19 Ağustos 2017 Cumartesi

Gümüşten Suretler Sergigsi


www.yenicıkanlar.co.m.tr için yazdığım yazı
http://www.yenicikanlar.com.tr/naya-kardesler-ve-daha-fazlasi-bu-sergide-73378

GÜMÜŞTEN SURETLER Ömer M. Koç Koleksiyonundan Erken Dönem Fotoğraflar:1843-60
Sadberk Hanım Müzesi’nde “Gümüşten Suretler” sergisinde, tamamı Ömer M. Koç Koleksiyonundan seçilen, 18. yüzyıldan minyatür tarzda yapılmış portrelerden elle renklendirilmiş portre fotoğraflar, dagereotipler ve kağıt üzerine ilk fotoğrafların gizemli dünyasından seçilmiş örnekler, kültür ve sanat tarihimize merak duyunların ilgisine sunuluyor. James Roberson, Felice Beato, Ernest de Caranza, Maxime du Camp ve Francis Frith gibi seyahat fotoğrafçılığının önde gelen isimlerinin fotoğraflarıyla çok az sayıda hazırlanan İstanbul, Atina, Malta, Athos Dağı, Mısır, Kırım konulu albümlere kadar fotoğraf tarihiyle ilgili çarpıcı ve nâdir eserlerden oluşan  serginin küratörlüğünü  Bahattin Öztuncay üstlenmiş.
Erken dönem tabir edilen ve fotoğraf tarihinin en önemli evresi sayılan,  1839-1860 yılları arasından günümüze kalabilmiş örnekler son derece azdır. Büyük bir buluş olarak kabul edilen ve fotoğraf tekniğinin pratikte kullanılabilen ilk yöntemi olan “dagereotip” tekniğinde elde edilmiş görüntüler “Gümüşten Suretler” sergisinin ana temasını oluşturmuş. Fransız sanatçı Joseph-Philibert Girault de Prangey’in İstanbul’da ve Batı Anadolu’daki seyahatlerine ait etkileyici dagereotiplerden günümüze ulaşmış çok az sayıdaki örnekde sergide önemli bir yer tutmaktadır. Sergide bulunan, Afrodisias’da iki katlı bir ahşap konağın gümüş ve buz mavisi renk tonları arasında gidip gelen büyüleyici kayıtı, fotoğraf sanatının taş devri sayılabilecek dönemden günümüze kalan son derece etkileyici örneklerdendir. İstanbul’da profesyonel anlamda faaliyet göstermiş olan en önemli dagereotip stüdyolarından biri, İtalyan asıllı Carlo ve Giovanni Naya kardeşler tarafından kurulmuştur. Naya kardeşler tarafından İstanbul’da çekildiği saptanan ve günümüze kadar kaydedilebilen üç dagereotip portre bulunmaktadır. Sergide yer alan dagereotiplerden iki tanesi hem fotoğraf tarihi, hem de görüntülenen kişilerin kimlikleri açısından öne çıkmakta. Eserler, Osmanlı resim sanatının büyük ustası Osman Hamdi Bey’i ve babası, dönemin Mabeyn-i Hümayun Feriki İbrahim Ethem Paşa’yı göstermektedir.

Minyatür portreler 16. yüzyıldan itibaren özellikle Fransa ve İngiltere’de elit tabaka ve hanedan üyeleri arasında büyük rağbet görmüş ve minyatürlerin renkli dünyası fotoğrafta da etkisini göstermekte gecikmemiş. Portre fotoğraflarının elle renklendirilmeleri fotoğrafın bulunuşunun ilk yıllarında başlamış. Minyatür ve resim sanatından gelen ve fotoğrafçılığa geçiş yapan birçok sanatçı renklendirme konusundaki yeteneklerini bu yeni teknoloji ile birlikte kullanmak istemişler. Fotoğrafçılık tekniği konusunda kendisini geliştirmiş fakat resim ve boyama konusunda becerileri olmayan kişiler de müşteri istekleri doğrultusunda ressamları yardımcı olarak işe almaya başlamış. Çoğu 1850’li yıllardan kalan bu türden renklendirilmiş fotoğraflar günümüzde de çekiciliklerini korumaktadır.
Osmanlı sultanları, yabancı hükümdarlar ve devlet ileri gelenleri portre fotoğraf çekimine çok önem vermiş. Hanedan üyelerinin portreleri çekiliyor ve büyük özenle hazırlanmış çerçeveler veya albümler içerisinde yıldönümlerinde veya seyahatlerde karşılıklı olarak hediye ediliyormuş. Hanedan üyeleri,devlet adamları, birkaç istisna dışında, bu fotoğrafların dükkânlarda satışına kısıtlama getirmemişler, sade yaşam süren insanlar da, kral ve kraliçelerinin ve çocuklarının portrelerini evlerinde bulundurmaktan son derece mutluymuşlar.
1860’lardan itibaren fotoğrafçılık profesyonel anlamda bütün dünyada iyice yaygınlaşır. İlerleyen teknolojiler, optik ve kimyasal alanlarında yeni buluşlar üretimi da daha kolay hale getirir. Ard arda açılan stüdyolarda fotoğrafçılar portre çalışmalarının yanı sıra yaptıkları dış mekân seri çekimlerle şehrin günlük yaşamını, mimari eserlerini ve doğal güzelliklerini kayda geçirmeye başlarlar.
Fotoğrafın 1839 yılında icadından ve yaygınlaşmaya başlamasından itibaren Osmanlı coğrafyası ve Doğu Akdeniz metropolleri, Girault de Prangey, Maxime de Camp, Auguste Salzmann, Felix Teynard, John Shaw Smith, Alfred Nicholas Normand, Francis Frith ve Claude-Marie Ferrier başta olmak üzere seyahat fotoğrafçılığın önde gelen  isimleri tarafından bir cazibe merkezi olarak kabul edilmiş ve bu fotoğrafçıların önemli bir bölümü seyahatleri sırasında İstanbul’a da uğramışlar ve mimari yapıları, günlük yaşamı belgeleyen çekimler yapmışlar.

