anna laudel contemporary etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
anna laudel contemporary etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Aralık 2018 Cuma

Ekin Su Koç, Tuğçe Diri, Tülay İçöz


Anna Laudel  Contemporary’de  6 Ocak 2019 tarihine kadar devam edecek olan, göç ve kimlik; geleneksel kültürel altyapı ile güncel üretim pratikleri  arasındaki bağ; varoluş süreci ve evren gibi farklı temalarda çalışan Ekin Su Koç “Hiçbir Yerde Mutlu”, Tuğçe Diri “Bir Başka Dünya”, Tülay İçöz’ün “Var-oluş Halleri” sergisi ile ilgili sanatçılarla sergileri ve eserleri üzerine konuştuk.
                                      


-Öncelikle sizleri tanıyabilir miyiz, kimdir Ekin Su Koç, Tuğçe Diri, Tülay İçöz?
ESK: İstanbul’da doğdum, lisans ve yüksek lisans eğitimlerimi burada tamamladım. Lisans eğitimi sırasında Erasmus Programı ile İspanya (Sevilla)’da bir yıl eğitim gördüm. Berlin’de yaşıyorum. Çalışmalarımı kültürler arası farklılıklar, kimlik, göç konularına odaklanarak sürdürüyorum.
TD: 1984 yılında Eskişehir’de doğdum ve 2010 yılında Mimar Sinan Üniversitesi, Uygulamalı Litografi Atölyesi ve Resim Bölümü’nden mezun oldum. İlk kişisel sergim, ‘Döngü’ teması ile 2016 yılında Anna Laudel Contemporary’de gerçekleşti ve işlerim birçok galeri ve fuarda sergilenip, özel koleksiyonlara girdi. Şu anda da İstanbul’da yaşamakta ve çalışmaktayım.
Tİ: 1974 yılında doğdum. 1997’de Hacettepe Üniversitesi Heykel Bölümü’nden mezun oldum. 2002’de Mimar Sinan Üniversitesi Heykel Bölümü’nde yüksek lisansımı tamamladım. Kendi atölyemi kurdum ve çalışmalarıma orada devam ediyorum. Yurt içinde ve yurt dışında çeşitli sergi ve sempozyumlara katıldım. 
-Aynı mekânda değişik konseptlerde sergi açma fikrinin nasıl oluştuğunu  ve sergi hazırlık süreçlerinizi öğrenebilir miyiz?
ESK: Aynı mekanda 3 solo fikri aslında sanatçılara ait değil. Anna Laudel Contemporary’nin dokusu için, böyle bir serginin uygun olduğu fikri galeri içinden çıktı diyebilirim. Kişisel sergileri için çalışmaları süren sanatçılar arasından böyle bir birliktelik uygun bulunmuş. Ben Tuğçe Diri ile okuldan arkadaş olmakla beraber, Tülay Hanım’ı bu sergi ile tanımış oldum. Bu fikir bize sunulduktan sonra bir kez bir araya gelebildik ve sergilerimiz için düşündüklerimizi paylaştık. Benim için yoğun geçen ve bol yolculuklu bir hazırlık sürecinden sonra sergi kurulumu için tekrar bir araya gelerek, sanatçılar ve galeri ekibi olarak fikirlerimizi paylaştık, mekanda kendi alanlarına hapsolmuş üç ayrı görünüm yerine, akışkan bir şekilde galeriye yayılmaya karar verildi.
TD: Aynı mekanda değişik konseptlerde sergi açma fikrini bizlere sunan, galeri direktörü Ferhat Bey’dir. Heyecanlı ve keyifli bir sergi olacağını düşündüm. İçerisinde farklı disiplin ve medyumlarda çalışan sanatçıların yan yana gelmesi, hem izleyici hem de bizler açısından besleyici olacaktı. Mekanın katlı ve odalı olma hali ise bu fikri daha verimli hale getirdi ve organik dağılmamıza olanak sağladı. Ekin Su Koç ve Tülay İçöz’ün genel olarak üretim disiplinlerini bilmeme rağmen, sergiye koyacakları işleri bilmiyor ve heyecanla bekliyordum. En nihayetinde ortaya çıkan sergi, gayet çeşitli ve doyurucu oldu.
Tİ: Tuğçe ve Ekin’in Anna Laudel Contemporary’de sergi yapma planları varmış. Galeri mekanının 3 katlı ve odalı yapısı, farklı disiplinden bir sanatçının (heykeltraş) sergiye eklenme fikrini doğurmuş. Ben de o dönemde kişisel sergi açmak fikriyle bir konsept çerçevesinde heykeller üretiyordum. Birbirimizle diyalog içindeydik ve bu mekanda sergi için bir araya geldik. Birbirimizden bağımsız, her birimiz kendi konseptimiz içinde işler ürettik. Her bir katta bir sanatçının olma düşüncesi işler ortaya çıktıkça zaman içinde mekana organik bir yayılma olarak gelişti.
                                             

-Sergide yer alan çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
ESK: Berlin, Kopenhag ve İstanbul arasında mekik dokuyarak “Hiçbir Yerde Mutlu” sergisini şekillendirdim diyebilirim. İsmi de İngilizce’den hatalı bir çeviri olarak bir anlam bozukluğu yaratıyor. Ana dilinizi kullanamadığınızda “yabancı” bir dilde kendinizi anlatırken tam anlaşılmadığınızı hissedip yaşadığımız kararsız durumu özetliyor. Aitlik duygusunu ararken “hiçbir yerde” kalmış gibi hissediyor insan ve mutluluk duygusunda tutunmaya uğraşıyor. Sergi bütünüyle bu belirsizlik duygusuna odaklı.
Çoğunlukla üç şehirden topladığım materyalleri ve yolculuklar sırasında karşılaştığım kültürlerin bendeki etkilerini kağıtlara, kumaşlara ve tuvallere taşıdım. Kimlik sembolleri olarak kabul edilebilecek kumaş motifleri, farklı saç-ten renklerinde beden fragmanları, köklere işaret eden eski aile fotoğrafları, danteller, bir de eski illüstrasyon kitapları ve güncel dergilerden topladığım doğa imgelerini bir beden oluşturacak şekilde birleştirdim. Bitki ve çiçekler benim için hep şifa sembolleri oldu. Uzun süre bedenimde ağrı ve acımalar hissettiğim, genetik kökenli omurga, kemik, eklem sorunları yaşadım. Hastalıkların fiziksel olduğu kadarıyla ruhsal etkenlerle de ilgili olduklarını düşünüyorum, biliyorum. Bu noktada bireysel olduğu kadar toplumsal ruh sağlığı da işin içine giriyor. Üzerimizdeki yükler ile kırılganlaşan bir omurga tasviri olarak balık kılçıklarını kullandım, çiçekleri de genellikle bu omurgaya ya da ağrılarımın olduğu yerlere yerleştiriyordum ilk başlarda. Giderek bedenleri sardı bu çiçekler ve yükselmeye başladılar. Benim tedavim tamamlandı ve artık çiçekler, ağrıların değil şifanın sembolü oldular. Bütün bu sembollerle ve bitkilerle birleştirip bütünlediğim bu bedenler “tanınmaz halde”, biri ya da hiçkimse kısacası benim için çevremde akıp giden “yabancı” bedenlerin ya da benim yabancılığımın imgeleri gibi. Bunları üretirken kendimi ve kendi bedenim üzerinden toplumu iyileştirme hayali kurdum ve iyileştim de.
Resimlerde figürlerin bulunduğu mekanlara gelirsek, çoğu beyaz bir zemin üzerinde, yani aslında zeminsiz, mekansız, “hiçbiryerde” şekilleniyor. Bedenler boşlukta yüzüyor bir yere basmadan yolculuk ediyorlar. İzleyici de bu bedenler üzerinden gözleriyle bir yolculuğa çıkıyor. Çalışmaların isimleri de bu yolculukta bir yol gösterici gibi.
“Yuva Özlemi”, “Tek Kişilik Oda”, “Bekleme Odası”, “Yeni Bir Ülkeye Ayak Basmak” gibi isimler, yurt dışında yaşarken içinde bulunduğum duygu durumlarını anlatmaya yardımcı olurken, “Kişilik Bölünmesi” adını verdiğim kağıt üzeri kolajlar biraz daha sorgulayıcı ve yeni kültürlerde eski rollerle kendimi yeniden şekillendirmeye uğraşırken aldığım halleri görselleştiren çalışmalar.
Bir de son olarak, karanlık bir odada sergilediğimiz, epoksi içinde dondurduğum kuru çiçeklerin ve kolajların yer aldığı çalışmalar var. Kağıt üzeri boya çalışmalar da eşlik ediyor bu gruba. Serginin bilinç dışı kısmı gibi düşündüm bu odayı. Dili paradoksal bir biçimde daha doğrudan. Gündüz gözüyle çözemeyip rüyalarda farkına vardığımız gerçek hislerimiz gibi.
Bu kez gerçekten bir zemin var. Agresif bir biçimde boyanmış, atmosferik bir sahil ya da çalılık gibi mekanlar. Yeni bir ülkeye ayak basmak bütün umutlar yanında korku dolu da olabiliyor. Aydınlık rengarenk duyguların yanında, böyle duygu durumlarımız da var. Kendi karanlık yanlarımızla mücadele ediyoruz, depresyondan kaçmaya çabalıyoruz, insanların ön yargılarıyla uğraşıyoruz, bu sırada yalnız hissediyoruz… Bir yandan da aydınlık bir gelecek hayal ediyoruz ve kendi renklerimizi korumaya çalışıyoruz. Biraz bu hislerin dışa vurumu bu son çalışmalar. Sergide de içimdeki ikilik duygusunu desteklediler, koyu resimler ve açık resimler olarak ikiye bölünmüş oldu sergileme.
TD: Sergiye 3 seri ile katılıyorum. Kağıt üzeri desen, tuval üzeri akrilik, tuval ve dantel gibi birbirinden farklı fakat temelde organik olarak birbirini geliştiren seriler. Sergiye ismini veren ‘Bir Başka Dünya’ serisi, zamansız ve  mekansız, ütopik ve çocuksu resimsel bir dildir. Tuvallerde kullandığım çizgisel alanlar, kağıt üzeri desenlerde kendi gerçekliğinden çıkarak daha da sembolik bir hal alır. Aynı Tezhip sanatındaki süsleme öğeleri gibi, deseni, soyut zeminler üzerine anlık bir otomatizm ile birbirini tekrar eden motifler halinde sunuyorum. Son seri olan ‘Simbiyotik’ ise, ördüğüm danteller ile desenlerin, hem bir form, hem de bir düşünme pratiği olarak birbiri olmadan var olamayacağı, birlikte hayat bulacağı bir dil sunuyor.
Tİ: Sergide 6 ahşap heykelim bulunuyor. Serginin ismi; Var-oluş Halleri. İnsanın, doğanın, evrenin varoluş sürecinde; oluşma, gelişme, var olma halleri üzerine düşüncelerden oluşuyor. Heykeldeki dalgalar, Big Bang’den gelen aynı kaynağın dalgaları; evreni, doğayı, insanı, hayvanı yaratan dalgalar, frekanslar. Heykellerdeki tamamlanmamışlık oluşum sürecinin devam ettiğini belirtiyor. Heykellerdeki hareketlilik, dönme ve salınım bir ritim oluşturuyor. Evrenin ve dünyanın döngüsü ile yaşamın ritmine yönelik bir yapıyla benzeş bir ritim. 
                                                       

-Sanat eğitimi almaya nasıl karar verdiniz?
ESK: Sanat eğitimi almaya hiçbir zaman karar vermedim aslında. Bir seçim hiç olmadı. Babamın ressam olmasından dolayı hiç bitmeyen bir eğitim içinde buldum ben kendimi. Ev sürekli biraz da atölyeydi.
TD: Çocukken resim ödevlerime ailemin hiç yardım etmemesi, bununla beraber, çözüm olarak kendime bir dünya yaratmam ile başladı diyebilirim. Lise yaşlarıma geldiğimde gene ailemin beni Güzel Sanatlar Lisesi’ne yönlendirmesi ile gelişen bir süreçtir bu. Bittiğini de düşünmüyorum.
Tİ: Sanat eğitimi almaya lise yıllarımda karar verdim. Lisedeyken iyi resim yapardım ama sanatı bir iş, bir yaşam biçimine dönüştürme fikri, Ankara’da bir tiyatro çıkışında tanıştığım bir grup ressam sayesinde oldu diyebilirim. Resim okumak için girdiğim üniversitede elime çamur değince, 3 boyutla tanışınca, heykel yapmaya karar verdim.    
- Çalışmalarınıza bir konsept belirleyerek mi başlıyorsunuz ve nelerden etkileniyorsunuz?
ESK: Hayatımın merkezine oturan konular oluyor, bu bir dönem “aile” kavramıydı. Sonra doğaya odaklandım. Bu sergide ise “kimlik, göç” kavramlarına odaklanıyorum. Dediğim gibi, hayatımın odağındaki konuları deşiyorum ve bu konular incelenip, araştırılıp bitmek yerine birbirlerine eklemlenerek büyüyorlar.
TD: İşlerimi en çok, o an içinde bulunduğum ruh hali tetikliyor. Bu, doğal bir refleks olarak okuduğum kitabı, izlediğim filmi seçmemi sağlıyor ve bir karın ağrısı oluşturuyor. Defterim (sığınağım) yanımdan hiç eksik olmadığı için buradan üretim sürecine geçişim kolaylaşıyor. ‘Bir Başka Dünya’ serisine başlamam Ursula Le Guin’in, kitapları ile beni bu zamanki realiteden kaçırması ile başladı. Alt okuma yapmak gerekirse; kabul etmek istemediğim bir ülke süreci ve benim ondan çıkış yolum diyebilirim. Resimlerimi ütopik yapan da budur.
Tİ: Çalışmalarım bir konsept çerçevesinde gelişiyor. Heykellerim içinde bulunduğum dönemdeki düşüncelerim, fikirlerim, okumalarım doğrultusunda oluşuyor. Son dönemde yaşadığım kayıplar beni varoluşa, hayata, evrene dair arayışa, okumalara ve araştırmaya yöneltti. Ve son dönemdeki işlerim de, buna yönelik şekillenmeye başladı. Kendime sorduğum sorulara bir cevap olduklarını düşünüyorum.                     
- Sanat tarihinde sizi etkileyen sanatçılar kimler ve güncel sanattan takip ettiğiniz sanatçılar var mı?
ESK: Odaklandığım konularla ilgili okumalar, araştırmalar yapmaya çalışıyorum. Son zamanlarda ilgimi çeken Post-Humanism kavramını araştırıyordum ve Berlin’de (maalesef sadece bir kere katılabildiğim) bir okuma grubuyla Donna Haraway’in Cyborg Manifesto’sunu okumaya başladım. Yeni bir kimlik, cinsiyet ve beden algısından bahsediyor Haraway ve bunu tanımlarken Antik Çağ’da geçen Kimera (chimeras) kavramını bir benzetme yapmak için kullanıyor. Bu kavram beni etkiledi. Kısaca tanımlamam gerekirse Kimera; ayrı hayvanların beden parçaları ile oluşan tek bir hibrid hayvan bedeni, bir yaratık diyebilirim. Bir de, DNA karışık birleşimlerini tanımlamak için de kullanılan bir terim anladığım kadarıyla. Bu benim oluşturduğum bedenleri de özetliyor gibiydi, farklı ten renklerinde birçok kol, bazen bir bazen hiç bacak, biraz saç, biraz omurga ya da canlı olmayan sembolik kumaş ya da yazı parçaları ile oluşan bedenler…
Martin Gropius Bau’da gördüğüm Ana Mendieta performans videoları ve Earth-Body kavramı da beni çok etkiledi. Farklı bir disiplinde onunla benzer bir şeyi aradığımı, doğayla bedeni birleştirmeye çalıştığımı düşündüm.
Bundan önce sürekli izlediğim araştırdığım Anselm Kiefer’in çalışmaları, çok çeşitli malzemeleri bir araya getirerek oluşturduğu doğa alanı resimleri ve sadece elbiselerle imlediği figürleri beni hep etkiledi.
Kiki Smith’in kocaman boş beyaz kağıt yüzeyi üzerinde, sadece cılız çizgilerle yaptığı hayvan ve insan figürleri de boşluğu ve sadeliği sevmemi sağlayan şeydir. Kırılganlığı ve zarifliği ancak yakından bakıldığında hissedilebilen işleri, kağıtla ilişkimi kuvvetlendirdi ve çeşitlendirdi diyebilirim.
TD: Sanat tarihinde beni etkileyen pek çok isim var, o yüzden genel bir akım/dönem desek daha doğru olur benim için: Sembolizm ve Gerçeküstücülük. Akademi zamanlarımda sanırım en çok bu dönem sanatçılarının işlerine yoğunlaşmışımdır. Yeni teknik arayışları, bireysel varoluş çabaları ile empati kurduğum için olabilir. Bir de, Rönesans sanatçılarından; Piero Di Cosimo. Erwin Panofsky’ nin ‘İkonoloji Araştırmaları’ kitabında, altını en çok çizdiğim sanatçıdır. Güncel sanattan keyifle takip ettiğim ve ilk aklıma gelen isimler ise; Adam Lee, Siro Cugusi, Tayfun Erdoğmus, İpek Duben.
Tİ: Kendi sürecimde, farklı dönemlerde, sanat tarihinde ve güncel sanatta birçok sanatçıdan, akımdan ve fikirden etkilenmişimdir; ama bunu tek tek isim vererek söylemek zor.

23 Mart 2018 Cuma

Gazi Sansoy'la "Dönemler" sergisi üzerine röportaj







Gazi Sansoy’un,  2008-2018 yılları arasındaki çalışmalarını kapsayan “Dönemler” isimli kişisel sergisi Anna Laudel Contemporary’de açıldı.  Resimleriyle izleyiciyi hem düşünmeye hem de sanat tarihini yeniden değerlendirmeye teşvik eden Sansoy ile 16 Şubat’a kadar sürecek son sergisi ve resimleri üzerine konuştuk.
10 yıllık çalışmalarınızı 5 farklı başlık (“Çıplak ve Örtülü Öyküler”/ “Arabex”, “Yüzsüzler- Minyatürler”, “Kutsal Süt” ve “Dün, bugün, yarın, İstanbul, Dervişler”)  altında sergiliyorsunuz.  Bir anlamda retrospektif  sergide diyebiliriz. Dönemler, başlıklar, sergi hakkında bilgi verir misiniz?
Son on seneyi baz alarak hazırladık sergiyi. Ondan öncesi de var aslında ama  2008 başlangıç olsun dedik.  “Çıplak ve Örtülü Öyküler”serisini zor bir teknikle yapmıştım. Aydıngerleri boyayıp, ahşap plakaların üzerine presliyordum. İlginç bir zamanın işleri. Daha sonra “Arabesk”  serisi geldi. Aynı tekniği bu sefer tuvalin üzerinde çalıştım. Spontan yapılması gereken işlerdi. Tamamen anlık, hassas. Ardından 2010’da “Minyatürler” serisi geldi, eş zamanlı “Yüzsüzler” başladı. Figürleri kestiğimde o boşluk, leke dikkatimi çekti. Klasik resimlere uyguladım. İlk başlarda figürlerin yüzleri yok, daha sonraları yüz hatlarını ekledim. “Kutsal süt” serisi geldi ardından. “Meryem ve Çocuk İsa”-emzirme sahnesi. Bütün eski dönem sanatçıların baş konularından biri. Bazıları resimlerde  Çocuk İsa ve Meryem’in ifadelerindeki fark, ironi  dikkatimi çekti. Son olarak “Dün, bugün, yarın, İstanbul, Dervişler” serisi var.  Bu seri, aile geçmişime göndermelerinde olduğu çalışmalardan oluşuyor.
2-Osmanlı döneminde hiciv alanında ün salmış isimlerin olduğu köklü bir aileden geliyorsunuz. Anlatır mısınız, tanıyalım ailenizi?
Babam anlatırdı, büyük dedem “Müderris Ziya Bey” o dönemler için önemli işler yapmış. Fransızcası çok iyi olduğu için “Frenk Ziya” da denirmiş. Fransa elçiliğinde çalışmış.  Milli Eğitim Bakanlığından madalyaları var. Akaretler’deki özel ilk kız mekteplerinden birinin kurucusu. “Mürüvvvet” isimli bir gazete çıkarıp, dönemin hükümdarı Abdülhamit’i eleştiren yazılar yayınlamış. Fizan’a sürülmekten akrabası sayesinde kurtulmuş. Daha sonraları  Kızıltoprak’ta evlerinde fotoğrafçılıkla ilgileniyor, kolonya ve yeni parfürler üretiyor. Resme ve müziğe ilgisi var. Besteleri de varmış. Ziya Bey bir dönem Galata’da Mevlevihane’ye gidiyormuş. Vefat etmeden öleceği günü bilmiş, 64 yaşında vefat ettiğinde Mevleviler, Kızıltoprak’a gelip cenazeyi kaldırmışlar. Bu bilgiler yayılınca da  1970’li yıllara yani çevre yolu yapılıp mezar taşınana kadar başında  dualar  okunup, mumlar  yakılmış.
3-Ailenizin resim dilinizin oluşmasında etkileri oldu mu?
 Mevlevileri çok kullanıyorum resimlerimde büyük ihtimalle genetik kodlardan gelen şeyler var tabi
4-Sanat eğitimi almaya nasıl karar verdiniz?
Hayalperest bir çocuktum. Sanatın bir dalı ile uğraşacağım kesindi. 11-12 yaşlarında keman dersi almaya başladığımda normalde çaldığım parçaları etrafımda  yabancı biri olduğunda heyecandan çalamadığımı fark ettik. Bu durumda spontan yapılan sanat dallarını yapamayacağımı anladım. Lisedeyken okula giderken ayaklarım geri geri giderdi, ne zaman akademiye girdim rahatladım. Zevkle okula gitmeye başladım. Bilinçli bir seçimdi benim ki. Benim dönemimde güzel sanatlar lisesi olsaydı kesin orada okurdum.

                                                               

5- Lale Devri’nin ünlü ressamı Levni’nin minyatürlerinin merkezde olduğu, arka planda magazin figürlerinin ve Batı resminin önemli isimlerinin olduğu bir seri resminiz var. Levni’ye olan ilginiz nasıl başladı?
 Surname-i Vehbi  kitabını gördüm. Osmanlı sanatının büyük ustası, nakkaş-ressam Levni’nin başyapıtı. Levni,  III. Ahmet’in şehzadeleri için 1720’de  yaptırdığı ünlü sünnet düğününü, Osmanlı geleneği içinde, klasik dönem minyatürlerini gölgede bırakan bir üslupla kağıda dökmüş. Kompozisyonlar, figürlerin ifadeleri beni çok etkiledi. Fügürlerin hepsinde ayrı ifadeler, giysilerin detayları.  “Bunlarla bir şey yapmam lâzım” dedim. Klasik presleme ile başladım önce, istediğim etkiyi vermedi. Sonra kolajlar yaptım. İstediğim etkiyi almak için farklı teknikler denedim. Bilgisayar ortamında birleştirince, farklı mekan ve zamanlar bir araya geldi. Zıtlıktan doğan bir çekişilik oluştu. Yani herşey kitabı görmemle başladı ve sonrasında güzel işler çıktı.
6-Farklı resim teknikleri kullanıyorsunuz. Aslında biraz bahsettik ama tekniğiniz konusunda da bilgi verir misiniz?
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik bölümü mezunuyum . Baslı resim çıkışlı olmamın kullandığım teknikler üzerinde etkisi olduğunu düşünüyorum.  Her türlü tekniği- teknolojiyi kullanmaya çalışıyorum. Aslına bakarsanız  boya da tenoloji, fırçada teknoloji, bilgisayarda teknoloji. Onlar orada duruyor, onları birleştiren bir el ve akıl. Her türlü malzeme kullanılabilir. Fikirdir önemli olan, neyle yaptığın değil, ne yaptığındır aslında eleştirilecek olan.
7-Rönesans ressamlarının resimlerinden detaylar,sanat tarihinin önemli eserlerine yaptığınız dokunuşlar, sanat tarihine tekrar ve farklı bir bakış eserlerinizde daha çok gördüğümüz dönemler. Sanat tarihinde sizi etkileyen sanatçılar kimler? Güncel sanattan takip ettiğiniz, sanatçılar var mı?
Caravaggio, Tiziano, Rafael’i, Kuzey Flaman ressamlarını, yağlıboyayı ilk kullanan ressam Jan van Eyck’ı çok severim sonra Bruegel, Pollock, Warhol’u ayrıca  Edward Hopper’in sakin, tuhaf mekan duygusu çok hoşuma gitmiştir ve bu liste böyle uzar.  Ülkemizde de çok iyi sanatçılarımız var. Ergin İnan, Adnan Çoker, Mehmet Güleryüz, Ömer Uluç ve pek çok önemli isim var sevdiğim, takip ettiğim.
8-Genelde seriler yapıyorsunuz. Nasıl başlıyorsunuz serilere?
Araştırma yapıyorum. Biri diğerini tetikliyor. Devamlı kitaplar inceliyorum, güncel sanatı takip ediyorum, sanat tarihini inceliyorum. Bazen rüyamda gördüklerimi uyguluyorum. Bazen bir kitap (Sürname’de olduğu gibi), bazen bir kütük (Bereket Tanrıçası heykelinde olduğu gibi) tetikleyici oluyor.
9-Doğu- Batı sentezi, Batının geçmişi-bugünü, çıplaklık-örtünme gibi karşıtlıklar var eserlerinizde. Mizah ve erotizm, güncel - siyasi temalar ön planda.  Geçmiş ve günümüzle ilgili çok araştırma yapıp yakından takip ediyorsunuz.  Yeni çalışmalarınız, serileriniz, sizi etkileyen bu konuyu da işlemek istiyorum dediğiniz olaylar var mı?
Bu coğrafyanın özelliklerini, batı ve doğu arasında köprü olmamızın izlerini yansıtıyorum. İyi ki burada yaşıyorum. Yaşadıklarımızı görsel hafızaya alıyorum. Önemli olan bunları, yaşadıklarımızı avantaja döndürmek. Yaşadıklarımı resim diline döküp kayıt altına alıyorum bir anlamda.
Bir tarafım eskide yaşıyor. Tezhip ağırlıklı geleneksel süsleme sanatları ile birşeyler yapmayı düşünüyorum. Tezhip ve Pop Art’ı bir araya getiren seri çalışmasına başladım.
                                                             

10-Günümüz resim ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz, güzel sanatları seçmek isteyen, ressam olmak isteyenlere neler söylersiniz?
Plastik sanatlar bir  maraton işi, uzun soluklu. Yürek işi eğer, yüreğinde bu ateş varsa olur. Sonuna kadar sabırlı,  araştırarak, dar bir pencereden bakmadan, istekle çalışma istiyor bu iş. Psikolojik olarak da çok güçlü olman lazım. İki iş yapıp tamam oldu dememek ya da tam tersi -bir şey olmaz bundan- dendiğinde pes etmeden çalışmak gerekiyor.
11-Sergide üç boyutlu çalışmalarınızda var. Çıkış noktalarını, hikâyelerini öğrenebilir miyiz?
“Kutsal Süt“ serisi yaparken marangoz ustası getirdi ıhlamur kütüğünü. “Aynı kadın vücuduna benziyor, sana ayırdık” dedi. Üç sene çalıştım üzerinde. Yine pek çok araştırma yaptım, miğferleri inceledim. Yani atılmış bir kütüktü aslında  “Bereket Tanrıçası Anadolu Artemisi”. “Boyacı Sandığı”nı okulda gravür yaparken çok basit şekilde çıkarmıştım Sonra fuar için tekrar çalışmaya başladım. Laleye dönüştürdüm. Üç parçadır. Üstüne desenini çizdim. Kapalı çarşıda usta ile çalıştık, sonra  atölyede ayrı olarak tekrar çalıştım parçaları. Oryantal libido- boyacı sandığının metamorfozu. Son iş de “Deliler ülkesi” isimli çalışmam. Son günlerde yaşadığımız kentsel dönüşüme gönderme . Bir anlamda  betonunuza nazar değmesin, betona tapanlar ülkesi.
12- Son olarak serginize fotoğrafçı, video sanatçısı ve besteci Balamir Nazlıcan’ın “Unconcealment” adını verdiği ve  kısa film serisi kapsamında çektiği sanatınızı icra edişinizi konu alan kısa filmde eşlik ediyor. Bu kısa film hakkında da sizden bilgi alabilir miyiz?
Sergiden 1,5 ay önce tanıştık, anlaştık, 20 gün devamlı  çalıştık, yaşadıklarımı, hikayelerimi anlattım ve en son bu noktaya geldik. Sergiye de çok büyük katkısı oldu. Belgesel nitelikli, görsel belge. Benim ruhumu, anlattıklarımı yorumladı ve ona göre kurguladı.


-