22 Ağustos 2021 Pazar

HAFTANIN RESMİ - "LİRİK ŞARKI" Silvestro Lega

 

            "Lirik Şarkı", 1867, Tuval üzerine yağlıboya, 158x98cm, Palazzo Pitti, Floransa, İtalya

“Lirik Şarkı” piyano başında şarkı söyleyen üç kadını gösterirken, arkalarındaki büyük pencere uçsuz bucaksız İtalya kıyılarına açılır. Üç figür barışı, hoş zamanı ve samimiyeti sergiler.

 Silvestra Lega, 15. yüzyıl  Floransa’sının detay ve düzenli yapı ilkelerine dayayan resim eğitimi aldığından resimde kadınların bel oyukları, perdenin kıvrımlarını tabloya yansıtmıştır.

 Yunan Mitolojisi’ndeki “Üç Güzel” i andıran tabloda yumuşak kahverengi renkler nostalji duygusu yaratır.


26 Temmuz 2021 Pazartesi

HAFTANIN RESMİ - " YAZ" Giuseppe Arcimboldo


                                            1573, tuval üzerine yağlıboya,76x63,5 cm, Louvre, Paris

Ölümünden sonra unutulan ancak yaşarken büyük bir üne kavuşmuş olan sanatçı, meyveler, çiçekler, sebzeler hatta hayvanlardan oluşturduğu portreleri ile sanat tarihinde farklı bir konuma sahiptir.

“Yaz” adlı resim I. Ferdinand   tarafından saray ressamı olarak atandıktan sonra yaptığı  “Dört Mevsim” serisinden  biridir. Louvre Müzesi’nde bulunan 4 Mevsim serisi İmparator Maximilian II’nin talebiyle 1573’te tekrar yaptığı seridir. 1563’te ilk kez yaptığı dört mevsim serisinden İlkbahar, Yaz ve Kış günümüze ulaşabildi. 

Yaz portresinde, karakterin kıyafetinin dik yakasının bir kenarında "Guiseppe Arcimboldo F” imzası,  yaka kıvrımını takip eden kısımda 1563 tarihi vardır Profilden bakılan yüzün yanakları elmadan, dudakları kirazdan, dişleri bezelyeden, çenesi armuttan; göz iki küçük armut arasında cam gibi parlayan vişneden, kulakları mısır yaprağı, burnu da büyük bir salatalıktan oluşmuştur. Göğsünden yukarı doğru bir enginar çıkar.  Kayısılar, şeftaliler, armutlar, kirazlar, çilekler ve eriklerden oluşan taç da portreyi tamamlar

İlkbahar ve Yaz bir kadın, Sonbahar ve Kış ise bir erkek olarak tasvir edilmiştir, Kış ve Yaz sağa, Sonbahar ve İlkbahar sola bakar.

 


7 Temmuz 2021 Çarşamba

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "MEHMET TIĞLI"

 

                                                       


-Sizi tanıyabilir miyiz?

1970, İstanbul doğumluyum. Sinemayı çok seven bir ailenin içinde doğdum ve büyüdüm. 1950’lerde annem Beşiktaş’ta yeni gelen hiçbir filmi kaçırmayan sinemasevermiş.  Ben Kadıköy Acıbadem’de açık hava sinemalarında, tahta sandalyeler üzerinde film seyretme şansını yaşadım.  İlk hatırladığım film, açık havada seyrettiğim “Hababam Sınıfı” idi.  Abim ve ablamda  çok meraklıydı sinemaya, onlarla   “Guguk Kuşu”” gibi sanatsal filmlere giderdik, böylece sinemanın sanatsal boyutunu erken yaşlarda bu şekilde keşfettim. Bir dönem  seyrettiğim filmin eve gelir devam senaryosunu yazardım. Sonra üniversitede sinema okumak istedim ama yaşadığımız zamanlarda ailem ne kadar sinema ile ilgili olsa da başka bir meslek seçmemi istedi ve İşletme Bölümü’nü seçtim. Ama sinemadan hiç kopmadım. Marmara Üniversitesi’nde 1989 yılında ilk defa “Türk Filmleri Festivali” yaptık. O dönemin popüler filmlerini getirdik. Arkasından oyuncular ve yönetmenlerle söyleşiler hazırladık. Macit Koper, Nur Süer, Tunç Başaran’ı ağırladık. Sonrasında İfsak’ta sinema atölyesine yazıldım. Çok iyi kadrodan dokuz  hafta eğitim aldık. Kimler vardı; Bilge Olgaç, Aytekin Çakmakçı, Hilmi Etikan. Hilmi Etikan, kısa film ustasıdır, duayen, kısa filmi Türkiye’de yayan kişidir. Sinema Teorisini, Işıl Özgentürk’ten, yönetmenlik dersini Bilge Olgaç’tan aldım. Pek çok şeyi yerinde gidip gördük. Dijital sinemada yoktu, her şey manuel, zaman maliyetinin , fiziksel maliyetin çok yüksek olduğunu zamanlar.  Sonrasında da 1992 yılında “Orhon Murat Arıburnu Sinema- Edebiyat Yarışması” vardı. O yarışmada birincilik aldım. Orhan Oğuz, Macit Koper, Şerif Gören vardı jüride. Sinema ütopyasıydı aslında yazdığım. İsmi  “Siyah Perde”.  O ödül beni çok motive etti. 93 yılında tekrar katıldım. İkincilik ödülü aldım. O dönemin popüler yapımcısından  teklif geldi. Ben çok sıcak bakmadım projeye ve uzun süre sadece izleyici olarak devam ettim sinemaya.

-Kısa film çekme kararını nasıl aldınız?  Kısa film hazırlık ve çekim sürecinde sizi neler zorladı? Hazırlık süreçlerinizi anlatır mısınız? 

 2004 yılında “Orhon Murat Arıburnu Ödülleri” için jüri olma teklifi geldi. Orada genç kuşak yönetmen arkadaşlarla tanıştım. Elimde çok iyi senaryo vardı ve  Hüseyin Alemdar çok ilgilendi. Cast belirlendi, okuma provası başladı. Dijital sinema da olmadığı için maliyeti  yüksek olacağı için askıya aldık, o projeyi. 2010 yılında “Sayılamayan Yıldızlar” adlı öyküm ile  İş İnsanı  Nurdan Tümbek  ilgilendi. Gökyüzündeki takım yıldızlarından etkilenmiştim yazarken. Fantastik bir kitaptı. Orada” İkiz Yıldızlar”  diye bir öykümü, ilk  filmim olarak onun yapımcılığımda hayata geçirdik. Kitlesel fonlama yaptık. Benim için amatör diyebileceğim ilk filmim. İlk defa kameranın arkasına geçtim. İlk olmasına rağmen çok büyük başarılar elde etti. Bu bana ileride yapacağım işlerim içinde umut verdi.

2016’da da aynı kitaptan başka bir öyküye film çektim. “Yüksek Kalori”, obez bir çocuğun ebeveynleri ile yaşadığı çelişkileri komedi tarzında anlatıyor. Sanal ilişkiler, internette tanışılan arkadaşlıklar vardı.  Ayla Algan, Doğa Konakoğlu ile çalıştım. Doğa  komedi oyuncusu idi  ama filmde çok iyi dram oynadı ve ödül aldı. Bu film sayesinde Ayla Aygan’la çok güzel dostluğumuz oldu halen devam eden.

 “Bir Vapur Masalı” ve sonrası benim için  farklı dönemdir, kırılma noktasıdır.  Kemik, güzel bir ekip oluşturdum o dönem.  Ben film çekerken her şeyle bire bir ilgileniyorum, o hazırlık heyecanını da çok fazla yaşıyorum.  Hatta besteyi alıyorum,  sonra stüdyoya giriyorum, belli yerlerde müdahale ediyorum, neyse ki anlayışlı müzisyen arkadaşlarla çalışıyorum. Böyle olunca filmin müziği de iyi oluyor, içime siniyor. İlk filmlerimde müziği biraz fazla kullandım.  Bazen film müziği  filmdeki duyguyu öldürüyor. Görüntüyle veya oyuncuyla vermek istediğiniz duygunun önüne geçiyor. Son dönem filmlerinde daha minimal, kararında kullanıyorum. Hatta “Çınar”  filmimde sadece finalde müzik var. Tamamen ortam sesi. Türkiye’nin en iyi ses teknisyenlerinden Erdil Semiz’le çalıştım. Ortam sesiyle duyguyu aktarabildik.

