30 Haziran 2018 Cumartesi

Semra Bülgin ile röportaj


2018 Muzaffer İzgü Gülmece Öykü Yarışması’nı kazanan Semra Bülgin ile yazma serüveni ve mizah yazarlığı üzerine konuştuk.
                                                    

                                                         
-Öncelikle sizi tanımakla başlayalım, kimdir Semra Bülgin, nasıl başladı yazma serüveniniz?
Kalabalık bir ailede büyüdüm. Dört çocuğun en küçüğüyüm. Büyüdüğüm şehirde kitapçı yoktu diye hatırlıyorum ama sonradan öğrendiğim iki tane varmış. Yalnız bizi elimizden tutup da kitapçıya götüren olmadığı için kitap satın aldığım hiç olmadı. Evde ne bulursam onu okuyordum. Çoğunu anlamıyordum çünkü onlar ablamın ve abilerimin kitaplarıydı. Benim anlayabileceklerimi ise öğretmen olan amcam getiriyordu. Her insanın hayatına dokunan biri vardır. Benimkine dokunan da amcam oldu. Bana başka dünyaların içinde dolaşmanın heyecanını o öğretti ve bu heyecan hiç bitmedi.
Yani okumak hep vardı hayatımda ama yazıyla ilişkim çok sonra başladı. Üniversiteyi bitirdiğimde girdiğim ilk işte tam 22 yıl çalıştım. Artık buradan emekli olurum diyordum ki kriz çıktı. Hiç iş yoktu ama sabah dokuz akşam altı biz yine işe gidiyorduk. Bugün düzelir, yarın düzelir, diye bekliyorduk, bir de bırakılmayacak bir tazminat vardı tabii. Patronsa tazminat vermemek için işten atmıyordu. Bu durum iki yıl kadar sürdü. Traji komik bir dönemdi. Olanı biteni yazmaya başladım. Küçük hayallerimizi, büyük korkularımızı, kızgınlıklarımızı. Daha çok günlük gibiydi yazdıklarım. Sonrasında baktım ki anlatacak başka hikayelerim var. Ben de yazdım.
-İlk kitabınız “Hep Anı Sabaha Uyandım”. İlk kitap deneyimi, hazırlık aşamalarını öğrenebilir miyiz?
Yazmaya başladıktan sonra bir dönem atölye deneyimim oldu. Sanırım Murathan Mungan’ın bir şöylesindeydi, “Bu ülkede çıraklığın bile atölyesi varken anne-babalığın eğitiminin olmaması çok tuhaf” diyordu. Niye yazmanın da bir atölyesi olmasın ki dedim. Atölye ortamına girinceye dek yazmanın sadece doğuştan gelen bir büyük yetenekle yahut da belli bir zümreye ait olmakla mümkün olacağını düşünüyordum. Sadece yazmak değil sanatın tüm dalları için geçerliydi bu düşüncem. Bir şekilde öğrenilmiş, öğretilmiş bir geri duruş. Atölyede öncelikle bu duygudan kurtuldum. Sonrası elbette ki bireysel çabanız, isteğiniz, okumanız, yatkınlığınız ve bu işi sevmenizle ilgili. Öykülerim belli bir düzeye ve sayıya ulaştıktan sonra da yayımlatma süreci başladı. İlk kitapta ortak bir teması olan öyküleri toplamaya gayret ettim; olanın bitenin farkında olan ama hayatını değiştirme gücü-cesareti bulamayan, kendi hayatına seyirci duran insanların hikâyeleri.
İlk kitap elbette ki büyük bir mutluluktu ancak sonradan fark ettim ki içime sinen bir öyküyü yazıp bitirdiğimde duyduğum mutluluk daha büyük. Yayımlandıktan sonra öykülerin kendi yolculuğu başladı, iyi olmasını istediğim ama benden bağımsız bir yolculuk. Araya mesafe girmiş gibi hissettim.
-Nasıl başlıyorsunuz hikâyelerinizi yazmaya?
Bazen nerden nasıl geldiğini bilmediğim ama aklımda beliren bir sahne ile, bazen şahit olduğum bir yaşam parçasıyla, bazen tanıdığım birine yakıştırdığım kurmaca bir hikaye ile başlıyorum yazmaya. Hikâyeyi epey bir süre aklımda taşıyorum. Kağıda tek bir cümle bile not almıyorum ama zihnimde bir dolu cümle yazıp siliyorum, başka başka sonlar, başlangıçlar kuruyorum. Sonra bir gün artık yazılmak istiyor aklımdakiler ve masanın başına geçiyorum. Kağıda döküldükten sonra da düzeltmeleri başlıyor. Düzenli olarak her gün masaya oturup çalışmıyorum ama bir öyküye başladıktan sonra çok uzun süre çalışıyorum üzerinde. Dilinin sade olması, sahicilik hissi uyandırması, bir hikâyesinin olması için çabalıyorum. Bazen bir öyküyü zamanını ve anlatıcısını değiştirerek farklı formlarda yazıyorum, sonra içime en çok sinende karar kılıyorum.
                                                                      

-Muzaffer İzgü Gülmece Öykü Yarışma’sını kazandınız. Nasıl karar verdiniz katılmaya ve birincilik alınca neler  hissettiniz?
Yarışma çağrısını tesadüfen internette gördüm; Muzaffer İzgü, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, çizgisini devam ettirecek yazarlar çıkarmayı amaçlıyoruz, diye yapılmıştı. Benim gözümde üç kahraman. Sadece yazdıklarıyla değil yaşamlarıyla da sevdiğim, hayran olduğum üç yazar. Heyecan verici geldi bu çağrı.
Tabii çağ değişti, değişen çağla birlikte mizah anlayışı da değişti. Aslında her türlü mizahı seviyorum ama klasik mizahı daha çok seviyorum. Dokuz yaşındayken Aziz Nesin’in Şimdiki Çocuklar Harika adlı kitabıyla başladım mizah okumaya bir daha da hiç bırakmadım. İşlerin yolunda gitmediği zamanlarda güne mizah öyküsü okuyarak başlıyorum, size de tavsiye ederim çok iyi geliyor. Mizah tabiatımla da ilgili, biraz da yöresel bir şey. Yaşanan coğrafya hassasiyet alanlarını, derecesini ve şeklini değiştiriyor. En kötü zamanlarda bile yaşananları gülünecek hale getirebilirim. Çocukluğum boyunca büyüklerden hep hikâye dinledim. Çocuklara masallar değildi bunlar; acıklı olabilecekken gülerek anlatılan, ardından, ince bir iç çekişle, işte geçti gitti, diyerek bitirilen pek çok gerçek hikâye.  
Sonucun kazanana bir maille ya da telefonla duyurulacağını düşünüyordum. O gün ses seda çıkmayınca kazanmadığımı düşündüm. Gece yarısı odamda çalışırken, acaba kim kazandı, diyerek internete girdim. Bilgi Yayınevinin sitesinde göremedim, sonra google’a yazdım, adımı görünce çığlık kıyamet ev halkını uyandırdım. Büyük sürpriz oldu. Ertesi gün yayınevinden aradılar. Bu yarışma Bilgi ailesi ile tanışmama vesile olduğu için de ayrıca mutluyum. Yazarına kıymet veren, işini özenle yapan bir yayın evi.

-Ödül sonrasında neler yaşadınız?
Muzaffer İzgü adıyla anılan bir ödülü almış olmak kıymetli bir nişan. Bundan ötürü mutluyum.
Yine hikâye yazmaya devam ediyorum.
-Roman yazmak gibi bir planınız var mı?
Roman yazmak uzun soluklu bir konsantrasyon istiyor. Şu andaki yaşam tempomda güç görünse de hedefim bu. Umarım soluğum yeter.
-Sevdiğiniz yazarlar kimler?
Vüs’at  O. Bener, Sait Faik, Gabriel García Márquez, Joyce Carol Oates, Milan Kundera, Aziz Nesin, Ferit Edgü, Muzaffer İzgü, Yusuf Atılgan, daha pek çok isim var tabii ama bunlar ilk aklıma gelenler.
-“Bozma Kızın Moralini”  öykü kitabınız yarışma sonrası çıktı. Neler söylersiniz?
Muzaffer İzgü öykü ödülünü aldıktan sonra çıkmış olduğu için kitap hakkında yanlış bir beklenti oluştuğunu gördüm. Bazıları bunu bir çocuk kitabı sanıyor ki kesinlikle değil. Hatta bazı öykülere artı on sekiz bile diyebiliriz. Bir başka sürpriz de kitaptaki tüm öykülerin mizah öyküsü olmaması. Melez bir kitap bu. Hatta hemen bütün öykülerde aslında acıklı bir insanlık halini anlatıyorum; kenarda kalanları, görmezden gelinenleri, kabuğunu kırmaya çalışanları, sessiz kalanları.



Hiç yorum yok: