portre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
portre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ağustos 2018 Cumartesi

Bacon

                         "HER ŞEY ÇOK ANLAMSIZ. BARİ SIRA DIŞI OLALIM." Francis Bacon
                                       


1909’da Dublin’de beş kardeşin ikincisi olarak doğan Bacon, ağır astım hastasıdır. Konuşmayı çok seven bir adam olan Bacon, çocukluğu hakkında çok konuşmamıştır. Francis, on altı yaşındayken babası, annesinin iç çamaşırlarını giydiğini fark edip evden kovar ve annesinden aldığı haftalık üç sterlin  harçlık ile Londra’ya daha sonra Stefan Zweig’in deyimiyle “modern dünyanın Babili” olan Berlin’e gider. Bir süre sonra bir planı olmadan kendini Paris’e bulur. Paris’te şansı dönen Bacon’u Madam Baocquent  yanına alır. Ona kol kanat gerer,Fransızca öğretir, Paris’teki etkinliklere ve müzelere götürür.
Gördüğü her şey ona heyecan verir. Ancak ona ressam olmayı düşündüren şey, söylediğine göre, Picasso’nun çalışmaları olur. Picasso,Bacon’un büyük kahramanıdır. 1928’in sonuna kadar Paris’te kalır, tekrar Londra’ya gider. Bu dönemde Avustralyalı sanatçı Roy de Maistre ile epey zaman geçirir. De Maistre iç mimarlık da yapmış başarılı bir ressamdır.
Sanat okulunda eğitim alamayan Bacon,  insan davranışlarını gözlemlemeyi sever.  Zihni ve atölyesi farklı kaynaklardan topladığı görsellere doluydu; sinema, tıbbi literatür, sanat galerileri, günlük yaşam. Bu görsellerin bazıları , bazen bilerek bazen de farkında olmadan sanatçının tablolarının konusu olmuştur. “Her şeye baktığımı unutmayın” derdi. “Gördüğüm her şeyi çok iyi özümsüyorum. Nihayetinde tablolarımdaki imgelerin nerden geldiğini kimse bilmiyor, ben bile.”
“Resim yapmak hem zahmetli bir iş hem de şans gerektiriyor” derdi. Bazen istediği sonucu alıyordu, ama genellikle hiçbir şeye benzemiyorlardı. Ona göre başarılı resimler “duyuları harekete geçiren”, zihni atlayarak doğrudan “sinir sistemine” hitap edenlerdi.
Bacon’ın ilk sergileri ve sergilerinin içeriği ile ilgili halen net bir bilgiye ulaşılamıyor. İlk gerçek çıkışını, Herbet Read’ın kitabı Art Now’da yer alan Çarmıha Geriliş isimli tablosuyla yapmıştır.
Bir Çarmıha Gerilişin Kaidesi Üstündeki Üç Figür Çalışması,  1944 yılında tamamlanıp sonraki yılın ilkbaharında Londra’da karma sergide yer alır. Eser, görenleri dehşete düşürüp Bacon’ın ressam olarak tanınmasını sağlar.O sırada orada olan eleştirmen John Russell’in deyimiyle, “imgeler öyle rahatsız edici korkunçluktaydı ki onları görür görmez aklınız yerinden çıkıyordu”. Russel, “Ne bu yaratıkları ne de bize hissettirdiklerini anlatmaya kelimeler yetmez” diye yazmıştı. Bu tabloda tamamıyla hayvan olamayacak kadar insani, hepsi sülük gibi kör ve uzuvsuz biçimde, yaralı, engelli, dişsiz, tuhaf üç figür bulunur; onlara yaklaşan ya da tehdit eden her neyse saldırmaya hazır gibi görünürler. İsa’nın çarmıha gerilişinin geleneksel temsillerinde azizlerin ya da kederli annenin durduğu yerde, görülmeyen bir çarmıhın altındadırlar.
                                                     

Bacon’un belki de bilindik tek tekniği, figürlerini sınırları ince çizgilerle belirlenmiş bir çeşit saydam “kutu” içine koymasıdır. Bu bazen “uzay çerçevesi” bazen de “kafes” olarak adlandırılır. Bacon bu kutuları 1940’ların sonlarında kullanmaya başlayıp kariyeri boyunca devam etmişti. Bu tekniği neden kullandığı ile ile ilgili – görsele odaklanıp onu daha iyi görebilmek amacıyla tuvalin ölçeğini azaltmak için kulandığı- açıklamasını yapmıştı.
1950’lerin sonlarında her yılın bir bölümünü Kuzey Afrika şehri Tanca’da geçirdi. 1961 yılı sonbaharında hayatının sonuna kadar yaşayacağı Reece Mews, numara 7, Güney Kensington adresine taşındı. Bacon’un yaşam ve çalışma ortamı sefilliğin lüksle birleşimiydi.
1960 ve 70’lerde giderek daha fazla portre çalışmaya başlar. Modelleri genellikle yakından tanıdığı insanlardı. Onları iyi tanıdığı için resimlerini yaparken orada olmalarına ihtiyaç duymuyordu. Hafızasına ya da fotoğraflarına dayanarak resmetmeyi tercih ediyordu.
                                               

1963 yılında en bilinen ve en iyi eserlerinden bazılarının modeli haline dönüşecek olan George Dyer ile tanıştı.  Yarık ağzı, düzgün fiziğiyle zayıf bir karaktere sahip olan Dyer’ı Bacon, tanıştığı en güzel adam olarak tasvir ediyordu. Dyer’ın portreleriyle dolu sergileri büyük beğeni topluyordu, öldüğünde  ölümünü resmederek onu “sisteminden çıkarmak” istediğini söylemiştir. Ölümü takip eden yıllarda, 70’lerin başında yaptığı otoportrelerde ise Bacon tek başına sandalyede oturur. Bu eserlerde odanın sade donanımı- lavabo, muşambalar, elektrik düğmesi, tavandan sarkan lamba, yerdeki gazete- varoluşsal anlamsızlığa kinaye yollu ir gönderme yapıyordu. 70’lerin ortelerına doğru Bacon, John Edwards’la tanıştı ve arkadaşlık sanatçının yaşamına bir sakinlik getirdi. 70’lerin sonu ve 80’lerin başında manzara resimleri yapmayı denedi. 1984’te Paris’te gerçekleşen bir sergisi hayranlarının akınına uğramıştı. Evinin duvarlarında “SENDEN DAHA İYİ OLAN TEK KİŞİ FRANCIS BACON” yazıyordu. 80’lerin sonunda sağlığı bozulmaya başladı. 1992 yılının Nisan ayında Madrid’de yaptıkları gezi sırasında hastalandı ve kalp krizi sonucu öldü.
Bacon’ın kendi resminden söz ederken her zaman kullandığı sözcüklerin (kaza, hamlık, lekeler) çiftanlamlılığı hatta belki kendi isminin taşıdığı çift anlam, sanki bir saplantının, büyük olasılıkla kendinin bilincine varmaya ilk başladığı zamana denk düşen bir deneyime ait sözcük dağarcığının bir parçasıdır. Bacon’un yapıtlarının, Batılı adamın acılı yalnızlığının ifadesi olduğu söylenir. Resimlerindeki figürler, cam sandıklarda, saf renkten oluşan geniş alanlarda, hatta kendi içlerinde yalıtılmıştır.
Kaynak:
-İşte Bacon, Kıtty Hauser,  Hepkitap, 2017
-Portreler, John Berger, Metis,2018