çağdaş sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çağdaş sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ağustos 2022 Pazar

HAFTANIN RESMİ "WİND FROM THE SEA"


 

1940 yılında New Jersey’de doğan Edward Gordon resimlerindeki inanılmaz ayrıntı nedeniyle fazla eser üretemiyor.  Gordon’un eserlerini fotoğraf gibi formları bunalıklaştırmadan kesinlik ve inanılmaz ayrıntı kullanarak yapıyor.

Pencereden süzülen ışığı ve iç mekandaki objeleri ve gölgeleri, renkleri izleyiciye hissettirecek, fikir verecek kadar iyi veren Gordon’un eserlerinde okyanusun kokusu alıp sesini de duyabilirsiniz.

“Wind  From The Sea” , 32x25

Resmin içinde sağda duvarda Johannes Vermeer’in tablosu “The Astronomer”

9 Haziran 2018 Cumartesi

Hale Asaf


                                                               


İsmi Arapça’da ‘ayın etrafındaki ışık’ anlamına gelen Hale  Asaf’ın çocukluğu İstanbul ile Büyükada arasında bazen neşeli, bazen hüzünlü geçer. Babası sayısız kere evlenir ve  pek çok çocuğu olur. Büyüleyici ve alımlı bir kadın olan annesi  Enise Hanım, onu küçükken terk edip Avrupa’ya göç eder ve genç  yaşta İsviçre’de bir sanatoryumda hayata gözlerini kapar. O zamana kadar soyadı olarak kullandığı babasının adını, dedesinin adıyla değiştirir ve “Hale Asaf”  olur.
Cumhuriyete geçiş sürecindeki örnek kadınlardan, yeni Türkiye’nin ilk ressamlarından ve eğitmenlerinden Mihri Müşfik , Hale Asaf’ın  teyzesidir. 1919’da Mihri Hanım, işgal altındaki İstanbul’da kendini güvende hissetmediğinden bir müddet İtalya’da kalır. Aynı yıl Hale Asaf’da Roma’ya Mihri Müşfik’in yanına giderek ilk resim dersleri alır, daha çok resim tekniği üzerine çalıştığı bu süreci ertesi yıl Paris’te Namık İsmail’den aldığı dersler takip eder. Mihri Hanım’da, Namık İsmail’de büyük  ihtimal en çok portreleriyle onun üzerinde etki bırakır.
Sınavı kazanarak girdiği Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’nde Prof. Von Arthur Kampf’ın öğrencisi olur. Daha tarihi konuları ele aldığı büyük boyutlu tabloları ve portrelerinin yanı sıra katı, kuralcı yaklaşımıyla da bilinen Kampf, I. Dünya Savaşı sırasında İstanbul’a, 1927’de de Atatürk’ün davetiyle Ankara’ya gider, Kurtuluş Savaşı’nı anlatan panoların yanı sıra Atatürk’ün de iki portresini yapar. Kampf’tan desen ve yağlıboya dersleri alan Asaf, böylece sağlam bir alt yapı oluşturur.
Berlin’deki akademide yolu Fikret Mualla ile de kesişir. Fikret Mualla’nın ilan-ı aşkını, topallığını ve hırçınlığını yüzüne vurarak  reddeder. İstanbul’a dönen Hale Asaf, 1924-1925 yıllarında İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Feyhaman Duran ile İbrahim Çallı’nın öğrencisi olur. Hareketli, sert ve cesur fırça darbeleriyle daha deneysel bir tarzın peşine düşer.
1925 yılında  Avrupa konkurunu kazanarak, bu sınavı kazanıp Avrupa’ya eğitime gönderilen ilk kadın sanatçı olur. 1925 yılına tarihlenen “Paletli Otoportre”de bir  elinde paletiyle doğrudan izleyiciye  bakar, adeta “ressam-kadın” kimliğini ifşa eder, yoluna nasıl edeceğini gösterir bir anlamda. “Paletli Otoportre” biraz da babasının soyadından vazgeçme kararıyla bağımsızlığını ilan ettiği resimdir.
1927’de yolu bir kez daha Paris’e düşer. O yıllarda 1914 Kuşağı’nın yetiştirdiği Cumhuriyet’in ilk kuşak ressamları arasında yer alan Refik Epikman, Cevat Dereli, Mahmut Cuda, Nurullah Berk, Şeref Akdik’te Paris’tedir. Onların arasına katılan Hale Asaf, bu kez Academie de la Grande Chaumiere’de eğitimine devam eder. Andre Lhote’un öğrencisi olur. Üstelik Lhote’un Türkiye’den kabul ettiği ilk öğrencidir.
                                                                  

Yenilikleri takip ederek, duyguyu önemseyerek ve en çok da sorgulayarak özgün bir dil yakalamayı başarır. 1928’ de İsmal Hakkı Oygar nişanlanır. Aynı yıl İstanbul’a döner ve Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’nin kuruluşunda yer alır ve birliğin tek “kadın kurucusu”olur.
Hale Asaf, aldığı bursa karşılık devlete borcunu ödemek için 1928 Eylül’de Bursa Kız Öğretmen Okulu’na resim öğretmeni olarak atanır. Yaşamının büyük bölümü yurtdışında geçen Hale Asaf, Bursa’da çevreye uyum sağlamak ve resim çalışmalarını sürdürmekte zorlanır. 1929 sonunda Mahmud Cuda ile görev değişimi yaparak yeniden İstanbul’a döner. Bursa’dan geriye Müstakiller’in sergilerinde yer vereceği ve öldükten sonra çok ilgi görecek manzaraları kalır.  
1929’da tekrar Paris’e gittiğinde eşiyle ilişkisi gibi, sağlığı da iyi değildir. Paris’te ilk işi kaybetmek üzere olduğu gözlerinden ameliyat olmak olur. İtalyan yazar Antonio Aniante de bu dönemde hayatına girer. Türk hükümeti görevinin başına çağırdığında  dönmez ve oradaki sanat ortamından beslenir.1932 yılında katıldığı “Genç Avrupa” segisinde portre ve natürmortları yer alır, basında eserlerinden övgüyle bahsedilir.
Dönemin avangart sanatçılarıyla görüşüp, sergilere katılıyor ve günün sanatını takip etmeye çalışıyordu. Arkadaşları arasında Giorgio de Chirico, Fernand Leger, Giacometti, Modigliani’nin kızı da vardı. Galerie-Librairie Jaune Europe kapanınca geçinmek daha güç gelir onlar için. Parasız ve umutsuz günler çoğunluktaydı ama iyi şeyler de olmuyor değildi. Andre Lhote bir yaz boyunca atölyesini Hale Asaf’a bırakır ve o sürede  Arnavutluk kralı Ahmet Zogu’nun portresini yaptığında 5 bin franklık bir çek ve övgü dolu bir mektup alır.
Son yıllarında birçok hastalıkla uğraşır. Yeniden göz, ardından kalça, sonra yumurtalıklarındaki kistler... Son günlerinde kadınlar, çiçekler ve çocuklar çizen  Hale Asaf’la geçirdiği yedi yılı belki de en güzel şu sözlerle özetleyecekti Aniante: Sanatı ki çok içtendi, onun ömrünü yedi yıl daha uzatmıştı.
Aynı soyadını taşıyan  ama sanat dışında bir akrabalıkları olmayan Özdemir  Asaf’la diğer ortak yönleri ‘R’ leri söyleyememek olan Hale Asaf ömrünün neredeyse tamamında resim eğitimi alır. Kayıtlara 31 Mayıs 1938’de Paris’te bir hastane odasında hayatını kaybettiği geçse de Hale Asaf’ın 33 yıl süren kısa ve zor bir hayatı olur.  Thiasi Mezarlığı’na tabutuna çivilenen bir paletle gömülür.

18 Mayıs 2018 Cuma

Belkıs Balpınar'la Röportaj


                                                                 




Türkiye’de ilk defa geleneksel kilim dokuma tekniğini güncel sanata taşıyarak özgün işler üreten Belkıs Balpınar’ın tasarımlarıda derinlik, uzay ve uzam kavramları dikkat çeker. Uzun yıllardır fizik ve astronomiyi dokuma sanatıyla buluşturarak ürettiği sıra dışı işlerini kapsayan seçkiyi “Dokuma-ma” sergisi ile bir araya getiren sanatçı bu alanda en önemli isimlerdendir. Sergi 10 Haziran 2018 tarihine kadar Anna Laudel Contemporary’de görülebilir.

-Son serginiz “Dokuma-ma”, Anna Laudel Contemporary’de açıldı. Sergiye karar ve hazırlık aşamalarınızdan bahseder misiniz?
Birkaç ay önce  İstanbul’da menajerim Berna Bayındır ile birlikte sergi mekânlarını gezerken yolumuz bizi  Karaköy’de Anna Laudel Contemporary Galerisine getirdi. Galeri binasının dört kat içinde çeşitli olanaklar sunması  ve ayrıca karanlık odaların bulunması beni çok etkiledi. Galeri yöneticileri Ferhat Yeter ve Alev Vayısoğlu ile aramızda güzel bir bağ oluştu ve hemen sergi için anlaşma yaptık. Hazırlık için kısa birsüre  vardı ayrıca benim Bodrum’da yaşıyor olmam da işi zorlaştırıyordu. Ama eserlerin taşınması ve sergi düzenlemesinde galerinin profesyonel organizasyonu ve Ferhat Yeter’in sergilemede gösterdiği yaratıcı düzenleme önerilerini ve Alev Vayısoğlunun organizasyonda gösterdiği yardımları belirtmem gerekir. Bu galerinin özel karanlık odaları ve aydınlatma şekli eserlerin çok daha derinlikli görünmesini sağladı.   Çok güzel bir süreç  yaşadık. Giriş katında ilk dönem çalışmalarım yer aldı, diğer katlarda da çok güzel bir sergileme ile benim 1980lerden bugüne yaptığım çalışmaların yer aldığı bir retrospektif bir sergi oldu.
-Sergi mekânının eserlerinize ve eserlerinizin mekâna etkisi nasıl oldu?
İlk başta zaten binanın 5 katlı oluşu, karanlık odaların olması beni sergileme açısından ürkütmüştü. Ama galeri  yönetici Ferhat Yeterin mekânı iyi tanıması ve çok yaratıcı önerileri ile eserler ve galeri arasında da iki taraflı güzel bir ilişki kurulmuş oldu.  Aydınlatma ve  gölge ile derinlik de ortaya çıkınca ben bile bazı parçalarımı yeniden keşfettim. Pek çok değişik yerde, farklı ülkelerde, mekânlarda sergiler açtım ama burada yakaladığımız sonuçtan çok memnunum.

                                                      

Kilim  dokuma alanında ilk defa farklı uygulamalar kullanan ve bunları geliştirerek güncel sanata taşıyan önemli isimlerin başında geliyorsunuz. Bu alanda çalışmaya başlamanıza neler etki etki? -Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin Halı Bölümü’nde küratör, İstanbul Vakıflar Halı ve Kilim Müzesi’nde kurucu müdür olarak çalışmanın , “art kilim” denilen sanat alanına öncülük etmenize etkisi nasıl oldu?
Güzel Sanatlar Akademisini bitirdiğimde Sümerbank’tan burs almıştım. Mezun olunca da  Sümerbank beni Türkiye’deki halı- kilim bölgelerine gönderdi ve  araştırmacı olarak çalıştım. Anadolu’da çok gezdim ve konu üzerine çok araştırmalar yaptım.Daha sonra Anadolu Camileri’ndeki halı ve kilimleri  görünce Vakıflar Genel Müdürlüğüne  müze kurma teklifi yaptım, müzelerin  kuruluşundan sonra katalogları da yayınlandı,  1986 kendi tasarımlarımı kilim dokusuyla çalışmak istedim. Anadolu kilimlerinin hayranıydım ve şimdi de hayranımdır. Onların dokusu beni çok etkilemiştir. Kilim dokuması ile başladım ama artık ortaya çıkan işler kilim değil. Rastlantısal bir şekilde başladı ve gelişti.
-İstanbul Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi Tekstil Bölümü’nden mezunsunuz. Nasıl karar verdiniz bu eğitimi almaya?
O dönem babam Teknik Üniversitede okumamı istiyordu. Onun sınavlarına girdiğimde bir soruyu cevapladım, diğerini cevaplamadım, bir şeklide babamı da kandırmış oldum ama sonuçta istediğim güzel sanatlar eğitimini aldım ve sonunda babam da beni çok destekledi.
-Güncel sanatın genel olarak dünyadaki kargaşa ve olaylara yoğunlaştığını, sizin  çalışmalarınızın ise  makro ve mikro evrenlare odaklandığınızı söylüyorsunuz. Eserlerinizde evrendeki farklı uzamsal düzlemler ve ön plana çıkıyor. Makro ve mikro dünyaya ilginiz nasıl başladı?
Bilim ile ilgili özellikle rastlantısallık ve kuantum fiziği, gibi yayınları okumaya her zaman çok meraklıydım, bu konular kurgu eserlerden daha çok ilgimi çekmiştir. Son zamanlarda varlık nedir neden varız,   beyin nasıl çalışır, bilinç nasıl oluşur konusuna merak sardım. Evren aklımızın almadığı kadar büyük ve küçük. Okuduklarım işlerime, işlerim de okuduğum kitaplara etki etti ve ediyor.
                                                             


-Kilim dokusu üzerinde yarattığınız biçimleri, uzamdaki hareketlerin bir yansıması olarak ele alıp, dokunmamış kilim çözgüleri üzerine motifler katarak derinlik veriyorsunuz. Çalışmalarınızdaki teknikten, aşamalardan, kullandığınız malzemelerden, size yardım eden dokumacınızdan bahseder misiniz?
Uzun yıllar kilim dokusunu ile 3.boyutu desenlerimle vermeye çalışıyordum. Daha sonraları bu teknik yetmemeye başlayınca dokunmamış alanlar bırakmaya başladım çözgülerle. Daha önce başkaları  da vardı ama 30 yıldır İstanbul’da yaşayan Fatma Hanım  desenlerimi dokuyor. Nerede ise benim elim, gözüm gibi oldu. Son yıllarda ben desni yaptıktan sonra , dijital ortamda  gönderiyorum, istenilen boyutta büyütüp tezgahın arkasına koyuyor ve başlıyor dokumaya.  Aslında zaman içinde bulduk büyük bölümleri dokumadan bırakmayı. Fatma hanım ile süreki çok uyumlu bir çalışma ile birlikte bir evrim geçirdik ve bu sonuçları alabildik.
Dokumadan bırakma tekniğinde daha önce  Fırat Neziroğlu  isimli yetenekli genç bir sanatçı portreler ve figüratif desenler yaparak  ve  üstte kalan çözgüleri  boş bırakıyordu biz ise tüm boş çözgüler üzerinde desenleri uyguluyoruz.   

-Serginizin ismi “Dokuma-ma”. Bu sergiye adını veren teknik hakkında da bilgi veriri misiniz?
Bir gün iki parça arasında kalan dokunmamış olan hoşuma gitti ve dokuma sırasında arka planın dokunmadan bırakılmasının teknik olarak mümkün olduğunu ve  boşlukta yer alan formların daha iyi ifade edildiğini gördüm ve bu sergi de adını bu teknikten “dokuma-ma” dan aldı.
-Son olarak bir süredir  Bodrum’da yaşıyorsunuz. Bodrum’da yaşamanızın eserleriniz üzerine etkisini ve yeni çalışmalarınızı öğrenebilir miyiz?
2006 yılından itibaren Bodrum’da yaşıyorum.  Burada  kendime ve çalışmalarıma daha çok zaman ayırabiliyorum. İşime kendimi daha çok verebiliyorum.  Yeni çalışmalar olacak  herhalde. Şimdilik  hergün sahile gidip uzun uzun yüzüyorum.