6 Şubat 2016 Cumartesi

Murathan Mungan “Harita Metod Defteri”

                                   
Murathan Mungan’ın Metis Yayınlarından çıkan son kitabı, 413 sayfalık “Harita Metod Defteri”, yaşamış olduğu olaylardan ve onların Mungan’da bıraktığı izlerden, anılardan kaleme aldığı 46 tane özyaşam hikayesinden oluşuyor.  
“Paranın Cinleri” adlı kitabından sonra  “hiçbir hayat tek bir kitaba sığmaz” ve “çocukluğumdan hatırladıklarım arasında hala anlatılması gereken önemli anlar” var diyerek başlamış  Murathan Mungan  “Harita Metod Defterine”.
“Niyet” başlığıyla kaleme aldığı önsözünde  “Benim yetişme çağlarımın öncesi ve sonrasında ortaokul ve lise yıllarının kavramlaşmış temel nesnelerinden biri, birkaç ortalı defter olmuştur. Bazı dersler için daha az, bazı dersler içinse daha çok ortalı defterler gerekirdi. Ömrünün yıllarla ölçülen süresi “kaç ortalı” olursa olsun, yaşamı boyunca kendine çizdiği yol haritasını izleyerek bıkmadan, usanmadan ders çalışan, elinden, kucağından defter, kitap, kalem eksik olmayan “bir çocuğun” anılarını yazdığı kitaba Harita Metod Defteri adını yakışacağını düşündüm” diyerek kitabın ismini koyma sebebini pek çoğumuzu geçmişe götürerek  anlatmış Mungan .


Kitabın malzemesi insanın kendi yaşamı olunca bunu tüm yalınlığıyla anlatmaya cesaret edip, geçmişi hatırlamaya ve bunu dramatik olmadan anlatıp, olayları yaşarken  gösterdiği  sabrı  yazarken de gösteren ve bunları okuyucuya samimi şekilde veren, 2015 Kasım ayında raflarda yerini alan kitap Mungan’ın “Umarım okunması, yaşanmasından daha güzel bir bir hayatın kitabı olmuştur.” dileğinin de gerçekleştiği  tam bir  anlatı kitabı.

                                                                                                                        
                                                                                                                   ÖmürBayramoğlu                                                       

SARI

Oh be! Keyif bende.  Şu ufaklığın ismini Aslan koyup,  beni de odanın başköşesine oturtan insanoğlu muhteşemsin.  Ormanda olsam çocuğuma Ahmet ismini verip, Ahmet’i de pelüş yapıp ağacın dalına oturtsam.  Aman boş ver. Sayelerinde ben bu güzel  rafta krallığımı sürdürüyorum.  Düşünüyorum,  ya bunun ismini fil taksalardı, ya da gergedan ama  var mı Aslan gibisi? Seviyorum bu veledi ama sabah erken kalkmasa, daha az ağlasa ve en önemlisi bezini başka odada değiştirseler daha çok sevebilirim. Bu Aslan da evin kralı. Tek farkımız bu kele yakın. Şöyle saçları uzasa, yele gibi atarak gezse,  sesi şöyle gür çıksa özellikle ağlarken, viyak viyak olmasa isminin daha çok hakkını verir,
Oda çok kalabalık değil, ortalarda fazla oyuncak yok. Bezden arabalar ve karşı rafta hepsi bir arada duran diğer oyuncaklar. Zekâ gelişimini destekleyen oyuncaklar çokmuş burada öyle duydum geçen gün annesi konuşurken. Birde şu sarı var. Bak yine sinirim bozuldu, o tarafa her baktığımda gülmemek için kendimi zor tutuyorum.  Şu karşı koltuğun üzerinde duran sarı tüylü, boynunda kırmızı kurdele olan ayı da mı zekâ gelişimi için acaba? Dur şuna bir laf atayım da biraz eğleneyim.
-Hey, Ayı ne haber, pişt sana diyorum sarı?
-Beni mi çağırdın Aslan kardeş?
-Evet, seni çağırdım Sarı da, kardeş neyin nesi?  Aslan’ım oğlum ben, senin kralın.
 -Merhaba, ne haber, nasılsın?
Yok ya komik bu. Tipi gibi aynı. Uzun süre bakamıyorum yüzüne. Özellikle o boynundaki kırmızı kurdelesine.
-Acıktım ben, koş mutfağa git bana şöyle güzel bir et tabağı yap getir.
-Ha ha ha. Aslan kardeş sen de amma şakacısın. Biz pelüş oyuncaklarınız, ben nasıl mutfağa gidip sana et tabağı getireyim?
Akılsız ya bu. Bir şaka yapayım dedim, ağız tadıyla şaka da yaptırmıyor. Cevaba bak sen. Pelüş oyuncakmışız. Sanki ben bilmiyorum. Dur şunun la biraz daha eğleneyim.
-Ne pelüş hayvanı oğlum. Aslanım ben, ormanların kralı. Aslan her yerde aslandır, kraldır, pelüş da olsa.  Acıkırım, acıkınca da çok sinirli olurum. Daha sinirli olunca da her şeyi yiyebilirim. Yıkarım buraları.
Aslında varlığından tuhaf şeyler hissettiğim, biraz da korktuğum biri var evde. O da Bayan Coco. Siyahlı, grili, beyazlı parlak tüyleri, masmavi gözleri olan, salına salına dolanan, kuyruğunu her salladığında kendimi tuhaf hissettiğim, miyavlağında kalbimin kıpır kıpır olduğu,  ama odanın kapısından sadece kafasını uzatıp içeri girmeye tenezzül bile etmeyen Coco.
-Ya tamam ama Aslan kardeş, şaka yapıyorsun biliyorum.
-Heyyyttt, Aslan kardeş diyor halen. Ben sana git bana et getir açıktım diyorum, yıktırma bana buraları. Seni yemek zorunda bırakma beni.
Biri geliyor odaya, Aman Allah’ım o kucağındaki  Coco’mu, yoksa,  şimdi de onu yere mi bırakıyor. Ben, ben şimdi ne yapacağım
                                                                                                                 Ömür,2015

Jan van Eyck “Arnolfini’nin Evlenmesi’



1434,82,2x 60 cm, yağlıboya, Londra Ulusal Galerisi
Ticari ilişkilerinden dolayı Flaman topraklarına giden İtalyan taciri Giovanni Amolfini ile Giovanna Cenami’nin evlenmelerini konu alan 1436 tarihli “Arnolfini’nin Evlenmesi” adlı tabloda sanatçı, Flaman Sanatındaki belgesel gerçekliği ve yoğun sembolizmi ortaya koymaktadır.
Burada günlük yaşamdan alınan bir kesitin, Flaman geleneğine uygun olarak tüm detaylarıyla yansıtıldığını, resmedilen nesnelerin gelişigüzel seçilmeyip, belli bir mesajı iletmek için grafik plandaki konumlarının büyük bir özenle belirlendiğini, objelerin ve renklerin sembolik değerler dikkate alınarak seçildiğini,ışığın etkilerinin önem kazandığını ve nesnelerin dokusal özelliklerinin özenli bir şekilde vurgulandığını görmekteyiz.
Mekan içi perspektifiyle resmedilen bir gelin odasında evlenen çift el ele tutuşarak bağlılık yemini eder vaziyette tasvir edilmişlerdir. Arnolfini sağ elini kaldırarak yemin ederken, karısı da elini karnının üzerine koymuştur. Resmi iki eşit parçaya bölen dikey eksen üzerinde birleşen çiftin elleri resmin odak noktasını oluşturmaktadır. Bu eksen üzerinde altta çiftin ayakları dibinde yer alan köpek, arka planda ayna ve gün ışığına rağmen mumu yanan metal avize, konumları ve sembolik değerleriyle yapıtın içeriğine ışık tutmaktadır.
Aynaya yansıyan görüntüden bu çiftin odada yalnız olmadığını anlıyoruz. Oda içinde çiftin karşısında duran iki figürün görüntüsü yansımıştır aynaya. Bunlardan biri nikahı kıyan şahıs, diğeri ise Jan van Eyck’ın kendisidir. Saatçı bu anın tanığı olmakta ve resmiyle de evlenme olayını ebedileştirmektedir. Aynı  zamanda ayna üzerine Latince olarak: “Johannes de Eyck fuit hic”(Jan van Eyck buradaydı) ibaresini  de yazarak bu durumu belgelemiştir. Ayna kuyumcu titizliğiyle işlenmiş olup, çerçevesi üzerindeki on madalyon içinde “İsa’nın Çektikleri” konulu sahneler yer almaktadır.
Renkler bilinçli bir şekilde Hıristiyan İkonografyasındaki  sembolik anlamlar dikkate alınarak kullanılmıştır.
Belirli bir kuruluş şemasına göre sembolik eşyalar yerleştirilmiştir.Bunlar ellerle aynı doğrultuda bulunan tavana asılı duran ve gündüz olmasına rağmen yanan bir mumun görüldüğü avize, tesbih ve süpürgeyle birlikte  Azize Margaret heykeli arasında yer alan yuvarlak dış bükey ayna ve eşlerin ayakların dibinde bulan köpektir.Özellikle bu tür köpeklerin sadakat sembolü olarak kadınlarla birlikte kullanıldığı görülmektedir. Ana niteliği evlilikte sadakat olan bu köpeğin, burada da aynı işleve sahip olduğu bellidir. Köpek ve çiftin birleşen elleriyle aynı doğrultuda yer alan avizenin metal olması ve üzerinde bir tek mumun yanması  nedeniyle, ruhu aydınlatan Tanrı ışığı gibi bir anlama işaret ettiği fark edilmektedir.  Küçük tahta Antakyalı  Azize Margaret heykelciği, doğum yapan kadınların koruyucusudur ayrıca  Meryem’in kadınların sevgisi üzerindeki hakimiyeti ve analık nitelikleriyle bir bütün teşkil ederek iffetli ve saf aşk kavramlarıyla birlikte Kutsal Aile olgusuna işaret etmektedir. Arnolfini yemin ederken, eşinin onun sürdüreceğini belirten bir hareketi yapmakta oluşu da bu anlamsal niteliklere uygundur.

Sanat tarihinin ünlü ve popüler yapıtları arasında önemli bir yeri olan bu tablo, Avrupa resim sanatının evlilik teması işleyen ilginç ve öncü örneklerinden biridir.

19 Mart 2015 Perşembe

"OFELYA" John Everett Millais - Effie Gray







"OFELYA"

John Everett Millais,Tuval üzerine yağlıboya, 76x112cm,"Tate Gallery Koleksiyonu
John Everett, Hamlet'ten bir sahneyi betimlemektedir. Ofelya, babasının sevgilisi tarafından öldürülmesi üzerine kendisini nehre atar ve boğulur. Shakespeare, ruhsal çöküntüye uğramış kahramanının  durumunu anlatabilmek için kendisini nasıl her birine uygun, sembolik göndermeleri olan çiçeklerle donattığını betimler. Millais, bu anlatıdan yola çıkarak çiçekleri doğru biçimde sergilemiş ve Victoria döneminin çiçek dilinden yararlanmıştır. Hercai menekşe-mağrur aşk, menekşe-sadakat, ısırgan otu-acı, papatya-masumiyet, sülün gözü-üzüntü, unutmabeni ve gelincik çiçeğini -ölümü ekler. Sonuncu çiçeğe yapılan vurgu ise, sağda bir kafatasının yaprak biçiminde çizilmesiyle ima edilir. Yalnızca Ofelya'nın ölümüne gönderme yapmakla kalmaz, arkasından gelen Hamlet'in Yorick'in kafatasıyla görüldüğü ünlü mezarlık sahnesini de anımsatır. Millais'in doğru biçimde aktarma tutkusu çiçeklerle sınırlı değildir. Arka plan çalışmaları için İngiltere Surrey'de Hogsmill Nehri çervesinde dört ay kalır. Bu resim için model de acı çekmeye zorlanmış, haftalarca üstten lambalarla ısıtılan su dolu küvette poz vermek zorunda kalmıştır.

 



"EFFİE GRAY"
Ünlü oyuncu Emma Thompson'ın senaryosunu yazıp başrolunde oynadığı filmin yönetmeni Richard Laxton.
9.yy. İngilteresi'nde geçen filmde dönemin ünlü sanat tarihçisi ve eleştirmenlerinden biri olan John Ruskin ile evlenen genç Effie Gray'in hikayesi ele alınmış. Bir türlü yolunda gitmeyen evlilik özellikle Effie Gray için hayal kırıklığı ve acıyı da beraberinde getirmiştir.Bir tatil sırasında kocasının arkadaşı ressam Everett Millais'e modellik yaparve ona aşık olur. Arkadaşının verdiği cesaretle, dönemin muhafazakarlığı ile de yüzleşme vakti gelmiştir.

"ZENGİNLİK DİYE BİR ŞEY YOKTUR, YAŞAM VARDIR. AŞKIN, MUTLULUĞUN VE HAYRANLIĞIN BÜTÜN GÜCÜYLE YAŞAM" JOHN RUSKİN

3 Aralık 2014 Çarşamba

ELİF ŞAFAK "Sakız Sardunya"




Ne kadar uzun zaman olmuş çocuk kitabı okumayalı.  Ve ne kadar iyi geldi “Sakız Sardunya”. Elif Şafak’ın “Sakız Sardunya”sını bütün çocuklar hatta büyükler de okumalı. İsmini  Sevmeyen Kız “Sakız Sardunya”nın sıcacık hikayesi.  Bulduğu bir kürenin  ardından Sakız Sardunya’nın yaşadıkları ve notları biz büyüklerin şimdi ve büyümeye çalıştığımızda yaşadıklarımız.
Soruları vardı Sakız Sardunya’nın küçükken benim de sorduğum. Anlamıyordu bazı şeyleri benim de anlamadığım gibi.
…”Anlamıyordu, nasıl oluyor da annesi sürekli bu tür laflar ediyordu. Ders çalışmazsan derslerin küser, yemezsen yemekler küser, evine davet etmezsen komşular küser, misafirliğe gittiğinde her ikramı bitirmezsen ev sahipleri küser…Sanki sürekli birilerinin kendisine darılmasından çekiniyordu.  Acaba bu yüzden mi aynı ruju kullanıyor, saçlarını hep belli şekilde topluyordu?  Makyaj malzemelerinin ve kıyafetlerinin kendisine küsmesinden mi endişe ediyordu?...
İsmini sevmiyordu, neden anne ve babası ona illa bir çiçek ismi vermek istiyorsa  “Gül” ya da “Yasemin” dememişlerdi?
Kendini kitaplara vermişti. Küçüklüğünden beri kitaplar en yakın dostlarıydı. Kütüphanede Aysel Hanım’ın söylediklerine hangimiz katılmıyoruz ki?
…-“Sevdiğim kitapları yeniden okurum. Ve biliyor musun hep şaşırırım. Çünkü tekrar okuduğumda sanki aynı eser değildir. Farklı gelir.”
Sakız Sardunya merakla dinledi.”Neden?”
“Aynı değildir çünkü değişmişimdir. Her gün yeni şeyler öğreniyoruz. Kitabı ilk okuduğumda daha az şey biliyorum, ikinci okuyuşumda daha çok şey. Okur değişince, okunan da değişiyor.”
…Biliyordu ki bazen büyükler duygularını açıkça anlatamazlardı. Onun yerine sevgilerini ufak tefek şeylerle dile getirirlerdi. Birinin en beğendiği yemeği pişirmek ona “Seni seviyorum” demekti.
Sakız Sardunya bir süre anneannesi ve dedesi ile kalmak zorundaydı. Bunu öğrendiğinde,
…Odasına dönünce bavuluna koyduğu günlüğünü çıkardı. Ona bir isim takmıştı:  “Koca Ağaç”. Çünkü kağıtların ağaçtan yapıldığını biliyordu. Ne kadar çok kağıt harcanırsa o kadar çok ağaç kesmek gerekiyordu. Bu yüzden defterlerini dikkatli kullanıyor, boşa kağıt  harcamıyordu.
Dedesi Kahraman Bey ve anneannesi Kiraz Hanım Şirindiyar Kasabası’nda yaşıyorlardı. Valizine Kütüphanede bulduğu cam küreyi de koyar ve macera o zaman başlar.
 Efff : “Efsaneler, Hikayeler, Masallar Ülkesi.” Yeni arkadaşları ve Efff’e giderken yaşadıkları . Alfabestan Fikir Kampı ‘nı öğrendi.  
…”Kampa çekilip, fikirleri teker teker değerlendiriliyor, işliyor ve yepyeni hikayeler,  masallar, efsaneler geliştiriyoruz.”dediğinde arkadaşları
…”Bence herkes yaratıcıdır,” dedi Sakız Sardunya
Bu macerada;
…”Yani yapmak istemediğin bir şeyi sırf senden öyle beklendiği için yapacaksın, öyle mi?”
“Hayatta her zaman ipuçları olmaz.
“Başkalarının senin hakkında ne düşündüğü o kadar önemli değil,”dedi arkadaşına. “İnsanlar sana haksız yere gülebilir.Ama bu onların sorunu.Senin değil. Sen güçlü ve sakin olmalısın. O zaman hiçbir laf seni incitmez.”
…”Matematikte iyi olmadığın için mi bu dersten korkuyorsun? Yoksa matematikten korktuğun için mi bu derste iyi değilsin?”
…”Demek endişelenmediğimiz zaman daha başarılı oluyoruz.”
…”O zaman yanında hep bir dostunla dolaş.”
“Ama nasıl? Her zaman bir arkadaş bulamam ki.”
“Bulabilirsin. Hem de senden hiç ayrılmayacak bir dost.”
 “Kendin tabii!  Seni her zaman anlayacak biri var içinde.
…Sakız Sardunya defterini çıkarıp bu sözü not etti: Bazen birinin ne dediğini bilmiyorsan, o konuşmadığı için değil, sen duymadığın içindir.
“Bakan göze göre her şey değişmekte. Kimine dev görünen, ötekine cüce.
Benim aldığım notlardı günlüğüme.
…Anladı ki Sakız Sardunya hayatta kolay diye bir şey yoktu. Hangi yolu seçerlerse seçsinler, karşılarına daima engeller ve engebeler çıkacaktı. Evet, her patikanın kendine göre sınavları vardı.  Bu aslında o kadar kötü bir şey değildi. Önemli olan yapabileceğinin en iyisini yapmaktı. Üstelik her zaman kazanmak gerekmiyordu.  İnsan kaybederken de çok şey öğreniyordu.  Ve eğer öğrenmek bir kazanımsa, demek ki  insan kaybederken de kazanıyordu.
Bu arada benim sihirli çiçek ismim: ÖKSE OTU


22 Eylül 2014 Pazartesi

İclal Aydın ve "Bir Cihan Kafes"



“Kalpten gülümseyenleri hemen ayırt ederim.”diye   yazmış romanında. Demek ki insan kalpten gülümseyince, sahici gülümsemeleri anlıyor diye düşündüm ben de İclal Aydın’la tanışınca. Romanı aslında geçen yaz okumuştum ama düzenli bir bloğ yazarı olmayınca beğendim hakkında yazılar yazmak  istediğim kitap ve filmler masamda kalıyor. İclal Aydın’la, ’ İclal Aydın’la Gündüz Düşleri Atölyesi’nde  tanışma, konuşma, anıları paylaşma, yeni anılar sahibi olunca ‘ Bir Cihan Kafes’i tekrar okumak ve bloğuma eklemek istedim. Notlar alarak, altını çizerek, ‘beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın’ şarkısını tekrar tekrar  dinleyerek okudum bu sefer.


Samire, Yaşar, Lorin’in sıcak hikayesi. Üçünün de yaşamlarından etkilenmek, yeri geldiğinde ‘Ben bu kadar acıyı nereye koyacağım?’ diye sormak, Yaşar’ın babaannesinin Yaşar’ı doyurmak içim memesinin ucuna bal sürüp vermesini, babaannemin, babamın vefatından sonra  bana her sabah ‘kuşlar getirdi diyerek yastığının altından kağıtlı çikolata vermesini hatırlayarak  gözyaşları içinde okumak.


‘Anne karnında her şeyden ve hepsinden evvel kalbin, sonra omuriliğin beliriyor. Ardından da tomurcuk açıyor ellerin. Kalbin önceliği var hepsinin içinde. Bir insanın yumruğu kadardır kalbi derler. Demek ki kalbin kadar insansın. Avucunun içine düşen kalp kadar merhametin.. Kibir, bir virüs gibidir. Bünyede bekler. Kendine güven, cesaret, güç, dik başlılık hatta tevazu bile içerir en başta. Onun ne vakit kibre dönüştüğünü taşıyan anlamaz kimi zaman.  Elbette gücünü kaybetmiş bünyedeki en zayıf düşmüş anı bekler kendini göstermek için…satırlarını okurken Doruk ve  Ethem’le kavga etmek.


…Samire’nin bir gün Lorin’e dediği gibi, ‘’kararında yalnızlık iyidir. Ötesinden kork işte! Allah iki şeyi sevmez kızım. Israrlı günahı ve  isyanı. Mutsuzlukta bu kadar ısrar edersen bir gün isyan edersin. Bu da ısrarlı günaha girer… Kalk artık kaldır başını!” satırlarını okurken kendimle kavga etmek.


“ Fırtına herkesin başında eser ama sadece bazılarının çiçekleri dökülür”, “Yalnızlığı iyi ders edersen rütbe alırsın”, “Kendi dünyanın direği sensin!”,  sözlerini unutmak istememek.


…”İnsan kızgınlığı, nefreti unutuyor. Bir tek pişmanlığı unutmuyor. Pişmanlığım benimdir zira. Hür irademle yaptığım seçimlerin neticesidir. “ cümlesinin   yaşanmışlığını  hatırlamak.


…”Tutkuyla aşık olanın ülkesi, sevdiğiyle kendinden oluşur. Doğrudur. Birbirlerinin sınırı olurlar. Her sınır mayın döşelidir öte yandan”… kelimeleri ile o sınırlarda dolaşmak.


…”Bıraktığı her ayak izi beni kendine daha çok çağırıyordu. Tek bir ömre sığması imkansız kederler vardır ayak izlerinde. Bu kadında bir cümle saklıydı sanki. Belki kendisinin bile henüz bilmediği…” satırları ile kendimde ve özellikle  İclal Aydın’da saklı olan diğer cümlelerin ortaya yeni romanlar olarak ortaya çıkmasını ümit etmek.


Yukarıda yazdığım ve yazamadığım pek çok düşünce, duygu içinde okudum romanı. Samire, Yaşar, Doruk, Lorin, Ethem, İclal Aydın, Ömür ve diğerleri vardı kitapta. Yaşanmışları, yaşanacakları çok sevdiğim bir yazarın hatta sadece yazar olarak yazıp bırakmak istemiyorum, İCLAL AYDIN’IN   kaleminden okumak büyük keyifti. Teşekkürler İclal Aydın.

Words and Pictures

2014 İKSV Film Festivali’nde gösterilen Words and Pictures filmini  yeni seyredebildim. Başrollerini Clive Owen ve Juliette Binocle’nin paylaştığı filmin yönetmeni Fred Schepisi.        
 Resim mi üstündür, kelimeler mi?
Bir resim bin söze bedel midir?
Karizmatik ama edebi yeteneği inişe geçen yazar Jack  bir okulda edebiyat öğretmenliği yapmaktadır. Saygın ama hastalığından dolayı eski etkisi kalmayan ressam Dina sanat öğretmeni olarak Jack’in görev aldığı okulda işe başlar. Küçük küçük atışmalarla başlayan ilişkileri öğrencilerinin çabaları ile Resim mi  üstündür, kelimeler mi? Tartışmasına kadar gelir.  İki gruba ayrılan öğrenciler öğretmenleri eşliğinde Jack’in yazısı ve Dina’nın yaptığı bir eserle yapılacak bir sunumla Bir resim bin söze bedel midir? Sorusuna cevap bulmaya çalışırlar. Ve sonuçta aşk kazanır.
Edebiyat ve resim işlendiği, Juliette Binocle’nin oynadığı filmi seyretmek ve bloğuma yazmamak olamazdı.