7 Ocak 2021 Perşembe

MÜREKKEPHABER'DE YAYINLANAN KISA FİLM SÖYLEŞİLERİ "ZEYNEP DİLAN SÜREN"

                                                              


-Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

94 yılında Kastamonu’da doğdum. Bahçeşehir Üniversitesi’nde Sinema ve Televizyon okudum. Şu an Kadir Has Üniversitesi Film ve Drama bölümünde Yüksek Lisans eğitimim devam ediyor. Son 3 senedir bu sene İstanbul Film Festivalinde açılışını yapan Büyük İstanbul Depresyonu isimli filmim için çalışıyorum.

-Kısa film çekme, kısa film yönetmenliği yapma nedenleriniz,  bu yola giriş sebebiniz neydi?

Ortaokulda sinemayla ilgilenmeye ve yönetmen olmak istemeye başladım. Liseyi okumak için İstanbul’a geldim. Yatılı olarak Vefa Lisesinde okumaya başladım. Beni yaşadığım şehirden İstanbul’a sürükleyen de sinemaydı aslında. Sinema Kulübüne girdim ve Sinema kulübü hocamız Canan Akbaş bize ilk haftaydı sanırım hadi herkes haftaya bir kısa film fikriyle gelsin dedi. Ben cidden bütün bir hafta bunu düşündüm ve bir fikirle gittim. Sonra cidden çektim de o fikri. Ve yapılabileceğini görmüş oldum. O ilk filmimle Galatasaray Üniversitesi’nin düzenlediği Sinepark Kısa Film Festivalinde liseler arası kategoride ödül aldım. Canan Hoca’nın desteği, kısa film çeken arkadaşlarımın olması, bu ödül, yapılabileceğini görmüş olmak ben de devam edebilirim hissi oluşturdu. Burada kısa uzun diye bakma yok aslında o yaşta o imkanlarla ve tabi ki başlangıç olarak kısa mantıklı olduğu için kısa oldu.

 “Ben Neden İntihar Etmişim?”, “Neden?”, “Rozerin” ve Büyük İstanbul Depresyonu” yönetmenlik yaptığınız kısa filmler. Filmlerinizde  genel olarak  hazırlık ve çekim süreçlerinde  sizi neler zorladı?      

İlk 3 film lisede çektiğim filmler. Benim hem yapımcı hem görüntü yönetmeni hem kurgucu olduğum, arkadaşlarımla yaptığım filmler. O kadar uzun zaman geçti ve o kadar güzel hatırlıyorum ki neler zorladı beni bilemedim. Sanırım Büyük İstanbul Depresyonunu da katarak diyebilirim ki en zorlayan şey devamlılığı sağlamak. Bir sürü moral bozucu, heves kırıcı ya da direkt filmin gidişatını etkileyecek engelleyecek şeyler yaşanıyor. Bütün bunlarla mücadele etme gücünü kendinde bulmak… Sabretmek ve bu sabrın devamlılığını sağlamak en zoru sanırım.

-Kısa film, uzun metrajlı film çekmek için bir aşama mı, neler düşünüyorsun bu konuda?

Herkes için değişir. Uzun metraj çekmek isteyen ama türlü sebeplerle buna gücü yetmeyen biri için kısa elbette uzun için bir aşama olabilir. Bu kısayı daha değersiz yapmıyor bence. Kimisi de hiç uzun metraj çekmeyi planlamayarak kısa film yapmak istediği için kısa film yapar.

- Kısa filmin,  meslek hayatınızda nasıl bir yeri var?

Şu an itibariyle meslek hayatım başladı mı tam emin değilim maalesef.

                                                                         


-Türkiye’de kısa filme bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk sinema tarihi içindeki yeri ve geleceği için neler düşünüyorsunuz?

Pek bilmiyorum bu konuyu açıkçası. Umarım geleceği çok iyi olur. İnsanlar daha fazla kısa film izlemek ister, izlenecek platformlar artar. Bu sayede sinemacılar kısa film yapsam da kim nereden izleyecek ki diye bir kaygısı olmadan üretir. Blutv, Mubi gibi platformların Türkiye Sinemasının son dönemlerinden kısa filmlere yer açması çok sevindirici bence. Daha da çok kısa film dijital platformlarda yer alsa keşke.

-Kısa film festivalleri sizce yeterli mi, kısa filmlerin tanıtımı ve devamı için?

Değil bence. Daha çok olsa daha iyi. Ama yukarıda değindiğim gibi dijital platformlar kısa filmin tanıtımı ve devamı için daha önemli bir alan olabilir gibi geliyor. Kısa filmi sanki yine sinemacılar izliyor daha çok. Bu platformlarda kısa film daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşsa mesela o zaman belki bu festivallere de yansıyabilir.  

-“Dünyada kısa filme bakış açısı” ile “Türkiye’de kısa filme bakış açısı” arasında  farklar var mı? Varsa bunun nedenleri neden olabilir, bu nedenleri nasıl ortadan kaldırabiliriz?

Bu da bilmediğim bir konu dünyadan kısa filmler izlesem de çok araştırmıyorum gerisini. Bu da benim eksikliğim.

-  Çektiğiniz kısa filmlerin senaryolarında çıkış nedenleriniz neler oluyor, daha doğrusu neler size bu senaryoları yazdırıyor?

Onu ben de anlamıyorum. Bir bakmışım kafamda sahneler dönüyor, karakterler koşturuyor. Biraz kafamda bir şeyler birikince oturup üzerine düşünmeye onu şekillendirmeye başlıyorum sanırım. Bu yüzden çıkış noktası nasıl oluyor cevap vermekte zorlanıyorum. Bir anlamlandırma çabası olabilir. Yaşam çok zor ve karmaşık. Hepimiz sürekli sorular soruyoruz kendimize. Kimimiz için de bu sorularla boğuşmak kurmacayı devreye sokuyor belki. Çok yeni ortaokuldayken filmlerle ilgili not aldığım defterimi budum. Depremde eşi ve çocuğunu kaybeden bir kadınla ilgili bir film notu almışım. O kadar ilginç geldi ki. Acaba o yaşta ne düşünerek böyle bir şey kurgulamışım merak ettim.

- Filmlerinizde oyuncu seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz, bu seçimlerde iş kısa film olunca zorluklar çıkıyor mu?

Oyuncu seçiminde şuna dikkat ederim diyebileceğim kadar bir deneyimim oluşmadı sanırım. Son filmim hariç arkadaşlarım, tanıdığım insanlardı oyuncular zaten. Ama oyunculuk diğer tüm meslekler gibi bir meslek. Yönetmen ve oyuncu da çalışma arkadaşı. Olaya bu şekilde yaklaşınca çalışma koşulları uyduğu takdirde herkes herkesle çalışabilir gibi geliyor.

 - “Büyük İstanbul Depresyonu” en son çektiğiniz kısa filminiz. Filmde üniversiteyi henüz bitirmemiş iki genç kadın hikayesi görüyoruz. Film hikayesi nasıl ortaya çıktı, neydi size “Büyük İstanbul Depresyonu”nu yazdıran?

(Filmde aslında üniversiteyi bitirmiş iki genç kadın görüyoruz),

Filmin fikri ben üniversiteyi bitirmeye daha 2 sene varken aklıma gelmeye başladı. Maalesef üniversitenin tadını çıkaramadan mezuniyet kaygısı başlıyor birçok insanda. Ben de onlardan biriydim. İstanbul’a eğitim için geldiğime göre eğitimim bittiğinde uzun süre iş de bulamazsam ne yaparım diye düşünüyordum ister istemez. Ben senaryoda ilerledikçe mezuniyetim de yaklaşıyordu. Yaşayanların bileceği gibi o dönemlerde insanın başka bir gündemi olamıyor. Arkadaşlarla her konuşma oraya çıkıyor. Sanki zaten Büyük İstanbul Depresyonu dışında bir film yapamazmışım gibi geldi şimdi. Gündemim oydu çünkü. Öyle bir gündem ki diğer her şeyi önemsiz kılıyor senin için.

 -Filmde iki kadın var. Ayşe ve Didem. Kendinizi yakın hissettiğiniz karakter hangisi ve nedenini öğrenebilir miyiz?

İkisine de yakın hissediyorum. Bazen birine bazen diğerine. Yazmaya başlarken kendime bu 2 karakter hayatımdan birinin “a bu benim” diyeceği ya da “a bu sensin” diyebileceği bir karakter olmayacak demiştim. Ve bence başardım. İkisine de yakın hissediyorum çünkü ikisi de kendi içimdeki çatışmalardan çıktı. İkisine de hemen hemen eşit yakınlıkta hissettiğim zamanlar sanırım en iyisi.

-“Büyük İstanbul Depresyonu”nun  çekim aşamasında da  aslında  kadın dayanışması var diyebilir miyiz?

Evet var. Başından sonuna. Ben kadın dayanışmasına çok inanıyorum. Ezilenlerin dayanışmasına yani. Açıklama gereği duyuyorum çünkü hiç beklemediğim insanlar bile kadın dayanışması denilince bunu heralde ilkokuldaki kadın erkek atışması falan zannedip “ama kadınlar da” diye cümleler kuruyor. Kadın erkek eşitsizliğinin ciddiyetini kadınların ezilenler olduğunu ya görmüyor ya da görmek istemiyor insanlar. Öylesi daha kolay çünkü. Bir şeyleri görünce insanın tadı kaçıyor.  Kadın sinemacılar kadın olmanın zorluklarını dile getirince bile itici oluyorlar. Oysa biz kadınların ezildiğimiz yerden dayanışması ve bize verilmeyeni, bizden esirgeneni almak için birlik olmasından ve uğradığımız haksızlığı bağırmasından daha doğal ne olabilir? Ne yapalım cool olmak için yaşadığımız haksızlıkları görmezden mi gelelim. Bu soruyu bana sormanızın sebebi hem filmle hem ekibimizdeki kadın ağırlığıyla ilgili büyük ihtimalle mesela. Ama işte biz bunları konuştukça bazıları sinemanın kadını erkeği mi olur diyor. Çünkü biz kadın sinemacı deyince onların “sinemacı” değil “erkek sinemacı” olduğu ortaya çıkıyor. Kadın ağırlıklı ekipler görünce sinemada erkek ağırlıklı ekiplerin varlığı daha da sorgulanır oluyor. Bana insanlar sizin filmde erkekler çalışabiliyor mu diye şaka yapıyor mesela. Bu şakanın tersini duymamışızdır. Ben kadın dayanışması olmasa bu filmi yapamazdım bile. Ellerimizi üst üste koyup kadın dayanışması demiyoruz elbet. Biz kadın olduğumuz için dayanışıyoruz bile demiyoruz. Ancak bence ataerkil bu dünyada iki kadının birbirine destek olması kadın dayanışmasıdır zaten.

-Film sektöründe, özellikle kısa film alanında kadın yönetmenlerin yerini Türkiye ve Dünya’da nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyayı bilmiyorum. Türkiye’de gördüğümüz kadarıyla uzun metraja oranla çok daha fazla kadın kısa film yönetmeni var. Bu çok önemli bence. Bu neden böyle olabilir bunu düşünmek araştırmak gerekiyor. Mesela bakanlığın kısa filme verdiği en düşük destek sanırım 15 bin civarı uzunda da 500 bin. Uzun metraj pahalı ve önemli bir iş yani. Uzun maddi manevi çok daha riskli. Kısada kadın yönetmenler daha çokken uzunda bu kadar az olması bununla ilgili olabilir mi acaba? Sinemaya özel bir durum değil işte. Türkiye ve Dünyada kadınların durumu ortada. Aylardır İstanbul Sözleşmesi elimizden alınacak diye gerginiz. Polonya’da kadınlar kürtaj hakları için sokağa çıktı. Bedenimiz üzerinde söz sahibi olmaya çalışıyoruz. Annelikten vuruluyoruz. Engelleri aşmaya çalışıyoruz. Biraz dağıtmış olabilirim ama bunları konuşmadan kadın yönetmenlik konuşamıyorum.

-Yeni projeleriniz, uzun metraj film çekme planınız  var mı?

Evet, uzun metraj için bir senaryo yazmaya başladım. Ama çok çok başındayım.

-Son olarak sevdiğiniz yazarlar, yönetmenler kimler?

Yıllardır bu soruya ne cevap vereceğim diye karar kara düşünüp sorulunca da kaçamak cevaplar veriyorum. Hep favori yönetmenimi aradım. Ama kafamda bu durumu abarttıysam biraz demek bir türlü şu diyemedim. Sevdiğim yönetmenler değil de şimdi filmi çıksa heyecanla koşa koşa gideceğim yönetmenleri düşündüm. Yani son filmlerinden dolayı acaba bir sonraki işleri ne olacak diye düşünmeden edemediğim şu an aklıma gelen yönetmenler. Senem Tüzen, Andrea Arnold, Nadav Lapid, Xavier Dolan. En sevdiğim yazar ise Elif Hümeyra Aydın.

Hiç yorum yok: