6 Şubat 2016 Cumartesi

Alman Ressam Hans Holbein’in “Ölü İsa’nın Mezarı’ndaki Bedeni” adında 1521 tarihli bir tablosu vardır. Enlemesine uzun tabloda çarmıhtan, henüz indirilmiş İsa’nın yaralar içindeki cansız bedenine bir tabutun yan kapağından bakarız.
İsa’nın kolları hala gergindir, yüzünde korkunç bir acı ifadesi vardır, fal taşı gibi açık duran gözleri yalnız kendisinin bildiği bir gerçeğe bakar gibidir. Bu cansız bedene ne bir sarılan vardır ne de onun ayaklarının dibinde ağlayan. İsa’nın acıdan kaskatı kesilmiş, parçalanmış etten, gerilmiş sinirlerden ve kandan ibaret bir cesede indirgenmiş olduğu bu resmin bizden istediği tek şey vardır: gözlerimizi doğrudan acıya dikmemiz. Anna Grigoriyevna, anılarında, Dostoyevski’yle birlikte 1867 yazında Cenevre yolu üzerinde bir müzede bu tabloyu görüşlerini anlatır. Anna tabloya bir süre baktıktan sonra orada daha fazla duramaz, başka bir salona geçer ve Dostoyevski’yi tablonun önünde yalnız bırakır. Döndüğünde Dostoyevski’yi bıraktığı yerde bulur. Gergin ve heyecanlı yüzünde, sara nöbetlerinin hemen öncesinde beliren ürküntünün aynısı bir ifade vardır. Dostoyevski Anna’ya bakar ve şöyle der:’Böyle bir tablo insanın inancını yok edebilir.’ Dostoyevski için bu tablonun çok belirgin bir anlamı vardır: Bir baba çocuğuna bunların yapılmasına nasıl izin verebilir? Eğer veriyorsa nasıl bir babadır bu? Resim Dostoyevski için çocuklara haksız yere çektirilen acıların temsilidir ve tanrısal adaletin baştan aşağı kusurlu olduğunun manifestosudur.

Hiç yorum yok: