29 Ekim 2008 Çarşamba

KIRMIZI KAZAK



-Anne, ölmek ne demekti?
-Kızım, anlattım ya sana, ne oldu, niye soruyorsun?
-Ben Hakan'a anlattım ama o anlamadı. Kafası çalışmıyor onun.
-Çok ayıp. O senin hem kuzenin hem de arkadaşın. Hakan sana ölmek ne diye mi sordu?
-Hayır. Senin baban nerede? diye sordu.

Karanlık bir Aralık sabahıydı. Herkes kahvaltısını yapmış, okula gidecek olan iki ablası çoktan okullarına gitmiş, annesi ve babaanneside günlük işlerine koyulmuştu. O yeni uyanmış, yine hemen camın önüne koşmuştu. Her sabah kalkar kalkmaz camın önüne koşup dışarıya bakardı. Hava yine karanlıktı. Böyle havalar onun tabiriyle 'çirkin hava'ydı.Sabahları önce camın önü, arkasından terliklerini giy uyarısıyla tekrar yatağa dönüş.
Aslında o da evdekilerle beraber erkenden uyanıyordu ama ablaları okula gidiyor o gidemiyor diye sinirlenip yatağından çıkmıyordu. Şubat'ta 5 yaşına girecekti. Babası söz vermişti, 6 yaşında seni anaokuluna göndereceğim, hatta burada olduğum hersabah seni okula ben götüreceğim diye.
Dışarıyıda kontrol etmişti, artık sıra giyinmeye gelmişti. Kendisi giyinebiliyordu elbiselerini, bazen kazaklarının önünü ve arkasını karıştırıyordu. Sabahları dolabından özel olarak seçiyordu kıyafetlerini. Kimse karışmıyordu daha doğrusu karışamıyordu. Kıyafetler alınırken de özel olarak beğeniyordu herbirini. Başkalarının hediye olarak aldıklarını çoğunlukla beğenmiyordu,sadece babasının aldıkları çok güzeldi ve ona çok yakışıyordu. Alışverişede baba-kız gidiyorlardı genelde. Babası onun her istediğini alıyordu. Son gittiklerinde kot etek almışlardı, dantelli çorap. Bir de kırmızı kazak beğenmişti onu alamamışlardı. Kazak küçük gelmişti, ama babası söz vermişti ben sana aynısından İstanbul'dan getiririm diye.
Arabaya bindiklerinde hemen şikayete başlamıştı:
-Beni tanımıyor mu, unutmuş galiba bu amca, hep buraya geliyoruz,bana olanını almamış. Sen daha güzelini getirde görsün gününü demişti.
Babasıda gülmüştü,
-Tamam, ben sana İstanbul'daki en güzel kırmızı kazağı getiririm.Giyinip gelirsin Ahmet Amca'nın mağazasına , görür gününü.
O sabah pembe kazağını giydi, altına pileli eteğini, pembe külotlu çorabını. Saçınada çiçekli bantını taktı. Şöyle aynada kendisine baktıktan sonra doğru mutfağa gitti. Kahvaltıda yumurta yiyordu bir tek severek. Normalde 15-20 dakika olması gereken kahvaltı,onun konuşmaları ve soruları yüzünden neredeyse bir saati geçiyordu.
-Anne, bu akşam yatıcam,sabah kalkınca babam gelecek mi?
-Evet,kızım gelecek.-
-Bana hediyede getirecek mi?
-Tabiki
-Birde en güzel kırmızı kazağı
-Sen istersinde getirmez mi.
-Getirir benim babam. O beni çok seviyor, ben de onu kocaman seviyorum.

Kahvaltı sonrası babaannesiyle konuşurken çalan telefon, bağrışmalar, ağlamalar. Birden eve doluşan komşular. Nuray'ın annesi onu alıp kendi evlerine götürmüştü. Ne işi vardı şimdi onlarda,onun canı evde olmak istiyordu,oyun oynamak değil.Ama gitmesi gerekiyormuş. Zaten daha sonra teyzesi gelip onu anneannesinin evine götürmüştü.Orada kalacakmış,evdekilerin işi varmış.Daha önce annesinden hiç ayrı kalmamıştı.
-Sabah uyanınca eve gidicem, babam gelecek, beni özlemiştir, göremeyince üzülür.
-Babanın işi bitmemiş daha.
-Niye bitmemiş, evdekilerin ne işi var, ben burada kalmıcam, eve gitmek istiyorum, sizi babama söyleyeceğim.

Neyse ki, bir sabah uyandığında teyzesi eve gideceklerini söylemişti.
-Annemin işi bitti mi, babam geldi mi? Başlamıştı yine sorulara.

Evin önüne geldiklerinde babasının arabası kapıdaydı. Uçakla gitmişti ya. Herzamanki gibi merdivenleri koşarak çıktı. Evde misafirler vardı. Annesinin boynuna atladı.
-Seni çok özledim, işin bitti mi, babam geldi mi?
Sorular yine peş peşe gelmişti.
Oradan birisi
-Hayır, baban gelmedi.
-Ben camda bekliyim babamı, keşke arabamızla gitseydi, o zaman geldiğini anlardım, şimdi hangi arabadan çıkacak bilemeyeceğim. Teyze gel oyun oynayalım, bakalım hangimiz bileceğiz.
Koşarak camın önündeki divana oturdu ve beklemeye başladı. Daha sonra annesi yanına gelip onu kucağına aldı.
-Seninle konuşmamız lazım.
-Anne, gel beraber bakalım.
-Bak sana daha önce anlatmıştık ya, büyükbabanı sorduğunda. Onun sen doğmadan önce öldüğünü,şu anda gökyüzünde olduğunu, gökyüzünün ardında cennet diye çok güzel bir yerin varolduğunu, insanların bazen sevdiklerini bırakıp oraya gitmek zorunda kaldıklarını ve cennete gittiklerinde bir daha yanımıza gelemeyeceklerini söylemiştik. Ama gitmek zorunda kalsalar da bizi herzaman çok sevdiklerini ve bizi gördüklerini anlatmıştık. Babanda bizi bırakmak istemedi ama cennete gitmek zorunda kaldı.
-Ya, benim babam İstanbul'a gitti. Ben onu bekliyorum şimdi.
Hızla annesinin kucağından indi, yan taraftaki sandalyenin üzerine çıkarak camda beklemeye devam etti.Yanına gelip sandalyeden kaldırmak isteyenlere ne cevap verdi, ne de yerinden kalktı.
İnsanın söylediklerine kendisi inanmazken, daha doğrusu bunu kendisi kabul edemezken, bu olanları, ölümü, beş yaşında bile olmayan, babasını çok seven bir kız çocuğuna anlatması ne kadar zordu. Birkaç gün önce İstanbul'a uğurladığı eşinin cenazesi gelmişti. Artık o yoktu. Ansızın, birdenbire çıkmıştı hayatlarından, bir daha geri gelmemek üzere. İnsanın çok sevdiği birinin ölümüyle yüzleşmesi ve bunu bir de küçük çocuğuna anlatması.
Aradan birkaç saat geçmişti, ne yemek yemişti, ne de tuvalete gitmişti. Sonuda benim uykum geldi diyerek kimseyle konuşmadan yatağına gidip yatmıştı.
Devamlı sorular soran, konuşan o minik kız kaç gündür ne doğru dürüst konuşuyor, ne de soru soruyordu. Taki kuzeni Hakan, ‘senin baban nerede ?’ diye sorana kadar. Hakan kafasını daha da karıştırmıştı.Çünkü insanlar ölünce toprağın altına gömülüyorlar .Benim dedemi gömdüler, biz babamla oraya gidip dua ediyoruz demişti.
-Hayır, aptal. Ölünce cennete gidiliyor,orası gökyüzünde, benim babam da orada.
Zaten hiç anlaşamıyordu Hakan'la ama artık onu sevmiyordu da. Nuray'ı da sevmiyordu,onların babaları yanlarındaydı. Halbuki o babasını onlardan çok seviyordu ama onu bırakıp cennete gitmişti.

Birkaç gün sonra onu çok istediği anaokuluna yazdırdılar. -Ben 6 yaşında mı oldum, daha olmadım ki dediğinde, annesi müdürden izin aldıklarını söylemişti.Onu babası götürecekti okula ama artık, teyzesi götürüyor,çıkışta da ablasıyla dönüyordu.
Bir sabah uyandığında annesinin odasından sesler geliyordu.Anneannesi babasının kıyafetlerini bir torbaya dolduruyordu.
-Anneanne, ne yapıyorsun?
-Dolabı topluyorum kızım,
-Babamın elbiselerini niye torbaya dolduruyorsun,babama mı götüreceksin?
-Hayır, biliyorsun böyle birşey yapamayız. Bunları ihtiyacı olan başka insanlara vereceğiz.
-Ya, babam çok kızacak, şimdi görüyor gökyüzünden seni.
-Kızmaz,ayrıca başkalarına yardım ediyoruz diye sevinir.
Annesi okula geç kaldığını söylemişti.Tam kapıdan çıkarken odaya geri döndü. Anneannesine, babasının mavi gömleğini ona vermesini söyledi.Gömleği aldı ve onu odasında dolaba koydu.O mavi gömlekle babası ne kadar yakışıklı oluyordu. Diğer elbiseler gitsede en çok yakışan gömlek artık ondaydı ve o gömlek babası kokuyordu. Akşam eve döndüğünde biliyorduki ne babası var ne de onun kıyafetleri. Odasını gidip , gömleğe bakmak için dolabı açtığında gömleğin yanında bir paket vardı. Paketi açtığında içinde çıkan kırmızı bir kazaktı. Koşarak annesinin yanına gitti.
-Anne, bana kırmızı kazak mı aldın?
-Ben almadım. Hani sen babandan istemiştin ya, bu kazak babanın İstanbul'dan gelen çantasından çıktı. Bunu sana baban almış.
Yine hiçbirşey söylemeden kazağı dolaba geri bıraktı.
Ama onu en çok ağlatan babasının arabasının o kötü-çirkin adam tarafından götürülmesiydi. Artık araba hep evlerinin önündeydi. Babası yoktu, arabayı kullananda. Ne güzel gezerlerdi. Araba kullanırken arka koltuktan sarılıp yanaklarını öperdi, bazen sakalları batardı babasının. Annesi kızardı;
-Kızım rahatsız etme diye,
O babasıyla gülüşür öpmeye devam ederdi.
-Sen öp kızım,annen bizi kıskanıyor derdi babası.
O gün okuldan dönerken o çirkin-kötü adam babasının arabasına biniyordu.
-O benim babamın arabası, diyerek bağırarak koşmaya başlamıştı, ama adam duymamış hızla gitmişti.
Evdekiler anlatmaya çalışsalarda o ağlamaktan dinlemiyordu bile.
Önce babası gitmişti, sonra kıyafetleri ve şimdide arabası. Büfenin alt çekmecesinden albümleri çıkardı,içlerinden babasıyla olanları ayırdı.O fotoğrafları yastığının altına koydu, üstüne de babasının mavi gömleğini.Yatağın içine girdi ve benim uykum geldi diyerek uyudu.

-Kızım,
-Baba nerdesin?
-Tam yanında,
-Seni göremiyorum ama,
-Beni göremezsin ama ver elini.
Minik elini uzattı.
-Bak, dokun,gözlerim,burnum,kulaklarım,ağzım.
-Aaaa!!!
-Tamam, bak şimdi birde kocam nefes al.
-Baba, ne güzel baba kokuyorsun, ,mavi gömleğin gibi. Sen niye gittin, ben seni çok özledim.
-Bende seni çok özledim .Senin ne kadar akıllı bir kız olduğunu ve anneni hiç üzmediğini görüyorum.Beni çok özlediğinde görmek istediğinde, ver elini tekrar. Bak once gözlerim, burnum, kulaklarım….,birde kocaman nefes. Bak ben yanındayım. Tamam mı?
-Tamam canım babam

-Kızım uyan hadi okula geç kalacaksın,
-Anne ben rüyamda babamı gördüm, yok yok ona dokundum,onu kokladım.
-Ne güzel!
-Anne ver elini babama dokunalım.Ben babamı çok seviyorum, oda beni çok seviyor.Ben bugün kırmızı kazağımı giycem.

Ömür 3, 2007

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Omur Abla,
Acikcasi kelimeleri kullanmakta senin kadar iyi degilim.Bu hikayeyi sevdigimi ifade etmek icin guzel seyler aradim ama bende o yetenek yok:)
Cok begendim...Okurken gozlerim doldu,bogazim dugumlendi,aglamamak icin zor tuttum kendimi...
Bakalim daha ne marifetlerini gorucez:)

Unknown dedi ki...

Önür' cüm Merhaba,

Muhteşem ya...

Yeni hikayelerini bekliyoruz.Sıkı takipçinim bilesin :) Bu kırmzı kazak nerde ise 20 gün oldu.Hadi ama daha başka muhteşem hikayeler...