“Bir Vapur Masalı”, gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Bu olayı aynen bir vapurda yaşadım, vicdan muhasebesi yaptım ve  bu hikayeyi hayata geçirmek istedim.  2018’in soğuk bir Şubat günü-bunu bilhassa tercih ettim, olayı yaşadığım günde öyle bir gündü- oyuncularda o soğuğu hissetsin istedim gerçek kahramanlar yaşadıysa- iki gün boyunca başarılı çekim süreci geçirdik. Ama öncesi, izin alma süreci zordu.  Sirkeci- Adalar hattında çektik. Normalde Karaköy- Kadıköy hattında yaşamamıştım ama süre açısından zor olacaktı bizim için. Sürekli yolcu değişecekti ve bu harekette filmin dokusunu bozacaktı. 2 gün sürdü çekim  ve sonuçta içime sinen bir iş oldu. Yüksek ses kullandık özellikle. Senaryoyu bir günde yazdım. Benim mentorum  İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın  Baş Dramatürü Hilmi Zafer Şahin. Yazdığım  bütün senaryolarımı önce ona okuturum. Okudu ve çok etkilendi. Daha önceki senaryolarda düzeltmeler  yapmıştı. Bunda düzeltecek bir yer bulamadı. Aslında otizm birçok filmde konu edildi ama bu filmde ters köşelerimiz oldu.

Daha sonra kurmaca bir hikayem vardı. Gazete haberlerinden gördüğüm, etkilendiğim ölüm, yas, aile içi iletişimsizlik, kadına  yönelik psikolojik şiddetinde olduğu bir hikaye. 2019 Ocak ayında  “Spizella” Türk- Alman ortak yapımı olarak çekildi.  61 tane ödülü var. Türkiye’de kısa film tarihinde en çok ödül alan film. Dünyanın farklı ülkelerinde yarıştı.

Spizella’nın bu başarısı ile durmadım. Alzhemier konusunu ele aldım. Sabah işe giderken ATM’lerde bir amca gördüm 70’li yaşlarında. Tuşlara gelişi güzel basıyor ve bu şekilde Üsküdar iskeledeki bütün ATM’leri gezdi. Çocuk gibiydi, benim ailemde de olduğu için alzhemier olduğunu anladım. “Çınar” filmi de böyle ortaya çıktı. Senaryoyu da 1 saatte yazdım ve  2019 Kasım ayında  14 dakikalık film çektik. Çınar ağacının yapraklarının döküldüğü zamanı tercih ettim. Kurumuş olması gerekiyordu, metafor açısından. 119 seçkisi, şu anda da 49 ödülü var.

“Refuge”, Suriye ve Iraklı İki mültecinin hikayesi. Gerçek hikayelerden yola çıkarak yazdım senaryoyu. Bu filmde  amaç şuydu benim için; “Ötekileştirme vardır hepimizde “bu kıyafet yakışmamız” deriz en azından. Burada da yabacılar üzerinden yapılan ötekileştirmeyi işledim. Üniversite mezunu bir Suriyeli, beyaz yakalı, yabancı, lgbt.

-Aslında yukarıda konuştuk ama çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor?

 Görmek istemediklerimiz aslında senaryolarımın çıkış noktası. Birebir yaşadığım olaylar, gazetede okuduğum haberler, tanık olduklarım çıkış noktası oluyor ve bu şekilde senaryo- film ile  hayata geçirmek istiyorum.

Bugüne kadar yaptığım iki film “Çınar” ve” Bir Vapur Masalı” Uluslararası Tıp Konferanslarında da gösterildi. Çok büyük övgüler aldık.  İki filmde de tıbbi açıdan hata yapmamak için çok çalıştım, destek aldım. Emek verilen senaryo ve filmlerinin böyle önemli alanlarda kullanılması da benim içinde ayrıca gurur kaynağı tabi.

                                                               


-Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu?

Aslında yazarken oturuyor. Oyuncu için rol yazmak değil de yazarken şu karakter şu oyuncu tarafından oynansa iyi olur diyorum.  Şehir tiyatrosu kadrosundan bakıyoruz öncelikle. Egosuz oyuncularla oynamak en büyük şansım. Ayla Aygan çalışmaktan en zevk aldığım sanatçılardan biri,  ablam benim. Bir çok oyuncu da gönüllü oynuyor, ücret almak istemiyorlar ama ben emeklerine saygı duyduğum için ödeme yapıyorum.  Ama kısa film bağımsız olduğundan oyuncular oynamayı kendileri tercih ediyorlar. Oyuncular içinde kendi oyunculukları sergileme açısından bir alan oluyor.  Karakterlerimde farklı olduğu için dizilerden ve ana akım sinemadan oyuncular tercih ediyorlar rolleri.

-Yeni projeleriniz, uzun metraj film çekme  planınız  var mı?

Şu ortamda düşünmüyorum, ama pandemiden  dolayı değil, Türkiye şartlarında düşünmüyorum. Bu bir eleştiri. Türkiye’de film çekeceğiniz duyulduğunda herkes başınıza üşüşüyor. Eğer bir yerlerde tanıdığınız yoksa sizden baya baya haksız kazanç elde edilecek meblağlar isteniyor. Her yerden biri gelip sizi çekim esnasında rahatsız ediyor. Bunu bütçesiz kısa film çekerken bile yaşadım. Ne zaman Türkiye’de sanatçıya hak ettiği değer, destek verilir, devlet  desteği hak eden projelere dağıtılır, gerçekten işletmeler ticari kazanç gözetmeksizin sanatsal projelere inanarak sponsor olurlarsa uzun metraj çekerim.

 Yeni kısa film projem var, akıllı telefonla çekeceğim filmi. Filmin hikayesi gereği de öyle olacak. Dünyada da var örnekleri bunun. Şimdi onun çalışmalarını yapıyorum.   

-Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

Kişisel tercih tamamen. Uzun metraj olarak çıkmış biriyim. Kısa filme daha ısındım. Çok önemli yönetmenler kısa filmler çekiyor, bu da beni motive etti. Kısa filmin bir yaşı, ön koşulu yok.

-Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin tanıtımı ve devamı için?

Festivaller yeterli. Organizasyon açısından sıkıntılar var. Bunu çok fazla yurtdışında festivale katılan biri olarak söylüyorum.  En büyük sıkıntı iletişim. Yine önemli kısa film festivali, iki filmimin  seçildiğini bana mail atmıyor. Ve ben tesadüf öğrendim. Böyle bir şey olamaz. Seçilen filmin maili göndermiyor. Seçilmeyince dikkate alınmıyorsun ama bu başka, iletişim konusunda zayıf kalıyor bazı festivaller.

Bu arada gençlere en önemli tavsiyem ilk başta ücretsiz olanları tercih etmeleri. Özellikle öğrenci festivalleri ücretsiz. Bazı film festivallerinin katılım ücreti çok zorluyor

- Meslek hayatınızda kısa filmi nasıl görüyorsunuz?

Yarı profesyonel olarak görüyorum. Öyle görmemim sebebi para kazanamıyor olmak. Kısa film yapısı gereği öyledir, hiçbir zaman tam profesyonel olamaz. Benim için meslek ama para kazandırmayan bir meslek.

-Son olarak sinema alanında sizi etkileyen filmler, yönetmenler hangileri?

Ben ne kadar yenilikten bahsetsemde klasikçiyim. Alfred  Hitchcock, John Ford,  Federico Fellini, Pier Paolo Passolini,  Lütfi Akat, Metin Erksan, Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan,  film üzerinden söylersem, Pelin Esmer “İşe Yarar Bir şey”, Emin Alper “Kızkardeşler”, Tolga Karaçelik “Kelebekler”

16 Haziran 2021 Çarşamba

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "ZEYNEP ÜSTÜNİPEK"

 

                                                        


-Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Sinema ve Televizyon okumaya nasıl karar verdiniz?

Çocukluğum Küçükyalı’daki açık sinemada geçti. İpek Sineması babamın ailesinindi ve yaz aylarında hep o açık sinemadaydım. Benim için sinema büyülü bir masal dünyasıydı ve meslek seçme vakti geldiğinde başka bir ilgi alanı yoktu çevremde. Üniversite yıllarım 80’lerin başına denk geliyor; İnternet yok, Televizyon bile yeni yeni gelişiyor, sinemayla ilgili yayın- kitap sayılı… Eğitim almak için Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Tv Ana bilim dalı sınavlarına girdim o zamanlar yetenek sınavlarıyla kabul ediliyordu öğrenci. Kazanıp devam ettim…

-Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz,  bu yola giriş sebebiniz neydi?

Kısa film aslında çok seçerek yöneldiğim bir kulvar değil. İlk kısa filmlerimi okulda sınavlar kısa filmlerle verildiği için çektim. Sonra öğrencilerimle atölyeler yaptım ve önce ben bir film çekip onları sete alıştırıyor sonra onların kendi setlerini kurmalarını gözlemliyordum o sırada da kısa filmlerim oldu. Hatta bazı atölye filmleri ödüller aldı. Kısa film benim için çok iyi bir saha araştırması. Mesela bir görsel çözümleme düşündüğümde önce bir kısa filmle oluyor mu nasıl daha iyi olur araştırmasını yapabiliyorum. Ya da bir senaryo geliyor diyelim aklıma kısa bir test çekmek istediğimde kısa bir filme dönüşüyor. Ama kendim için kısa film yönetmeniyim diyebilir miyim bilmiyorum. Bir şeyleri uzun uzadıya anlatmayı daha çok seviyorum ve aslında bu çok daha kolay. Kısa filmde bir olguyu kısacık bir zamanda anlatmak her zaman daha zor gelir bana.

- İlk kısa filminizi çekerken neler yaşadınız, hazırlık ve çekim sürecinde sizi neler zorladı? Hazırlık süreçlerinizi anlatır mısınız?    

Oldukça uzun zaman geçti üstünden ama dün gibi aklımda ilk kısa filmim. Atölye ödevimdi ve okulun stüdyosunda çekmek zorundaydık. O dönemin cihazları ağır ve pahalıydı o nedenle okul içinde çekim yapmayı tercih ederdik. Sınıf arkadaşlarım set ekibiydi ve dönüşümlü olarak herkes birbirinin setinde çalışırdı. Ekip ve ekipman kolayca sağlanmış olsa da dekor için ve oyuncu için çok çabaladığımı hatırlıyorum. Atmosfer önemliydi, boş ve soğuk bir stüdyoyu canlı bir yaşam ortamına çevirmemiz gerekiyordu. Kamyonetle eşya taşımıştık stüdyoya. Oyuncuyla günlerce çalışmıştım. Ve tabii post şimdi olduğu gibi bir laptop ile halledilemiyordu. 16mm film üzerine kayıt almıştık ve kurgu masası da yine okuldaydı. Sanırım şimdi film çekmek çok kolaylaştı. Ama şu var ki film çekme süreci hala maliyetli.

                                                            


-Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz?

Ben öğretim üyesiyken bazı jürilerde yer aldım ve kısa filme bakış açımızı hem kısa film üreten hem de kısa film değerlendiren biri gözünden anlatabilirim. Bana göre kısa film üreten biri alabildiğine özgür olmalı. Anlattığı konuyu ya da anlatış biçimini kısıtlayacak bir şeyler olmamalı ama ister istemez bir oto sansür çıkıyor karşınıza. Kısa film için bu özellikle çok daha fazla yaşanıyor bence çünkü fikir açık olmalı, kısaca seyirciye geçmeli, çarpıcılığı apaçık olmalı. Dolambaçlı yoldan anlatmaya çok vakit bırakmıyor. Bu da ister istemez üretim aşamasında sizi kısıtlıyor. Dahası ülkemizde seyircinin algısı hala kısa film için yeterince açık gelmiyor bana. Kısa film izleyicilerinden hatta zaman zaman jüri içinden bile en çok duyduğum cümle “eee ne anlattı şimdi bu film?” oluyor. Evet, görsel bir çağdayız her yerde videolar uçuşuyor ama görsel algımız ne kadar açık? Sembol kullanımı yapabiliyor muyuz? Ya da semboller anlaşılır mı kaygısı yaşıyor muyuz? Bunları sorgulamak gerek.

Türk sinema tarihi içinde kısa filmler tabii ki yer almalı ama kamu spotu tadında olanları ayrıştırırsak sayı çok fazla değil. Oysa her yıl yüzlerce sinematik değeri olan kısa film üretilmesi gerek diye düşünüyorum çünkü ancak o zaman sinema içinde kısa filmin de yeri olur kuşkusuz. Ancak sinemamız hala uzun metraj- belgesel- deneysel- animasyon ya da kısa film olsun yeterli sayıda etkili sinematik üretim yapamıyor benim fikrimce. Ne yapılmalı derseniz orası oldukça karışık ve uzun bir konu J

-“Dünyada kısa filme bakış açısı” ile “Türkiye’de kısa filme bakış açısı” arasında farklar var mı? Varsa bunun nedenleri neden olabilir, bu nedenleri nasıl ortadan kaldırabiliriz?

En basit haliyle şunu söylemek mümkün; bazı ülkelerde kısa film üreterek geçiminizi sağlayabilir bunu bir meslek olarak görebilirsiniz. Video art çekerek sergi açabilirsiniz işiniz sadece bu olur. Evet Türkiye için de bu tarz çalışan kişilerden ya da video art sergileyen çok sınırlı sayıda yerden söz edebiliriz. Ama Türkiye’de ben kısa filmden geçimimi sağlıyorum başka iş yapmama gerek yok diyen kaç kişi ile tanıştınız?

Ben yıllardır hep gözlemlediğim bir konudan bahsedeyim size; insanlar her zaman bu işi çok küçümsedi, gerek izleyici gerekse mesleği sinema olmayıp da bir şekilde bu işlere bulaşan herkes kolaycı yollarla yaklaştı film işine. Oysa bir filmi proje aşamasından başlayıp izlenir hale getirmek için yaşanan oldukça zorlu bir süreç vardır. Hakkıyla uygulanmış bir proje her zaman çok çaba, çok para ve çok zaman alır. Oysa bu işin içinden olmayanlar için “oh ne güzel ünlüler çevrenizde, yapıp koyuyorsunuz, tonla para kazanıyorsunuz. “ yaklaşımı var. Buna hep çok üzülmüşümdür, ama gerçek hala bu maalesef. İşte bu yaklaşım düzelirse kısa film de hakkettiği değeri bulacaktır.

-Uzun metraj, belgesel, yönetmenliği, senaryo, program yönetmenliği gibi sinema alanında farklı kollarda çalışmalarınız var. Kısa filmin meslek hayatınızda nasıl bir yeri var? Uzun metraj için bir aşama olarak görüyor musunuz kısa filmi veya öyle değerlendirilmesi hakkında neler düşünüyorsunuz?

Burada sadece kendi adıma konuşabilirim. Evet, benim için kısa film bir araştırma alanı olmak için çok uygun. Uzun metraj film çekmeden önce ona dair emin olmak istediğim bir şeyler varsa kısa film benim için uygulama alanı gibi. Ama şu da bir gerçek ki kısa film de çaba- zaman ve para gerektiriyor dolayısıyla onu da hakkıyla yapmak ve kısa film değerlendirmesi sınırları içinde bir çalışmayı uygulamak için elimden geleni yapıyorum. Öyle olduğu zaman içime siniyor. Ama şöyle bir fikir geldi aklıma bu kısa film olur dediğim konular da oldu ve kısa film olarak da değerlendirdik.

-Senaryolarınızın çıkış noktalarını öğrenebilir miyiz?

Sanırım ben daha çok çevre ile ilgili yazmayı seviyorum. Kısa film için çekici ve çarpıcı geliyor bu konu bana. Onun dışında sanırım kişilik özelliğimden kaynaklı daha içsel derinliği olan karanlık konular gelir hep aklıma. Örneğin komedi yazamıyorum o sanırım bambaşka bir yetenek.

-Radyo Televizyon bölümümde eğitmenlik yapıyorsunuz. Gençlerin kısa filme bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gençler kısa olanı seyretmeye daha yatkın. Çabuk sıkılıyorlar, örneklemeler ve ayrıntılara boğulmak istemiyorlar, kısa kısa izlemeye sosyal medya yüzünden daha alışıklar ve algıları reklam filmi gibi kısa, ritmik ve cazip görsellere çok açık. Dolayısıyla beni çoğu zaman çok şaşırtan saptamaları olmuştur. Şu bir gerçek onlar görsel çağın çocukları ve kısa film izlerken de çok açık fikirli ve yorumlarıyla cesur olabiliyorlar. Ha bu arada her yanlışı da çok çabuk yakalıyor ve pek acımasız olabiliyorlar.

 -Sizi etkileyen, sinema alanında öğrencilerinize de seyretmelerini önerdiğiniz yönetmenler, filmler var mı?

Kısa filmleri zaten derslerde de sık sık izlemişizdir ama uzun metraj için onlara sık sık film öneririm. Çok fazla film var benim hayatımda, her gün iki film izliyorum ve bu öneriler de tabii sürekli güncelleniyor. Ama mesela İran Sineması, yeni akım Alman Sineması, Latin Meksika- İspanya Sineması bunlar önemli. Özellikle İran Sineması... Filmler ve yönetmenlere girersek çok uzun listeler oluşabilir. Ama öğrencilerime önerdiğim üç yönetmen Kim Ki-Duk, Krzysztof Kieslowski, Majid Majidi gibi isimler olabilir. Evet, bu yönetmenlerin filmlerini izlemek zordur, daha çok alt metinleri düşünmek zorunda kalırsınız ve öyle uçan kaçan efektler yoktur filmlerinde. İşte tam da bu nedenle bu yönetmenleri öneririm öğrencilerime. Onların algılarını farklı çalıştırmak ve sabrederek film izlemelerini sağlamak için bu bana daha uygun gelir.

-Kısa film çekmek isteyenlere ne önerirsiniz?

Çaba-zaman-para üçlüsü önemli. Zaman ayırıp çabalamak iyi bir filme giden ilk adım bence ve şu da bir gerçek ki hiç para harcamadan film çekmek biraz hayal kurmak olur. Çok büyük paralar olmasa da her filmin bir maliyeti mutlaka olacaktır, bunu unutmamak gerekir. Ve en önemlisi güvendiğiniz bir ekip. Sette ya da kurguda ne yapması gerektiğini bilen birkaç kişi işinizi çok kolaylaştıracaktır. Sinema kolektif bir sanattır, sizi tanıyıp size güvenen ve filmin iyi olması için sizin kadar çabalayan bir ekiple çalışmak ve en sonunda çıkan filme BİZİM filmimiz diyebilmek kadar büyük bir mutluluk kaynağı olamaz bence.

17 Şubat 2021 Çarşamba

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "BURAK KUM"

 

                                                             


İlk kısa filminiz “Yolcu”yu 2010 yılında çektiniz.  Kısa film çekme, bu sektöre girme kararını nasıl aldınız?

Kamu Yönetimi Bölümü’nde okurken bir yönetmen ismi çok geldi kulağıma.  Ahmet Uluçay diye. Merak ettim önce çektiği  filmi izledim sonra Uluçay hakkında bir belgesel izledim. O imkansız şartlarda bir şeyler yapmayı başarmış çok iyi bir yönetmendi, örnekti.  Bizim jenerasyonumuzda böyle bana göre. Uluçay çok zor şartlarda sinema aşkı ile başlamış ve zor şartlarda bir film bitirebilmiş biriydi. İlham oldu diyelim Ahmet Uluçay’ın kararlılığı, mücadelesi.  Benim de sinemada anlatmak istediğim hikayeler, senaryolar vardı.  Bu ikisi örtüşünce zaman perdesini çektim aradan. Sonra o yola girdim.

Anlatacak hikayelerim vardı dediniz.  Bunun temeli neydi?

Hikayeleri devamlı düşünüyordum. Okul kantininde arkadaşlarıma anlatıyordum. Belki zorla, belki severek dinliyorlardı ama ben severek heyecanla anlatıyordum. Sonra sonra hikaye nasıl anlatılır, çekilir ustalardan dersler alarak  öğrenme süreci başladı

 Nasıl bir süreçti bu öğrenme  süreci?

O uzun ve zahmetli bir süreçti. Hani bir mabedin kapısında keşişler içeriye girmek için bekler ya öyle bir sabır. İşi öğrenebilmek adına mesleğin çok farklı alanlarında çalıştım, sesçilik yaptım mesela. Kademe kademe ilerliyorsunuz.  İlk filmim 2010’da çektim ama 2003’te karar vermiştim çekmeye.

                                                           


İlk kısa filminizi çekerken yaşadığınız zorluklar nelerdi?

Ben şuna inanıyorum; “şartlarım iyi olduğunda film yapacağım, istediğim oyuncu, istediğim senaryo, istediğim kamera, teknik ekipman olunca çekeceğim” dediğinizde o iş yürümez. Öyle ütopik bir dünya yok... İmkanlarımız ile isteklerimizin bir dengesi olmalı… Elde ne var. Evet bir arkadaşımdan alabileceğim kamera var. Aynı sinemaya tutkun senin gibi oyuncu arkadaşların var. Ses alabileceğin aparat var mı? Benim yoktu. Ses alamadım, ama pes etmedim. Sessiz çektik sonra ses efekti ekledim.  Anlatı yolunu o anda öyle yapmalıydık. Ses alamıyoruz, bu filmi çekemeyeceğiz demedik. Ses alamıyorsak senaryomuzu ona göre uyarladık. Şu anda çok mutluyum o işten mesela.

Daha sonraki dönemler de şartlarda neler değişti?

Daha sonraki senelerde şöyle oldu. Mesleğe girince şartlar biraz değişti, olgunlaştı. Şöyle ki daha kolay ekipman bulur hale geliyorsunuz. Seneler içinde kendinizi geliştiriyorsunuz o büyük avantaj sağlıyor. Ama dönüp baktığımda o zorluklara, bazı zorluklar aynı biçimde devam ediyor. Mesela pandemi sürecinde oyuncu bulamadım ama vazgeçmedim, annem ve babamla çalıştım.

Aslında yapmak istemekle alakalı değil mi, sorunlar bir şekilde halledilebiliyor?

Hallediliyor ama o tapınakta, kapıda bir süre beklemek sıkı sıkıya çalışmak gerekiyor. Onu yaşamadan, mesela ben çok görüyorum., nasıl yapıyorlar şaşırıyorum. Adam, herhangi bir şey çekiyor. Ünvanı hemen yönetmen oluyor sosyal medyada, arkadaş çevresinde. İlginç buluyorum.  Sonrası da olmuyor zaten. 

“Yolcu” kısa filminizden sonraki çalışmalarınız hakkında bilgi alabilir miyiz?

On tane kadar kısa filmim var. Bunlardan iki tanesi Türkiye’de henüz gösterilmedi. Festival gösterimi bekliyor.

 “Nöbetçi” isimli belgesel film yönetmenliğiniz var.  Belgesel yönetmenliği ve kısa filmin yönetmenliğini farkları nelerdir? Aslında yönetmenliği böyle  kategorilere ayırabilir miyiz?

Meslek tanımı olarak ayırım yapmayı doğru bulmuyorum. Yaklaşımları birbirinden faklı, prensipleri değişiklik gösteren iki kategori. Aslında kişinin ilgi alanı,  yöneldiği profesyonel alanı belirliyor. Şöyle ki, kısa film çekerken prodüksiyon aşamasında çok büyük uğraş içindeyken belgeselde bu uğraşınız daha rahat geçebilir. Belgeselde görüntüleri ayıklama süreci uzun sürerken kısa filmde bu aşama genellikle daha kısa olur. Aslında belgesel, belgesel içinde çektiğiniz kişileri yönlendirmeye çok müsait bir alan değil. Amacımız; şimdiye ve geleceğe, daha önce filme alınmamış bir belge, bırakmak olmalı. Belgenin içini boşaltmak ya da değiştirmek olmamalı, hele bir de görsel kaygılarla yapılınca, o işte tam bir felaket. Kısa film için bu tamamen farklı. Yönetmen her şeye müdahil olmalı. İkisi arasında uçurum derecesinde fark var bu anlamda. Yönetmen yönetmendir. Sinemacı diyelim. Sinemacı sinemacıdır. Her alanda kendini var etmeye çalışır. O yüzden de kısaca tanımları spesifikleştirmek yerine daha tümel tanımlar koymayı doğru buluyorum.  Prensipleri tamamen faklı iki alan.

“Evden Uzak”,” Kibritçi Kız” dan uyarladığınız filminiz. Filmlerinizin, senaryolarınızın çıkış noktasını öğrenebilir miyiz?

“Evden Uzak” özel bir proje benim için. Şöyle ki uzun metraj projemin yapılabilirliğini test yaptığım bir proje.  Bir uyarlama senaryosu yazdım. O senaryoyu bu teknikte, bu görsel tarzda yapmak istiyordum. Ama benim önce bir kısa filmle, daha minimal, bütçesini karşılayabileceğim bir durumda denemem gerekiyordu. “Kibritçi Kız” öyle çıktı. Şunu söylemeden geçmeyeyim; kameranız olmaya bilir, teknik şartlarınız olmayabilir ama ekip birinci şart. Ekibinizin olmadığında hiçbir şey olmuyor. “Evden Uzak” tamamen ekip işi. Ekiple voltran oluşturuyorsunuz. Ekip, film yapma gücünüz oluyor. Etrafınızda doğru insan buluyorsanız, onlar size yönetmen diyorsa- yönetmen ünvanı öyle gelmeli bence- ancak o zaman güzel işler çıkıyor ve birlikte güzel şeyler başarabiliyorsunuz.

Ekip demişken, kısa film veya uzun metrajda ekip oluşturma da farklar oluyor mu?

Bence kısa filmle uzun metraj arasındaki farklardan biri şu; kısa filmde daha minimal bir bütçe ile çalışıyorsunuz genel olarak. Yurtdışından bağımsız olarak bunu söylüyorum. Kısa film bütçeleri, Kültür Bakanlığı’nda ön gördüğü referansla söyleyebilirim; kısa filme 20 bin gibi bir bütçe çıkarıyorsa uzun metraja, altı yüz bin, yedi yüz bin gibi veya iki milyon bütçe çıkıyor. Buradan şeyi anlayabiliyoruz aslında, ekibin ne kadar geniş, büyük olacağını belirleyen durum tamamen ekonomik şartlar oluyor. Yoksa gönül ister ki bütün kısa filmlerde tüm ekip çalışabilelim.

Kısa film, uzun metraj için bir basamak olabilir mi, ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Kısa film şöyle bir alan aslında, kendini deneme, anlatmak istediğini anlatma özgürlüğünü bulabildiği bir alan. Çünkü, çoğunlukla söyleyebilirim, Türkiye’de, kısa film festivalleri yapılıyor ama bilet satışlı bir gösterim çok az. O yüzden ana akım sinemasından bağımsız olarak yönetmenler kendilerini, hikayeciliğini denemek ister. Onu ana akımda bulamadıkları için kısa film onlar için çok daha özgür bir alan. Film yapımcılarının da onları keşfetmeleri için bir fırsat bence . Mesela “Testere” filmi kısa filmdi, daha sonra uzun metraj olarak çekildi. 

Ben de keza uzun metraj yolculuğunda olan bir filmimi denemek adına böyle bir karar aldım. Ancak bundan bağımsız olarak bir çok film çekmişimdir hiç uzun metrajı düşünmeden. Tamamen katı cümle kurmak da yanlış. Yöntemlerden biri. Şunu diyebiliriz, bir yönetmen anlatmak istediği hikayesini orada çok özgürce anlatma imkanına sahip. Kısa film, prensiplerinden bahsedeceksek, konu itibari ile alanı, bütçesi itibari ile yaygınlığı itibari ile daha spesifik bir alana hitap ediyor.

Oyuncu seçiminde iş kısa film olunca zorluk çıkıyor mu?

Bazı oyuncular var ki çok sıcak bakıyor, bazı oyuncularsa yanaşmıyor.  Bazıları canı gönülden, bazılarının aklının ucundan geçmiyor. Bu birazda oyuncunun karakteri ile ilgili. Acı bir şey söyleyeyim. Festivaller filmin seçilmesi kararında ünlü oyuncuya pozitif bir ön yargı ile yaklaşıyor.  Ünlü oyuncu, filme ilgiyi artırıyor. Bunun da festivalin büyümesi açısından önemli bir rol oynadığı düşünülüyor.  Kültür Bakanlığı’ndan destek alan bir filme oyuncu da daha sıcak bakabiliyor. Sponsor bulunca da oyuncuyu ikna kolay oluyor. Bir diğeri ise, elinizdeki iyi senaryonuzu, oyuncuya iyi aktarabilirseniz vakit buldukları ölçüde sorun çözülüyor. 

Kısa film çekerken oyuncu ile bazı problemler yaşanabiliyor, şöyle ki, senaryo çok kısa bir metin olduğu için karakterin öncesini ve sonrasını anlatmak bir zaman işi oluyor benim için

Kısa filmi, meslek hayatınızda nasıl bir yeri var?

Kısa film benim nefes alma biçimim.  Kendi hayatımı idame ettirmek için reklam ve animasyon işleri yapıyorum, onlardan da zevk alıyorum.  Ancak kendimde kısa film yapma mecburiyeti hissediyorum.  Bunu buna şöyle örnek verebilirim. Dalıyorsunuz denize sonra çıkıp nefes almak istiyorsunuz. Dalma anı gibi yaptığınız işler. Kısa filmler olmasa boğulur giderdim.

Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin tanıtımı ve devamı için? 

Aslında festivaller yeterli. Bence sayıları fazla bile. Aslında festival değil festivalde yönetim sorunu var. Bazı jüriler film dünyasından çok uzak. Sette nefes solumamış, hikayeciliğin ne demek olduğunu bilmeyen insanlar. Bu da  ülke sinema sanatının gelişmesinin önündeki en büyük engel. Festivallerin, jürilerin küçük bir kısmını ayırarak söylüyorum bunu.

Senaryolarınızın çıkış noktaları neler oluyor?

Ben neden besleniyorum.  “Evden Uzakta” filmimde uyarlama yaptım, yeni kısa filmim “AbsürdAdam”ı, Camus’un Sisifos Söyleni’nden esinlendim. Ben de, bir fikrin çekilebilmesine karar verme süreci, kalbimin sesi ile başlar. Kalbimin sesi müziğe dönüşür. İşte bu düşünce ve bu his, onun oluşturduğu armoni etrafında şekillenir. Sonra sinopsis ve senaryo gelir. Ona uygun yapım koşulları ile de şekillenir.

Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler, meslek hayatınızda size etki eden  yapıtlar var mı?

Aslında çok var ama şöyle bir durumda var. Kafamda bir liste yapıyorum. Bir gün çok sevdiğim bir yönetmeni ertesi gün tamamen unutabiliyorum. Yani kafamızda kurduğumuz listelere inanmıyorum.

