliyor. İki açıdan da 2000’li yılların başlarına kıyasla çok daha iyi durumdayız. Bildiğim kadarıyla 20 - 25 yıl önce festivaller kısa film seçkisi oluşturmakta bile zorlanıyorlardı. Sayı giderek arttı, kalite de. Şu anda her yıl yetenekli yönetmenlerden oldukça iyi kısa filmler izliyoruz ve her yıl Türkiye yapımı filmler uluslararası alanda prestijli festivallere kabul ediliyor. Kendi jenerasyonumdaki yönetmenler arasında beni heyecanlandıranların sayısı az değil. 5 – 10 yıl içinde onların iyi uzun metrajlı filmlerini de izleyeceğimizi düşünüyorum. Bu yönetmenler kısa film yaparak olgunlaştılar. Gözlemlediğim kadarıyla kısa film yönetmenleri, nitelikli 8 - 10 festival ve kısa filme değer veren sinema yazarları arasında verimli bir etkileşim var. Sinemamızda kısa filmi şu anki seviyesine gelmesi bu etkileşim sayesinde oldu. İFSAK, Hilmi Etikan ve Yıldız Etikan öncülüğündeki İstanbul Kısa Film Festivali, Zeynep Ünal, Mithat Alam Film Merkezi, Altyazı dergisi, İzmir Kısa Film Festivali, Selim Evci öncülüğündeki Akbank Kısa Film Festivali, İstanbul Film Festivali’nin kısa film kategorisinin oluşturulduğu yıldan geçen yıla kadar ön jüri olarak görev yapan Serdar Kökçeoğlu, Ankara Film Festivali kısa film kategorisi direktörlüğünü 8 - 9 yıl boyunca üstlenip şu anda Engelsiz Filmler Festivali’nin direktörlüğünü yapan Kıvanç Yalçıner ve Ezgi Yalınalp gibi kısa film gurularının yıllardır kısa filme saygı gösterip, kısa filmin ciddiye alınır hale gelmesinde, eleştirel ilgiye değer görülmesinde, kısa film eleştirisinin ve değerlendirilmesinin kurumsallaşmasında çok büyük emekleri ve katkıları var. Yani aslında kısa filmin kurumsallaşması, profesyonel bir alan haline gelmesi için uygun zemin var Türkiye’de. Bu zemini daha iyi değerlendirmek, sinematik kimliklerini, özgün seslerini bulmakta olan kısa film yönetmenlerinin yükselişlerini sürdürüp iz bırakan sinemacılar olma yoluna girmelerini sağlamak adına, bahsettiğim kişi ve kurumların ve onlar gibilerin kısa filme daha fazla destek olabilmeleri için uygun ortam oluşturulmalı. Bu insanlar hala festival bütçesi oluşturmak için kişisel çabalarıyla uğraşıp durmalarına gerek kalmadan imkanlar önlerine sunulmalı. Devlet tarafından onlara “kısa film için ne yapabiliriz?” sorusu sorulmalı ve önerdikleri projeler değerlendirilmeli. Daha kısa anlatmak gerekirse, bu kişilerin kısa filmi daha da yükseltmesi için onlara destek olunmalı. Çok değerli bir kısa film üstadının bana şunu söylediğini hatırlıyorum: “30 yıl oldu ama hala her yıl biyografi yazıp bütçe için başvuru yapıyorum. Oysa bana sorulmalı “bir isteğiniz var mı? Size nasıl destek olabiliriz? Nasıl projeler üretebiliriz?...” Bu kişinin bu sözleri beni etkilemişti.

  Ek olarak, kısa film festivalleri daha ciddi planlamalar yapmalılar. Maddi desteklerin artması ve daha iyi planlanması gerekiyor sanırım. Festivaller dahilinde kısa film yapım bütçesi sunan Forum kategorilerinin sayısı artıyor. Bu olumlu bir gelişme ama sayı hala az ve sunulan bütçeler düşük. Belki de her festivalin Forum kategorisi olmalı. Bu konu bir kenara, kısa film festivalleri kısa film yönetmenlerine daha fazla destek olmak, hem de kısa filme duyulan saygıyı artırmak için seçkilerine aldıkları kısa filmlerin yönetmenlerine küçük de olsa bir telif ücreti ödemeliler. Bildiğim kadarıyla bunu şu anda sadece 2 festival yapıyor. O da oldukça düşük bir telif ücreti.

 Kısa filmin sinema profesyoneli olmayan izleyici düzeyinde keşfedilmesi ve popülerleşmesi, kısa filmin de profesyonelce üretilmiş, üst düzey bir iş olduğunun halk tarafından anlaşılması çok önemli bir konu ama bunun için ne yapmak lazım pek bilmiyorum. Blue TV ve Akbank Kısa Film YouTube kanalı bir süredir festivallerde dikkat çekmiş iyi kısa filmlerin gösterimine başladı. Benim de yarıştığım 8. Malatya Film Festivali uzun metrajlı filmlerden önce seçkideki bir kısa filmi gösteriyordu. Bu sayede, o uzun metrajlı filmi izlemeye gelen tüm salon kısa filmi de izliyordu. Bu gelişmeleri seyircinin kısa filmi keşfetmesi adına değerli buluyorum. Bu gibi girişimlerin sayısı artmalı. 

“Dünyada kısa filme bakış açısı” ile “Türkiye’de kısa filme bakış açısı” arasında farklar var mı? Varsa bunun nedenleri neden olabilir, bu nedenleri nasıl ortadan kaldırabiliriz?

 Dünya genelindeki tabloyu çok da iyi bilmiyorum ama ülkemizden çok farklı olmadığını düşündürten şeyler görüyorum. Kısa film bütçesi bulmak Avrupa’da da çok zor. Kısa film satışları Avrupa’da da çok düşük ücretlere gerçekleşiyor hatta orada da burada da bir kısa filmin satışı yok denecek kadar ender gerçekleşen bir şey. Amerika’yı ve Uzak Doğu’yu pek bilmiyorum. Uluslararası saygın festivallerde gördüğüm kısa filmler, oralarda kısa film üretiminin ülkemize kıyasla daha profesyonel bir çalışma şekli ile gerçekleştiğini gösteriyor. Ülkemizde kısa filmler çoğunlukla yönetmenin ve güvendiği birkaç ekip arkadaşının kısıtlı zaman ve koşullar altında gönüllü çalışması ile gerçekleşiyor. Belki de filmler daha uzun zamanda, daha detaylı ve titiz tasarlanarak, daha yüksek bütçelerle ve daha profesyonel uzmanlarla iş birliği içinde üretilmeli.

 - Çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor? Sizin öykü çalışmalarınız da var. Ayrıca Senaryo yazımı üzerine eğitiminizde aldınız. Yazım sürecinizi anlatır mısınız?

 İlk kısa filmimin çok sevdiğim bir öykünün uyarlamasıydı. İkinci ve üçüncü kısa filmlerimdeyse çok farklı olarak mekandan yola çıktım. Asker’in de Sonsuz’un da hikayelerinin zihnimde çakmasını sağlayan anlar etkileyici bir mekan gördüğüm anlardı. Bu mekanlar beni harekete geçirdi ve bu mekanlarda geçen hikayeler yazdım. Asker’de de Sonsuz’da da geniş boşluklarda yalnız kulübeler gördüm ve zihnimde hikayeler başladı. İmgeden, mekandan yola çıkmanın bana sağladığı avantaj ve verdiği keyif, filmi yazmaya görsel düşünerek başlamamı sağlamış olması. Asker’i de Sonsuz’u da ilk andan itibaren atmosferi, karakter – mekan ilişkisini hayal ederek hatta görerek yazdım. Kısa film çalışmalarımın yanında uzun metrajlı filmler ve bir internet dizisi geliştiriyorum. Uzun metrajın ve kısa metrajın yazım süreçleri ve teknikleri tabii ki pek çok açıdan birbirinden çok farklı. Ortak noktaları, ikisinin de çok fazla acı ve mutluluk veriyor olmaları! Kısa da olsa uzun da olsa yazmak benim için çok sancılı bir aşama. Yazdığım bir sinopsisin ya da sahnenin beni bir şekilde heyecanlandırmadığını hissettiğim anda ortada bir sorun olduğunu düşünüp yazmayı bırakıyorum. Emin değilim ama sanırım yazmak büyük ölçüde tutku ve heyecanınızı ayakta tutabilmekle ilgili. Zihnimi internet ve telefon ekranı ile kirletmeden hikayemin dünyasına mümkün olduğunca fazla gömülüp orada yazdıklarımla heyecanlanabiliyorsam iyi bir şeyler yazdığıma karar veriyorum. 

- Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu? 

Önceliğim oyuncunun iyi bir oyuncu olması ve rol için heyecan duyması. Heyecan duymuyorsa iyi oyuncu da olsa ortaya verimli bir iş birliği çıkmıyor. Asker’de Kaya Akkaya, Sonsuz’da Serhat Kılıç ve Bülent Çolak canlandıracakları karakterler için gerçekten heyecanlıydılar. Emin değilim ama bu heyecan belki de iyi oyuncu olmaktan bile daha önemlidir. Konu kısa film olunca kariyeri yüksek oyuncuların heyecan duyması bazen zor olabiliyor. Bazıları senaryoyu isteksiz bir halde okuyup senaryo üzerine pek de düşünmeden sevimsiz bir tonda “Filmin için benden daha uygun biriyle çalışmalısın” gibi tuhaf cevaplar verip gidiyorlar. Bazen de senaryo üzerine biraz ukalaca ders veriyorlar. Sonsuz’un antagonisti için görüştüğüm ilk oyuncu Sonsuz’un senaryosunu okuyup “bu daha önce çokça yazılmış bir hikaye” gibi sözler söylemişti. Ben de cevap olarak “bu filmi özel kılan biçimi olacak” cevabını vermiştim ama kendisi hayal ettiğim biçimi merak bile etmedi. Kariyeri yüksek oyuncularla görüşürken bazen böyle şeyler olabiliyor. Pek üzerinde durmayıp, gerekli dersi çıkarıp hikaye için heyecan duyacak oyuncuyu bulmak gerekiyor. Sonsuz’da iyi ki bana ders veren o oyuncu rolü kabul etmemiş çünkü sonrasında o karakter için Bülent Çolak karşıma çıktı ve filmi anlayıp “çok ilginç bir film olabilir” diyerek beni dikkate aldı. Hem filmi ve karakteri anlamak için hem de işime hakim olup olmadığımı ölçmek için benimle karakter ve hikaye üzerine sürekli konuştu. İyi oyuncularla çalışmak istiyorsanız karşılarına iyi hazırlanıp, projenize çok hakim bir görüntü sergilemeniz gerekiyor. Bülent Çolak da, Kaya Akkaya da, Serhat Kılıç da ilk görüşmelerde filme dair nitelikli sorular sorarak işime hakimiyetimi ölçmüşlerdi. Benimle çalıştıklarına göre herhalde ikna edici bir görüntü sergileyebildim. 

Yeni projeleriniz var mı?

Yeni bir kısa film projem var. Senaryosu tamamlandı. Kaynak yaratmaya çalışıyorum. Bunun yanında uzun metrajlı film hikayelerim ve bir internet dizisi projem var. Bunlar tretman aşamasında. İnsan aklındaki tüm filmleri gerçekleştirmek istiyor ama kolay değil. Film yapma fırsatı bulmak zor ve fırsat bulduktan sonra gerçekleştirmek de oldukça uzun bir süreç.

Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler? 

Etkilendiğim yönetmenlerden aklıma ilk gelenler Kieslowski, Metin Erksan, Nuri Bilge Ceylan, Tayfun Pirselimoğlu, Angelopulos, Lynn Ramsey, Coen Kardeşler, Andrea Arnold, Yılmaz Güney, Godard, Kiarostami ve birkaç yönetmen daha. Türkiye sineması 90’lar kuşağının tamamı çok değerli. Sinema öğrenmeye başladığımız ilk yıllarda auteur sinemanın ne olduğunu onların filmlerini izleyerek anlamaya başladık. Etkilendiğim yazarlar arasından aklıma ilk gelenler ise: Yaşar Kemal, Tolstoy, Çetin Altan, Victor Hugo, Aziz Nesin, Ernest Hemingway, Thomas Bernhard, Charles Baudelaire, Yusuf Atılgan, Charles Dickens, James Russell Lowell, Boris Vian, Walter Benjamin.

2 Ocak 2021 Cumartesi

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "HATİCE AŞKIN"

                                                             



Türk Dili ve Edebiyatı mezunusunuz? Sinema ile yolunuz nasıl kesişti?

Aslında kişisel tarihimde anlatmayı en sevdiğim hikayelerden biri bu. Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olduğum zaman bir yandan Klasik Türk Edebiyatı üzerine yüksek lisans hazırlıkları yaparken bir yandan Pedagojik Formasyon eğitimine başlamıştım. Pedagojik Formasyon’daki dersler sırasında bir gün materyal dersinin sunumu için sınıfta bir kura çekmemiz istendi. Kurada projeksiyon yöntemiyle ders anlatma, radyo yöntemiyle ders anlatma gibi seçenekler arasından bana TV programı çekerek ders anlatma yöntemi çıktı. Ders için elime ilk kez bir kamera aldım ve bir TV programı çektim. Ertesi yıl kendimi Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde buldum. Her şeyi bırakıp sinema için risk alarak ikinci üniversiteye başlamam o an için çok çılgın fakat ilerleyen zamanlarda hayatımda aldığım en iyi kararlarımdan biri oldu.

Sinema, film sektörüne başladıktan sonra bu alanda kendinize bir ilerleme, yol haritası çizdiniz mi?

Film Tasarımı bölümüne başladığım andan itibaren aslında sinema sektörü deneyimleri de benim için başlamıştı. Kendime bir söz vermiştim; üniversitede her yıl bir film çekmek ve hep üretim içerisinde olmak. Bir yandan da kendimin en iyi versiyonuna ulaşabilmek için hep çok çalıştım. Bunun için hala da çok çalışıyorum. Öğrenmek ve gelişim sonsuz bir serüven. Aslında tüm kariyer gelişimim iplik yumağı gibi birbirine bağlı. Her yıl bir film çekerek içinde bulunduğum festivaller, bu festivallerde edindiğim networkler ve üniversitedeki eğitimime ek olarak katıldığım masterclassların hepsi hikayemi ilmik ilmik işledi.

 Beş kısa filminiz var. İlk filminizden, son kısa filminiz  APP’e kadar geçen sürede yönetmen  olarak  nasıl zorluklar yaşadınız? Bu süreçte neler değişti sektörde?

En başta okuduğum üniversite İzmir’de olduğu için İzmir – İstanbul arasında yarı göçebe yaşadığım bir serüvenin kahramanıydım. Hem fiziksel yolculuğunuz hem kariyer hem de dışsal yolculuğunuzun sizde yarattığı içsel yolculuk… Tam bir yolda olma hali. Müthiş bir adanmışlık istiyor. Akabinde bir filmi hayata geçirmenin ciddi maliyeti geliyor. Filminizi hayata geçirmek için başvurabileceğiniz ulusal ya da uluslararası pek çok platform var. İyi bir yönetmen olmadan önce bu fonlardan destek alabilmeniz için iyi bir senarist de olmanız gerekiyor. Hatta bir kısa film yapıyorsanız çoğu zaman yapımcılığını da siz üstlenmek durumunda kalıyorsunuz. Bir filmi en iyi şekilde bitirebilmek çok ciddi bir mücadele alanı aslında. Fakat gün sonunda çözüme ulaştırdığınız her şey, sizi bir sonraki maceranıza hazırlıyor ve çok daha güçlü kılıyor.

Korona virüs dolayısıyla sinema sektöründe ciddi küçülmeler ve değişimler var. En başta alınması gereken tedbirler dolayısıyla film yapım maliyetleri yüzde on ile on beş arasında arttı. Sinema salonlarına talep azaldı. Yönetmenler ve yapımcılar filmlerini artık vizyona sokmadan dijital platformlarda seyirciyle buluşturmaya başladı. Korona’nın seyirci alışkanlıklarında kalıcı etkiler bırakacağını düşünüyorum. Evden kolaylıkla film izlemeye alışan seyirci, her şey bittikten sonra bu film izleme konforunu devam ettirmek isteyebilir. Sinema salonunda film izlemek çok özel bir zevk ve her zaman müdavimleri olacaktır. Sinema salonlarının asla tamamen kapanacağını düşünmüyorum ama ileride çok daha az ve spesifik bir seyirci kitlesiyle varlığını sürdürme ihtimali olabilir. Festivallerle ilgili ise hayatlarımızda artık online kavramı var. Online gösterimler ve söyleşiler yapıp online ödül törenlerinde ödüller alıyoruz.

                                                           


Filmlerinizde,  senaryolarında aşamalarında konu belirlerken nelere dikkat ediyorsunuz? Bunun için özel bir çalışma yapıyor musunuz?

 Okuduğum kitaplardan, gezdiğim müzelerden, göz attığım  üçüncü sayfa haberlerinden ve hayattan çok besleniyorum. Bir konuyu senaryoya dönüştürmem için gerçekten çok ilgimi çekmiş olması gerekiyor. İçimi kıpır kıpır eden ve beni çok heyecanlandıran hikayelerin peşinden gidiyorum. İnsanları bir hikayeye inandırabilmem için öncelikle benim o hikayeye çok inanmam gerekir. Sonrasında o konuyla birlikte yaşamaya başlıyoruz. Uzun araştırma süreçlerim, okumalarım ve izlemelerim sonucunda derinliğiyle beni büyüleyen hikayemle kucaklaşıyoruz.  Güncel sergileri,müzeleri ve bağımsız filmleri çok sıkı takip ediyorum. Bunlara ek olarak hayatın kendisi özel çalışma alanı gibi.

 Bir önceki sorunun devamı olarak son kısa filminiz App’le ilgili neler söylersiniz?  Nasıl karar verdiniz projeye, süreci anlatır mısınız?

Dördüncü filmim Siyah Bant'ı yeni çektiğim bir dönemde yeni bir senaryo yazmam için teklif geldi. O sıralar İstanbul'da  staj yaptığım ve henüz festival sürecini bile başlatmadığım yeni bir filmim olduğu için yepyeni bir film hiç aklımda yoktu. “Do You Trust This Computer” adlı Elon Musk’ın yapay zekanın ölümsüz bir diktatöre dönüşebileceğini anlattığı belgeseli ve Facebook Al Research tarafından üretilen AI yapay zeka bilgisayarlarının tıpkı insanlar gibi kendi dillerini geliştirmeleriyle fişlerinin çekilmesi, fırsat verilirse insanlar tarafından girilen senaryoların sapma eğilimini doğrulayarak tüm dünyada yankı uyandırmıştı. Uzun zamandır zihnimi meşgul eden teknolojinin yan etkileri, APP'in sinopsisini ortaya çıkardı. Bir yandan Siyah Bant'ın festival sürecini yönetirken bir yandan da APP'in yapım serüveni başladı. Ortaya çıkan bu sinopsisle Kısakes Film Festivali Pitching Platformu'ndan ödül kazandım ve APP'in senaryosunu yazma serüvenim başladı. Uzun bir senaryo yazma serüveni sonucunda senaryo da hazırdı ve bu senaryoyla da Kültür Bakanlığı Sinema Destekleme Kurulu'ndan Kısa Film Yapım Desteği kazandım. Filme dair maddi tüm süreçler hazır olunca İstanbul’da çekimlerine başladık.

 Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz?

Gerçekçi olmak gerekirse Türkiye’de kısa filme olan genel yargıdan hoşlanmıyorum.  Kısa filmin öğrencilerin çektiği amatör filmler olduğu ve uzun metraja geçebilmek için kısa film çekildiği yönünde yanlış bir genel algı var. Oysa bir kısa film yönetmeni kariyerini  uzun metrajla devam ettirebileceği gibi ömrünün sonuna kadar kısa film çekerek de devam ettirebilir. Bir uzun metraj yönetmeni yeniden bir kısa film çekebilir.  Bu tamamen anlatılacak hikayenin diliyle ve hangi türe uygun olduğuyla alakalı bir durum. Kısa filmler çok profesyonel ekiplerle ve koşullarla hayata geçiriliyor. Kısa filmleri, çoğu uzun metrajdan çok daha cesur ve yaratıcı buluyorum. Değişen yaşam koşulları nedeniyle çok hızlı bir çağda yaşıyoruz. Bununla birlikte insanların odaklanma süreleri azaldı. Bu sebeple hem Türkiye sinemasında hem de dünyada kısa filmin geleceğin sineması olduğunu düşünüyorum.

 Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin tanıtımı ve devamı için?

Festivaller kısa filmlerimizin seyirciyle buluşması için elbette önemli bir mecra. Tanıtımı konusunda alternatif kanallara, kısa filmlerin devamı için telif almaya,  yeni fonlara ve vizyona girmeye ihtiyacı var.

Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu?

Çok fazla film ve oyun izliyorum. Bir oyuncuya teklif götürüyorsam onu mutlaka sahnede ya da bir filmde izlemişimdir. En önemli ölçütüm, oyuncunun senaryodaki karaktere ne kadar uygun olduğu. Akabinde oyuncunun karakterini çok önemsiyorum. Bir filmi hayata geçirmek uzun bir yol arkadaşlığı olduğu için oyuncunun sahip olduğu karakter benim için çok önemli.  Üçüncü olarak ne kadar zamanı olduğu.  Devam eden çok yoğun bir projesi olmamasına dikkat ediyorum.  Oyunculuk konusunda aldığı eğitimler de elbette önemli ama yetenek gerçeğini de her zaman göz önünde bulunduruyorum.

Ben kendi kısa filmlerimde böyle bir zorluk yaşamıyorum. Önemli olan iyi bir hikaye ve bu hikayeye inanacak doğru oyuncuları bulmak.

Film sektöründe, özellikle kısa film alanında kadın yönetmenlerin yerini Türkiye ve Dünya’da nasıl değerlendiriyorsunuz?

Meslekteki cinsiyet vurgusu, ötekileştirmenin başka bir türü gibi geliyor. ‘’Erkek yönetmen’’ demiyorken ‘’kadın yönetmen’’ demeli miyiz gerçekten? Kadın ya da erkek yönetmenden bağımsız iyi yönetmen iyi yönetmendir.  Benim hayatımda sadece ‘’iyi yönetmen’’ kavramı var. Çok yaratıcı işlere imza atan iyi yönetmenler var ve filmlerini merakla takip ediyorum.

Kısa filmin, meslek hayatınızda nasıl bir yeri var?  Sadece kısa film üzerine bir kariyer olabilir mi Türkiye’de?

Kısa filmler yaparken kendimi çok daha yaratıcı bir alanında içerisinde ve özgür hissediyorum. Her şeyden önce çok uzun zamandır konfor alanımın dışındayım ve konfor alanım dışındaki bu kaygan zemin beni sürekli canlı hissettiriyor. Her filmle birlikte kendimi biraz daha keşfedip hayatı daha fazla öğreniyorum.  Kısa filmin, inşa etmeye başladığım kariyerde her zaman muazzam bir yeri var.

Çok büyük bir mücadele gerektireceği gerçeğiyle birlikte her şey mümkün ve olası. Dünya üzerinde bunun çok iyi örnekleri var, Türkiye’de de olmasını çok isterim. 

Son olarak sinema alanında sizi etkileyen filmler, yönetmenler hangileri?

Büyük bir Lanthimos hayranıyım. Bergman, Kubrick ve Haneke filmlerini defalarca hayranlıkla izlediğim yönetmenler.

Zaman kavramı üzerinden kurduğu felsefeyle Lowery’nin Ghost Story’si ve biliçaltı üzerinden kurduğu evrenle Charlie Kaufman’ın I’m Thinking of Ending Things’i beni etkileyen filmlerden.

 

1 Ocak 2021 Cuma

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "DENİZ TELEK"

 

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

Merhabalar, İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünden Lisans, Y. Lisans ve Marmara Üniversitesi 

                                                              


Sinema Bilim dalından doktora dereceleri ile mezun oldum. Aynı Üniversitenin Devlet Konservatuvarında Pantomim bölümünü   bitirdim. Erasmus öğrencisi olarak gittiğim Varşova Üniversitesinde “Polonya Edebiyatından Film Uyarlamaları” ve “Görsel İşitsel Atölye: Krzystof Kieslowski ve Filmleri” gibi dersler aldım. İlk kısa filmim “Gümüş” ile 38. İstanbul Film Festivali FİPRESCİ ödülü başta olmak üzere, birçok Uluslararası ve Ulusal festivalden ödül ile döndüm. 2018’de, Antalya Film Forum tarafından düzenlenen, Bela Tarr ile Film Yönetimi atölyesine Türkiye’den seçilen 10 yönetmenden biri oldum. Burada Bela Tarr’ın süpervizörlüğünde ikinci kısa filmim “Tractatus”u çektim. 2019 yılında Sarajevo Film Festivali tarafından düzenlenen 13.Talents Sarejevo’nun yönetmen seçkisindeki katılımcılarından biri oldum. En son Rize’de, Anuş isminde bir kısa film daha çektim. Anuş, İtalya’nın önemli film festivallerinden 26. Film Festival Della Lessinia’da ana yarışmada dünya premierini yaptı. Ayrıca şuan Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Görsel İletişim Tasarımı bölümünde Dr. Öğr. Üyesi olarak çalışmaktayım.

 Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz,  bu yola giriş sebebiniz neydi?

Öncelikle kısa ya da uzun film tanımlaması filmlerin sürelerine göre yapılan bir tanımlama sanırım. Yönetmenlik ise filmlerin sürelerinin dışında bir iştir bana göre. Bu soruyu film yönetme nedeniniz nedir şeklinde yanıtlamayı tercih ederim.

Immanuel Kant’ın mezar taşında şöyle yazar; İki şey ruhumu merak ve huşu ile dolduruyor: Üzerimizdeki yıldızlı sema ve içimizdeki ahlak yasası.' Sanat benim için İnsanın içindekini söyleyiş biçimlerinden meydana gelir. Sinema benim gündelik hayatta söyleyemediklerimi ifade edebildiğim bir alan olarak, kendiliğinden karşıma çıktı. Sinema ile gerçek anlamda tanışmam François Truffaut’un  “400 Darbe” filmi ile oldu. Üniversite arkadaşım Artun Güney Polat gerçek bir sinefil ide. Onun getirdiği filmler ile saf sinema ile tanışmış oldum. Film çekmeye karar vermem ise zamanla kendiliğinden gelişti. Lisan sonrası sinema dersleri aldım. Senaryo denemeleri yaptım. Uzun metraj, kısa film, dizi ve reklamlarda oyuncu olarak çalıştım. Hem akademik hem de pratik olarak sinemaya yakınlaşmaya çalıştım. 2017 yazında Marmara Üniversitesi Sinema bölümü doktora programına kabul edildim. Kabul aldıktan sonraki yaz, burslarımı biriktirerek bir kısa film çekmeyi hayal ediyordum. Fakat o yaz, babamı kaybettim.  Babam için bir şey yapmak istedim. “Gümüş” filmi yaşadıklarımdan etkilenerek yazdığım kurmaca bir filmdir. Şimdi bakınca bir depresyon sonrası filmi olduğunu görüyorum. Fakat filmi çekmeye karar vermem, çevremdeki insanların zorlaması ile oldu desem yeridir. Sercan Özinan, Rabia Kip, Hasan Ali Yıldırım beni bu süreçte hem maddi hem manevi anlamda itekleyen insanlardır. Ragıp Türk ve Emre Pekçakır ise yine bu süreçte her şeyiyle bana destek verdiler. Sonuçta anlatılması zor büyük zorluklar ile bir film yapmayı başardık. Böylece bende bu yola girmiş oldum.

                                           


  Kısa film hazırlık ve çekim sürecinde sizi neler zorladı? Hazırlık süreçlerinizi anlatır mısınız?

Şuana kadar üç ayrı kısa film çektim. Her filmin kendine ait dinamikleri var. Bu bağlamda her filmin hazırlık süreci birbirinden farklı problemler ve zorluklar barındırıyor. Buna örnek olarak ilk filmimi vereyim.” Gümüş” filmimde senaryoyu yazdıktan sonra uzun süre filmi çekebileceğime dair inancım oluşmadı. Oyunculuk deneyimlerimden sebep film çekmenin ne kadar büyük bir olay olduğunu biliyordum. Bu da beni çok korkutuyordu. Filmin senaryosunu gönderdiğim destek platformlarının hepsinden ret almıştım. Biriktirdiğim burslarımsa yol paramızı bile karşılamıyordu. Sercan biriktirdiği burslarını, Rabia ise o dönem yaptığı işten kazandığı bütün parayı projeye aktarmak istediler. Bu beni çok duygulandırdı. Bir gece yarısı, Rabia Kip ve Hasan Ali Yıldırım ile birlikte Hasan Ali’nin köyü olan Elbistan’a gitme kararı verdik. Birkaç kilo soğan, bir kaç kilo patates ile İstanbul’dan çıkıp Elbistan’a gittik. Burada film çekimleri öncesi bir ay kaldık. Filmdeki bir çok şey kendiliğinden ortaya çıktı. Tamamen bütçesiz ve amatör bir şekilde çekilmiş bir film oldu. Bu bakımından filmin hazırlık ve çekim süreci bir yığın zorlukla geçti. En zoru benim için filmde çalıştığımız kangal köpeği Yamuk ile çektiğimiz sahnelerdi. Köpeğin başka bir canlıya zarar verebilme ihtimali sahneleri çekmemizi çok zorlaştırdı. Çünkü her an bir yerlerden başka bir köpek, kedi ya da tavuk çıkabiliyordu. Bu bakımdan sahneden çok bu meseleye odaklanmıştım. Çok şükür ki böyle bir şey olmadı. Fakat belirtmeliyim ki, genel anlamda yüzlerce imkansızlık ve zorluğa rağmen bir çok şeyin yolunda gittiği özel bir film oldu.

Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

İlk soruda buna cevap verdiğimi düşünüyorum. Bence bir aşama değil. Uzun metraj film sadece büyük bütçeler istiyor. Ayrıca biraz şahsiyet ortaya koyan bir yapısı da var kısa ve uzun filmin. Kimi derdini kısaca anlatıyor, kimi daha uzun uzun. En azından saf sinema için ben böyle düşünüyorum. Fakat sinemanın şu an en büyük endüstrilerden olduğunu da unutmamak gerekiyor. Bu bakımdan kısa film insanların düşüncelerini özetleyebileceği, kendilerini daha kolay biçimde gösterebilecekleri bir alan. Bu şekilde sinemaya yaklaşanları da anlayabiliyorum. Aslında bence hiçbir şey ifade etmeyen bir soru bu. Ne fark eder ki? Filmlerin uzunluğu ya da kısalığı endüstriyel ilişkilerde yalnızca ayırt edilir. Sinema sevenler için bir farkı olduğunu düşünmüyorum.

Kısa filmin,  Deniz Telek’in meslek hayatında nasıl bir yeri var?

Meslek ’in kelime anlamı yol demektir. İnsan bu yolda karakterini ortaya koyar. Şimdi dönüp geriye baktığımda, evimden on sekiz yaşında ayrılmışım. Bu bağlamda, o zamandan beri bu yolu yürüyorum. Kısa film sanırım benim için evime dönüş yolunun başlangıcı oldu. Çünkü bugüne yaptığım her şey sinemada birleşti.  “İthaki’ye doğru yola çıktığın zaman dile ki uzun sürsün yolculuğun” diyor şair. Bu bakımdan yol ve yolculuk ne kadar uzarsa eve dönmenin anlamı o kadar büyük olacak. Umarım bir gün evime geri dönmeyi başarırım.

Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz?

Türkiye’de kısa filmin yükselişe geçtiğini düşünüyorum. Çok başarılı filmler izleme şansım oldu. Uzun metraj filmlerin getirdiğinin çok ötesinde uluslararası başarılar getiren filmler oldu. Bunu çok önemsiyorum. Türk sinema tarihi içerisinde biraz çirkin ördek yavrusu muamelesi görüyor. Fakat gelecek kısa film için çok parlak olacak bence. Bu bakımdan kısa filmleri desteklemek çok önemli. Ayrıca bence zamanla önemli yönetmenlerin de kısa filmler çekeceğini göreceğiz.

Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin tanıtımı ve devamı için?

Bence ne film sayısı, ne de festival sayısı yeterli. Bu soruya şöyle bakmak lazım. Benim büyüdüğüm ilçe İzmir’de. İzmir Türkiye’nin en büyük şehirlerinden biri. Fakat benim yetiştiğim ilçedeki çocuklar ne kısa film izleyebiliyorlar ne de bir festival görebiliyorlar. Her ilçede bence kısa ya da uzun film festivalleri olmalı. Filmi izlemek en azından herkes için ulaşılabilir olmalı. Ancak bu gerçekleşirse yeterli diyebilirim.

“Dünyada kısa filme bakış açısı” ile “Türkiye’de kısa filme bakış açısı” arasında  farklar var mı? Varsa bunun nedenleri neden olabilir, bu nedenleri nasıl ortadan kaldırabiliriz?

“ Gümüş” filmiyle yurt dışı ve yurtiçi çok fazla festivale gitme imkanım oldu. Bence uçurum var. Türkiye’de film okulları yok mesela. Neden yok bilemiyorum. Film okulları açılır, film okullarından mezun olan insanlar film çeker, buralarda yetişen insanlarda festival düzenlerlerse bence sorunlar çözülür. Çünkü Türkiye’de neredeyse bu sektördeki hiç kimse aynı dili konuşmuyor. Orada her şey daha anlaşılabilir. Birde ülke olarak birbirimize karşı çok sertiz. Anlamaya çalışmıyoruz. Bunun tabii ki ekonomi politik temelleri var. İnsanlar arasındaki ekonomik farklılıklar azalırsa sanırım bu sorun ancak böyle çözülebilir. Yağmur yağdığında arabası olan insanlar yayalara yol verdiği gün, gerçek anlamda filmden konuşabileceğiz.

Çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor?

Aslında başlangıç noktası ben oluyorum. Genelde gündelik olaylarla ilgileniyorum. Çünkü bana göre ekonomi-politik ilişkiler en basit gündelik ilişkilerde ortaya çıkar. Bende yaşama karşı olan tavrımı bu basit ilişkilerin altını çizerek, onları belki de daha açık bir hale getirerek ortaya koymaya çalışıyorum. Bu şekilde başladığım yere geri dönüyorum bir parça. Kendimi bir parça daha anlamış oluyorum.

Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu?

Kendimde profesyonel anlamda oyunculuk yapmama rağmen oyuncu seçerken gerçek insanlar bulmaya özen gösteriyorum. Bu filmlerdeki kurmaca unsurunu bir parça kırmamı sağlıyor. Ayrıca sinema perdesinde yeni bir yüz göstermeyi çok önemsiyorum. Bu bakımdan genel anlamda şans verilmemiş oyuncuları bulmaya da dikkat ediyorum. Oyun karakteri ve kişi arasında bir bağ bulduğum zaman aslında çok memnun oluyorum. Bir yüzü sektörde çok fazla görüyorsam bu benim için olumsuz bir etki oluyor. Fakat bu tamamen kişisel zevk ve tercih meselesi.

Yeni projeleriniz, uzun metraj film çekme  planınız  var mı?

Evet var.

Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler?

Bir çok yazar ve yönetmen var. En sevdiklerimden birer isim yazmayı tercih ederim. Ahmet Hamdi Tanpınar. Yasujiro Ozu.

 

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "BARIŞ FERT"

 

                                                                           


Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Hukuk mezunusunuz, film sektörüne girişiniz nasıl oldu?

Evet, hukuk mezunuyum. Aslında okula devam ederken bölümün bana uygun olmadığı anlamıştım. Bu arada radyo programları yapmaya başladım. Böylece ufak ufak geçimimi de sağlıyordum.  Bunun üzerine yüksek  lisans programı araştırdım ve  Londra’da  Görsel Medya üzerine yüksek lisans yaptım 2012-2013 döneminde. Bu sayede pek çok noktada perspektifim açıldı. Türkiye’ye döndüğümde de işin rengi yavaş yavaş değişmeye başlamıştı.  Sanatsal anlamda bu işi yapıyorum. Aynı zamanda mesleğim.  

Kısa film çekmeye nasıl karar verdiniz?

2015’te bir  ajansta  çalışıyordum, reklam yazarlığı yapıyordum ve aklımda film yapmak  vardı. Bir ara ajansta işler iyi  gitmemeye başlayınca  bu benim için bir  noktada dönüm noktası oldu. “Ben film yapmak istiyorum, kendime güvenmem lazım” diye düşündüm ve bir anda organik bir şekilde bir senaryo çıkardım. Yazdıklarımı, arkadaşlarımla paylaştım. Çok düşük bir bütçe ile çektik “Farah” ı. Aslında kendiliğinden gelişti. Bazen hayat bir noktaya atabiliyor sizi. Ve artık onun önüne geçemiyorsunuz. 2016 yılında “Farah”ın ardından 2017’de  “Dwell”i çektim, deneysel alanda o da değişik bir çalışma oldu benim için.

İlk çalışmanın uzun metraj olması bu sektöre yeni başlayan biri için zorlu bir süreç olabilir mi?

Film tamamen deneyim işi. Kağıt üzerinde olan bir şey değil.  Sette çok fazla sorun çıkabiliyor. İyi bir yönetmeni de şu ayırıyor; Oradaki problemi ne kadar iyi çözüyorsunuz. Ben de  her işte, muhtemel karşılaşacağım sorunları yazıyorum. Ve o sorunlara sanal çözümler buluyorum. Sette o sorunlar çıkıyor, üzerine başka sorunlarda çıkıyor. Oda tamamen tecrübe ile çözülebiliyor. Yönetmeseniz mesela film çekim esnasında sizin 30 saniyelik bir kararsızlığınız bile ekibi dağıtabilir. Kararlı davranmanız gerekiyor. Çünkü set çok demokratik bir yer değil. Sinema sadece yetenek değil çok fazla çalışma, hissiyat, doğru şeyleri yapmakla ile ilgili.

Bir karikatür gördüm. Bir bina, iki kapısı var. Biri  film okulu, diğeri film yapımı. Film okuluna herkes giriyor, film yapma kısmına kimse girmiyor. İşin anahtarı zaten o işi yapabilmekte. Çok fazla anlatarak konuşarak olacak bir şey değil o işi yapmak lazım. İyi ya da kötü çıksın. Birikim gerekiyor. Bu da yaparak deneyerek öğrenilebilecek bir şey. Zor bir alan sinema. Çok istemek lazım.

İlk başta daha cesaretli oluyorsunuz, işi kotarmaya başlayınca cesaretiniz azalıyor.  Üç sene önce şu an düşündüğün hiçbir şeyi görmüyormuşum. Bazen diyorum o dönemki cesaretim şimdi olsaydı. Ama tabi o dönem de çok hata yapmışım. Belki kısa film ile başlamak tecrübe anlamında daha faydalı olabilir.

Türkiye’de ve Dünya’da kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Uzun  metraj film için bir basamak olarak mı  görülüyor kısa film?

Aslında kısa film, film. Kısa veya uzun film diye ayırmıyoruz. Türkiye’de her şeyin dinamiği farklı.  Kısa filmde ufacık bir his üzerine odaklanmanız gerekiyor ve başlı başına bir anlatı. Uzun metraj daha farklı, daha endüstriyel.  Bir basamak olarak kesinlikle görmüyorum ama Türkiye’de de yüzde yüz bir basamak.  Kısa filmin endüstrisi  Türkiye’de henüz oluşmadı ama uzun metrajın iyi ya da kötü bir endüstrisi var. Maddi bir karşılık gelmediği sürece de bir endüstrileşme içine girmesi de çok zor. Aslında sinemanın varoluşla da ilgili. Küçük anlatılar bizim ülkemizde çok değer görmez.

Dünya’da kesinlikle öyle değil. Bu sene Venedik’te Almodovar kısa filmi ile yarıştı ya da gösterimi oldu. Filme film olarak bakılıyor.  Uzun metraj ya da kısa metraj olarak ayrıma girmiyorlar. Farklı alanlar ama aynı değerdeler.  Kısa filmin aslında basamak olarak yapılmaması gerekiyor. Orada zaten bir film çekiliyor. Ama algı bu. Yapacak bir şey yok.

                                                                     


Oyuncu kadrosunu nasıl oluşturuyorsunuz? Kısa filmde oyuncu kadrosu oluşturmak daha zor olabiliyor mu?

Birkaç senedir değişti aslında bu. Usta oyuncalar iyi kısa film projelerinde yer almak istiyorlar. Ben şuna inanıyorum. Oyucularda iyi senaryo arıyorlar. Ben çalıştığım bir oyuncuya maille ulaştım mesela. Çok gözümüzde büyütmemiz gerekiyor aslında bu konuyu.

Senaryolarında çıkış noktalarınız  neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor?

Bu aslında cevaplaması bayağı uzun bir soru.  Son çektiğim kısa film, festival sürecine daha yeni başlayacak. Onun  üzerinden başlayayım aslıda cevap vermeye “Değişik Zamanlar”. Benim için  bambaşka bir  tecrübe oldu. Şimdiye kadar bütün filmlerimi kentte çekmiştim ve  tamamen senaryo ağırlık idi. Senaryoyu kurup senaryo mantığı üzerinden bir anlatıya giriyordum. “Değişik Zamanlar”ın oluşum süreci 2018’de Bela Tarrr’la çalışmamla başladı. Antalya film forum kapsamında atölyesine seçilmiştim. Atölye ile aslında senaryonun  film medyumuna çok da hizmet etmeyeceğini gördüm. Daha çok yaşayan bir şeyi filme almamız gerektiği bir şekilde anlatmak istedi Bela Tarr bize. Onun anlatısına göre masa başında film çekmek diye bir şey söz konusu değil.  Kendi filmlerinde de senaryo kullanmıyor. Olan bir şeyi sadece kendince kurmaca hale getirip belgeselci bir bakış açısıyla farklı bir noktaya uyarlıyor. Ben de bunun üzerine “Değişik  Zamanlar”ı bu şekilde çalıştım. Önce mekânı bularak, castı bularak bunun üzerine hikâye inşa etmek istedim. Hikâyede kendiliğinden aslında ortaya çıktı. Ben başta bir senaryo yazıp,  yazdığım senaryoya bir mekan ve cast bulacağım  diye girmedim çalışmaya.  Öncelikle Anadolu’yu, İç Anadolu gezdim. Ankaralı  olduğum için İç Anadolu bölgesine hakimim. Bozkırda bildiğim bir coğrafya ve filmin diline de o uyuyordu. Mümkün olabildiğince,  fazlasıyla köy gezdim. Çalışmak istediğim casta uygun bir castla birlikte hikâye gelişti. Hatta filmi çekerken de senaryoya çok sadık kalmadım. Elimizde bir metin vardı tabi. Oyuncular okumak istedi. Fon aldığımız insanlar okumak istedi. Onlar için bir taslak hazırladım. Aslında senaryoda ufacık bir lambayı bile aslında gördüğüm için yazdım.  İstanbul’da oturup taşra senaryosu yazmadım yani. Sonuçta kafamda gitmeden bir fikir vardı. Varoluşsal bir film oldu. Hayatın devam edişiyle ilgili birkaç taslak kelimem de vardı açıkçası. Bununla birlikte her şeyi organik hale getirmeye çalıştım. Değişik bir tecrübe oldu.

