5 Ekim 2008 Pazar

BEN İNCE'YİM




  Masal anlatmaya başladı. Nerden çıkmıştı şimdi? Sevgilim ve masal anlatmak. Bakalım sonu nereye varacaktı?
 “Biri olmadan öteki olmazmış.” İki balık varmış. Biri turuncu ve iri, diğeri korkak ve ince.
-Çiftler böyle midir, biz de böyle miyiz?
-Kumral olabilirim ama turuncu değil, sen de ince sayılmazsın demişti masalın başında.
İri sormuş bir gün. “Madem bütün denizler birbirine bağlı, niye biz seninle bu kıyıdan ötekine yüzüp duruyoruz. Kendimizi bir akıntıya bıraksak, yeni sularda yüzsek, başka balıklar yesek daha mutlu olmaz mıyız?” Hak verdi İnce. İnceliğinden sırf. Çünkü onun mutluluğu için İri ve o kıyı yeterlidir.
Gerisi hava, su değişikliğidir ki, insan bundan beslenemez. Balıklar hariç.“Yok ya ben İnce değilim, o da İri.
Katıldı yine düştü İri’nin peşine. Akıntıya bıraktı kendini.  Bunlar beraberce İstanbul ve Çanakkale boğazlarını geçtiler. Geçerken eğlendiler. Fakat bir balıkçı, akşam çocuklarına balık götürmek için suya ağ atmıştı.  Ve bizimkiler farkına varmadan bu ağa takıldılar. Daha doğrusu İri takıldı, iri ya. İnce’de sıyrılıp çıktı. İnce ya bırakıp gitmedi. Hem inceydi  hem aşık. Kemirip ağları kurtardı İri’yi.“E tabi, ben bu ağlara takılacak kadar kuvvetli değilim, eriyip gidecek gibiyim” diyerek onun gururunu okşadı.
Evet ya ben İnce olabilirim diye düşündü masalı dinlerken.  Aşkta en yanlış şeyler bile mantıklı gelir insana. Tabi balıklara da.  Çünkü aşk suyun içinde de aşk. “Evet ya ben İnce’yim.”
Derken bizimkiler soğuk denizlere kavuştular. Fakat İnce alışık değildi bu serin sulara ve hastalandı. Pulları dökülüyordu her gün ve gün geçtikçe daha da yavaşladı. Hatta durdu bir gün Atlantiğin  ortasında. Ya döneceklerdi ve İnce iyileşecekti, ya da tek bedene düşeceklerdi.  Çünkü herkesin Küba’ya yüzecek kadar nefesi yetmeyebilirdi. İri Küba’ya gitmeye gitmeyi seçmeden önce biraz düşündü. O düşündüğü süre kadardı sevgisi ki o da çok sayılmazdı.
Yok, benim sevgilim İri değil. Ama ben İnce olabilirim. İnsan sevdiğiyle geçen zamana doyamadığı kadar aşıktır. Balıklarda. “İki dakika daha beraber yüzmek, tek başına aşık olmaktan iyidir” dedirtir aşk insana. Evet ya ben İnce’yim ve aşığım.
Ve onunla Küba’ya varmak için son çabalarla iki dakika kadar daha yüzdü ve öldü. Yukarı doğru çıkarken zayıf gövdesi kılçıklarına kadar mutluydu ve gülüyordu. Koca bir balina onu yuttu. İri artık tekti. Suyun ucunda Küba vardı. Var gücüyle yüzdü. İnce’yi unuttu.
Gıcık oldu İri’ye Erkek işte dedi içinden.
İnce’yi unuttuğu kötü oldu. Çünkü onlar birbirlerine beş saniyede bir nereye gittiklerini hatırlatıyorlardı. Ve şimdi on saniye geçmişti ve hiç bir şey hatırlamıyordu.
Oh olsun derken tutamamıştı kendini. Göz göze gelmişlerdi.
Ne İnce’yi, ne Küba’yı ne de adının İri olduğunu hatırlamıyordu.
İnsana adını başkaları hatırlatır. Balıklara da. Beter olsun.
O yüzden kayboldu derin sularında Atlantiğin. Ve koca bir balina onu da yuttu. Mucize bu ya balinanın midesinde İnce’yi buldu. Onları yutan balina aynıymış. İnce ölmemiş, tam tersi midenin sıcaklığında dirilmiş. Ama oradan çıkarsa ölecek, İri’de nereye gittiğini ve adını unutacak. O yüzden artık ikisi de buradalar.
 Ne fark eder insana sevdiğinin yanı cennettir.

Sevmeden hiçbir şeyin tadı yok değil mi demişti sonunda. Neden anlatmıştı bilmiyordu bu masalı. Bildiği tek şey vardı O İnce’ydi ama O İri olabilir miydi?
Ömür Bayramoğlu
29/9/2007, Suadiye

3 Ekim 2008 Cuma

VENÜS'ÜN DOĞUŞU


Boticelli Sandro (1455- 1510 Floransa ) Yeni biçimlenmekte olan Rönesans resim anlayışı içinde özellikle kadın figürlerindeki incelikli ve lirik anlatımıyla tanınmıştır.
‘Venüs’ün Doğuşu’ adlı yapıtı Lorenzo di Medici tarafından ısmarlanmıştır. Sanatçı Medici ailesiyle yakın ilişki içerisinde olmuş , onların Platonik felsefeye dayanan hümanist anlayışlarını paylaşmıştır. Boticelli’nin en ünlü yapıtı olan tablo , tüm zamanların ve çağınında en tanınmış yapıtları arasında yer almaktadır.

Eser 1486 tarihlidir. Klasik mitolojide bir konunun görsel ifadesidir. Mediciler’in kır evi için sipariş edilen , dinsel bir içerik taşımayan , anıtsal boyutta yapıtların gerçekleştirildiği bir ortamda üretilen Venüs’ün Doğuşu’nda çizginin gene süslemeci anlamda kullanıldığı görülür.

Tablonun konusu kolayca anlaşılmaktadır. Bir istiridye kabuğu üzerinden denizden çıkan Venüs , uçan rüzgar tanrısı ve çiçek tanrısı tarafından , bir gül yağmuru altında karaya itiliyor. Venüs karaya ayak basarken Hora’lardan birisi , kırmızımsı bir örtüyle onu karşılıyor.

Kompozisyonun odağını denizin köpükleri üstündeki bir istiridye kabuğundaki Venüs oluşturmaktadır. Yukarıda solda iki allegorik figür yer almaktadır. Bunlar nefesleriyle denizleri dalgalandıran ve karaya doğru iten Batı rüzgarı Zephyros ile Çiçekler Tanrıçası Flora’dır. Sağda ise ağaçların yer aldığı bir tabiat görünümü içinde çiçekli elbisesiyle Venüs’ü karşılayan bir Hora tavsir edilmiştir.(Hora’lar doğada düzeni simgeleyen üç tanrıçadır.)

Kuruluş şeması üçgen çatıya göre şekillendirilmiştir ve yapıtın ana ekseni üzerinde Venüs yer almaktadır. Etkin tanrıça özelliğinin uzağında ve erotik bir havada gösterilirken doğayla bütünleşen bir kadın şeklini almıştır. Boticelli’nin Venüs’ü o kadar güzel ki , boynunu doğal olmayan uzunluğunun, sarkan omuzlarının, sol kolu vücuda bağlayan garip yöntemin farkına varmıyoruz. Çizgi zarifliği elde etmek için ,Boticelli’nin doğaya karşı bu özgür davranışı , çizginin uyumunu ve güzelliğini çoğaltıyor ve Venüs’ün gökyüzünün bir armağanıymış gibi kıyılarımıza itilmiş yumuşak ve zarif bir yaratık olduğunun izlenimini veriyor.

Doğa ve kadın olgusuyla temsil edilen tanrıça , hayat veren , ışıkla bütünleşen ve aşk ve güzellikleri yönlendiren sembolik bir öğe olmuştur.

Resimle ilgili teknik bilgileri yazdıktan sonra Boticelli ve özellikle Venüs'ün Doğuşu ve İlkbahar eserlerine duyduğum  yakınlığı da bura da paylaşmak istiyorum. Bu resimleri özellikle bloğumda paylaşmak ve yazmak istedim. Burada paylaşacağım her resim, her kitap benim için özel olan olacaktır. Üniversitede Rönesans dönemini işlerken bu tabloların gördüğüm an renkleri, figürleri, mitolojik öyküleri beni içlerine çekti. Şansıyım ki Ufizzi'de gerçeklerini görme şansım oldu, galerinin diğer bölümlerini gezip gezip tekrar tekrar bu tablolarının olduğu odalara gitmiştim. Büyük bir özenle Venüs'ün Doğuşu'nun röprodüksiyonunu alıp oralardan taşıyıp biraz büyük de olsa başucu tablom yaptım.

Ömür Bayramoğlu 3/10/2008