öykü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
öykü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2017 Salı

Düşündüm


Neden beni evden almadı? Geç kalmayayım derken erkenden geldim. Karnım açıktı, bari yemek gelene kadar beklerken guruldamasa. Birden çok yersem ve elbiseden midem çıkarsa. Bunu giymeseydim, ama bu geceye de öteki elbiseler hafif olurdu. Keşke çantama kepekli bisküvilerden atsaydım. Bu küçük çantalara sığma diye özel bir eğitim var mı acaba? Eğer varsa acilen gitmem gerekiyor. Burası da gerçekten havalı bir yermiş. Biraz araştırdım gelirken ama o yazılanlardan da iyiymiş. Hala inanamıyorum beni buraya davet ettiğine. Tamam diğer gittiğimiz yerlerde fena değildi ama burası nasıl diyorlar “olay”. Buluşmak için bu kadar özel yer seçilmesinin anlamı ne olabilir? Şeyma ile aklımıza ilk gelen tabiki evlenme teklifi idi. Evet geliyor bu akşam o teklif.
Şarap içmesem, başım ağrıyor sonra. Bu geceyi güzel hatırlamak istiyorum, -gece muhteşemdi ama sonra başım ağrıdı- demek istemiyorum. Neyse en kötüsü bir kadehi yavaş yavaş içermiş gibi yaparım. Gelenlerde ne hoş! “A şu şey değil mi, hani –sanki adını bilirmişim gibi- zengin adamın sevgilisi manken”. Acaba benim gibi ilk defa gelen var mı? Etrafıma çılgınca bakmaya devam ediyorum. Her şeyi görmek ve zihnimde bu özel gecenin hatırası olarak saklamak istiyorum. Bu özel gece, beklediğim o özel soru gelecek.
“Benimle evlenir misin?”. Sahiden bekliyor muyum bu soruyu? Aslında beni buraya davet edene kadar yoktu galiba aklımda?
Ah, işte geldi gönlümün efendisi. Bendeki değişim de süper ama. Gönlümün efendisi ne ya! Adama yüksek sesle söylesem ne düşünür acaba? Söylesem mi, yüzündeki ifadeyi görmek güzel olur.
Menüye bak be! En havalısından verdim siparişimi. Çok güzel telaffuz ettim. Bu akşam hem güzelim hem de havalı.Tam evlenme teklif edilecek kadınım.
İçecek siparişini de karşımdaki yakışıklı verdi, karışmadım. Bu adam şaraptan bu kadar anlıyor muydu? Buraya sık sık geliyor mu acaba? Şimdiye kadar merak etmediğim şeyler şimdi aklımı kurcalamaya başladı. Beraber olmadığımız akşamlar ki, genelde beraber değiliz, daha doğrusu öyle mıç mıç sevgilelerden değiliz. Ben de o beraber olmadığımız akşamları şimdiye kadar çok sorgulamadım. “Ailemleyim” dedi,” iş yemeğindeyim” dedi ve bitti benim için. İş yemeklerine çok sık gittiğini biliyorum, demek ki hamurunda varmış böyle cool olmak.
Bu takımı yeni mi acaba? Çok yakışmış. Bana da iltifat etti. “Bu akşam çok güzel görünüyorsun” dedi. Gıcıklık yapıp “ne yani diğer akşamlar çirkin miyim” diyecektim ama birden kendime geldim, tarafsız düşünüp her akşam bu kadar bakımlı ve havalı olmadığımı kabul edip, hafifçe gülümseyip teşekkür ettim. Bu akşam bende de bir havalar, hafif gülümsemeler falan. Nasıl havaya girdim.
Karşımdaki bu yakışıklı biraz gergin mi acaba? E kolay mı birazdan evlenme teklif edecek. Yemeklerimize devam ediyoruz. Rutin konuşmalar. Günümü sordu, gününü sordum. Ailemi sordu, takıldı, gülüştük fazla koklaşmadık, zaten burada da koklaşılmaz herhalde.
Yemek güzeldi, pek yiyemedim aslında. Hem heyecan var, hem de hızlı hızlı yemeyeyim, bir küçük hanımefendi  olayım dedim. “Bir küçük hanımefendi” içmeden sarhoş oldum galiba? Küçük parçalara bölerek kibar kibar yemeye çalıştım. Yemek biran önce bitse, teklifi yapsa, ben de o da rahatlasak diye düşünmedim değil bir kaç kere. O yüzük çıksa, evlilik teklifi yapılsa, gözlerim buğulansa, yanaklarım kızarsa. Yüzük nasıl acaba? Soruya bak, nasıl olacak? Süper bir espri geliyor. “İyi, ellerinden öper”. Of ya kafamın içinden geçirdiklerimi Allah’tan sesli söylemiyorum.
Daha tatlı siparişini de veremedik. Teklif de gelmedi. Yoksa beklediğim şeyler aynı anda mı gelecek?  Pasta ve yüzük. Tam filmlerdeki gibi. Evet oturduğu yerde düzeldi. Geliyor herhalde teklif. Hani pasta?
“Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama ben bir süredir, aslında bayağı bir süredir düşünüyorum ve ayrılmamızın ikimiz içinde daha iyi olacağına, hatta senin için daha iyi olacağına karar verdim. Sen daha iyilerine layıksın.”
Bir süredir, düşünüyormuş, düşünmüş, ikimiz adına en iyi kararı vermiş, almış, yapmış, düşünmüş, üzmek istememiş, daha iyi olacakmış, düşünmüş.... Kafamın içinde bu kelimeler, cümleler dolaşırken o an aslında tek istediğim koca bir dilim kremalı pastaydı. Düşündüm ve garsonu çağırıp tatlı siparişi vermenin benim için en iyi olacağına karar verdim.

20 Ağustos 2017 Pazar

Dilek Türker "Avucumda Çimen İzi"




www.yenicikanlar.com.tr için Sevgili Dilek Türker'le yaptığımız röportaj

http://www.yenicikanlar.com.tr/her-oykum-aldigim-bir-nottan-cikti-73469


Hep Kitap, yeni, yalın, duru kalemiyle Dilek Türker’i öykü severlerle buluşturdu. “Avucumda Çimen İzi”, 16 öyküden oluşuyor. Dilek Türker’le, ilk kitap heyecanını, yazma serüvenini konuştuk.

 -İlk öykü kitabın, daha önce dergilerde yayınlanmış öykülerin var. Nasıl başladın yazmaya?
Mektuplarla iletişim kuran biriyim. Sıkı dostlarımla, sevdiklerimle hep mektuplaştım. Gündelik mektuplaşmaların ötesine geçen yanları olmuştur. Onları yazınsal çabamın ilk ürünleri olarak sayabilirim. Daha sonra senaryo denemeleri, senaryoya varmayan sinopsisler, kısa anlatılar yazdım… Hikaye anlatmak istiyor, aklımdaki hikayelere uygun bir biçim arıyordum; öyküler çıktı sonunda ortaya.
-Kendinden biraz bahseder misin? Nerelerde eğitim aldın, ne iş ile uğraşıyorsun?
1984, Adana doğumluyum. Hukuk Fakültesi mezunuyum. Böyle şeyler yazabilirim ama bir arkadaşımın 11 yaşındaki ikizleri “Şiirce” diye bir kitap çıkardı ve onların otobiyografilerini okudukça kendi yazdıklarımı çok sıkıcı buluyorum. Mesela Utku Erkman diyor ki: “Bu capcanlı dünyanın sahipleri kimi zaman iyilik, kimi zaman kötülük, kimi zaman da konuşan sinekler ve kuşlardır.” Kardeşi Ece de kendinden bahsederken, “Bu kitaptaki çizimler bana ait. Hayallerimi çizmeyi seviyorum. Beni bir çizer gibi değil de bir arkadaşınız olarak kabul edin” diye yazmış. Ben onlar kadar müthiş şeyler yazamam ama şöyle söyleyeyim madem: Bir daha dünyaya gelsem ağaç olmak isterim. En çok annemin bana fal bakarken anlattığı hikayeleri severim. Coğrafyam iyi değildir ama yeni şehirlere ve ülkelere dair içimde hep güzel duygular beslerim. Yine de çocukluğum bu topraklarda geçtiği için en sıkı bağım burayladır. Tabii bu, neden bu ülkeden bir Kafka çıkmadığına dair şaşırmama engel değildir.
 -“Hüznün yanı sıra umudun da yeşerdiği hayatlara pencere açan öyküler” diye yorumlanmış yazıların. Neler düşünüyorsun, ilk kitabı yeni çıkmış genç bir yazar neler yaşıyor bugünlerde?
En önemsediğim şey yaşama sevinci. Bunu kaybedersek çuvalda çürüyen patateslerden bir farkımız kalmaz. Bu dönemde ise şansımız var ve hala hayattaysak, en zor şey yaşama sevincini koruyabilmek. İşte bunun için uğraşıyorum; içimde bir kırıntı bile kaldıysa bulup çıkartıyorum ve çoğaltmaya çalışıyorum iyilikle, güzellikle.  Ritüellere önem veriyorum; eşimle, annemle, sevdiklerimle sohbet ederek, kızımla oyunlar oynayarak, uzun yürüyüşler yaparak, okuyarak, yeni öyküler için notlar alarak geçiriyorum zamanı.  Bugünlerde yaptığım bu.
-Kitabının arka kapağında “Dilek Türker’in öykülerinde bocalayan, düşen; kalktıklarında avuçlarında gördükleri çimen izlerinin karmaşıklığında kaybolan insanlar var. Aniden duran dönmedolap, hafifçe esen rüzgâr, rüzgârı hissetmek için koşan çocuklar. Bir daha dönmeyecek kadar uzağa giden göçmen kuşlar... Evler var, evlerin içleri, iyi yürekli hayatlar... Avucumda Çimen İzi yeni bir yazarı keşfetme hazzı veriyor” diye anlatılmış kitabın. Var mı buna eklemek istediğin bir cümle, kelime?
Arka kapak yazısını çok sevdim ben. O yüzden eklemek istediğim bir şey yok.
- Biz yeni bir yazarı keşfettik, sen yeni okurlar keşfederken neler hissediyorsun?
Şaşırtıcı ve heyecan veren bir süreç. Kitabın basılacağını haber aldığımda ve sonrasında daha soğukkanlıydım ama kitabı raflarda gördükten sonra biraz afalladım. Ara sıra kitapçıları geziyorum, bazen yerini bulamıyorum, yine de utanıp soramıyorum görevlilere. Bazen hiç tanımadığım biri ya da çoktandır tanıdığım insanlar kitapla ilgili paylaşımlarda bulunuyor. Mutluluk ve mahcubiyet arasında bir yerde okuyorum yazdıklarını. Güzel, iyice duyumsayarak yaşamaya çalıştığım zamanlar.
-Öyküler yazıyorsun, yola öykücü olarak mı devam etmek istiyorsun? Neden öykü?
Anlatmak istediğim hikayelerin bir tür olarak öykü kalıbında var olabileceğini görmüş olmam, neden öyküyü seçtiğime dair bir yanıt olabilir. Bir roman dinamiği, izlekleri, biçimi içinde anlatmayı düşlediğim bir hikayem yok. Öykü türü içinde akıl yürütme çabası içinde olmak, bu zanaatı geliştirmek benim için daha çekici. Başka bir türde yazacak olsam da cevabım aynı olurdu aslında. Bir tür seçip yola çıkmıyor, anlatmak istediğimize en uygun türü seçip ona göre bir ürün veriyoruz sanırım.
-Türkiye’de öykünün yeri hakkında neler düşünüyorsun?
Türkiye’de öykünün gördüğü değerden memnunum. Evet, büyük kitlelere romanlar daha çabuk ulaşıyor ve daha çok okunan hep romanlar oluyor ama bunda şikayet edecek bir yan görmüyorum. Bence önemli olan okuyanın hangi algı düzeyinde okuduğu ve okuduğuna ne derece kıymet verdiği. Bu açıdan bakarsak Türkiye’de öykünün çok seçkin bir okur kitlesi var. Üstelik bu seçkinlik bir avuç insanı ifade etmiyor. Öykücüler biliniyor, konuşuluyor, takip ediliyor. Bir yazar sırf öykü yazarak edebiyat dünyasında var olabiliyor. Öykü çok ciddi bir kitlece okunuyor ve değer görüyor. Satış rakamları ve istatistikler ne der bilemem. Benim kişisel deneyimim ve yakın çevremden edindiğim gözlem böyle.
-Seni etkileyen, benim yazarlarım dediğin kimler var?
Sevdiğim birçok yazar ve kitap var. Bir kitabı bitiriyorsam muhtemelen onun dünyasına dalmışım ve yazarın kaleminden etkilenmişim demektir. Her zaman başucumdaysa, Sait Faik, Cemal Süreya ve Didem Madak var.
- Yekta Kopan’ın atölyesinde beraber derslere katıldık. Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri hakkında neler söylersin?
Benim yolum Yekta Kopan atölyeleriyle kesişmeseydi, muhtemelen yine yazardım, günlük tutmaya, mektuplar yazmaya, kart atmaya ve senaryo denemeleri yazmaya devam ederdim ama öykülerin o güzelim dünyasını ya keşfedemezdim ya da böyle erken keşfetmezdim. Kurtarılmış zamanlar olarak görüyorum o atölyede geçirdiğimiz zamanları. Hem Yekta Bey’in hocalığı, enerjisi, dostluğu hem de diğer atölye katılımcılarının kalemleri, eleştirileri ve önerileri benim kendimi geliştirmemde çok etkili oldu.  Yazarlığın, yaratıcı yazının öğrenilemeyeceği gibi bir savla bu atölyelere burun kıvıranlara, buralarda kimsenin yazarlığı öğretme çabası içinde olmadığını söylemek lazım. Öncelikli amaç her zaman edebiyata çok yakın ilgi duyan bir grup insanın, bir tür kardeşlik duygusuyla bir araya gelip fikirlerini paylaşması, birbirinden ilham alması.
Ve tabii sırası gelmişken Yekta Kopan ve İpekli Mendil’in yazı hayatındaki yerleri nedir?
İpekli Mendil yazarlarından bir kısmını eşim başka bir yazı atölyesinde tanımıştı ve aralarında güzel bir etkileşim olmuştu. Sonra da beni tanıştırdı onlarla. İçlerinden biri, sanırım Betül, Yekta Bey’in yazma atölyesine katılmamı önerdi. Güzel tesadüfler, öyle bir akşamüstü, hoş bir sohbette karşınıza çıkabiliyor. Yukarıda bahsettiğim kardeşlik duygusunu orada tanıdığım insanlarla da yaşıyorum. Bana ilham veriyorlar.
Mehmet Tutar ve Hüsne Tutar’a da değinmem gerek burada. Gerçek bir öykü kahramanı iki öğretmen. Çok güzel hayalleri var, hayata öyle bir yerden bakıyorlar ki umutsuz olmaya hakkımız yok gibi geliyor onları düşününce. Yekta Bey ve İpekli Mendil yazarları Antakya Narlıca Anadolu Lisesi’nde İpekli Mendil Kütüphanesi’ni kurdular. O süreçte ben de onların yanında olma ve onları daha yakından tanıma fırsatı buldum. Oradaki öğrencilerin coşkusunu, öğretmenlerin onlara ve hayallerine olan inançlarını ve hepimizin bir an için de olsa içimizde hala umudumuzu koruduğumuza dair hissettiklerimizi unutamam.
-Ağaçların, köknar ağacının öykülerine etkisi, sendeki çok özel değilse hikayesi nedir?
Babam bir köknar ağacının gölgesinde uyuyor. Yalnızca bunu söyleyebilirim.
- “Elişi ödevimi çilek reçeliyle yapıştırdı. (…) Bir şey oldu sanırsın ama olmaz.” Kitabında bu ve buna benzer içten, okuyanda geçmişe dönüp ben de yapmış mıydım diye düşündüren, samimi cümleler, bizden hikayeler var. Bunun için öncelikle sana teşekkür ediyorum. Bunu nasıl yapıyorsun? Notlar alarak mı çalışıyorsun, nasıl yazıyorsun?
Bence sen de bu ve bunun gibi tatlılıklar yapmışsındır. Hatta yapmaya devam ediyorsundur. Bu eşim Alpay’ın bir anısı. Zaten onun çocukluk anılarından çok etkileniyorum ve öykülerde bir şekilde anlatıyorum. Bazen kendisine hiç hikaye bırakmadığımdan şikayet ediyor bu sebeple.
Not aldığım doğru. Bazen babaannem bir şey anlatırken, annem biriyle konuşurken, bir arkadaşım çocukluk anısından bahsederken ya da bir belgesel izlerken bir not alıyorum ve o aldığım not beni bir öyküye başlamaya teşvik ediyor. Sonunda belki aldığım not o öyküde geçmez, bambaşka bir şey vardır ortada ama o not görevini yapmıştır. Bana bir duyumsayış vermiştir o öyküye başlamak için. Bir oturuşta baştan sona yazıp bitirdiğim bir öykü yok. Her öyküm -ister kağıda ister aklımın bir köşesine olsun- aldığım bir nottan çıktı.
Son olarak küçük bir kızın var. Anne olmak seni nasıl etkiledi, öykülerine etkisi oldu mu?

Hamileyken bir dergide Patti Smith’in bir röportajında rastlamıştım, annelik için şiirsel demişti. Ben sevdim anne olmayı, bence de çok şiirsel. Zorluklarına, kadını yıpratan ve yoran süreçlerine ya da dünyanın gidişatına bakıp anne baba olmanın nasıl riskli bir karar olduğuna değinmeden şunu söylemek istiyorum, kızımın yüzüne bakınca çok güzel günleri düşlüyorum hep. Sonra da oturup yazmaya başlıyorum. Bir de anne olduktan sonra sanırım çocukların dünyasına daha da daldım ve masalsı bir yeri keşfetmiş oldum böylece. İşte incecik iple uçan balonu bileklerine falan bağlıyorlar, kuşları sevinçle besliyorlar, bilmediğim ve hayran olduğum bir dilde konuşuyorlar. Ben de onların peşine düşüyorum bazı öykülerde.