Minyatür tarzda yapılmış 8 adet portre, 46 adet fotoğraf ve 11 adet albüm yanında fotoğraf tarihi ile ilgili 19. yüzyıla ait kitaplar, teknik malzemeler ve Rahmi M. Koç Müzesi koleksiyonuna ait 2 adet fotoğraf makinesi 10 Ekim 2017 tarihine kadar ziyaret edilebilecek.

Dagereotip; ilk önce yüzeyi gümüş kaplı ve parlatılmış ince bakır bir plaka, iyot buharına tutularak ışığa duyarlı hale getiriliyordu. Fotoğraf kamerasında, 3’le 30 dakika arası, ilerleyen tekniklere bağlı olarak daha sonraları ışık durumuna göre on saniyeye kadar düşürülmüş poz süreleri uygulanıyordu. Kamerada pozlandırmadan sonra gümüş plakanın, en geç bir saat içinde kapalı bir kutuya yerleştirilerek, 45 derece eğik açıda ve yaklaşık 60 derece ısıda civa buharına tutulmasıyla görüntü ortaya çıkmaktaydı. Daha sonra bu görüntü, hiposülfit banyosunda sabitleştirilerek kalıcı hale getiriliyordu. En son işlem olarak da dagereotip plaka bir cama  alınarak, kapalı, koruyucu bir çerçeveye yerleştirilmekteydi. Negatif kullanılan bir yöntem olmadığı ve dolayısıyla görüntüyü çoğaltma imkânı bulunmadığı için her dagereotip, kendi başına, bir eşi daha olmayan bir fotoğraf eseri niteliği taşımaktaydı.
 Daha sonra dagereotip yöntemi yerini kalotipe bırakmıştır. Kağıt üzerine kamerada negatif olarak alınan görüntü, daha sonra kontak çoğaltma yoluyla, tıpkı negatiflerde kullanılan kâğıtlar gibi ışığa duyarlı hale getirilmiş başka bir kâğıda, bu sefer pozitif olarak aktarılıyordu. Dagereotiplere göre bu yöntemin en büyük avantajı, elde edilen görüntünün çoğaltılabilir olmasıydı. 1850’lerin ortalarından itibaren “cam negatifli ıslak kolodyon” yöntemine geçilmesiyle fotoğrafçılara yeni ufuklar açıldı.
Sadberk Hanım Müzesi: 14 Ekim 1980’de Sarıyer-Büyükdere’de Azaryan Yalısı olarak adlandırılan yapıda Vehbi Koç’un eşi Sadberk Koç’un anısına, O’nun kişisel koleksiyonunu sergilemek üzere açılmış, Türkiye’nin ilk özel müzesidir.

Geleneksel kıyafet, işleme, tuğralı gümüş ve porselen gibi eserlerden oluşan müze koleksiyonu zaman içerisinde hibe ve satın alma yoluyla zenginlemiş. Önemli koleksiyoner Hüseyin Kocabaş’ın vefatından sonra, koleksiyonu Sadberk Hanım Müzesi koleksiyonuna katılmıştır. Hüseyin Kocabaş koleksiyonunda yer alan arkeolojik eserlerin sergilenebilmesi için mevcut binanın hemen yanındaki 20. yüzyılın başında inşa edildiği sanılan yalı satın alınmış ve “Sevgi Gönül” adıyla ek müze binası olarak hizmete açılmış. Sergileme düzeni bakımından çağdaş bir müze uygulamasına örnek olarak değerlendirildiği için 1988 “Europa Nostra Ödülü”ne layık görülmüştür. 

Hiç yorum yok: