5 Aralık 2021 Pazar

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "BÜLENT ÇOLAK"

 

                                                    



-Sizi tanıyabilir miyiz?

İstanbul doğumluyum. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde Sosyal Bilimler okudum. Lise yıllarında Kartal Sanat Tiyatrosu’nda başladı oyunculukla yolculuğum ve sinema, tiyatro, dizi olarak yoğun şekilde devam etmekte. Ben, oyunculuk yaparak kendi hikayemi anlatmaya çalışan biriyim diyebilirim aslında.

-“Sonsuz” kısa filmi üzerinden sorarsam, kısa filmde oynamayı kabul etmenizdeki en önemli unsur neydi?

Senaryoyu beğendim öncelikle.  Sonrasında yönetmenle buluştum, konuştum. Benim önceliğim yönetmene inanmam, onun dünyasına inanman. Bu filmde de Murat’a inandım (Murat Çetinkaya). Yazar ve yönetmen her kimse onunla baktığımızın yönün aynı olması benim için belirleyici nokta. Farklı pencerelerden baksak da manzaramız aynı ise  o zaman güzel oluyor yaptığınız iş.  Farsça’da bir deyim vardır. “Nazarın neyse manzaranda o olur.” Nazar, bakış açısı, manzarada, baktığın yer. Çok sinema bir cümle benim için.  Bir anlamda sinemanın tanımı. Yönetmenle de “Sonsuz” üzerinden Murat ile böyle kesişme oldu.  İyi hazırlanmıştı, projesine çok hakimdi. Böyle olunca da o filmde oynamamak hepimize haksızlık olurdu.

Sizin önceliğiniz hikâye ve yönetmene inanmak  diyebiliriz değil mi?

 Tabi ki  az önce de söylediğim gibi önceliğim  yönetmenle aynı manzaraya bakmak, hikayeye inanmak.

-“Kısa Film Söyleşileri” serisini hazırlarken yönetmenlere ortak olarak yönelttiğim sorulardan biri de “oyuncu seçimlerinde iş kısa film olunca zorluk çıkıyor mu, idi. Siz ne düşünüyorsunuz kısa film senaryoları gelince oyuncu olarak?

Ben yıllar önce öğrenci filmlerinde de oynadım, kısa filmlerde de rol aldım, şimdi 40’lı yaşlarımın başındayım kısa filmlerde halen rol alıyorum. Bu demek oluyor ki bu benim için amatör bir eylem değildi, devam eden bir aşk. Amatör’de adı üzerinde Amor’dan geliyor aşkla yapmak demek. Profesyonel’de Romalı askerler paralı asker demek. Yani amatör ruhlu profesyonel oradan geliyor. Amatör aşkla yapmak. İşini aşkla yapan profesyonel manasında. Durum böyle olunca yollar kesişiyor ve uzun metraj veya kısa film fark etmiyor oyuncu olarak.

Kısa filmi şöyle de düşünebiliriz.  Maraton koşarsınız ama oyuncu olarak 100 metrede de kendinizi denemek isteyebilirsiniz. Bu oyuncu olarak bakışınız ile alakalı aslında. Aktör olarak kendimi de sınamak istiyorum aslında ve senaryo - yönetmenle aynı payda da buluşunca güzel işler ortaya çıkıyor.

Kısa filmi hikaye gibi de görebilir miyiz, uzun metraj- kısa film, roman- hikaye gibi bir benzetme yapabilir miyiz?

  Evet, kısa filmi hikâye gibi görebiliriz aslında  çok daha arı, duru ve yoğunluklu.  Edebiyattan sinema uyarladığımızda uzun ve kısa hikayeler aslında. Katmanlı bir uzun metraj içinde  çok katmanlı duygu durumları ya da popüler deyimiyle  video klip sahneler olabilir. Kısa filmde başka deneyimlerle oyunculuk alanında farklı deneyimler yaşayabilirsiniz bu anlamda ama  sistem açısından bakınca da  bu çok başarılı kısa film olsa da oyuncu olarak kariyerinize etkisi olmuyor.

-Türkiye’de kısa film  bazı yönetmenler açısından uzun metraj için bir basamak olarak değerlendirilebiliyor. Oyuncular açısından da böyle bir değerlendirme söz konusu olabilir mi?

Benim için uzun metraj için bir basamak değil.  Uzun metrajın bütçesel bir yönü olabilir tabii. Uzun metraj olunca bütçe de büyüyor. Ülkemizde kısa filmler çoğunlukla yönetmenin ve güvendiği birkaç ekip arkadaşının kısıtlı zaman ve koşullar altında gönüllü çalışması ile gerçekleşiyor. Ama oyuncu açısından kariyer üzerine çok odaklanmak bir oyuncuyu kendini keşiften uzaklaştırır. Oyuncunun kör noktasıdır kariyer bence. Kariyere takılırsanız kör olursunuz, kesmez olursunuz.  Bağımsız bir şekilde yol almak lazım. Ben uzun metraj veya kısa film olarak düşünmüyorum.  “Bu maceranın, hikâyenin içinde olmak istiyorum” diye bakıyorum. Bu bana keyif veriyor. Oynamadığım bir rol var orada.  Bazen hikâyenin çatısı eksik olabiliyor ama rol çok etkileyici oluyor ama ben onu deneyimlemek istiyorum. Bile isteye hata yapıyorum orada.

Sizin oyuncu olarak kısa film sektöründe olumsuz olarak deneyimleriniz var mı?

Başta da söylediğim gibi ben  oyunculuk yaparak kendi hikayemi anlatmaya çalışıyorum. Bu yolda da tabi ki karşılaştığım olumlu veya olumsuz pek çok durum oluyor. İnsan riyakar bir varlık.  Bana göre sanatın  kendisi insanın  komplekslerden  arınmak için çok güzel bir soyutlama. Hepimizin kompleksleri var ve insan olma sürecinde  bu farkındalığı taşıyabiliyorsak  ne mutlu bize. En azından farkındayız ve sanatımız  icra ederek komplekslerimizden  arınıyoruz, kendi hikayemizi anlatmaya çalışıyoruz.

Filmin sonunda da çalışmayı elimizde cd veya link  görmek istiyoruz, arşiv açısından olsun, kendi performansımızı değerlendirmek açısından, en azından verdiğimiz emeğe saygı olarak.

Yıllar evvel evimi taşıyacağım gün yine kısa film çekilecek ve yönetmenin başka günü yok. Ben o günümün %75’inde Beylikdüzü’nde filmde çalıştım. Ben evimde olamadığım için  taşınırken sorun  yaşandı. Sonuçta filmde beklediğim gibi çıkmadı, kurguda başarılı değildi. Oyuncu olarak  ben işe büyük bir aşkla baktım, üzerime düşeni yaptım ama filmin cd si elime bile geçmedi.

Bu sorun daha önceleri sık oluyordu, şimdi o kadar yaşanmıyor.  Onu da şöyle düşünüyorum,  yönetmen açısından iyi bir iş ortaya çıkmayınca geri dönüş yapmak istemiyorlar oyuncuya ama ben oyuncu olarak çalışmanın sonunda yönetmen açısından iyi de olsa kötü de olsa o çalışmanın  bir şekilde elimde olmasını istiyorum.  

30 Ekim 2021 Cumartesi

HAFTANIN RESMİ - "KİTAP OKUYAN KADIN" Will Barnet


                                        1965, tuval üzerine yağlıboya, 114x88 cm, özel koleksiyon

Barnet'in en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilen "Kitap Okuyan Kadın, eşi Elena'nın kedileri ile yaptığı çalışmadır. 

Barnet, Bostaon'da sanat almış ve çocukluğunda evlerinin deposunu atölyeye çevirip orada  başta Rembrandt olmak üzere ressamları taklit etmiş, ailesinin ve evdeki kedilerin çizimlerini yapmış. 

Resimlerindeki kuvvetli etkiyi, özneleri yatay ve dikey olarak yan yana koyarak ve koyu ve düz renkli şekilleri birleştirerek bir kompozisyon yaratarak başarmıştır. 

4 Ekim 2021 Pazartesi

HAFTANIN RESMİ - "SABAH SAATİ" Moritz Ludwing von Schwind

                                                               

/
                      "Sabah Saati", tuval üzerine yağlıboya, 1858, 34x40cm, Schack Galeri, Almanya

Viyana doğumlu Moritz, daha çok Orta Çağ dönemine ait tarihi konuları, peri masalları betimlemeleri ve freskleriyle tanınır. Edebi yapıtlar ilham kaynağıdır. Yakın dostu besteci Franz Schubert'in  müziğini de tuvale aktarmıştı. "Sabah Saati" konu itibari ile diğer yapıtlarından farklıdır ve kamuya açmadığı kendisi için yaptığı çalışmalara yoğunlaştığı bir dönemde yaptığı eserdir.  Resim 19. yüzyılda yapılan resimlerden en önemli farkı, kadının etek boyunun ayak bileğinin oldukça üstünde olmasıdır. 

19 Eylül 2021 Pazar

HAFTANIN RESMİ-"MANOLYA" Wilhelm List

                                                                  

                               "Manolya", 1902, Tuval üzerine yağlıboya, 110x100cm, Özel Koleksiyon

Wilhelm List, önce Viyana Güzel Sanatlar Akademisi'nde daha sonra Münih ve Paris'te eğitim alır. Tahta ve taş baskıyı kullandığı gravürleriyle ün kazanmıştır. On dokuz Viyanalı sanatçı ile "Viyana Secesion" grubunu kurar.

  "Manolya" adlı eserinde gölü ve arka plandaki ağaçları hafif detaylarla tuvaline resmeder. Manolya ağacını ise  tüm detaylarıyla  ele alır. Bir uzanışta dallarındaki çiçekler tutulabilecek kadar canlıdır. Resmi arka planındaki otlar Van Gogh'un elinden çıkmış gibidir. Manzaraya birkaç nilüferde eklense Monet'in eserini çağrıştıracaktır. 

22 Ağustos 2021 Pazar

HAFTANIN RESMİ - "LİRİK ŞARKI" Silvestro Lega

 

            "Lirik Şarkı", 1867, Tuval üzerine yağlıboya, 158x98cm, Palazzo Pitti, Floransa, İtalya

“Lirik Şarkı” piyano başında şarkı söyleyen üç kadını gösterirken, arkalarındaki büyük pencere uçsuz bucaksız İtalya kıyılarına açılır. Üç figür barışı, hoş zamanı ve samimiyeti sergiler.

 Silvestra Lega, 15. yüzyıl  Floransa’sının detay ve düzenli yapı ilkelerine dayayan resim eğitimi aldığından resimde kadınların bel oyukları, perdenin kıvrımlarını tabloya yansıtmıştır.

 Yunan Mitolojisi’ndeki “Üç Güzel” i andıran tabloda yumuşak kahverengi renkler nostalji duygusu yaratır.


26 Temmuz 2021 Pazartesi

HAFTANIN RESMİ - " YAZ" Giuseppe Arcimboldo


                                            1573, tuval üzerine yağlıboya,76x63,5 cm, Louvre, Paris

Ölümünden sonra unutulan ancak yaşarken büyük bir üne kavuşmuş olan sanatçı, meyveler, çiçekler, sebzeler hatta hayvanlardan oluşturduğu portreleri ile sanat tarihinde farklı bir konuma sahiptir.

“Yaz” adlı resim I. Ferdinand   tarafından saray ressamı olarak atandıktan sonra yaptığı  “Dört Mevsim” serisinden  biridir. Louvre Müzesi’nde bulunan 4 Mevsim serisi İmparator Maximilian II’nin talebiyle 1573’te tekrar yaptığı seridir. 1563’te ilk kez yaptığı dört mevsim serisinden İlkbahar, Yaz ve Kış günümüze ulaşabildi. 

Yaz portresinde, karakterin kıyafetinin dik yakasının bir kenarında "Guiseppe Arcimboldo F” imzası,  yaka kıvrımını takip eden kısımda 1563 tarihi vardır Profilden bakılan yüzün yanakları elmadan, dudakları kirazdan, dişleri bezelyeden, çenesi armuttan; göz iki küçük armut arasında cam gibi parlayan vişneden, kulakları mısır yaprağı, burnu da büyük bir salatalıktan oluşmuştur. Göğsünden yukarı doğru bir enginar çıkar.  Kayısılar, şeftaliler, armutlar, kirazlar, çilekler ve eriklerden oluşan taç da portreyi tamamlar

İlkbahar ve Yaz bir kadın, Sonbahar ve Kış ise bir erkek olarak tasvir edilmiştir, Kış ve Yaz sağa, Sonbahar ve İlkbahar sola bakar.

 


7 Temmuz 2021 Çarşamba

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "MEHMET TIĞLI"

 

                                                       


-Sizi tanıyabilir miyiz?

1970, İstanbul doğumluyum. Sinemayı çok seven bir ailenin içinde doğdum ve büyüdüm. 1950’lerde annem Beşiktaş’ta yeni gelen hiçbir filmi kaçırmayan sinemasevermiş.  Ben Kadıköy Acıbadem’de açık hava sinemalarında, tahta sandalyeler üzerinde film seyretme şansını yaşadım.  İlk hatırladığım film, açık havada seyrettiğim “Hababam Sınıfı” idi.  Abim ve ablamda  çok meraklıydı sinemaya, onlarla   “Guguk Kuşu”” gibi sanatsal filmlere giderdik, böylece sinemanın sanatsal boyutunu erken yaşlarda bu şekilde keşfettim. Bir dönem  seyrettiğim filmin eve gelir devam senaryosunu yazardım. Sonra üniversitede sinema okumak istedim ama yaşadığımız zamanlarda ailem ne kadar sinema ile ilgili olsa da başka bir meslek seçmemi istedi ve İşletme Bölümü’nü seçtim. Ama sinemadan hiç kopmadım. Marmara Üniversitesi’nde 1989 yılında ilk defa “Türk Filmleri Festivali” yaptık. O dönemin popüler filmlerini getirdik. Arkasından oyuncular ve yönetmenlerle söyleşiler hazırladık. Macit Koper, Nur Süer, Tunç Başaran’ı ağırladık. Sonrasında İfsak’ta sinema atölyesine yazıldım. Çok iyi kadrodan dokuz  hafta eğitim aldık. Kimler vardı; Bilge Olgaç, Aytekin Çakmakçı, Hilmi Etikan. Hilmi Etikan, kısa film ustasıdır, duayen, kısa filmi Türkiye’de yayan kişidir. Sinema Teorisini, Işıl Özgentürk’ten, yönetmenlik dersini Bilge Olgaç’tan aldım. Pek çok şeyi yerinde gidip gördük. Dijital sinemada yoktu, her şey manuel, zaman maliyetinin , fiziksel maliyetin çok yüksek olduğunu zamanlar.  Sonrasında da 1992 yılında “Orhon Murat Arıburnu Sinema- Edebiyat Yarışması” vardı. O yarışmada birincilik aldım. Orhan Oğuz, Macit Koper, Şerif Gören vardı jüride. Sinema ütopyasıydı aslında yazdığım. İsmi  “Siyah Perde”.  O ödül beni çok motive etti. 93 yılında tekrar katıldım. İkincilik ödülü aldım. O dönemin popüler yapımcısından  teklif geldi. Ben çok sıcak bakmadım projeye ve uzun süre sadece izleyici olarak devam ettim sinemaya.

-Kısa film çekme kararını nasıl aldınız?  Kısa film hazırlık ve çekim sürecinde sizi neler zorladı? Hazırlık süreçlerinizi anlatır mısınız? 

 2004 yılında “Orhon Murat Arıburnu Ödülleri” için jüri olma teklifi geldi. Orada genç kuşak yönetmen arkadaşlarla tanıştım. Elimde çok iyi senaryo vardı ve  Hüseyin Alemdar çok ilgilendi. Cast belirlendi, okuma provası başladı. Dijital sinema da olmadığı için maliyeti  yüksek olacağı için askıya aldık, o projeyi. 2010 yılında “Sayılamayan Yıldızlar” adlı öyküm ile  İş İnsanı  Nurdan Tümbek  ilgilendi. Gökyüzündeki takım yıldızlarından etkilenmiştim yazarken. Fantastik bir kitaptı. Orada” İkiz Yıldızlar”  diye bir öykümü, ilk  filmim olarak onun yapımcılığımda hayata geçirdik. Kitlesel fonlama yaptık. Benim için amatör diyebileceğim ilk filmim. İlk defa kameranın arkasına geçtim. İlk olmasına rağmen çok büyük başarılar elde etti. Bu bana ileride yapacağım işlerim içinde umut verdi.

2016’da da aynı kitaptan başka bir öyküye film çektim. “Yüksek Kalori”, obez bir çocuğun ebeveynleri ile yaşadığı çelişkileri komedi tarzında anlatıyor. Sanal ilişkiler, internette tanışılan arkadaşlıklar vardı.  Ayla Algan, Doğa Konakoğlu ile çalıştım. Doğa  komedi oyuncusu idi  ama filmde çok iyi dram oynadı ve ödül aldı. Bu film sayesinde Ayla Aygan’la çok güzel dostluğumuz oldu halen devam eden.

 “Bir Vapur Masalı” ve sonrası benim için  farklı dönemdir, kırılma noktasıdır.  Kemik, güzel bir ekip oluşturdum o dönem.  Ben film çekerken her şeyle bire bir ilgileniyorum, o hazırlık heyecanını da çok fazla yaşıyorum.  Hatta besteyi alıyorum,  sonra stüdyoya giriyorum, belli yerlerde müdahale ediyorum, neyse ki anlayışlı müzisyen arkadaşlarla çalışıyorum. Böyle olunca filmin müziği de iyi oluyor, içime siniyor. İlk filmlerimde müziği biraz fazla kullandım.  Bazen film müziği  filmdeki duyguyu öldürüyor. Görüntüyle veya oyuncuyla vermek istediğiniz duygunun önüne geçiyor. Son dönem filmlerinde daha minimal, kararında kullanıyorum. Hatta “Çınar”  filmimde sadece finalde müzik var. Tamamen ortam sesi. Türkiye’nin en iyi ses teknisyenlerinden Erdil Semiz’le çalıştım. Ortam sesiyle duyguyu aktarabildik.

“Bir Vapur Masalı”, gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Bu olayı aynen bir vapurda yaşadım, vicdan muhasebesi yaptım ve  bu hikayeyi hayata geçirmek istedim.  2018’in soğuk bir Şubat günü-bunu bilhassa tercih ettim, olayı yaşadığım günde öyle bir gündü- oyuncularda o soğuğu hissetsin istedim gerçek kahramanlar yaşadıysa- iki gün boyunca başarılı çekim süreci geçirdik. Ama öncesi, izin alma süreci zordu.  Sirkeci- Adalar hattında çektik. Normalde Karaköy- Kadıköy hattında yaşamamıştım ama süre açısından zor olacaktı bizim için. Sürekli yolcu değişecekti ve bu harekette filmin dokusunu bozacaktı. 2 gün sürdü çekim  ve sonuçta içime sinen bir iş oldu. Yüksek ses kullandık özellikle. Senaryoyu bir günde yazdım. Benim mentorum  İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın  Baş Dramatürü Hilmi Zafer Şahin. Yazdığım  bütün senaryolarımı önce ona okuturum. Okudu ve çok etkilendi. Daha önceki senaryolarda düzeltmeler  yapmıştı. Bunda düzeltecek bir yer bulamadı. Aslında otizm birçok filmde konu edildi ama bu filmde ters köşelerimiz oldu.

Daha sonra kurmaca bir hikayem vardı. Gazete haberlerinden gördüğüm, etkilendiğim ölüm, yas, aile içi iletişimsizlik, kadına  yönelik psikolojik şiddetinde olduğu bir hikaye. 2019 Ocak ayında  “Spizella” Türk- Alman ortak yapımı olarak çekildi.  61 tane ödülü var. Türkiye’de kısa film tarihinde en çok ödül alan film. Dünyanın farklı ülkelerinde yarıştı.

Spizella’nın bu başarısı ile durmadım. Alzhemier konusunu ele aldım. Sabah işe giderken ATM’lerde bir amca gördüm 70’li yaşlarında. Tuşlara gelişi güzel basıyor ve bu şekilde Üsküdar iskeledeki bütün ATM’leri gezdi. Çocuk gibiydi, benim ailemde de olduğu için alzhemier olduğunu anladım. “Çınar” filmi de böyle ortaya çıktı. Senaryoyu da 1 saatte yazdım ve  2019 Kasım ayında  14 dakikalık film çektik. Çınar ağacının yapraklarının döküldüğü zamanı tercih ettim. Kurumuş olması gerekiyordu, metafor açısından. 119 seçkisi, şu anda da 49 ödülü var.

“Refuge”, Suriye ve Iraklı İki mültecinin hikayesi. Gerçek hikayelerden yola çıkarak yazdım senaryoyu. Bu filmde  amaç şuydu benim için; “Ötekileştirme vardır hepimizde “bu kıyafet yakışmamız” deriz en azından. Burada da yabacılar üzerinden yapılan ötekileştirmeyi işledim. Üniversite mezunu bir Suriyeli, beyaz yakalı, yabancı, lgbt.

-Aslında yukarıda konuştuk ama çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor?

 Görmek istemediklerimiz aslında senaryolarımın çıkış noktası. Birebir yaşadığım olaylar, gazetede okuduğum haberler, tanık olduklarım çıkış noktası oluyor ve bu şekilde senaryo- film ile  hayata geçirmek istiyorum.

Bugüne kadar yaptığım iki film “Çınar” ve” Bir Vapur Masalı” Uluslararası Tıp Konferanslarında da gösterildi. Çok büyük övgüler aldık.  İki filmde de tıbbi açıdan hata yapmamak için çok çalıştım, destek aldım. Emek verilen senaryo ve filmlerinin böyle önemli alanlarda kullanılması da benim içinde ayrıca gurur kaynağı tabi.

                                                               


-Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu?

Aslında yazarken oturuyor. Oyuncu için rol yazmak değil de yazarken şu karakter şu oyuncu tarafından oynansa iyi olur diyorum.  Şehir tiyatrosu kadrosundan bakıyoruz öncelikle. Egosuz oyuncularla oynamak en büyük şansım. Ayla Aygan çalışmaktan en zevk aldığım sanatçılardan biri,  ablam benim. Bir çok oyuncu da gönüllü oynuyor, ücret almak istemiyorlar ama ben emeklerine saygı duyduğum için ödeme yapıyorum.  Ama kısa film bağımsız olduğundan oyuncular oynamayı kendileri tercih ediyorlar. Oyuncular içinde kendi oyunculukları sergileme açısından bir alan oluyor.  Karakterlerimde farklı olduğu için dizilerden ve ana akım sinemadan oyuncular tercih ediyorlar rolleri.

-Yeni projeleriniz, uzun metraj film çekme  planınız  var mı?

Şu ortamda düşünmüyorum, ama pandemiden  dolayı değil, Türkiye şartlarında düşünmüyorum. Bu bir eleştiri. Türkiye’de film çekeceğiniz duyulduğunda herkes başınıza üşüşüyor. Eğer bir yerlerde tanıdığınız yoksa sizden baya baya haksız kazanç elde edilecek meblağlar isteniyor. Her yerden biri gelip sizi çekim esnasında rahatsız ediyor. Bunu bütçesiz kısa film çekerken bile yaşadım. Ne zaman Türkiye’de sanatçıya hak ettiği değer, destek verilir, devlet  desteği hak eden projelere dağıtılır, gerçekten işletmeler ticari kazanç gözetmeksizin sanatsal projelere inanarak sponsor olurlarsa uzun metraj çekerim.

 Yeni kısa film projem var, akıllı telefonla çekeceğim filmi. Filmin hikayesi gereği de öyle olacak. Dünyada da var örnekleri bunun. Şimdi onun çalışmalarını yapıyorum.   

-Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

Kişisel tercih tamamen. Uzun metraj olarak çıkmış biriyim. Kısa filme daha ısındım. Çok önemli yönetmenler kısa filmler çekiyor, bu da beni motive etti. Kısa filmin bir yaşı, ön koşulu yok.

-Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin tanıtımı ve devamı için?

Festivaller yeterli. Organizasyon açısından sıkıntılar var. Bunu çok fazla yurtdışında festivale katılan biri olarak söylüyorum.  En büyük sıkıntı iletişim. Yine önemli kısa film festivali, iki filmimin  seçildiğini bana mail atmıyor. Ve ben tesadüf öğrendim. Böyle bir şey olamaz. Seçilen filmin maili göndermiyor. Seçilmeyince dikkate alınmıyorsun ama bu başka, iletişim konusunda zayıf kalıyor bazı festivaller.

Bu arada gençlere en önemli tavsiyem ilk başta ücretsiz olanları tercih etmeleri. Özellikle öğrenci festivalleri ücretsiz. Bazı film festivallerinin katılım ücreti çok zorluyor

- Meslek hayatınızda kısa filmi nasıl görüyorsunuz?

Yarı profesyonel olarak görüyorum. Öyle görmemim sebebi para kazanamıyor olmak. Kısa film yapısı gereği öyledir, hiçbir zaman tam profesyonel olamaz. Benim için meslek ama para kazandırmayan bir meslek.

-Son olarak sinema alanında sizi etkileyen filmler, yönetmenler hangileri?

Ben ne kadar yenilikten bahsetsemde klasikçiyim. Alfred  Hitchcock, John Ford,  Federico Fellini, Pier Paolo Passolini,  Lütfi Akat, Metin Erksan, Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan,  film üzerinden söylersem, Pelin Esmer “İşe Yarar Bir şey”, Emin Alper “Kızkardeşler”, Tolga Karaçelik “Kelebekler”