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "SARA MOUSAVİ"

                                                           



-Sizi tanıyabilir miyiz?

Ben Sara Mousavi, 29 yaşındayım, İran’da doğdum ve büyüdüm, iki yıldır Türkiye’de yaşıyorum, ilk olarak Grafik Tasarım ile Sanat okumaya başladım, sonrasında Görsel İletişim lisansımı aldım. İlgim olduğu için stajer olarak bir ajansta kurgu öğrenmeye başladım ve bir yıl sonrasında, yüksek lisans yapmak yerine, (Iranian Youth Cinema Sociey) sınavına girdim ve orada (Filmmaking) olarak eğitim almaya başladım. Mezun olduk ama ekip olarak hocamıza ısrar ederek eğitime farklı mekanlarda çalışarak devam ettik. Senaryo kursları, profesyonel yönetmenlik eğitimi, film eleştirisi kursları devam etti. Başarılı yönetmenlerin tüm filmlerini analize ederek, çok şeyler öğrendik.

-Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz,  bu yola giriş sebebiniz neydi?

Ben sanat yapmayı seviyorum, nedense hiçbir zaman sanattan hariç hiç başka bir şeyi cazip bulamadım, grafik ve görsel iletişim okurken, fotoğrafçılık dersimizde hocamız foto roman istemişti bizden, o gün foto roman için senaryo yazdığımda ve story board çizdiğimde, ilk kez kurgu yaptığımda iki gün uyuyamadım.  Ama bol enerji ile ödevimi teslim ettim. O gün yolumu keşfedip devam o yolda ettim.  5 sene geçmesine rağmen, hiç hissim değişmedi ve çok memnunum.

İran’da sinema okumak için üniversite ve dernek olmak üzere iki seçenek var. Dernek genelde 70% tecrübe ve 30% teori üzerine ilerliyor ve en iyi yönetmenlerimiz (Asghar Farhadi gibi) oradan mezun olmuştur. Orada eğitim alırken bir hocamız (Senaryo hocamız) çok iyi bir ekip oluşturdu. İlk filmlerimizi çekmeye başladık. Hocamız senaryoyu, kağıtta kabul etmiyordu, en kısıtlı imkanlarla, telefon vs film olarak göstermek zorundaydık, o nedenle ilk filmlerimizi daha yönetmenlik dersimiz başlamadan çekmiş olduk ve o işler sayesinde hep birlikte büyüyerek, team work öğrendik. Tüm hikayeler ya  kendimiz hakkında olmalıydı ya  hayatımızdan bir bakış ya da ilginç gördüğümüzolaylar. Bu heyecanları da yaşadıktan sonra kariyerime bu yolda devam etme kararı aldım.

-Sinema  kariyerinizi öğrenebilir miyiz?

 İran’da kısa film yönetmeni olarak çalışıyordum, kısa belgeseller ve tanıtım videolar yaptım. Türkiye’ye kariyer ve bilgilerimi geliştirmek için geldim ama maalesef burada sanat filmleri ve benim sevdiğim tarz sinemaya  çok değer verilmediğini  fark ettim. Aslında hayal kırıklığı yaşadım ama geldiğimden beri videoğrafer olarak çalışıyorum.

- Kısa film hazırlık ve çekim süreçlerinde sizi neler zorluyor? Hazırlık süreçlerinizi anlatır mısınız?

Closer & Feel you (İran 2015 ) filmi kendim telefonla çekip, kendim kurguladım ve en yakın arkadaşımı oynattım. "Feel you" için o dönemde "creative filmmaker" olarak başlık aldım ve dört uluslararası ve ulusal festivale katılabildim, iki festivalde semi finalist oldum.

 Eğitim sonunda proje olarak “ Before Sunrise” (İran 2016) filmimi çektim. Bu sırada artık en ilgi duyduğumuz hikayelerden senaryo yazıyorduk. İlk defa 10 kişilik bir ekip ile çalıştım ve hikâye köyde geçtiği için çok büyük bir challenge oldu. Köy dilini bilmediğim için destek istedim ve zor günler geçirdik ama çok büyük bir tecrübe kazandık. O günler yönetmenliğin gerçek zorluklarını ilk defa yaşadım. Oyuncularda  her zamanki gibi deneyimli değildi, ekiple iletişim kurmak, hem çok yakın arkadaşlar hem proje süreci olduğu için  herkesi doğru şekilde yönlendirmek çok büyük bir deneyimdi.

Return from Halfway (İran 2018)  Bu filmi çekmek için ilk defa çok uzun süre zaman ayırıp  sanatta en sevdiğim tür olan  surrealizm  tarzına göre  senaryo yazdım ve en yakın arkadaşımla birlikte çalışıp, bütçeyi ayırabildik. En büyük yaptığım hatayı profesyonel oyuncu seçmeyerek yaptım. Bu film beni başka bir insan yaptı diyebilirim. Bizim ekibimizin gücünün  bütçesinin  ve imkanlarının  çok çok fazlasıydı ama  herkes tüm gücünü kullanarak emek verdi. Son planı çektiğimizde, tüm ekip sokakta bayılmıştı ama güzel sonuçlarla beraber gurur verici  bir çalışma oldu. Return from Halfway sayesinde İran’daki en iyi festivallere gidebildim hayatımdaki çok değerli varlıklarımdan biridir.

“Couchsurfer” (Turkey 2020) Son filmimi İstanbul’da çektim ve inanılmaz zorluk yaşadım, işimden izin alamadığım için istifa etmek zorunda kaldım, bazı sebeplerden dolayı film bir kez 20 gün ertelendi. Yabancı olduğum için dezavantajlarım ve avantajlarım oldu. Ama mutsuz değilim. Çok memnunum ve yine de ne zaman gücüm varsa, kendime geliştirmek için ve güzel bir sanat çıkartmak için elimden geleni yapacağım.  Kendi ekibimizden en yakın arkadaşlarım ses ve görüntü için Irandan yardıma geldi ve çok iyi iki oyuncuyla tanışmış oldum. Bu filmimi kendime çok yakın hissediyorum. Umarım iyi sonuçlar alabiliriz.

-Kısa film, uzun metraj film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

 Benim  şahsen film çekmekten amacım, kafamın içindekileri göstermektir, hayatta çektiğim zorluklar karşısında susma durumda kaldığım zamanlar oluyor ve bu benim yazmama sebep oluyor. Eğer bir gün güzel bir hikayem varsa ve daha uzunsa kesinlikle çekerim. Bence eğer çekeceğimiz hikayemiz kısaysa kısa veya uzunsa uzun olmalı. Amaç sadece "film çekmek" olmamalı.

- Kadın  yönetmen olarak Türkiye’de ve İran’da bu alanda çalışmanın zorlukları nelerdir?

 İran’da çok güzel ve sağlam bir çevrem vardı, herkes sinemaya aşık ve birbirimize destek olan bir gruptuk. Hep beraber çalıştık. Buraya geldiğimden beri, sürekli çevre yapmaya çalıştım ama burada benim gördüğüm kadarıyla ya sinemacılar finansal sebepler için çevre yapar veya kadın olduğum için başka konuları giriş yapmak ister. Benim dezavantajım, burada üniversitede okumamaktı. Oralarda daha sağlam ilişkiler kurup  gerçek sinema aşkıyla buluşmuş insanlarla tanışmış olabilirdim diye düşünüyorum.

-Türkiye’de  ve İran’da kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Biraz daha genellersek Türkiye- İran ve Dünya’da kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz?

 İran’da kısa film çok değerli. Yapımcılar sürekli festivallerdeki  başarılı olan  kişileri keşfedip, İran sinemasının  geleceğini düşünüyorlar. Festivaller çok kaliteli, filmler çok çok başarılıdır. Ben çok yetenekli, hayal gücü ve cesareti yüksek olan kişiler tanıyorum bu festivallerden  Açıkçası  Türkiye’deki bazı  festivaller de öyle bir kalite görmedim :( Ben Türkiye sinemasını hep sanatsal, Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan ve Fatih Akın sanıyordum. Ama en büyük gördüğüm sorun hem kısa hem uzun metrajdaki filmlerde, yönetmenlik ve senaryo. Beni umutsuz eden şey burada kendi işimi yapamamam.  Sebebi, dört sene aldığım yönetmenlik eğitimimi tam anlamıyla   kullanamamam. Hikayeler çok güzel bir vitrinde gösteriliyor ama sonuçta, vitrin hariç, planlar arkası incelendiğinde  çok bir zaman ayrıldığı  görülmüyor.

-  Çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor?

Yukarda bahsetmiştim ama gerçek hayatta konuşamadığım, susmak zorunda kaldığım veya konuşmaktan daha fazlasını  istediğim bir güç olduğu zamanlar yazıyorum.

-Oyuncu seçiminde iş kısa film olunca zorluk çıkıyor mu? Bu aşamada İran ve Türkiye ilgili kıyaslama yapabilir misiniz?

İran’da çevrem çok geniş olduğu için asla sıkıntı yok. Hem sinema hem tiyatro oyuncuları yardımcı olurlar. Burada çekmek istediğim kısa film için 150 oyuncunun audition izledikten sonra ve kaç gün prova yapılmasına rağmen, test gününde oyuncuların performanslarını düşük buldum. Çok güzel bir dille nedenini sorduğumda bana "bize karavan mı ayarladın ki güzel oynayalım" cevap verildi ve kaç kez daha kötü davranışlar için, on gün ertelenmeye karar verip, tekrar oyuncu bulmak zorunda kaldım.

-Sinema sektöründe kariyer yapmaya karar verdiğinizde bu alanda sizi etkileyen yönetmeler, filmler oldu mu?

Beni aslında çok etkileyen  yönetmenler var. Yorgos Lanthimos, Daren aronofsky, Andrey Zvyagintsev, Reha Erdem vs.

-Son olarak yeni projeleriniz var mı? Bu salgın döneminden nasıl etkilendiniz?

Hazır bir senaryom var ama eski kısa filmimi çekmek istediğimde, izin olmadığım  için işimden  ayrıldım, filmi çektim ve pandemi başladı, her neyse iş bulmak o dönem imkansizdi ve çok finansal problem yaşadım. Sonuçta benim en güzel günlerim, film çektiğim ve hazırlık yaptığım günler olduğu için iyi bir zaman bekliyorum. Bu sefer daha iyi şartlarla ve daha hazır olduğum zaman çok güzel bir sanat çıkartmak dileği ile.

15 Ocak 2021 Cuma

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "BATUHAN KURT"

                                                               


-Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

1991, Edirne doğumluyum. Lise eğitimim devam ederken ABD ve Türkiye’de Atlantik Film ortaklığında yürütülen FilmTurkey isimli bir projede sinema üzerine eğitim aldım. Bu proje kapsamında ‘Bahar’ isimli bir belgesel çektim. Ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı Bölümünü kazandım ve buradan mezun oldum. Eğitim hayatım devam ederken birçok kısa film ve belgesel çalışması gerçekleştirdim. Türkiye’nin çeşitli illerinde ve Bulgaristan’da atölyelerde sinema üzerine eğitimler verdim. 2016 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle ‘Hudut’ isimli bir belgesel çektim. 2018 yılında çektiğim ‘Kurbağa Avcıları’ isimli belgesel birçok festivalde gösterildi. Toplamda 24 ödül alarak 2018/2019 yılları içinde en çok ödül kazanan ve 18 Birincilikle Türk Sinema Tarihi boyunca belgesel kategorisinde en çok birincilik elde eden belgesel oldu. Şu anda belgesel alanında çalışmalarıma devam etmekteyim.

-Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz,  bu yola giriş sebebiniz neydi?

Küçük yaşlardan itibaren sinemaya karşı her zaman çok ilgiliydim. Hayaller kuran ve hayallerini sanat aracılığıyla ifade etmeye çalışan bir çocuktum. Resimler yapıyor, karikatürler çiziyor ve tiyato oyunları yazıyordum. İlkokul yıllarında arkadaşımın aldığı bir kamera ile yazdıklarımı filme dönüştürebilme fırsatını elde ettim. Hayallerimin somut hale dönüşmesi inanılmaz derecede tatmin ediciydi. O zamanlar özellikle Hollywood yapımı çocuk macera filmleri ilgimi çekiyordu. İzlediğim filmleri bizim kültürümüze uyarlamaya çalışıyordum. Oyuncularımda en yakın arkadaşlarımdan oluşuyordu. Zamanla bu ilgi büyük bir tutkuya dönüştü ve hayatımın amacı haline geldi. Dünyada ve ülkemizde anlatılmayı bekleyen birçok hikaye olduğunu düşünüyorum. İnsanların duygu dünyasına dokunan ve hayatına anlam katacak filmler yapmak amacıyla bu yolu yürümeye devam ediyorum.

-Kısa film hazırlık ve çekim sürecinde sizi neler zorladı? Hazırlık süreçlerinizi anlatır mısınız?  

Ben son birkaç yıldır özellikle belgesel alanında çalışmalar yapıyorum. Belgesel yapımların kurmaca yapımlara göre çok daha zor olduğunu düşünüyorum. Ne kadar masa başında hazırlık yaparsanız yapın sahada birçok değişkenle karşılaşma ihtimaliniz var. Bu değişkenlere karşı pratik çözümler üretebilmeniz ve hikayenize o anda yeniden yön vermeniz gerekebiliyor. Sonuçta çektiğimiz insanlar oyuncu değil ve onların gerçekliğine sadık olmak gerekiyor. Belgesel, yapısı itibariyle yönetmenine büyük bir sorumluluk yüklüyor. Gerçekleri çarpıtmadan etik değerlere bağlı kalarak ele almayı gerektiriyor. Bu bazen sizden bağımsız bir şekilde gelişiyor ve anlattığınız kişinin gerçekleri nasıl yansıttığıyla da ilgili olabiliyor. Konuyu doğru kaynaklardan öğrenmek ve iyi bir araştırma yapılması büyük önem taşıyor. Anlatacağınız konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan yola çıkarsanız kesinlikle çuvallarsınız. Anlattığınız bir insan hikayesiyle o insanla vakit geçirmek gerekiyor. Genellikle bu noktada hikayenin ana fikrini ve söylemini belirliyorum. Masa başına geçtiğimde ise önce sahne sıralamalarının yer aldığı bir senaryo taslağı oluşturuyorum. Blok blok ele alacağım meseleleri hikayeye dağıtıyorum. Röportaj yapacağım insanları belirliyor ve kişiye özel sorular hazırlıyorum. Beni en çok zorlayan konuya gelecek olursam zaman diyebilirim. Genellikle bütçeniz itibariyle filminizi çekmek için kısıtlı bir zamanınız vardır. Belgeselde belirlediğiniz zaman aralığına bağlı kalmak oldukça zorlayıcı oluyor. Çünkü çektiğiniz insanın yaşamı devam ediyor ve her zaman çekilecek bir şeyler daha oluyor.

                                                       


- Siz belgesel yönetmenliği de yapıyorsunuz. Bu alanda da ödülleriniz de var. Belgesel yönetmenliği yapmaya nasıl karar verdiniz?  Türkiye’de belgesel çekmek, belgesel yönetmeni olmanın zorlukları neler?  

Aslında ödüllerimin çoğunu belgeselden elde ettim. Gerçek hikayeleri seyircinin de ilgisini çekebilecek şekilde anlatmak konusunda başarılı olduğumu düşünüyorum. Karar aşamasına gelecek olursam, 2009 yılında ekip olarak bir film çalışması yapıyorduk. Ekibin büyük kısmı belgesel çekmek istiyordu ama ben kurmaca film çekmek konusunda kararlıydım. Kurmaca üzerine hazırlıklarımızı yaptık ve filmimizin ilk sahnesini çektik. Amatör oyuncularla kötü bir tablo ortaya çıkmıştı ve o anda belgesel çekmek konusunda arkadaşlarımın ısrarını kabul etmem gerekti. ‘Bahar’ isimli bir belgesel çektik ve film tamamlandığında seyirci tepkilerinin müthiş derecede olumlu olduğunu gördüm. Çekim süreci de tahmin etmediğim şekilde büyük bir keyfe dönüşmüştü. Gerçek insanların kamera karşısındaki tepkileriyle karşılaşmak ve hikayeye yön verdiklerini görmek kararlarımı şekillendirmeme vesile oldu. Kurbağa Avcıları belgeselinin fikri de bu belgeselin çekimleri esnasında aklımda belirmişti.

Öncelikle Türkiye’de sanat icra etmenin zor olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla belgesel yönetmeni olmanın da birçok zorluğu var. Maddi kaynak bulmak konusunda büyük sıkıntılar yaşıyoruz. Yaptıklarınızı festivaller dışında yayınlayabileceğiniz pek platform da yok ne yazık ki. Genelde Türkiye’de belgeselcilerin kendi imkanları ile küçük ekiplerle filmlerini çektiklerini görüyorum. Ben de Kurbağa Avcıları belgeselini ailemin bankadan çektiği kredi ile çekmiştim. Art arda kazandığımız ödüller ve gelen övgülerle birlikte Türkiye’de çok büyük bir belgesel izleyici kitlesi olduğunu fark ettim. Bugün çoğu kahvehane, kafede ve esnafın dükkanında TRT Belgesel kanalının açık olduğunu sizde gözlemleyebilirsiniz. Aslında daha fazla destek ve yayın fırsatlarıyla belgeselcilerin seyirci tarafından kucaklanacağına yüzde yüz eminim.

-Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

Kısa filmi ayrı bir tür olarak değerlendirmek gerekiyor. Ancak bunu bir aşama olarak görmenin de sakıncası olduğunu düşünmüyorum. Çoğu yönetmenin uzun metrajlı bir film çekmek hayali vardır. Bir yönetmenin bu alanda tecrübe edinmesini ve deneyim sahibi olmasını sağlayacak büyük riskleri olmayan önemli bir basamak bence. Şahsen ben bu şekilde yaklaşıyorum. Çünkü referanslarınızı göstermeden hiçbir yapımcı size güvenip bir işi teslim etmez. Medya yöneticileri bu alanda yapılan çalışmalara destek verir ve uzun metraj endüstrisi gibi ekonomik bir alan yaratılırsa işte o zaman kısa film tam anlamıyla bağımsızlığını ilan edebilir.

- Kısa filmin,  meslek hayatınızda nasıl bir yeri var?

Sinema sanatını tecrübe etmemi ve potansiyelimi keşfetmemi sağlayan önemli bir yere sahip.

-Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz?

Türkiye’de kısa film kültürünün tam olarak oturmadığını düşünüyorum. Festival izleyicileri dışında kısa filme pek ilgi olmadığını görüyorum. Türk sinema tarihi içindeki yeri de sanırım video kameralar ile birlikte 90’lı yıllar itibariyle oluşmaya başladı. 2010’dan sonra ise DSLR kameraların yaygınlaşmasıyla beraber nicelik olarak kısa film sayısı artıyor. Son yıllarda ise söyleyeceği bir sözü olan bilinçli yönetmenler, iyi hikayeler, iyi teknik donanım, profesyonel oyuncular ve başarılı post prodüksiyon yöntemleriyle nitelik olarak da iyi bir konuma gelmiş görünüyor. Gelecekte kısa filmin daha iyi yerlerde olacağına inanıyorum.

-Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin tanıtımı ve devamı için?  Aynı sorumu belgesel filmler içinde sormak isterim. Festivaller yeterli mi sizce?

Türkiye’de birçok kısa film festival var. Kısa film yönetmenlerinin projelerini ve kendilerini tanıtmaları açısından yapılan festivallerin yeterli olduğunu düşünüyorum. Her festivalin kısa filme bakış açısı ve yaklaşımı farklı. Bu çeşitliliğin farklı içerikler ve formlarda işler üreten yönetmenler için de bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Festivallerin ödülleri maddi olursa yönetmenlerin gelecek projeleri için büyük katkıları olacaktır. Belgesel alanı için de aynısını düşünüyorum. Özellikle TRT Belgesel Ödülleri muazzam bir titizlikle yapılıyor ve belgesellerin tanıtımı açısından büyük önem taşıyor.

-Çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında ve belgesellerinizde çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor?

Genellikle beni duygusal anlamda etkileyen ve hayatıma dokunan hikayeleri anlatmaya çalışıyorum. Karşımıza çıkan her şeyin küçük ya da büyük bir anlamı olduğuna inanıyorum. Sanatçı önce içinden çıktığı topluma ve coğrafyaya karşı kendini sorumlu hissetmeli. Ben şimdiye kadar kendi toprağının hikayelerinin izini süren bir yönetmen oldum. Bazen de çok etkilendiğim bir yer/mekan hikayelerimin çıkış noktasını oluşturabiliyor. Bazen de anlatılmayı bekleyen toplumsal bir mesele ve sorun varsa bu konuda bir şeyler yapmam gerekliliğini hissedip sinemanın olanaklarıyla refleks gösteriyorum.

- Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu?

Filmlerimde oyuncu seçimleri konusunda özenli davrandığımı söyleyebilirim. Belgesel alanında bunu profesyonel bir meslek olarak sürdüren oyuncular olmasa da toplumsal oyunculara yer veririz. Konuya hakim ve hikayenin öznesi konumunda olabilecek potansiyelde, kendini iyi ifade eden insanları ele almaya çalışırım. Ona biçilen rolü oynaması değil, kendini en doğal haliyle kameraya sunmasını isterim. Yan karakter seçimleri de belgeselde büyük önem taşır. Genellikle diğer karakterin aynası konumunda olabilecek, katalizör görevini üstlenebilecek konumda olan yan karakterler seçmeye çalışırım. Bu seçim bazen ben de ana karakter seçiminden de önemli bir hal alıyor. Belgesel karakterinize, hikayeyi ne için anlattığınızı, ondan ne beklediğinizi ve hangi düşünceyi yansıtmak istediğinizi detaylı bir şekilde anlatmanız gerekiyor. Ayrıca çekim yapmanın çeşitli zorlukları olduğunu ve zaman alacağını iyi anlatmak gerekiyor. Eğer bunlar iyi ifade edilmezse anlattığınız kişiyle iletişim problemi yaşarsınız ve bu kopukluk süreç içerisinde en büyük zorluk haline gelebilir.

-Yeni projeleriniz, uzun metraj film çekme  planınız  var mı?

Uzun zamandır üzerine düşündüğüm ve çekmeyi hayal ettiğim, gerçek bir hayat hikayesini ele alacağım uzun metrajlı bir sinema filmi projem var. Bu projeyi geliştirmeye devam ediyorum ve yapımı için kaynak bulduğum doğru zamanda harekete geçmeyi planlıyorum. Bunun yanı sıra gerçekleştirmeyi planladığım birçok belgesel projem var. Şu anda bir belgesel serisi hazırlıkları yapıyorum ve bu alanda çalışmalarıma devam ediyorum.

-Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler?

Sevdiğim yazarlar Buket Uzuner, Jack London, Nasuh Mahruki… Bunun yanı sıra genellikle bilgi edinebileceğim ve kişisel gelişimime katkısı olacak kitaplar okumayı tercih ediyorum. Sevdiğim yönetmenlerden ziyade sevdiğim filmler var. Asgar Farhadi ve Nuri Bilge Ceylan filmlerini severim. Ron Howard, Dennis Villeneuve, Danny Boyle, Dardanne Kardeşler, Werner Herzog ve Micheal Moore’u da filmlerini sevdiğim yönetmenler arasında sayabilirim.