“Çürük” filminim senaryosunun çıkışından bahsedersek; bir dönem bizim evdeki üst kat komşularımızdan birinin evinden boru patladı ve komşuda evde değildi su akmaya başladı. Birkaç günde banyonun tavanı sapsarı oldu ve koku başladı. O tarihten epey bir süre daha  benim aklımda hep o koku kaldı. Senaryo fikride orada çıktı. Eskiden aspiratörler vardı. Kokuyu üst tarafa atardı. Aslına dip dibe yaşıyoruz. Koku metaforik anlamda aslında yan yanayız ama uzağız ve insanın içindeki o çürümüşlük hiçbir zaman geçmiyor.  Aslında tamamen kişisel tecrübelerim ve gördüklerim ile ilgili senaryo oldu.

“Değişik Zamanlar” dönemi bambaşka idi. Şu anda uzun metrajım üzerine çalışıyorum. O da tamamen senaryo üzerinden olacak. “Değişik Zamanlar”ı yapmam gerekiyordu. Şu anda “Çürük” dönemi ile  aynı hissiyattayım.

Bir ara Bela Tarr’ın etkisi ile çok görüntüye dalmıştım.  Dil felsefesi ile ilgilendim. Kullandığımız kelimeler aslında bizim tezahür ettiğimiz şeylerden çok farklı. Gördüğümüz bir perdeyi aslında perde olarak nitelendiriyoruz ama bambaşka bir şey. Sinemanın da görsel bir medyum olduğu, metnin ve yazınsal dilin aslında çok evla olmadığını düşünüyorum. Bütün senaryolarım aslında bir sürecin devamı.

Film sektöründe, özellikle kısa filmlerde veya ilk çalışmalarda  en çok zorlayan unsurlardan biri de bütçe olabilir mi?

“Değişik Zamanlar”da fongogo yaptık ve diğer projelerime göre daha bütçeli bir projeydi, daha zorladı evet ama yapımcı ile çalıştık. Bir önceki filmim bütçesinin 10 katı idi ama şuna inanıyorum maddi durumlar bahane olmamalı. İlk kısa filmimi çok düşük bir bütçe ile  çekmiştim. Ekipman kirası zorluyor. Film pahalı bir şey aslında. Yapmak isteyen parayı bulur diye düşünüyorum. “Vultur”u çekerken ekonomik anlamda zor bir durumdaydık, düşük bütçe ile çektik ama bir şeklide üstesinden geldik. Kısa film maddi karşılığını almak için yapılacak bir şey de değil aslında.

 Kısa filmin  meslek hayatınızdaki yeri nedir? Sadece kısa film üzerine bir kariyer yapmayı düşündünüz mü

Sinemaya dair pek çok şeyi kısa filmle öğrendim. Uzun metrajdan faklı  olduğunu düşünmüyorum. Hiç düşünmedim.  Globalde meslek olarak kısa filmci olan çok yönetmen var. Sadece kısa film çelerek hayatlarını idame ettiren yönetmenler var. Türkiye’de imkansız. Ben uzun metraj çektikten sonra tekrar kısa film çekeceğim. Çünkü farklı anlatılar. Uzun metraj filmime de ilk filmim demeyeceğim. İlk uzun metraj filmim diyeceğim

Siz müzikle de ilgileniyoruz. Klip çekiyorsunuz. Filmlerde ses ve müzik kullanımı için ne düşünüyorsunuz?

Ses ve müzik çok önemli filmin yüzde ellisi minimum. Sesteki teknik bir hatadan bahsetmiyorum zaten o teknik hata, her şeyi dışarı atar. Görüntüde hata yapabilirsiniz ama seste hata yapamazsınız.

Müzik de çok önemli. “Değişik Zamanlar”da müzikle görüntü ritmini- kamera  ritmi ile müziği   hemen hemen  aynı seviyede  kullanmaya çalıştım. Ona uygun müzik yapmak yaptırmak istedim.“Çürük”te müzik yoktu, “Vultur”da müzik vardı, sonunda. O da daha maksimal bir filmdi.  O yüzden daha farklı bir şey üzerinden gitmek istedim. Müzik çok önemli bence filmde. Kullanmamanızda aslında büyük bir şey. Haneke, hiç müzik kullanmaz,  Nuri Bilge çok az kullanır mesela. Bela Tarr müziği çok kullanır, hatta bir oyuncu, karakter gibi kullanır.  O kadar güçlü.

Uzun metraj film projeniz var, biraz anlatır mısınız hangi aşamada?

Senaryo aşamasında. Aslında pandemi döneminde yazdım. Aklımda olan bir hikayeydi.  Yazdım senaryoyu dedim ki “dinlesin”. İki-üç ay bekledikten sonra tekrar yazdım. Şu an iyi bir hale geldi. Artık ön yapım aşamasına girmeye hazırız.

Sevdiğiniz yazar yönetmenler kimler? Son dönemlerde çekilen filmleri takip ediyor musunuz?

Çok var aslında. İlk aklıma gelenler, Bela Tarr,  Michael Haneke, Fyodor Dostoyevski, Rainer Maria Rilke,  William Blake, Andrey Tarkovski. 

Reklam, film müziği, kısa film, uzun metraj hepsini takip ediyorum. Film seyretmeyi seviyorum. Hemen hemen her gün bir tane seyrediyorum. Yeni filmleri sinemanın globalde nereye gittiği görmek için takip ediyorum.