meriç demiray etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
meriç demiray etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Temmuz 2018 Perşembe

Meriç Demiray'la Röportaj



                                             



Son kitabı “Kırmızı Bir Ölüm” Hep Kitap etiketiyle yayınlanan Meriç Demiray’la edebiyat yolculuğu üzerine konuştuk.
-Rocky, Cohen ve Muhsin Bey’den Örneklerle Hayatım isimli hikâye kitabınızın ardından roman yazmaya nasıl karar verdiniz?
Öykü kitabını “Acaba başarabilir miyim?” diye yazmıştım. Uzun süredir biriken, 100 sene yaşasam hayata geçiremeyeceğim fikirleri bir anda hayata geçirme şansı buldum. Sonra “Acaba roman yazabilir miyim?” dedim. Bunun için en az bir sene uğraşabilecek kadar size heyecan verecek bir öykü gerekiyor tabii. O öyküyü bulduğumda harekete geçtim.
-Kırmızı Bir Ölüm’ün hazırlık aşamalarını ve sonrasındaki süreci öğrenebilir miyiz?
Senaryoda da edebiyatta da, hazırlık için ilk yapmak gerekenin okuma alışkanlığınızı ilgili yöne kaydırmak olduğunu düşünüyorum. Zaten öyküyü hayata geçirme heyecanı sizi bu yöne sürüklüyor. Yol edebiyatını, yol filmlerini, bisikletçi / seyyah bloglarını daha dikkatli takip etmeye başladım. Oyuncu arkadaşlarımın hayatlarına, kendi hayatıma daha bir eğildim. Yapı şekillenmeye başlayınca serin bir denize girer gibi yavaş yavaş, acele etmeden yazmaya başladım.
-Romanınızda, çocukluğundan beri bisiklete binmeyen Kahraman bir gece ansızın, bisikletle İstanbul’dan Ege kıyıları boyunca devam edecek bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk aslında bir anlamda baba-kardeş ilişkisine doğru yapılan yolculuktur. Kırmızı Bir Ölüm’den, Kahraman’dan ve kurgudan bahseder misiniz?
Kahraman inişli çıkışlı kariyeri olan bir oyuncudur. Bir gün bisiklete biner ve hem geçmişi hem geleceği şekillendiren karanlık bir yolculuğa çıkar. Çatıyı kurarken Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın’da anlattığı, Doğu ve Batı, baba ve oğul ilişkisi benim için çok belirleyici oldu, haklısınız. Kardeşle de persona, “olmak istediğimiz kişiyle olduğumuz kişi arasındaki fark” konusuna girdim.
-Sizin de hayatınızda önemli bir yeri olan bisikleti romanınızda metafor olarak kullanmaya nasıl karar verdiniz?
Bisikletin hayatta ama özellikle de dramada, arabada ya da motosiklette olmayan anlamı ve imkânları var. Özgürlükle ilgili, kendi kendine yetmeyle ilgili, azla yaşamak, azla mutlu olmakla ilgili, bir yerden geçmek değil, durmak, bakmak, ilişki kurmak ve dolayısıyla değişmekle ilgili çok şey söylüyor. Bisiklet diye bir taşıt olmasa bu hikâye yazılamazdı.
                                                                   

-Şarkılar, şiirler, şairler, şarkıcılar, mekânlarla yaşayan bir roman Kırmızı Bir Ölüm. Bunu başarmanın püf noktaları neler?
Başarmaktan çok, tercih etmek bence doğru kelime. Benim hayatımda tüm bunlar yoğunlukla var ve öykülere doğallığıyla yansıyor. Bir gündoğumunda güneye doğru arabanızı sürüyorsanız, yağmur yağıyorsa, teypte “Blue Hotel” çalmalı. Yoksa o sahne eksiktir benim için. Hayatımda da öyle.
- Roman, öykü, senaryo yazmanın sizin açınızdan farklı, birbirinden daha zor veya kolay olduğu noktalar var mı, hangileri?
Roman tabii ki diğerlerine göre daha uzun zaman ve dikkat talep eden bir tür ama iyi ve doğru bir öykünüz varsa ve gerekli özeni gösterirseniz üçü de çok zevkli hatta büyülü. Senaryonun hayata geçirme kısımları sancılı olabiliyor, çünkü orada sizden farklı bakış açıları devreye giriyor ve uzlaşı duygusu yaratıcılığın önüne geçebiliyor ama orada da çok geniş kitlelere ulaşma imkânı, oyunculuk, müzik, kurgu gibi harika şeyler var.
-Yeni projeleriniz, çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Bugünlerde “Hayal Gücü” isimli projemi hayata geçirmeye çalışıyorum. Etkinliklerin, kursların, deneyim paylaşımlarının yapıldığı, aynı zamanda doğru, yapısı düzgün drama üretilen bir alan. Dizi, sinema filmi ve edebiyat üretimimle bu alanın birbirini besleyeceğini düşünüyorum.
-Size ilham veren yazarlar, kitaplar hangileri? Çok sevdiğiniz bunu ben yazsaydım dediğiniz eserler, karakterler var mı?
Antoni Casas Ros’un Enigma’sını, Allende’nin Ruhlar Evi’ni ya da Masumiyet Müzesi’ni yazsam fena olmazdı tabii. Karakter olarak da Tiffany’de Kahvaltı’daki kadın karakter, Günden Kalanlar’daki uşak, Zebercet ilk aklıma gelenler.
-Son olarak nelerden esinlenirsiniz?
Bunu bilmiyorum sanırım. Bir gün Moda’da taksiye binen yaşlı, aristokrat bir kadın gördüm ve onun şoförle ilişkisini düşünerek ilk kitabımdaki “Sami Bey” isimli öyküyü yazdım. Bir an, bir görüntü, bir duygu, aklın bir köşesinde demlenen, bekleyen fikirleri, hikâye parçacıklarını gizemli bir şekilde birleştirip su yüzüne çıkarabiliyor.