aykırı resssam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aykırı resssam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ağustos 2017 Cumartesi

René Magritte - Aykırı Resssam

                                                   
www.yenicikanlar.com.tr için yazdığım yazı
http://www.yenicikanlar.com.tr/profesyonel-kahramanliktan-hoslanmiyorum-72274

Benim resimlerim” der, “hiçbir şey saklamayan görsel imgelerdir, merak uyandırırlar. Resimlerimden birini gören kişi kendisine basit bir soru sorar: “Bu ne anlama geliyor?”  Aslında hiçbir anlama gelmiyor, çünkü gizemin de bir anlamı yoktur, sadece bilinmezdir.”
René Magritte, gerçeküstü sanatçıların önde gelen temsilcilerinden biridir. Yirminci yüzyıl sanatı üzerinde büyük etkisi olan René, kendisini bir sanatçıdan çok düşünür olarak görür. “Kendi zamanıma ait olmak istemiyorum... veya herhangi bir zamana” diyen  Magritte, 1898 yılında Belçika’nın Lessines kasabasında dünyaya gelir. Babası kumaş tüccarı ve terzi, annesi kadın şapkacısıdır. Annesi depresif ve melankolik  yapıya sahiptir ve  René 13 yaşındayken köprüden atlayıp  hayatına son verir. Annesinin sudan çıkarılışını seyreden René, yüzünü örten geceliğin görüntüsünden çok etkilenir ve ilerleyen yıllarda eserlerinde kullandığı yüzü örtülü figürlerde bu anın etkisi görülür.
1916 yılında Brüksel’de Académie Royale des Beaux-Arts’a başlar. Okulda sınıf arkadaşlarından çok edebiyat dünyasından arkadaşları vardır ve ilerleyen yıllarda çevresinde daima  yazarlar, şairler ve felsefeciler olacaktır. Gerçeküstücülükle ilgilenmeden önce çeşitli sanat arayışlarına girer. Düşsel resimleri dehşet, tehlike, mizah ve gizem unsurları taşır. Gerçeklik ile hayal arasındaki sınırı bulandıran eserlerinin masalsı sembolleri arasında kadın gövdesi, elma, “küçük burjuva adam”, melon şapka, taş ve pencere gibi şeyler vardır.  Pop, minimalist ve kavramsal sanata ilham kaynağı olan sanatçının popüler kültür üzerindeki etkilerini (“The Thomas Crown Affair” filmindeki melon şapkalı adamlarda, Apple bilgisayarların logosunda)  sayısız sanat eseri, film ve video kliplerinde görmek mümkün. Magritte’in yapıtlarında ön plana çıkan diğer tema da gençliğe kadar uzanan deniz ve engin gökyüzüdür. Uzay, zaman ve ölçü gibi çeşitli unsurları altüst etmek onun eselerinin ayırt edici özelliklerinden biridir.
Hayatının dönüm noktalarından biri yazar arkadaşı Marcel Lecomte’nun  İtalyan sanatçı Giorgi de Chirico’nun “The Song of Love” eserinin röprodüksiyonunu göstermesi olur. O resimle  gözlerinin ilk defa gerçeği gördüğünü söyler, gördüğü ise “şiirsel düşüncenin  ideal ifadesidir.” Mimari arka plana sahip eserde, kırmızı plastik bir eldiven, Apollon büstü ve yeşil bir küre yer alır. Chirico’nun eserini   gördükten sonra aslında her imgenin gerçeğin bir soyutlaması olduğunu düşünen Magritte, 1926 yılında ilk sürrealist eseri olarak tanımladığı “The Lost Jockey”i çizer. Eser çok eleştiri alır ve bu yüzden depresyona girer. Bu olay üzerine  Paris’e  gider . Paris’te kaldığı üç sene içinde; objenin kendisi, imgesi  ve adı arasındaki ilişkiyi inceleyen 40 tane “yazı –imge resim” üzerinde çalışır.
Sözcük ve temsil ettiği kavram üzerine düşündüğü yazı-imge resimlerinin en ünlüsü Los Angeles County Museum of Art’ta sergilenen The Treachery of Images” (İmgelerin İhaneti) tablosudur. Dev bir piponun altında el yazısıyla “Ceci n’est pas une pipe” ( Bu bir pipo değildir) yazan dünyaca ünlü eser, sanat tarihinin en önemli eserlerinlerinden ve kilometre taşlarından biri olur. Esere bakan seyirci bir resmin karşısında olduğunun farkında olsa da, piponun altında yazan metni okuduğunda kafası karışır. Yazı, seyirciye gördüğünün sadece bir tasvir olduğunu hatırlatmaktadır. Bir imge ne kadar bir objenin aslına gönderimde bulunsa da asla tamamen kendisi olamaz. Burada söz konusu olan bir pipo değil, onun görüntüsüdür. Magritte eseri hakkında şöyle der: “Meşhur pipo. İnsanlar onun yüzünden beni ne kadar kınadılar! Gene de, pipomu doldurabilir misiz? Hayır, o sadece bir tasvir değil mi? Şayet resmin altına “Bu bir pipodur” diye yazmış olsaydım, işte o zaman yalan söylemiş olurdum...” Resim daha sonraki  yıllarda önemli  düşünür Fransız felsefeci Michel Foucault’un “Bu bir Pipo değildir” kitabına konu olur. Foucault, eserin çözümlemesini yaptıktan sonra kendi düşüncelerine yer verir.
Belçika’ya tekrar geri döndüğünde Belçikalı Sürrealistlere katılır. Bu dönemde Max Ernst’in kolajlarından etkilenmiş, gazete kupürleri ve müzik defterleriyle otuza yakın kolaj yapmıştır. Geleneksel ifade biçimlerini geride bırakan Magritte; kolajlar, fotomontajlar ve buluntu objeler kullandığı yeni bir dönme başlar. 2. Dünya Savaşı’nda Almanlar Belçika’yı istila edince insanların neşelenmeye ihtiyacı olduğunu düşünerek yeni bir tarz üzerinde çalışır. Savaşın, fakirliğin yarattığı karamsarlığı  renkli ve masum eserlerle hafifletmek ister ama iyi tepkiler almaz. 1940’ların sonund a eski tarzına döner ve hiçlik konusu üzerinde çalışmaya başlar. Edebiyata büyük ilgi duyan René’nin çalışmalarında Lewis Carrol’un “Alice Harikalar Diyarında” eserinin önemli yeri vardır. Ayrıca edebiyatta Edgar Poe, Apollinaire’nin, resimdeyse Picasso, Max Ernst ve Chirico’dan etkilenmiştir.
Kendini, “Kendi geçmişimden ve başkalarının geçmişlerinden hoşlanmıyorum. Teslimiyetten, sabırdan, profesyonel kahramanlıktan ve tüm zorunlu duygulardan hoşlanmıyorum.  Ayrıca dekoratif sanatlardan, folklordan, reklamcılıktan, radyo spikerlerinin seslerinden, aerodinamikten, izcilerden,neft kokusundan, haberlerden ve sarhoşlardan  da hoşlanmıyorum. Beni eleştirel mizah, çiller, kadınların dizleri, uzun saçlar, oyun oynayan kadınların kahkahaları ve sokakta koşturan kız çocuğu mutlu ediyor. Coşkulu bir aşk ümit ediyorum;  imkansız, hayali. Kendi sınırlarımı net olarak bilmek ödümü koparıyor.” diyerek anlatan Magritte 1967’de 68 yaşında pankreas kanserinden ölene kadar gerçeküstü imgeleri resmetmeye devam etmiştir.